Şiddetin görselleşmesi ve Gezi'den Mardin'e “kan davası”

  • GİRİŞ23.09.2013 08:11
  • GÜNCELLEME23.09.2013 08:11

Çözüm sürecine rağmen, şiddetin gündemimizi bu denli meşgul etmesi haliyle kamuoyunu kaygılandırıyor.  En son Mardin'de yaşanan ve beş kişinin hayatını kaybettiği kan davası olayı ve İstanbul'da bir öğrencinin okul bahçesinde arkadaşları tarafından dövülerek öldürülmesi, ‘şiddet toplumuna mı dönüşüyoruz' sorusunu yeniden gündeme getirdi.

Ancak ilginçtir ki, emniyet yetkililerinin cinayet oranlarıyla ilgili olarak verdiği istatistikî bilgiler ile kamuoyunun şiddet algısı birbiriyle örtüşmüyor. Örneğin Diyarbakır'da 2012 yılı içerisinde gerçekleşen cinayet sayısı 45 iken, bu sayı 2013 yılı Eylül ayı itibariyle otuza inmiştir. Demek ki, son bir yıl içerisinde Güneydoğu'da yaşanan cinayetlerde bir artış değil, aksine bir düşüş söz konusudur.

Şiddet konusundaki gerçek ile algı arasındaki farkın bu kadar büyük olmasının ana nedenlerinden en önemlisi, medyada şiddetin görsellik boyutunun artmasıdır. Medyanın son dönemlerde Gezi olayları çerçevesinde gerçekleşen kitlesel şiddeti,  Suriye'de yaşanan vahşeti, Mısır'da uygulanan zulmü saniyesi saniyesine göstermesi kamuoyundaki şiddet algısını artırmıştır.

Şiddet bu denli günlük yaşamımızda yer ederse,  bugün değil, ama yakın bir zamanda bir şiddet toplumuna dönüşmemiz de kaçınılmaz olur. Ancak şimdi toplumda yaşanan şey, şiddetten ziyade bir “gerilimdir.” Bu toplumsal gerilim her aşamada şiddeti tetikleyebilir. Nitekim Mardin'de yaşanan kan davası olayının bölgenin kültürel yapısından kaynaklanan nedenleri yanında ülke genelinde yaşanan gerilimle de ilişkisi yabana atılmamalıdır. Çünkü şiddet ve toplumsal gerilim, sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve kan davalarıyla sınırlı değil ki, nedeni de sadece bölgede yaşanan gelişmelerde aransın.

Bakınız, arazi anlaşmazlıkları başta olmak üzere, kadın cinayetleri, trafikte yaşanan şiddet ve gerilim, okulların açıldığı ilk hafta öğrencilerin birbirini dövmesi ve diğer şiddet olaylarının diğer bölgelerde de yaşandığını hepimiz biliyoruz. Demek ki, sorunun ülke genelini ilgilendiren sosyolojik bir boyutu da vardır ve bu çerçevede de yorumlanması gerekir.

Bu gerilimde Gezi'nin etkisi büyüktür. Çünkü Gezi olayları sırasında ve sonrasında yaşananlar, kim ne derse desin, Türkiye için bir milat olup toplumsal gerilimi artırmıştır.  Çünkü son yıllarda hiçbir zaman fiziksel ve psikolojik şiddet böylesine kitleselleşmemişti. Ve yine hiçbir dönemde böylesine meşrulaştırılmamıştı. Gezi eylemleri, özellikle Erdoğan'ı hedef aldığı için, muhalefet partileri ve yandaş sivil toplum örgütleri de Erdoğan'ı değersizleştirip hükümeti düşürme hevesine kapıldı. Toplumu bir devrime hazırlamak, kitlesel eylemleri yaygınlaştırmak için şiddeti meşrulaştırma ve haklılaştırma strateji güdüldü.

Gezi olaylarında eylemlere katılanlar “kahraman” ilan edilirken, halk dilinde “başkasının malını alan, talan eden kimse, yağmacı” veya “düşman toprağına atla hücum edip yağma eden”  anlamına gelen çapulcu sözcüğü adeta bir değer haline getirildi. Çapulcu sözcüğünü kullandığı için Başbakan'ın halktan özür dilmesi gerektiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, düğünlerde yeni evli çiftlere “sizden çapulcu yetiştirmenizi istiyorum”, diyerek çapulculuğu teşvik etti.

Özellikle de polisin veya zabıtanın olayların başlangıcında kullandığı “orantısız güç” karşı şiddeti doğurup olayı bir kan davasına dönüştürdü. Aynı zamanda da bu bahane edilerek polise karşı şiddet kullanmanın yolu açılıp polis karşıtlığı oluşturuldu.

Polise saldırmak, küfretmek normalleştirildi.  Öyle ki CHP Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum “'Öyle çivili sopayla, tosuncuklarla, 5-6 tane ak it ile biz bu çocuklarımızı, ak itlere dövdürtmeyiz'  diyerek polisi itibarsızlaştırma ve hedef gösterme stratejisi güttü.

Bunun karşısında AK Parti de polise sahip çıkınca, Gezi-eylemcileri ve yakın muhalefet nazarında polis AK Pati ile özdeşleştirildi. Bundan böyle polise saldırmak, polisle çatışmaya girmek kan davasının ve Erdoğan ‘la savaşmanın bir parçası gibi algılandı.

Şiddeti ve polisle çatışmayı normalleştiren bu ve benzeri gelişmeler, öncelikle yasa dışı örgütlerin eylemlerini meşrulaştırdı ve bir kısım muhalefet tarafından kabul görüp desteklendi. Hatta uzun zamandır ilk defa kamuoyu ve muhalif basından sempati görmeye başladılar. Ankara'da polis evine atılan roketten sonra söz konusu sosyal medyada failler değil de hala polisin suçlanması manidar değil midir?

Şiddet dozu yüksek bu eylemler ve söylemler, her zaman ve zeminde olduğu gibi hemen karşıtlarını doğurdu. Palalı kasabın isyanı bunun sadece en somut örneğini oluşturuyor.

Şiddeti normalleştiren, meşrulaştıran ve yaygınlaştıran bu süreçte toplum fazlasıyla gerildi, agresifleşti. Bireysel ve toplumsal haksızlıklara ve haksızlık olarak algılanan şeylere karşı herkes kendi kan davasını gütmeye, gereğinden fazla tepki vermeye; polisi, birçok şeyin sorumlusu olarak görüp her uyarıda ve müdahalede ona saldırmaya başladı. 

Toplumsal şiddetin sona ermesini istiyorsak, önce kendi kan davamızdan vazgeçmeliyiz, sonra Mardin'i konuşmalıyız. Buna hazır mısınız?

sabri.eyigun@hotmail.com
Twitter: sabrieyigun@hotmail.com

Yorumlar1

  • abdullatif tuncay 10 yıl önce Şikayet Et
    Televizyon haber kanallarına şiddet gösterme oranı sınırlanmalı ..... Hocam yazmış olduğunuz yazılarda çok önemli tespitlerde bulunuyorsunuz yani tam isabetli oluyor.Gerçekten de bazen haberleri izledikten sonra dışarıda kimi görsem haberlerde gördüğüm şiddeti sanki gösterecekmiş gibi hissediyorum. Haber programlarında haberin başlangıcından tutun da ta spor haberlerine kadar sürekli şiddet gösteriliyor.Haberciler şiddet göstermek için adeta yarışıyorlar işte bu noktada sizinde belirtmiş olduğunuz gibi korkulan inşallah olmaz ama ŞİDDET TOPLUMU na dönüşebiliriz....Benim aslında haber kanallarına ilginç de gelebilir ama her kanalın günlük şiddet içerikli görüntüleri ve haberleri yayınlama adeti ve süresi ciddi bir şekilde sınırlandırılarak azaltılmalı diye düşünüyorum.... Saygılar.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat