Açıl kızım utanma!
- GİRİŞ11.06.2012 09:19
- GÜNCELLEME11.06.2012 09:19
Kalbimiz yine onu anmak onu anlatmak istedi zira kendisini çok küçük yaştan beri takip edip bütün kitaplarını okuyan birisi olarak gerçekten de yüreğimizde bir dağ çöktü adeta.
Fikirlerimin ve hayata bakışımın şekillenmesinde onun efsunkâr tesirini ruhumda bir madalya gibi gururla taşıyorum.
Sanırım ilkokul üçüncü sınıftayım.
Malatya’nın siyasi, dini ve kültürel anlamda en canlı ve hareketli mahallesinde oturuyoruz ve bu durum biz çocuklara da sirayet ediyor. Üç farklı siyasi duruşun evimizde ve akraba çevremizde temsil edildiği bir zengin tartışma ortamı var.
Akşamları geniş bahçemizdeki çardakta hararetle durmadan tartışıyorlar. Hissettirmeden merakla dinliyorum. Siyaseti çok heyecanlı ve etkileyici buluyorum. Her üç düşünce arasında durmadan mekik dokuyorum.
Başını Teyzemin kocasının çektiği hali vakti yerinde olanlar tarafından Mahallemizde üç katlı bir kız Kur’an Kursu inşa ediyorlar. Bu arada mahallede özellikle milli görüşçü ailelerin kızları yaz tatilinde Kur’an kursuna başlıyorlar. İki gün onlara imrenerek bakıyorum.
Bir sabah kalkıp annemin sandığından kenarı dantelli beyaz bir örtü alıp kolumun altına da elifba’yı sıkıştırıp hiç kimseye söylemeden kursun yolunu tutuyorum. (Aile efradı bütün sabah korku ve telaşla beni arasalar da kafama koyduğumu yapmanın huzurundayım) Kuzenlerim ve diğer akraba kızlarının çoğu burada. Gerçekten de okuldan farklı ve daha sıcak bir ortam. Yalnız bir sorun var ki o da Hocahanımın çok titiz ve sert birisi olması. Kurs dışında diğer kızlardan farklı olarak başımı açıyor olmama çok kızıyor ve beni durmadan ikaz ediyor.
Ruhumun ne kadar incindiğini bilse, beni şekil olarak değerlendirmese daha huzurlu olacağım lakin bir süre sonra bu kısır bir döngüye dönüşüyor. O bana kızdıkça ben kurstan çıkar çıkmaz başımı açıp eve öyle gidiyorum. Ertesi gün sert bir şekilde yaptığımın yanlış olduğunu söylüyor. Henüz ilkokul 3. Sınıfa gidiyorum ve bu baskı bunaltıyor beni.
Elifba bitiyor ve biz Kur’an okumaya geçiyoruz ki çok yakında okullar açılacak. Bir veda günü düzenleniyor benim payıma şiir okumak görevi düşüyor. Hoca Hanım beni pek sevmese de kursun hamisi eniştem olduğundan mütevellit adeta beni idare ediyor, aslında bana kızgın, öfkeli.
Asi kız diyor benim için.
Keşke beni azıcık sevse, beni olduğum gibi kabul etse ne olur! Oysa bu kursa kendi isteğim ile gitmişim, bilmek öğrenmek istiyorum. Ben sadece dış görüntüden mi ibaretim acaba? Bu veda günü için şiir aramaya başlıyorum. Evimizin üç bine yakın kitabı barındıran odasına giriyorum saatlerce kitap karıştırıyorum. “Vur Emri”, “Hasan’a Mektuplar”, “Suları Islatamadım” gibi şiir kitapları diziliyor önüme. İlk kız Abdürrahim Karakoç ile evimizin bu kitaplarla dolu odasında tanışıyorum.
Bazı şiirlerinde ülkücü olduğuna hükmediyorum zira bir cihan hâkimiyeti mefkûresini görüyorum dizelerinde:
“Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim ele kar geliyor kardeşim
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme
Dar geliyor dar geliyor kardeşim!
Sonra bir şiir düşüyor gözlerime bu kez şairimizi milli görüş saflarına katıyorum:
“Her kapının eşiğine
Her sofranın kaşığına
Balaların beşiğine
Hak yol İslam yazacağız.”
Veya;
“Can özümden besmeleyi çekende
Dil yanmazsa ben yanarım sultanım
Hak uğruna bir sefere çıkanda
Yol yanmazsa ben yanarım sultanım!”
Ruhum Abdürrahim Karakoç’un görüşlerine ısınıyor, benimsiyor, itiraz mekanizmam duruyor. Kendime yakın buluyorum ve okuyacağım şiiri seçiyorum. “Açıl kızım utanma bu devrin modasıdır” şiirini Asiye Hoca beğenir umuduyla hemen oracıkta ezberliyorum.
Program günü utana sıkıla sahnedeki yerimi alıyorum ve başlıyorum okumaya:
“Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım,
Eğlence zümresinin başının tacı hanım,
Bu metot ki, sizlerin müspet ilâcı hanım:
Dışının görünüşü içinin aynasıdır;
Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.
Şiirin ilk bölümünü okurken gözlerim hocamda. Şaşırıyor ve gözleri dehşetle büyüyor. Belli ki şiiri bilmiyor ve bu ilk haliyle benim kasıtlı olarak kendisine inat böyle bir şiir seçtiğimi sanıyor. Kadın yere yığılacak sanki. Salon insan kaynıyor. Herkeste bir şaşkınlık var. İşin nereye varacağını merakla bekliyorlar. (Şimdi düşünüyorum da iyi ki beni kolumdan tutup sahneden indirmemişler!).
Ve şiirin son bölümünü okuyorum:
“Hayır, kızım inanma! Bunlar hep istihzadır.
Namus, insanlar için en mukaddes meyvadır.
Gençlikte hissiyatın belki seni aldatır.
Dışının görünüşü içinin aynasıdır;
Yapacağın düşüklük bize yüz karasıdır”
Şiirin son bölümünü bitirdiğimde Asiye Hocanın duran kalbi yeniden atmaya başlamıştı. O gün aramızdaki buzlar erimiş ve sanırım birbirimizi ilk defa anlamaya başlamıştık. O günden sonra Karakoç Ustanın düşüncelerinin ziyası aydınlattı önümü ve yürüdüğüm yolda onun rehberliğini hissettim hep.
Türk Edebiyatın bu en büyük “hiciv” ustası sadece doğru bildiğini söyledi, hak yolunda ilerlerken eksen kayması yaşamadı, bir Alperen edasıyla yazdı, konuştu, söyledi. Bazan bağrı yanık sessiz bir çölü, bazan kafasının tası atmış bir kasırgayı, bazan mülayim bir dervişin edasını gördük şiirlerinde.
Aşka asaletini teslim etmiş bir özge şairdi Karakoç üstat.
Doğruluğu, dürüstlüğü, mertliği, adaleti, hakkaniyeti, Allah’a teslimiyeti, aşkına sadakati ve samimiyeti kendine düstur edinmiş, nesli tükenmiş son güzel adamlardan biriydi.
“Lambada titreyen alev üşüyor”
“Suları ıslatamadım”
“Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!”
Gibi ifadeleriyle sanatın zirve yaptığı şiirlere imza attı. Onu ve düşüncelerini özleyeceğiz. Allah bu millete daha nice yeni Karakoçlar yetiştirmesini nasip etsin inşallah.
Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Muhabbetle kalınız.
http://twitter.com/maybikesinan
Yorumlar15