Yeni Türkiye, eski âdetler

  • GİRİŞ27.10.2014 08:49
  • GÜNCELLEME28.10.2014 09:18

Hayırlı gelişmelere engel teşkil eden, ülke çıkarı yerine belirli mensubiyet ve menfaatleri her şeyin üstünde tutan anlayıştan hicret... Böyle bir zihinsel ve davranışsal hicreti yani terk edişi hayata geçirmeyi umarak başlıyoruz söze.

İnsanları ürkütüp tepki oluşturarak, Türkiye'de halkın devletle özdeşliği yolundaki adımları durdurmaya yönelik klasik yöntemler devreye sokuluyor bugünlerde. Bozguncu çevrelerin eski âdetleri…

Çarşıda alışveriş yapan üç askeri arkadan vurup şehit eden zavallı yaratıkların asıl derdi eğer Kürt vatandaşların bu ülkede daha iyi hayat şartlarında yaşamalarını sağlamak olsaydı, bu korkak ve aşağılık davranış yerine mertçe mücadeleye girişirlerdi. Belli ki, bunlar Türkiye'nin son yıllardaki iyileştirici dönüşüm sürecinden kendi istismar siyasetleri ve süflî çıkar hesapları adına rahatsız olan çevrelerin piyonlarıdır.

Bu türden eylemlere bakılarak, ülkenin selâmeti ve tüm vatandaşların huzuru için atılan adımlardan geri dönüş olmaz. Çünkü onların amacı da zaten budur. Eski âdetlerdir bunlar. Yeni Türkiye bunun da farkında olmak zorunda. Sadece hükümet değil, tüm siyasî partiler ve Türkiye kamuoyudur Yeni Türkiye'yi biçimlendiren. Halk iradesinin siyasî ve toplumsal düzene yansımasıdır.

Buna en belirgin örnek, yeni Cumhurbaşkanlığı seçimidir; yasal düzenleme sonucunda ilk defa doğrudan halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı var şimdi Türkiye'de. Bu gelişme, de facto başkanlık sistemine yönelik bir iradenin varlığına işaret eder. Bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dan, eski dönemlerde olduğu gibi, protokol cumhurbaşkanlığı rolü üstlenmesini beklemek, Türkiye'deki mevcut hukûkî gerçekliği gözardı etmek anlamına gelir.

Ahmet Necdet Sezer örneğinde tanık olunan sönük ve pasif bir cumhurbaşkanlığı hem Tayyip Erdoğan'ın kişiliğine hem de Türkiye'nin yeni hukûkî gerçekliğine uymaz. Eski alışkanlıklarla Türkiye'nin yeni siyasî ve toplumsal yapılanmasına karşı çıkmak, bazı resmî davetlere de bundan dolayı  katılmamak, aslında, halk iradesine saygısızlıktır.

Siyasetin ve doğal olarak siyasetçinin görevi, toplumun sorunlarını tespit edip onlara en uygun çözümleri üretmektir. Burada en büyük sorumluluk ise halkın bu anlamda yetki verdiği siyasî kadrolardadır. Toplumda gözlemlenen sorunlara yönelik etkin çözüm ve başarının yolu, katılımcı bir kültürün ve geleneğin oluşturulmasından geçer.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun son Kayseri ve Kahramanmaraş konuşmalarında ifade ettiği gibi, Türkiye son on iki yılda, sadece komşu ülkelerde değil dünya genelinde görülen olumsuz durumun aksine, hem ekonomik hem de siyasî ve toplumsal zeminde istikrar ile ilerleme kaydetmiştir. Buna herkes tanık. Arada bir çıkartılmaya çalışılan ve yıkıcı örnekleri görülen (Gezi Parkı ve Kobani eylemleri gibi) kargaşa ve gerginlik tezahürleri, yeni Türkiye manzarasının lekelenmesine yol açmamalı.

Başbakan Davutoğlu'nun Gazze, Arakan ve dünyanın diğer bazı yerlerinde zulme uğramış Müslümanlara Türkiye'nin elini uzattığını somut örneklerle anlatması, bu ülkenin dünyadaki yeni imajı konusunda yeterince ikna edicidir. Bunlar Türkiye'den beklenen dış politika sorumluluğudur, yapılması gerekir. Geçmiş dönemlerde bu kadar duyarlı davranılmamış olması, Türkiye'nin gücüyle de ilgilidir; ama her ne olursa olsun, o döneme ilişkin bir noksanlık ve zayıflık göstergesidir aynı zamanda.

Şimdi, özellikle de 17 Aralık 2013 sonrasındaki süreçte, ülke içerisinde ekonomik ve sosyal anlamda istikrar ve huzur için herkesin kendi konumuna uygun bir sorumluluk taşıdığını ifade etmemiz lâzım. Hükümetin de alacağı önlemler vardır.

Bu arada, artık zihinlere yerleşen bir söylem hâline gelen "paralel yapı" ile mücadelenin istismarı da ciddî bir tehlike arzediyor. Kamu ve özel sektör ayrımı yapılmaksızın söylenilebilir ki, birileri hükümet çevrelerindeki söz konusu hassasiyeti kendi çıkarları doğrultusunda, nasıl işlerine geliyorsa öyle bir manipülasyonla asıl amacından saptırabiliyor. Bir kurumda eleman istihdamı sırasında çok yetenekli ve o işe uygun bilgi ve tecrübeye sahip kişiler hakkında asılsız bir malûm etiketleme yoluyla hem kişiyle ilgili haksızlık hem de kurum menfaatine aykırı bir sonuç meydana gelebiliyor. Bundan sorumlu olan, doğrudan hükümet değildir; bu süreçte kendince işleri yönlendirmeye ya da baştan savmaya fırsat bulan alt kademedeki yetkililerdir.

Burada bizim amacımız, bu ülkenin lâyık olduğu gelişme ve istikrar yolunda ilerlemesinin önüne muhtelif sebeplerle taş koyma sorumsuzluğuna yönelenlerin olabileceğini dile getirmektir. Medya bu anlamda toplumda gözlemlenen sorunlar ile bunlara çözüm makamı konumundaki siyaset kurumu ve yöneticiler arasında bir aracı işlevi görür.

Siyaset kurumunun, özellikle de hükümetin bu sese karşı ilgisiz kalması, toplumdaki güven ve denge durumunu bozmaya çalışan iç ve dış istismarcıların işine yarar. Adı konulmamış bir ayrımcılık ya da takibat devlet kurumlarında ve özel sektörde çalışanları, buralarda görev alacak olanları ve bunların ailelerini tedirgin etmekle kalmaz, uzun vadede üstesinden gelinmesi zor sosyal sorunlara da zemin hazırlar.

Bunlara ilişkin somut bilgiler var bizde. Yetkililerden talep eden olursa, onlarla paylaşabiliriz. Bu, bizim açımızdan bakıldığında, iyi niyetli ve yapıcı bir uyarıdır. Bir yayın organında görüş ve düşüncelerini, yapıcı eleştiri ve önerilerini dile getirme fırsatına sahip biri olarak böyle bir uyarıda bulunmayı sorumluluğumuzun bir gereği sayıyoruz.

Örneğin, son dönemde müşterilerden yeterli sermaye akışı için koşulları sağlayamayan Bank Asya sadece Adana'da beş şubesinden üçü kapatma durumuna gelmiştir. Serbest piyasa koşullarında tabii ki yatırımcı özgür iradesiyle tercihte bulunur. Bunun neticesinde kapanma noktasına gelen kurumun çalışanlarını "paralel yapı" aktörlerinden ayrı tutmak, bunları ülkenin ekonomik ve sosyal yapısının parçası olarak değerlendirip yeni istihdam olanakları geliştirmek zorunda siyaset.

AK Parti kurulduğundan beri bu partiye oy veren, 17 Aralık sürecinde de desteğini sürdüren ve hâlen bir Tayyip Erdoğan taraftarı/ gönülden bağlısı olan bir kişinin sırf Bank Asya'da görev yaptı diye başka bir kuruma geçmesinde zorluklar yaşanıyorsa, bu durum ülkede toplum barışı için tehlike oluşturur. En fazla da hükümetin işlerini zorlaştırır böylesi hadiseler.

Serinkanlı ve sağduyulu davranışlara gereksinim duyulan bir dönemden geçiyoruz. Hızlı taraf değiştirmeler, kısa vadeli çıkar hesapları Türkiye'nin on iki yıldır itinayla yürüttüğü kalkınma ve özgürleşme sürecine sadece zarar verir. Vatandaşların gereksiz ve haksız yere, hele de sağlam bilgiye dayanmadan, şu ya da bu tarafta yer aldıklarına vurgu yapılarak, adaletten sapılmasına izin verilmemelidir.

Hicret ile birlikte andığımız Muharrem ayı başlarken bir kez daha anımsayalım ki, Adalet ve Kalkınma hedefine doğru yolculukta en gerekli şey, haksızlığa meydan bırakmamaktır.

Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat

icanbol@hotmail.com

twitter.com/icanbol

Yorumlar11

  • ertan 9 yıl önce Şikayet Et
    Susuz kalmış gönüllere açılım süreci su vermiştir.Çölde bulduğun suyu dökmek yerine içeceksin ve şükredeceksin.O ,kardeşlik,barış suyudur huzur verir.Birliğini ve bütünlüğünü sağlar.O suyu gönüllere taşımak için hicret edenlerin samimiyetinin güzelliği büyük TÜRKİYE sevdasıdır.Bunu gazzede,arakanda ve diğer yerlerde gördük.
    Cevapla
  • M.Paşalıoğlu 9 yıl önce Şikayet Et
    Başkanlık sisteminin fiili olarak uygulandığı dönemde iki siyasi parti öne çıkacak ve başkanlarda hükümeti kendileri kuracaklardır
    Cevapla
  • M.Paşalıoğlu 9 yıl önce Şikayet Et
    İleriki dönemlerde bunların da altyapısını oluşturacak olan anayasa değişikliği ile başkanlık sisteminin önü açılacaktır.
    Cevapla
  • M.Paşalıoğlu 9 yıl önce Şikayet Et
    Yeni Türkiyede cumhurbaşkanını halk seçiyor.Ak partiyi iktidara taşıyan aynı seçmen cumhurbaşkanını da seçmiş durumda.İleride bir başka parti iktidar olduğunda o günkü cumhurbaşkanı da o parti seçmeni tarafından seçilecektir.Ondan dolayı cumhurbaşkanlarının seçildiği andan itibaren tarafsız olacağı söylemi eski Türkiye de kalmıştır.
    Cevapla
  • M.Paşalıoğlu 9 yıl önce Şikayet Et
    Muhalefet partilerinin de yeni Türkiye gerçekliğine uygun yöntemler geliştirmesi gerekiyor.Devlet Bahçelinin 'Tayyip Erdoğan karar versin parti lideri mi cumhurbaşkanı mı' demesi kendisinin hala eski Türkiye gerçekleriyle konuştuğunu gösteriyor
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat