İran, İsrail Neokon ittifakı ve son saldırılar
- GİRİŞ22.10.2011 08:06
- GÜNCELLEME22.10.2011 08:06
Aslında bu hafta sessiz devrimin gerçekleşmesinde belirgin rol oynıyan ekonomik başarıya değinmek istiyordum. Ama hafta başında meydana gelen elim terör saldırısı, gözleri tekrar, 30 senedir Türkiye'nin başlıca ana gündem maddesi olan Kürt sorununa cevirdi.
Kürt sorunu noktasında, soruna zemin hazırlayan 80 yıllık haksız ve faşizan uygulamalar, PKK-Derin devlet ilişkisi ve bilinçli yapıldığı belli askeri stratejik hatalar başta olmak üzere, üzerinde detaylı şekilde durulması gereken birçok konu var var. Sadece basına yansıyan ve her kesim tarafından kabul edilen bazı gerçekleri temel alsak, önceleri Apocular olarak bilinen PKK’nın derin devletin bir kanadının projesi olduğu, Abdullah Öcalan'ın da 40 senedir bu çercevede hareket ettiği sonucuna rahatlıkla varabiliriz.
Bu gercek, gerek yakalandığında “benim annem de Türk’tü, ben bu devlete çok hizmet ettim, bundan sonrada hizmet etmeye hazırım” diyen Abdullah Öcalan, gerekse onu sorgulayan dönemin en etkin askeri yetkilileri tarafından da birçok kez açıkça ifade edilmiştir. Abdullah Öcalanın Kürt solunu parçalamak icin MİT tarafından devşirildiğinin belgesi devletin arşivlerinde mevcuttur.
Derin devletin ulusalcı olarak tabir edilen kanadı, sağ-sol olayından sonra kendine meşruiyet ve yaşam alanı sağlayan PKK ile bağlantısını hiç bir dönem kesmemiş, günümüze kadar sürdürmüştür. Bu noktada şu an Ergenekon'dan yargılanan hızlı ulusalcı ve Kemalist Yalçın Küçük- Öcalan bağlantısına bakmak yeterli olacaktır. Küçük, Apo tarafından ayakta karşılandığı Şam’da, birçok kez, Apo’ya ve onun şahsında PKK’ya teorik dersler vermiştir. İkili arasındaki ilişki o derece sıkıdır ki Küçük, örgüte sızdırdığı bilgilerle, birçok kez Apo’nun hayatını kurtarmıştır.
Ama bu gün her biri başlı başına skandal olan bu konulardan ziyade son terör saldırıları ve bunun altında yatan dış destege dikkat çekmek istiyorum.
Kuruluşundan ve özellikle de 12 Eylülcülerin yardımıyla yurt dışına çıkışından sonra, PKK’nın yabancı istihbarat örgütlerinin elinde bir oyuncağa dönüştüğü ve onlar tarafından taşeron olarak kullanıldığı her kesim tarafından bilinen bir gerçektir.
PKK homojen bir grup olmayıp bir çok hizbin kendi içinde mücadele ettigi karmaşık ve kompleks yapıya sahiptir. Bu kompleks yapı, Apo’nun yakalanmasından sonra daha karmaşık hale gelmiştir. Bu sürecte, PKK, bir nevi, bir çok farklı örgütün kordinasyonunu oluşturan üst yapı konumuna dönüşmüştür.
PKK’yı oluşturan her bir grup yardım aldığı dış gücün güdümünde hareket ediyor. İngiltere, ABD, İsrail, Almanya, Fransa ve Rusya bu dış güclerin ilk akla gelenleridir. Bu ülkelerin, Türkiyeye büyük acılar yaşattıran bir işe mudahil olması hiç kimse için süpriz degildir. Burda bizim asıl dikkatimizi çeken son saldırılarda İran ve Suriye'nin parmagının olmasıdır.
Son terör olayları, PKK içinde Fehman Hüseyin’in liderliğini yaptıgı Suriyeliler grubu tarafından yapıldığı biliniyor. Fehman Hüseyin Suriye istihbarat örgütü Muhabaratla olduğu kadar Mossad ve Neokonlarla yakın ilişki icinde olan karanlık bir şahsiyettir. Açılım gibi yeni sürecleri baltalayan her eylemin altında hep onun imzası vardır.
5 bin yıllık devlet geleneğine sahip İran tabi ki bu durumu şiddetle reddedip her zaman olduğu gibi siyonist ve emperyalist bir komplo ile karşı karşıya kaldığını iddia edecektir. Ama bırakın devlet yetkilileri ve bu işin uzmanlarını, gündemi yakından takip eden sıradan bir vatandaş dahi, son saldırıların İran-Suriye-İsrail üçlüsünün işi olduğunu hemen anlıyacaktır. İlk bakışta mantıksız gibi gözüken, ama incelendiginde kökleri devrimin ilk yıllarına kadar giden bu şer ittifakın bu işteki rolünü görebilmek için bir kaç hafta geriye gitmek yeterlidir.
BM komisyonunun yanlı Mavi Marmara raporundan sonra, zaten çok büyük darbe yemiş İsrail-Türkiye ilişkileri neredeyse tamamen koptu. İki ülke kelimenin tam anlamıyla savaşın eşiğine geldi. Krizden çıkış için Türkiye’nin başta özür olmak üzere şartlarında israr etmesi böyle şeylere hiç alışık olmıyan İsrail’i çok zora sokmuştur. İsrail hükümeti bunun sorumlusu olarak AK Parti Hükümetini görmüş ve onu zora sokacak her adımı destekleme kararı almıştır. Nitekim koalisyonun büyük ortağı İsrail Dışişleri Bakanı PKK’nın desteklenmesi gerektiğini açıkça ifade etmekten çekinmemiştir. PKK’ye zaten kuruluşundan itibaren var olan İsrail desteği Mavi Marmara olayından sonra inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
İran, Suriye bağlantısına gelince… Suriye’nin durumu malum! Rejimin düşmesi sadece zaman meselesi. Bu noktada rejimin en fazla sakındıgı ülke açıkca Suriye halkının yanında olduğunu açıklıyan Türkiye’dir. Suriye, bir süredir, Türkiye’nin ilgisine kendi üzerinden başka bir yere çekmek için her şeye hazır konumdadır.
İran’ın konumu ise Suriye’den pek farksız degildir. İran, bölgedeki eli kanlı tiranları teker teker deviren Arap baharını kendi bekası için büyük bir tehlike olarak görüyor. Suriye’nin düşmesiyle hem bölgedeki en büyük mezhep kardeşi olduğu destekçisini kaybedecek, hem de Lübnan’da kendi güdümünde hareket eden Lübnan Hizbullah’ı ile bağlantısını kaybecektir. Bağlantının kesilmesi, Lübnan’da devlet içinde devlet haline gelen Hizbullah için ölüm, İran için ise büyük bir müttefiki dolayısı ile Lübnan’daki nufuzunu kaybetme manasına geliyor.
İran için tüm bunlardan daha önemli olan ise, Arap Baharı’nın kendi rejimini en azından orta vadede tehdit etmesidir. İran, Arab baharının neden olacagı dip dalgalara karşı uzun süre dayanamıyacagını çok iyi biliyor. İşte tüm bu nedenlerden dolayı, İran, Arab Baharı’nı engellemek ya da en azından hızını kesmek için herkesle ittifak etmeye hazır durumdadır. İran sadece bununla yetinmiyecektir. Dönüşüm ve değişim sürecine destek verenlere karşı cephe alıp, onları zor durumda bırakacak olaylara destek verecektir. Son saldırıları, bu ulusal ve uluslarası konjonktürü gözönünde bulundurarak degerlendirmek gerekir.
Hatırlarsınız bundan iki hafta önce Başbakan arabasını yolun kenarına çekip Ahmedinejad’la uzun süre konuşmuştu. Tam o sıralarda, TRT, İran’ın Karayılan’ı yakaladığı haberini verdi. İran, haberi ilk önce doğruladı sonra ise de sonra yalanladı. Haberin doğru oldugu daha sonra ortaya cıktı.
Olay muhtemelen söyle gercekleşti. İran Karayılan’ı yakaladı ve bunu diplomatik bir dille Türkiye’ye bildirdi. Ahmedinejat Başbakan’la görüşmesinde bunu uygun bir dille pazarlık konusu etti. Türkiye’nin Suriye politikasını degiştirmesi karşılığında Karayılan’ın Türkiye’ye verilebileceğini ve PKKya karşı ortak haraket edilebileceğini ima etti. Ama Başbakan Suriye konusunda geri adım atmadı. Bunun üzerine, İran ilk önce Karayılan’ın yakalandığının haberinin gerceği yansıtmadığını açıkladı daha sonra da elindeki Karayılan’la pazarlığa oturdu.
Karayılan’dan, salıvermesi karşılığında ilk önce PJAK’ın saldırılarına son vermesini daha sonra da Türkiye’yi sadece kendi iç meseleleriyle ilğilenmek zorunda bırakaçak büyük eylemlerin yapılmasını istedi. Zaten yaralı ve tutuklu olan Karayılan fazla düşünmeden teklifi kabul etti. Dikkat edildiğinde son dönemde ki terör saldırılarının seyri Türkiye’nin İsrail ve Suriye politikasına orantılı şekilde gelişme göstermiştir. Saldırılar, Türkiye’nin Baas rejimiyle ilişkilerini kesmesinden sonra zirve yapmıştır. Muhtemelen bundan sonrada bir süre daha böyle devam edecektir.
Bu yazdıklarım bir yorum olmayıp tamamen somut verilere dayanmaktadır. Devletin elinde bu konuda somut belgeler var. (Yakında Karayılan’ın İran tarafından yakalandığını gösteren görüntüler yayınlanırsa hiç şaşırmayın.) Başbakan, “bu işi kimin yaptığını biliyoruz, bedelini çok ağır ödeyecekler” derken İran ve Suriyeyi kastetti. Bunu bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Artık bu iki ülkeyle geri dönülmez bir yola girilmiştir.
Tüm bunlardan yola çıkarak kısa vadede bölgeyi nelerin bekledigi konusunda bir kaç saptama yapmak istiyorum.
Her şeyden önce şunu açıklıkla ifade etmek gerekir ki, PKK, bu son saldırılarla resmen intihar etmiştir. İlk etapta celişki gibi gelebilecek bu saptamanın ne kadar dogru olduğu kısa sürede görülecektir. PKK özellikle son saldırılarıyla tabanı nezlindede büyük bir itibar kaybına uğramıştır. Diğer önemli olan nokta ise Kürt sorunun cözümü için iç ve dış konjonktürün hic olmadığı kadar uygun olmasıdır. Terörle mücadele yönetiminin sivil ve güvenilir ellere gecmesiyle, en geç bir sene icinde askeri acıdan kesin bir sonuc alınacağına inanıyorum. Sorunun sosyal, iktisadi ve siyasi boyutunun çözümü ise en az iki seneyi bulur. Bin yıldır ortak tarih ve kaderi paylaşan iki kardeş halk arasında ki husumete gelince, o konuda o kadar iyimser değilim. Bu karanlık dönemin iki halk arasında açtığı derin uçurum, 20-30 senede, o da ancak İslami bir söylem ve haraketle kapatılabilir.
İkinci olarak şunu söylemek isterim. Bu girişimlerin hiç biri Suriye Baas rejimini kurtarmaya yetmeyecektir. Rejim çok kısa sürede düşecek, liderinin (Beşar Esad) sonuda büyük ihtimalle Kaddafi gibi olacaktır.
İran Şii rejimine gelince ilk etapta bölgedeki Şii müttefikleri Suriye ve Lübnan’ı kaybedecek daha sonrada içeride ciddi sorunlarla yüzleşecektir. Sonuçta o da, bölgedeki bu değişim sürecine karşı duramayacak ve devrilecektir. İran, dönüşüm sürecini ancak öteleyebilir, geciktirebilir ama kesinlikle engelliyemez.Zaten son dönemlerde ki onun 5 bin yıllık tarihine yakışmıyan anlamsız agresif tavrının altında da bir türlü engelliyemedigi bu acı gercegi bilmesi yatıyor.
Son olarak da şunu söylemek istiyorum, İran İslam devrimi ile ilgili yazımda, devrimin gercekleşmesinde Neokonların belirgin rol oynadıgını, devrime olan desteklerini şimdiye kadar sürdürdüklerine değinmiştim. Basındaki acıklamalardan ziyade reel politikaya bakılırsa bu gerçeğin rahatlıkla görülebileceğine değinmiştim. Örnek olarak da Irak’ın işgalinin ardından İran’ın bölgede hic olmadıgı kadar artan nufuz ve gücünü göstermiştim.
İran’ın Arap Baharına cephe alması, Esad rejimi başta olmak üzere bölgede ki tüm diktatörlere açıkca destek vermesi ve bu uğurda İsrail’le birlikte haraket etmekten dahi çekinmemesi yukarıdaki tezimizin doğruluğunu destekliyor. Bölgeyi dönüştüren bu süreç, ismindeki İslam’dan başka hiç bir şeyi İslami olmayan İran’daki mezhepçi ve ulusalcı rejimin üzerindeki perdeyi düşürdü ve bizim onun gercek yüzünü görmemizi sağladı. Bu gerçeği görebilmek için, gelişen hadiseleri, 70’lerin sonundan kalma ideolojik kalıplardan sıyrılarak aklı selim ışığında değerlendirmek yeterli olacaktır.
Ömer Turan - Haber 7
turanomer72@hotmail.com
Yorumlar7