'Tasavvuf' tezgâhıyla 'kısa devre' din üretimi...

  • GİRİŞ27.03.2010 08:55
  • GÜNCELLEME27.03.2010 08:55

Tasavvuf, “kötülüğü isteyen nefsi” “Allah’tan razı olan ve Allah’ın razı olduğu” nefis haline getirmektir. (Tariflerden sadece biri bu ve bence en temeli!) Kötülüğe hevesli nefis; bencil, narsist, geçimsiz, cimri, saldırgan, küstah, hırslı, öfkeli, hasetçidir. Allah’a razı olan nefis ise, verilene razı, kendisine verileni paylaşan, kendisiyle ve etrafıyla barışık, yardımsever, cömert, empatik, anlayışlıdır. Öyleyse, kimse nefsini “kötülük isteyen” halde bırakmaya razı olamaz. Şu halde, herkese lazım ve farzdır tasavvuf.

Tasavvuf, İslam’ın içinde özel bir alan mı? Ancak uzmanlarını ve meraklılarını ilgilendiren bir “hobi” gibi midir? Eğer böyleyse, saldırgan nefsini barışçıl, hasetçi benliğini yardım yardımsever yapmadan da yaşamanın “normal” sayıldığı bir alan daha var İslam’ın içinde! Öyle mi?

Böyle anlaşılıyor ki, karşımıza sık sık “Kur’ân’ın tasavvufî yorumu…” “Ama o işin tasavvufî tarafı…” türünden kategoriler çıkıyor. Nedir Kur’ân’ın “tasavvufî” yorumu? Ayetlerin görünen anlamlarının dibinde saklı işaretleri ve derinlikleri fark etmek. Gözüyle değil kalbiyle de muhatap olmak vahye? “Bu işin tasavvufî tarafı ama…” diyerek savuşturduğumuzda bu yorumları, kalbimizi vahyin etki alanından savuşturmuş olmuyor muyuz peki? Ayetin bir anlamı sadece “tasavvufçu”ların işi olsa bile, bize de pay düşmüyor mu oradan?

İşin sözüm ona “derin tarafı”nı “tasavvuf”a bırakınca bakın ne oluyor? Birileri kalkıyor, “Falanca tasavvuf ehlidir; beş vakit namaz kılar, ibadete düşkündür, tesettüre dikkat eder” diye görünüşü hoş bir söylem üretir. Bunu derken “ama ben tasavvuf ehli değilim” demeye de getirir mahcubiyetle. Ona göre, namaz tasavvufçuların işi, Kur’ân’ın önünde diz çökmek “sufi”lere kalmış, başını örtmek, haramlara dikkat etmek “dervişler”e emredilen bir şey. Yani kendi namazsızlığı “normal”, Kur’ân’ı folklorik malzeme olarak görmesi “standart”, tesettürsüzlüğü de anlaşılır bir şey… Dinin normali olanı, bir tür hobi olarak gördüğü/göstermek istediği “tasavvuf”a havale edince, kendi ibadetsizliği normalleşiyor, standart hale geliyor. “Tasavvuf” etiketi ile “din”i ötekileştiriyor, kendince yaşadığını “normal”, tasavvuf diye yaşananları da “hobi” olarak görüyor. Kim bilir, onun da hobileri vardır; oruç tutuyor değil ama balık tutuyordur, namaz kılıyor olmasa da beş vakit pul koleksiyonu yapıyordur!

“Dinin içinde ama özel bir alan” olarak görülen “tasavvuf” etiketinin bir adım sonra başına gelene bakın: “Dinin yanında yeni bir din!” Bu da yetmez: “Dinin yerine yeni bir din!” Modern yazarların “aşk”la büyüttüğü, “hiç olmak” söylemleriyle ayağa kaldırdığı, “Tanrı’yla bütünleşerek” yoğurduğu “neo-tasavvuf” akımına yakından bir bakın. Hafif “nirvana” tadında, araya karışık “Mevlânâ, İbni Arabî, Hallac-ı Mansur, Şems” alıntıları serpiştirilmiş soyut mu soyut, uçan kaçan yeni bir “din” anlayışı. Bu “din”de başını örtmeler falan yok; yoktan da öte başını örtmeyi gereksiz görmeler, örtenlere yukarıdan bakmalar. (Allah şahittir ki ne başını örtmeyene ne namaz kılmayana dışlayıcı gözle bakarım; bunlar kulluktaki eksikliklerdir, kusurlardır. Kusur sahibine sadece şefkat borçlusunuz, yardım edersiniz. Ancak, eksiği “eksik değilmiş” gibi görmek, kusuru kusur bilmemek, kusurdan daha büyük bir kusurdur. Allah’ın yerine geçip, kural koyucu rolünü çalmaktır! Haddini bilmezliktir.) Bu “din”in içinde “beli büken” namaz farz değil gibidir, olsa bile ulu orta dillendirilmez, vurgulanmaz. Başı açık olmak ise, Allah’ın ikram ettiğini üzerinde göstermelere falan denk gelir. Tesettüre sözüm ona içinde bulunduğumuz çağın örf’üne göre, alışkanlıklarına göre bir ölçü getirilir.

Tasavvuf biraz karışık ve uzak bir kelime. Ama “sufi” kelimesi sıcak ve heyecan verici. Bir de “sufilik” etiketinin pazarladığı ürünlere bakalım. Dikkat: Çok sayıda “sufî” dolaşıyor aramızda… Yani “tasavvuf ehli” bunlar. Müslümanlar mı peki? Pek belli değil! Olmaları da gerekmiyor. Garip ki “İslam” batılı muktedirler gözünde “light”laştırılacak kadar vahşi görülürken “sufilik” külliyen kabul görmüştür. (Dilerseniz, Rumi diye bir arama yapın google’da: sadece “sufi”dir, “mystical poet”dir: yani mistik bir şair. Ama bir de Usame bin Ladin araması yapın: hemen “muslim militant”tır; yani müslüman militan. Demek Mevlâna inceliği ancak “mistik” kalıbında anlaşılır, Usame terörizmi ise İslam’a yakışır!”) Sufilik, neredeyse İslam’a rağmen var olan, İslamsız da olabilen bir “kült” halinde sunuluyor artık. Öyle beş vakit secdelere gerek yok; ney üflüyor musun, neydeki sırrı hissedebiliyor musun? Neymiş öyle örtünmeler; saçlar fora, göğüsler orta yerde, pekâlâ “aşk “ ile de Allah’ı bulursun. Aşkı olmayanların işidir namaz kılmak, örtünmek gibi “sofuluk”lar!

Dinin yanında, hatta dinin yerine konulan bu "sufi yaşam biçimi"nin, somut "sorumluluk" değil de soyut "aşk" üzerinden üretilen vurdulu kırdılı, "vardı"lı "yoktu"lu bir aksiyonu var. Mana büyüklerinden alıntılarla desteklenen, "fani olmak", "yok olmak", "hiç olmak", "benliğini sıfırlamak" gibi söylemler o kadar çok tekrarlanıyor ki, dinleyenlerin hiçbiri Allah'a karşı zerrece bir sorumluluk hissini üzerine almadığı gibi, öylesine "uçan kaçan" bir "din" imajıyla "yok, bu benim işim değil; ne büyük adamlarmış bunlar!" diye kuru bir hayretle döktüğü gözyaşlarını Rabbine karşı bir nevi sus payı olarak bırakma tatmini yaşıyorlar.

İşte burada "tasavvuf büyükleri"nin "ahiretten dünyaya bakarak" söyledikleri onca güzel söz; "dünyadan sadece dünyaya bakan" modernlerin tatmin malzemesi haline getirilerek bir tür "kısa devre" yapılıyor. En çarpıcı örneklerinden biri Hz. Mevlânâ'nın FihiMaFih'inde geçen, "namaz dediğin bir kalıptır" cümlesinin, bir zamanlar modernist bir hocamız tarafından "Namaz kılmasan da olur!" şeklinde yorumlanması ya da yorumlanacak şekilde tüketilmesidir. Oysa, "beş vakit namaz"lı ve "Kur'ân ehli" Mevlânâ, bu cümleyi "namaz kılsan ne olur ki!" tavrında söylüyor. Yani, "Namazına güvenme!", "Kalıbını koyduğun namaza kalbini de koy!"demeye getiriyor.

"Tasavvuf sohbeti" yapan kimi büyüklerimiz de meselâ "tesettür örtünmekten ibaret değildir" inceliğini alıp "örtünmesen de olur!" edalı, örtünmek istemeyenlerin, örtünenleri istemeyenlerin gönlüne bir nevi "serin su" olarak serpiştiriyor olmasınlar? Yahut İbni Arabî'nin nice ubudiyetten sonra "kendini hiç ettiği", Hallac-ı Mansur'un nice secde sayesinde "Enel Hakk" demeye geldiği o muhteşem derinliği, sığ, riyakâr, emeksiz bir hazırlopçuluğun önüne garnitür diye koyuyor olmasınlar? "Tasavvuf sohbeti" yapanlar, bunu mu demek istiyor bilmiyorum ama dediklerinden anlaşılan şu oluyor: Aslolan aşktır; kendinizi secdelerce yormayın. Âşıkların namazı kalıpsızdır; kulağı ezanda olanlara, seher vakti camiye koşanlara aldırmayın! Önemli olan "yok olmak"tır, Rabbiniz karşısında sorumlu bir kul olarak var olmaya kalkmayın!"

"Kul olma sorumluluğu"nu üzerimizden atıp "nefsimizle savaşma" işini bir tarafa bırakıp "yok olma aşkıyla" sorumluluktan "sıvışalım" öyle mi?

Bir de, benim gibi adamların bile “aydın din adamı” kategorisine sokulmayı göze almadan anlayamayacağı bir “hoşgörü” pazarı var. “Farz”lara, “emirlere” “haram”lara azıcık tepeden bakmayagör, hemen “aydın”lanırsın birilerinin gözünde. O birilerinin gözünde, sanki Mevlânâ ve diğer büyüklerimiz İslam’a rağmen hoşgörü sahibiymiş gibi… Onların o anlayışlı tavırları, kucaklayıcı yaklaşımları dine rağmen gelişmiş gibi; dışlayıcı, aşağılayıcı, yadırgayıcı yobaz ve bağnazlarınki de dinin ta kendisiymiş gibi(!) Yani, İbni Arabi’ler, Mevlânâ’lar, Hallac’lar, Şems’ler dinden “kaçamak” yaparak “din”i dönüştürüyorlar. İşte yeni yetme “sufilik” de herkesin farkına varamadığı bu kaçamakları saf Müslümanlar üzerinde bir iktidar aracı olarak kullanma hakkına sahiptir.

Son not: "Gel, kim olursan ol, yine gel, bin kez tövbeni bozmuş olsan da yine gel!" sözü, öyle sanıldığı gibi kör ve sağır, hoyrat ve özensiz bir kabullenme değildir. "Bin kez tövbesini bozmuş" bir adam, en az bin kez tövbe etmiş olmalıdır. Yani kusurundan ötürü mahcup olmuş olmalı... Eksiğini görüp Rabbinden özür dilemiş olmalıdır. Ama yeni üretilen bu "tasavvuf" eksiği ve kusuru da, bir tür "tamamlanmışlık" olarak yutturuyor, bir kez bile mahcup etmiyor, bir kez olsun tövbeye çağırmıyor adamı. Aksine, saf müslümanların günahtan ötürü mahcubiyetlerine tepeden bakan bir "kibir" üretiyor gizliden gizliye.

Senai DEMİRCİ / Haber 7
senaidemirci@gmail.com

Yorumlar25

  • Ahmet Ar 14 yıl önce Şikayet Et
    TEŞEKKÜR ve BİR HATIRLATMA. Senai Bey, önce teşekkürler, tasavvufu nefsine uygun bir din üretmede kullananları deşifre ettiğiniz için. Sonra bir hatırlatma. Yazınızın bilmeyenler için tasavvufun bütününden bir tereddüt doğurma ihtimali var. Oysa bilenler bilir ki tasavvufun aslı şeriattan kıl kadar ayrılamaz. YOKSA ŞERİAT, ŞEYTAN İŞİ TARİKAT diyen tasavvuf büyükleri vardır. İmam Rabbani Hz. şeriatın asıl olduğunu, tasavvufun şeriata hizmet ettiğini söyler. Tasavvuf, şeriatı aşkla yaşamaktan ibarettir. Edebiyat felsefe kısmı ayrı. Slm
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • enver43 14 yıl önce Şikayet Et
    imam rabbani derki allah bu yolun nurundan bir nebze olsun koklatsın.. Imam Ebu Hanife hazretlerinin : Son iki Senem olmasaydi Helak olurdum. Sözü meşhurdur. Büyük Hanefi Ulemasindan Ibn Abidin hazretleri şöyle der : Bu son iki Sene Cafer es Sadik hazretlerine intisab etmiş ve ondan Manevi ilimler ögrenmiştir. Ebu Ali Dakkak [Imam Kuşeyrinin şeyhi] Ebu Kasim El Nasirabandi den, oda Imam şibli [Rahmetullahi Aleyh]den, oda Sari el Sakati den, oda Maruf El Karki den, oda Davud et Tagi den oda Tasavvuf ilmini Imam Ebu Hanife den öğrenmiştr.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • enver43 14 yıl önce Şikayet Et
    mezhep alimleride tasavuufu bilir... imam malik derki:Kim ki Tasavvufu ilim ögrenmeden uygularsa Dinini zayi eder. Kim ki Tasavvuf ögrenmeyip ilim ögrenirse kendini helak eder. Hakki ve Hakikati ancak ikisini beraber ögrenen bulur!Imam şafii derki : Ben Sufiler ile beraberdim. Ve ben onlardan üc sey dinledim : Zamanin kilic gibi kesin olmasi, sen onu kesmez isen onun seni kestigini, Nefsini Hakikat ile Terbiye etmedigin vakit Nefsin Yalan ile meşgul oldugunu ve Nefse karş Cihadin Öze dönüş oldugu. yazsam bitmez allah akıl versin size..
    Cevapla
  • enver43 14 yıl önce Şikayet Et
    cahilce yazanlara... neden bu gün insanların bir çoğu, islam üzerinde değişikliğe gidiyor anlamış değilim. mevlana hzlerine atledilen bir çok şey yalnıştır. mesela bu gün yapılanlar gibi. 2 .ci si tasavvuf islamda yok diyenler.? islamın neresinde yok tasavvuf, caferi sadık, selmanı farisi, gibi sahabiler başlatmıştr bunu, bu bir ilimdir. hz ali derki tasavvuf her anı allah-la geçirmektir.yani bunu anlamak lazım. ama nerde, bu günki islam alimleri ne üretmiş de siz kalkıp 600 1000 yıl önceki alimlere iftira atıyorsunuz.? yazıkk
    Cevapla
  • çelik arslan 14 yıl önce Şikayet Et
    mevlana ve gösterge. gösterge nedir bilmeyenler mevlanayı anlamaya kalkmasınlar. bilmeyenler mesneviyi hayvan hikayeleri kitabı sanır. önce bunun farkına varalım. çapımızın yetmediği işlere boyumuzdan büyük sözler etmeyelim. bu insanlar hayal edemiyeceğimiz kadar büyük bir düşünce gücüne sahipler. ve yalnız allah rızasını gözetiyorlar. mevlana da diğer allah dostları da peygamberin ayağının tozuyuz demişlerdir. bu insanları anlamaya çalışacaklarına kendini bir şey sanıp onlara kötü sözler söyleyenler var. kafanızı taşa vurmayın
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat