Patrona Yaşar isyanı!
- GİRİŞ08.05.2011 08:59
- GÜNCELLEME08.05.2011 08:59
Siyasetçi olmak isteyen aday adaylarına tüyolar…
Hüseyin Keskin, enerjisinin sırrını çörek otuna bağlıyor. Çörek otu ona dinçlik vermiş, yorgunluk nedir bilmez olmuş. Ayaklarımın ağrısı geçer geçmez ilk iş mutfağa gidip çörek otu kavanozunu ele geçireceğim. Ben de atom karınca olmak istiyorum, hiperaktiflik benim de hakkım.
Başkan’ın dikkatimi çeken en önemli özelliği, etrafındakilerin mevkisini ayırt etmeksizin hepsiyle ayrı ayrı ilgilenmesi. Perspektifinden kaçan yok. O nedenle çok sevildiğine eminim. İlgi hepimizin su gibi, aş gibi ihtiyacı. Gözden kaçmak istemez eşref-i mahlûkat. Ama böyle değerli insanların markajına girebilmekte herkesi mutlu ediyordur kesin.
Ricacı değil İcrâcı Başkan…
Otoban Tem bağlantı yolunun açılması ile birlikte Sultanbeyli'de ticarette önemli canlılık meydana gelmeye başlamış. Bölgeye yatırımcıların ilgisi artarken, Belediye'nin kentte yaptığı pozitif algı sonrasında şehre yatırım yapmak için bilinen firmaların çalışmaları da hızlanmış. Alışveriş merkezi ve lüks otellerin gelmesi için çaba sarfeden firmaların yatırım hazırlıklarını hızlandırmasıyla, ticareti oldukça canlandıracak bu projeler Sultanbeyli halkında da bir heyecanlı bekleyişe neden olmuş durumda.
Kaleyi fethettikten sonra yemek yemek üzere yola koyuluyoruz. Yemek esnasında Hüseyin Başkan’ı daha yakından tanıma fırsatı doğuyor. Akşamki maçı etrafındakilere sorması, kimseyi ihmal etmeksizin ilgilenmesi, kuru-pilav üzerine de sütlaç istemesi, pantolonuna düşen kuru fasulyenin ardında bıraktığı lekeye tuz dökmesi ile oldukça naturel, cana yakın ve içi dışına yansımış düzgün, iyi, temiz bir siyasetçi. Protokol muhabbetlerinden nefret eden, açılış, gala gibi davetlere gitmeyen biri olarak bu denli içten, sohbeti bol ve eğlenceli insanlarla birlikte hoş bir gün geçireceğimi tahmin edemezdim. Tekrardan Başkan Hüseyin Bey’e, Ebru Hanım’a, tüm belediye çalışanlarına teşekkür ediyor; bol trafikli yollara gark ettiğim belediye şoföründen özür diliyorum.
Haber7 Ziyareti…
İç meseleleri, işleyişi, yani mutfağı okuyucuyla paylaşmama taraftarı olan ben bu gün sayıp dökmeye kararlıyım. Ufacık bir ricada bulunmak için ziyaret ettiğim Genel Yayın Yönetmenimiz Yaşar İliksiz Bey’in bana ettiği işkenceyi herkes bilsin isterim. Temmuz ayında yapacağım Amerika gezim için sadece bilet masrafını talep ederek konuya bodoslama dalıyorum. Önce neye uğradığını şaşıran “eli açık!” Yaşar Bey kendine gelir gelmez başlıyor beni gitmemek için ikna çalışmalarına.
“Sen daha İstanbul yazılarına dün bir bu gün iki başlamadan nereye?” diyor, “Sonra gidersin.” diyor, “Ne acelen var?” diyor, bende tık yok. Başlıyor saldırmaya; ziyarete gelen yayıncı arkadaşlara benim aceleciliğimi mi, tez canlılığımı mı, acıdığı aile efradımı mı sayıp dökmüyor, bir bakıyor ben yine pişkin ve talepkarım.
"Ne de olsa kadındır" deyip zayıf noktamdan vurmaya kalkıyor. Eşi hanımefendiyi övmeye başlıyor. Dakika tutsam en az yarım saat ve bence evlilik süresinde totalde etmediği iltifatları eşi için sayıp döküyor. Fedakârlığı, kahrını çekmesi, mükemmel eşliği ile alt metinde anlatmak istediği, “sen ne biçim bir ev hanımısın?" Ama benim böyle olmam en çok onun işine yarıyor onun da farkında.
Bakıyor bu da kar etmedi püskürtme taktiğine giriyor. Tam iki buçuk saat boyunca branşı olan tarih ilminin aklına gelen tüm materyallerini sayıp döküyor. Battalgazi’den giriyor, oradan Vahdettin’e sıçrıyor, Erzurum Kongresi’nin şifrelerini çözdükten sonra, ne alaka demeyin evrim teorisini masaya yatırıyor. Bir insana bu kadar da yüklenilmez ki!
Yani alt tarafı bir uçak bileti istedik, görmediğim işkence kalmadı. Yaşar Bey beni canımdan bezdirdiğine emin olduğu noktada her zamanki kibar tavrıyla (sanırım gittiğimden emin olmak ve arkamdan edeceği kelamları duymamam gerekçesiyle) beni asansöre kadar yolcu ediyor.
“Halledeceğim” diyor lakin vücut dili, “Aylık akbil verirsem öp de başına koy!” der gibi gibi. Nedenini bilemiyorum, çok düşünüyorum ama herhangi bir gerekçe bulamıyorum yine de ben cebinde akrep dahi taşımayan bu patronu seviyorum.
İş çıkışı trafik kaosu…
Hava yağmurlu, metrobüslerde istiflenmiş insanlar neredeyse konserve kıvamına gelmiş durumda. Yani her kapı açıldığında bir tıs sesi eşliğinde içerdeki karbondioksit oksijenle yer değiştiriyor. Maksat vatandaş ölmesin. Geçen onlarca metrobüsün birinde mi yer olmaz Allah’ım. Bunca insan ona bile fazla geliyor anlaşılan. Beklemekten sıkıldığım noktada kapının her açılışında sırtıma darbe yeme pahasına arka kapının bir köşesine sıkışıveriyorum. Her durakta kapı açılmasın diye dua eden zavallı ben, o kapı her sırtıma vurduğunda Yaşar Bey’i saygı ve hürmetle anıyorum.
Sultanbeyli Belediye Başkanı özel araç yolluyor, aylık akbili geçtim bizim patron abonman bileti bile vermiyor. Yani bunca gezi yazısı, gidilen onca mekan, sigortayı geçtim yol+yemek, müze girişleri, şehir dışına çıkışları herşey dahil amma bana dahil… Anlayacağınız Yaşar İliksiz iliğimi kurutuyor.
Vardığım durak, aktarma ve yine hamsili pilav gibi istiflenmiş insanların parçası olan makus talihim. Aydos Kale’sini tırmanmanın acısı gece daha bariz ortaya çıkıyor. Neden gecelerde acılar şiddetlenir, ızdırap ve buhran daha bir alevlenir? İnsanın azılı düşmanı nefsi dahi gecenin karanlığında sanki şaha kalkar, dellenir.
Kabusum oldun…
Bacaklarımın ağrısından uykuya zor dalıyor gözlerim. Acı ve yorgunluk gecenin ilerleyen saatlerinde kâbuslara da davetiye çıkartıyor.
Ve ben rüyamda, Battalgazi’nin boğazını sıktığı Cüneyt Arkın’ı kurtarmaya çalışan Genel Yayın yönetmenim, Aydos Kalesi’nde Erzurum Kongresi’ni imzalamaya çalışan Sultanbeyli Belediye Başkan’ına çay sevisi yapan müşfik eşi ile, Trablusgarp Meydan Muharebesi’nde Evrim teorisi anlatan Darwin’in kellesini almaya ant içmiş Vahdettin’in, Sarayburnu açıklarında beklettiği Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Savanora gemisi eşliğinde, Sarıkamış’da donmaya sürüklediği Mehmetçiklerin intikamını almak üzere Enver Paşa’nın kellesini alma gayretiyle, özel kalem müdürüne sütlacını bahşeden Hüseyin Keskin Başkan’ın memleketi Erzincan’ın kurtuluşu şerefine Topkapı Sarayında verdiği eğlencenin davetlisi olarak yakasına taktığı ve yalnızca Sultanbeyli’de olan İstanbul çiçeğinin yüzüğünü kendi elleriyle yapan Kanuni Sultan Süleyman’dan aman dileyen, el etek öpen Ahmet Paşa’nın kellesini kadeh yapmak isteyen Hürrem Sultan’ın temiz Türkçesine hayran olan Yaşar Bey’in benden tüm bu olanlar neticesinde ataerkil sistemi öven, “kadının mabedi evidir, evinden çıkan şerhen günah işlemektedir” meyanında yazılar yazmamı istediğini görüyorum.
HAYIRDIR İNŞALLAH…
Nuray Kahraman - Haber 7
nuraykahraman78@hotmail.com
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol