Bir adam ne düşünüyordu?
- GİRİŞ29.06.2012 09:30
- GÜNCELLEME29.06.2012 09:30
Tefekkür edenlere…
Bir adam düş görüyordu...
Riya medeniyeti diyordu gördüğü düş. Ruhuna yağmur çiseliyordu. Elif gibi yalnızdı üstelik. Vakit akşamdı ve aydınlık gözlerini kapıyordu zamana. Riya, yumuşak fısıltılarla yağıyordu kentlerin üzerine ve tüm haşmetiyle merhaba derken zamana, sadakat veda ediyordu usulca. Sessizce gidiyordu. Göklerden hüzün yağıyordu... Nazlı gelincikleri, vadilere sığınan şakayıkları, durgun göllere tünen nilüferleri yaralayan hüzün yağıyordu göklerden. Zamanın eteklerinden tutunan tüm iyi şeylerin yitişi, baharların bitişiydi. Yenik kentler zan altındaydı. Tufanı andıran bu mevsim, yedi iklime galip bir başka mevsimdi. Bir Haziran akşamına zemheri el veriyordu! Bu devir başka bir devirdi.
Bir ucu Samiri eteklerine değen, öteki ucu riya medeniyetine değen bir alacalı ferace yayılmıştı kentlerin üzerine... Samiri devrinden kalma yalanların avcundaki yemini biliyordu üstelik. Evler geniş, yürekler dardı. Her kapıyı açan olmadık hikâyeler, yalanlar vardı.
Sözü senet sayan adamlar gitmişti. Riyakâr mevsimler ırgalanıyordu yüreklerde ve heybeler verilen sözleri taşımıyordu artık!
Bu devir başka bir devirdi...
Bir adam düşünüyordu...
Kalplere konan süveyda, kalplerin tüm taraçalarında tayy-i mekân ediyordu. Asude gönüllerin kapısında cilve yapan selva kuşu suzinak şarkılar söylüyordu. Yorgun suların akislerinde cilveli yosmalardı gezinen. Yosunlara bürünmüş sular yorgundu. Yokluklar vardı bolluk denizinde. Bu yokluk başka yokluktu oysa. Kör hafızların bile unuttuğu adam yokluğuydu bu yokluk. Sözü senet sayan adamların yokluğuydu bu yokluk...
Ayın benzi soluk, güneş kederliydi bu demlerde. Mevsim sonu sevdalara göz süzen güneş yorgundu. Göklerin mavi derinliği gittikçe çoğalıyor, içimizdeki sürur azalıyordu. Sırtımızı döndüğümüz tüm kapılar uçarı, yollar dikenli, saadet uzaktı.
Sözü senet sayan adamlar gitmişti...
Bu devir başka bir devirdi.
Riya yüreğimize demirleyen bir yelkenliydi artık, başarı ve yaşamak köpüklü bir okyanus...
Bir adam üşüyordu.
Kar yağıyordu düşlerine... Sırtını dağlara yaslamayalı tedirgin yüreği hasret türküleri söylüyordu. Sıcak yüreklerin buharı kalkarken aramızda, bağlamalar en hazin türküleri çalıyordu. Dünyanın yüzü değişiyordu son soluk. İnsanların yüzü soluk ve tedirgindi. En hazin karanlıklara açılıyordu uykudaki gözler. Bedenler tek, ruhlar karmaşıktı. Elif gibi yalnız olmak sevincini duyan yoktu ve bir keşmekeş bir vurdumduymazlık, bir aymazlık vuruyordu yüreklerin uyumuş kıyılarına.
Sağır ve dilsiz günlere kalıyordu umutlar. Şükür iflas etmişti kalplerin kuytusunda. Sadakat oynaktı, şefkat firari. Tufan sonrası sabahlara uyanıyordu bedenler. Her sabah yeni baştan kurulan dünyaya yeni baştan elbiselerini giyinen insanın unuttuğu huzur medeniyetini kolluyordu melekler...
Bir hazan elemiyle yürüdüğümüz yollara kar yağıyordu.
Yağmalanıyordu düşler, şehrin kirli kadranında.
Sözü senet sayan adamlar gitmişti...
Bu devir başka bir devirdi...
Bir adam düşüyordu...
Buz tutmuş kaldırımlara düşüyordu yüreği...
Hodbin yürekli adamlar kuşatmıştı iyilik bahçelerimizi. Aşina yüzlerde bin bir pinhan bin bir elem gizliydi. Tenha sokaklara, üşüten step hüznü ve yalnızlığı bağdaş kurup oturmuştu. Eşkıya gülüşlü arnavut kaldırımlar sırıtıyordu ardımızdan müstehzi... Günahları çoğalan caddeler raks ediyor, akşamı derelere sarkıtan zaman acımasız ve düzenbazdı. Öfkenin mayınları tutmuştu sokakları.
Bilcümle yaşananlar şimdi bilmeceydi artık.
Hayrın şimşekleri yağmur getirmiyor, âmâ bulutlar sağıyordu göklerimizi.
Hüzün çağı sarıyordu zamanı ve şarkılar en acıyı söylüyordu. Gülüşler eksik, gülüşler soğuk, gülüşler eğretiydi yüzümüzde donup kalan... Kalbin kafesinde kaybolan iyilik huzmeleri tutsaktı. Üzerimizden gözlerini çeken ulular gideli karanlık basmıştı kentlerin üzerini. Riyanın girdapları çekip alıyordu kalplerimizi, bizi...
Sözü senet sayan adamlar gitmişti...
Bu devir başka bir devirdi...
Yaban gülleri bile ırak vadilere çekilmiş, bu riyakâr, bu hoyrat ve hodkâm medeniyete naylondan ve kokusuz güller ısmarlamıştı. Yaban güllerini bilen, gören, duyan var mıydı artık? Yaban gülünün gittiğini bir tek şair bilmiş, bir tek acısını ve yokluğunu duygulu yürekler hissetmişti:
“Dokunmayın güllere siz yerinde dursun
Sıcak duyguların ilhamı olsun
Yaban güllerinin kaderi mi bu
Hoyratın elinde oyuncak olsun
Çünkü sen
Sen yaban gülüsün
Sen yaban gülüydün sen!
Ve yaban gülleri de nasibini almıştı zamandan, o da yaralanmış, o da hoyratın elinde kanatılmıştı!
Ve gül kokulu mevsimler bitmişti!
Bu devir başka bir devirdi!
Muhabbetle Kalınız.
Meryem Aybike Sinan/ Haber7
meryemaybike@gmail.com
Yorumlar10