İslamcıların kafasının basmadığı konu!

Siyasi rakipleri ne kadar sivil ise bizim İslamcılar da ancak o kadar sivildir... Eğer sorunlara sivil çözümler aransaydı zaten başlarına bunca bela musallat olmazdı.

  • GİRİŞ03.07.2009 14:48
  • GÜNCELLEME03.07.2009 14:48

Alışılmışın dışında 'ben' merkezli bir yazı olacak ama bendenizin "biz" kavramının mahiyetini doğru kavrayamayanların öfkesini yanlış yerlere kusmasını engellemek için buna mecbur hissettim kendimi. 

"İslamcıların kafasının basmadığı nokta" diye attım başlığı ama aslında sorun sadece bizim İslamcılarda değil, nedense her konuda gerçeği en çok didikleyen onlar olmasına rağmen gerçeği en son onların algılayabilmesinde. Gelişen hadiselerin onları haklı çıkartıyor görünmesinde veya gösterilmesinde.

Ve konumuz kesinlikle yobazlık değil. Çünkü bu ülkede yobazlar sıralaması yapıldığı zaman görülecektir ki İslamcılar en alt sıralarda kalacak bizim Marksistler, bizim Kemalistler, bizim diyalogcular ise ön saflarda yer alacaktır.

Mecburi ön notlardan sonra geçelim, meselenin münderecatına:

Çetin Altan bundan yaklaşık 50 sene önce henüz 'Marksist' kanatça dönek ilan edilmemişken Türkiye'de en az yüzyıl daha komünist sistem kurulmasının imkansız olduğuna dikkat çekmiş ve "Sosyalizm ya insancıl ve özgürlükçü olacaktır ya da olmayacaktır" diye yazmıştı.

Solcuların büyük kısmının kafası basmamıştı o zaman bu söze. Sağcılar ise zaten soğuk savaşın etkisi ile Türk  veya Müslüman olmayan herkesi komünist olarak gördüğü için (Hatta Türkçülere göre Akıncılar ve Milli Görüş tayfası bile Yeşil Komünist idi ki bugün onların yere göğe sığdıramadığı Necip Fazıl da o kanaatteydi) takiyeci olarak yorumladı.

Ne zamanki demir perde ülkeleri bir biri ardına komünist rejimden silkinmeye başladı o zaman sağlıklı felsefi ve sosyolojik sorgulamanın ilk adımları atıldı. (Kaderin tecellisindeki tuhaflığa bakın ki gerek sağda gerekse solda bu konuda alın teri döken daha önceki düşünürler kapasite ve bilgi olarak çok daha kaliteliydiler)

Aşağı yukarı o yıllarda sol kanatta yıldızının solduğu günlerde sağ cenaha geçip yıldızını eskisinden daha fazla parlatmış ve  "polisti benim babam cumhuriyetin bir kulu" mısrasına da imza atacak olan İsmet Özel, rivayetlere göre sağın yaşayan en büyük şairlerinden birince 'ajan' olarak niteleniyordu.  Ancak bu fısıltı muhalefetine rağmen düşünsel bağlamdaki açılımlarıyla, camiada yıldızını parlatmayı sürdüren İsmet Özel, Madımak katliamından 6 gün sonra Sivas Göklerinde Sırp Teyyareleri Uçacak mı başlıklı yazısında "Türkiye İslam’dan uzaklaşmanın rantını yiyememiştir. Batılılaşma ülke insanı için bir tuzak yemi olarak kullanılmış, İslam kimliğinden kopma karşılığında vaadedilen ücret ödenmemiş, Türkiye elini verdiği için kolunu kurtaramamıştır. Millet olarak İslamî bir kararlılık gösterememenin cezasını çekiyoruz" diyerek Markiszmden ne kadar uzaklaşmış olduğunu somut olarak ortaya koymuştu. Manevi dolmuşa bindirilmiş okurun bu maddi ayrıntıyı fark etmesi doğal olarak mümkün değildi.

Fakat doğal olarak aynı görüşte olmayanlarca "yeşil tehlikeyi" tahrik olarak yorumlanan bu vahim yazıya yol açtığı belirtilen  Aziz Nesin'in darbeye yeşil ışık yakan sözleri daha vahimdi: "Şeriatçılar tehlike arz ederse orduyu çağırırız"

Türkiye'de sağcıların 'peygamber ocağı' diye sarıldığı ordu, solcularca da başı sıkışınca sığınılacak bir kucak olarak görülmüştür ve görülmeye de devam edilmektedir.

Bunlar yıllar öncesinden bugüne sarkan sözler, düşünceler ve olgular: Gelelim bugün yayınlanmış ama etkisinin yıllar ötesine sarkmasını umduğum dört önemli yazısına:

Bugüne dek gıyabında hep arka çıktığım ve kişiliğindeki (Allah ile kul arasında kalması gereken ) bazı kusurlara da şahit olmama rağmen hep kişisel gelişimindeki olumluklarla andığım ve kendisine yönelik her türlü aşağılamaya elimden geldiğince kalkan olduğum Ahmet Hakan, "Sivas Katliamında doğru/yanlış cetveli" yazısı ile ilk kez "Arkasından sövüp sayan İslamcılar bu adam konusunda haklı mı?" sorusunu sormama neden oldu.  

Yer yer katıldığım önemli noktalar olmakla bilmekle, iyi gözlemlediğim iki noktada yazarı insafa davet ediyorum: Sivas olayları öncesinde tirajı binlerle ifade edilen Aydınlık dergisinin günlük gazeteye dönüşüp, 'kurban derisi bağış kampanyası' başlatarak tirajını kısa sürede 50 bine çıkartması ve olayların hemen akabinde triajının hızla düşerek kısa sürede 2 binlere gerileyerek yeniden günlükten haftalığa geçişi ne kadar doğal bir seyir ise bu olayda Ergenekon (ya da başka bir provakatif örgüt) o kadar masumdur. Sözüm ona Madımak katliamının iç yüzünü araştıranların olayın bu yönüne ve Aziz Nesin gibi (bence de son derece masum) bir kaç ahlaklı sosyalistin servetinin bu süreçte nasıl yağmalandırıldığına hiç dikkat etmemeleri ayrıca ilginç!   

Madımak katliamının ardından Sivas'a gitmiş ve 20 gün orada araştırma yapmış birisi olarak, sokaklarda polis kurşunu ile kimsenin ölmediği noktasında kesin kanaat bildiren Ahmet Hakan'a olayların ardından iki hafta sonra Sivas'a gidebilmiş ve sadece 3 gün araştırma yapabilmiş biri olarak 'Benim görüştüğüm kurşunla öldürülmüş sünni vatandaşların aileleri yalancı mıydı?' diye ayrıca sorma mecburiyeti hissediyorum. Cenazelerin neden apar topar ve otopsi yapılmadan gömüldüğü de ayrı mesele ki ben bu soruya ailelerin verdiği cevaplardan pek tatmin olmadım! Ama korkunun kol gezdiği o ortamda fazlasını beklemek de mümkün değildi.

Sonuçta ne kadar empatik olursa olsun olaylara hep 'öteki' olarak bakmak zorunda kalacak Ahmet Hakan, bu konudaki duyarlılığının benden fazla ve duyargaçlarının benden açık olduğunu sanıyorsa o başka mesele. Onu ayrıca oturup konuşmakta yarar var. (Bu davet bizim dostlar!)

Bugün gazetelerde yer alan ikinci dikkate değer yazı geçtiğimiz Ramazan ayında bir dost meclisinde kendisi ile mi yoksa kardeşi Hüseyin Hatemi ile söyleştiğimi karıştırdığım için kalbini kırdığım Hüsrev Hatemi'ye ait. (Aslında bu konuda daha önce kalem oynatan bir iki yazar daha vardı ama evrim karşıtı yobazların hedefi olmasınlar diye onları alıntı olarak bile kullanmamıştım. Umarım şimdi kendisininin yazısını bile okumaksızın onu yerden yere vuracak kara cahillerden dolayı bir kez daha bana kırılmaz.)   

 Bir ‘müsbet bilim’ yandaşı ile sohbet  başlıklı yazısında, Yaratılış teorisi yanlısı olarak "Evrim kuramı doğru olabilir. Ne çıkar bundan?" diyen Hüsrev Hatemi,  "Evrimi kabul eden bir Müslüman kafir olmaz" diyerek yobaz kovanına bu güne dek en uzun çomağı sokan müslüman yazar oldu. Allah yardımcısı olsun...

Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen ise bugünkü yazısında oldukça önemli başka bir noktaya parmak basıyor ve "Bizde demokrasiyi ve kavramlarını bilmeyen, ama demokratlığı hiç dilden düşürmeyenler için sivil sözcüğünün anlam sınırları dar ve basittir. Asker üniformalı olmayan her şey sivil olarak algılanmaktadır". Sivil’i Gerçek Sivil Haline Getirmek başlıklı yazısında Sirmen, "Asıl tartışma sivil kavramını gerçekten sivil demokratik bir hale getirme noktasında düğümleniyor.

Doğrudur, bugün Türkiye'de laiklik kavramı gibi sivil kavramı da hastalıklı bir tanım ve yargı içermektedir. Bu sorgulama eninde sonunda gerekli ama hayli uzun süreç istemektedir.

Yarın bir gün darbeler gibi diğer unsurlar da insanların canını yakmaya başladığında, bugün insanlar asker - sivi farkını nasıl sorguluyorlarsa,  onların da sorgulamasını yapacaktır.  Ama 2 Temmuz gibi kimilerince arkasında 'şeriatçıların' olması beklenen ve hatta arzulanan katliamların ardında ne idüğü belirsiz çetelerin olduğu, evrim gibi bilimsel zeminde tartışılması gereken konuların arkasında hangi siyasi ve dini grupların olduğunun tartışıldığı bir ortamda bu sorgulama hiç de kolay değildir.

Çünkü bizim insanımız malesef canı yanmadıkça bir şeyleri sorgulamaya kalkmayacak kadar sivillikten ve toplumsal cesaretten uzaklaştırılmıştır.

Tam bu noktada "Cumhuriyete savaş açanlar taktiği Gramsci'den alıyorlar" başlı yazısında Serdar Turgut'un altını çizdiği bir unsurlara bir göz atalım:

"Gramsci'ye göre her toplumda iktidarlar sistemin sürekliliğini sağlamak için yönetilenlerin rızasını (Consent) almak zorundadırlar. Bu rızanın verilmesi kesildiği aman ancak o zaman sistemi değiştirmek mümkün olabilir" diyen Serdar Turgut, şöyle sürdürüyor cümlelerini; "Yani sanıldığı gibi sistem sadece kaba kuvvet ile ayakta tutulamaz, rızanın verilmesini sürekli kılan ideolojik mekanizmaların da güçlü olması gerekir. Yine Gramsci'ye göre iki tür savaş vardır. Bir tanesi 'manevra savaşı' diğeri de 'pozisyon savaşıdır'. Klasik anlamıyla savaşa daha yakın olanı yani kaba güç içerip tarafların alanda yüz yüze gelmelerini anlatan kavram manevra savaşıdır.  Ancak sisem değiştirmekte çok daha önemli olanı pozisyon savaşıdır. Bu, insanların beyinleri üzerine verilen kültürel bir savaştır. Bu savaşta sistemi değiştirmeye uğraşan taraf zihinler üzerine ve kültür üstünde bir hegemonya kurmaya başladığında sistem çökmeye hazır hale gelir..."

Bütün bu alıntıların birbiriyle ne ilgisi var diye kafası karışanların kafasını daha da karıştıracak  kel alaka bir örnek sunayım ki Gramsci'nin anarşizm mantığının emperyalist modele nasıl uyarlanabileceği görülebilsin:

Komünist Rusya'ya karşı Afganistan'da kendi elleriyle besleyip büyüttüğü Taliban rejiminin elinde inim inim inleyenlerin imdadına bugün herhangi bir İslam devleti değil yine Amerikan ordusu koşmaktadır. Ve dün Türk olmasına rağmen  ABD'nin desteklediği Ahmet Şah Mesud'u desteklemek yerine ümitlerini hasımlarına bağlayan rakipleri bugün halkın umudunu Amerikan işgalcilerine bağlaması karşısında küçük dillerini yutmaya devam etmektedirler!

Ama ben sivilleşme yolunda bir arpa boyu yol gidilmesine rağmen bunu da bir kazanç olarak gören iyimserler arasındayım:

12 Eylül'ü, 12 Mart'ı, 27 Mayıs'ı farklı sebeplerle alkışlayanların ve kendilerini 'ama o farklı' diye savunanların ülkesinde şimdilik ancak bu kadarı mümkün olabiliyor. İslamiyet'i eli kılıçlı ordudan mürekkep gören ve peygamberini öncelikle komutan olarak tanıtmayı tercih eden zihniyetlere  o günkü ortamda bile Müslümanların günlük hayatlarında yanlarında silah taşımadığını anlatabilmek ne mümkün!

Abdulhamid ile İttihat ve Terraki arasında tercih kullanmaya zorlanan ve beş vakit namazında niyazında  'Alman uşağı' Damat Ferit yerine, içki içen ve dinle ilgisi siyasetle sınırlı olan Atatürk'ün arkasında İslam dini adına savaşmak zorunda kalan insanların kafasının bu kadar karışık olmasını da yadırgamamak lazım.

Bu yüzden İslamcılar ve Laikçiler başta olmak üzere Türkiye'nin büyük bir kısmı şimdilik sivil ile asker, meşru ile yasal arasındaki farkı algılayamamaktadır.

Meşru ve yasal arasındaki fark da en az sivil ve asker kavramı arasındaki fark kadar önemlidir; bu ülkede, darbe de  imam nikahı gibi yasal değil ama meşrudur! 

Ali Sirmen, umarım sivil ve asker kavramlarının içeriğine verdiği önem kadar yasal ve meşru kavramlarının içeriğine de kafa yormayı önemsemektedir. Çünkü 2 Temmuz faciası yasal olarak suç olduğunun bilinmesine rağmen bazı kesimlerce meşru idi ve suçluların aranıp bulunmaması da başka kesimlerce mahsur yoktu. Tıpkı kimilerine göre gariban Hrant Dink'in katlinin ve onunu katili ile fotoğraf çektirmenin de meşru görüldüğü gibi!

Bu ülkenin yasaları ile bu milletin gözünde meşru olan değerler çatışmaya devam ettiği sürece sorunların düşünerek çözülmesini hayat etmek en büyük hayalperestliktir. 

İşte bizim İslamcıların kafasının basmadığı nokta bu yüzden sivil düşünce konusudur. Allah'ın mumunu sönmekten kendi cürümleri ile kurtardıklarını sanan İslamcılar için şimdilik sivil düşünce 'askeri olmayan' düşüncedir. Şimdilik meşru olan ile yasal olan arasındaki fark önemsizdir. 'Askeri düşünce kötü uzak dur' diyen askeri emre itaat etmek onlara göre sivil itaatsizliktir. Çünkü bu emir gerektiğinde yasaları çiğnetecek kadar meşrudur. Meşrudur, çünkü hasımları için de gerektiğinde yasalar 'teferruattan' ibarettir!

Ne diyelim gazalarını Allah Mübarek eylesin! (Umarım Ahmet Hakan, bu cümleden hareketle beni de bir kesimin ateşine gaz  döken tahrikçi olarak yorumlamaz)  

Demek istediğim şu ki siyasi rakipleri ne kadar sivil ise bizim İslamcılar da ancak o kadar sivildir. Ve sorunların özünde ne olduğunu sorgulamak dahi (2 Temmuz Madımak katliamında görüldüğü gibi) ancak zamanla ve sivil inisiyatife rağmen akla gelebilmektedir... 

Eğer Müslümanlar sorunlarına sivil çözümler aramayı başarabilselerdi zaten başlarına bunca bela musallat olmazdı. Dünyanın en sivil medeniyetinin askeri medeniyet olarak pazarlanmasından daha hazin bir durumdur bu!  

Ve işte bu yüzden tekrar tekrar hatırlatmak zorunda kalıyorum: "İslamcılar  ya sivil ve bilimsel düşünceye açık olacaktır ya da olmayacaktır"

Yaşar İliksiz - Haber 7
yasar.iliksiz@haber7.com

Yorumlar58

  • ENGEREKON BESTAMİ 14 yıl önce Şikayet Et
    PRE AHMET HAKAN, AHMET ARSAN VERSİYONU. Laikçi yobazların müslümanlara hitap tarzını kullanmak çirkin ve seviyesiz olmuş.. Müslümanlar müslüman ismi dışında hiçbirşeyi kabul etmezler. Hangi müslüman ben İslamcıyım demiş? bir örnek ver. Laikçi yobazlar müslümanlara İslamcı diyorlar evet ama unutma: Bir adam hem kundura, hem kunduracı olamaz.Bir adam hem İslam hem İslamcı olamaz. bilmem aradaki farka kafanız basıyor mu?
    Cevapla
  • VELİ ÇOKKÜÇÜK 14 yıl önce Şikayet Et
    AHMET TÜRK KADAR TÜRK!. İlmin üç temel kaynağı vardır:1-İlm el yakin:İlim adamlarının ortaya koyduğu bilimsel kanıtlar, kanunlar, doğrular, 2- Ayn el yakin: bizzat görmek müşahade etmek(gözlem ve deney),3-Hakk el yakin: Vahiy yoluyla Allahın bize öğrettikleri(cinler alemi, melekut alemi, öldükten sonra dirilmek, dünyaya gelişin amacı, kainatı kimin yarattığı niçin yarattığı...). sen ilk ikisini kabul edip 3. yü anlayamıyorsan müslümanlardan bir adım gerisin; çünkü müslümanlar bu üçünü birden kabul eder.Çakma olana ancak o kadar:)
    Cevapla
  • VELİ ÇOKKÜÇÜK 14 yıl önce Şikayet Et
    ÇAKMA TÜRK, PARASINI VERİP ALMAK BİZE YAKIŞIR. Kaç lira istiyorsan onu söyle. parasını verip almak bize yakışır. laikçi yobazlara kim parasıyla ne satar ki? anladın sen onu!
    Cevapla
  • Ali Saygin 14 yıl önce Şikayet Et
    iliksiz bir yazi daha 5. Bilime muslumanlar o kadar onem veriyorlarki 100 yildir hicbir bilimsel dayanagi olmadan koru korune inanilan evrim teorisinin gecersizligini milyonlarca delille muslumanlar ortaya koyuyor.Milyon delile karsi tek bir delil sunamayan evrim teorisine inanmak asil yobazliktir.Ama gorunen o ki haber 7 Ahmet Hakan gibi yazarlar yetistirmekten bikmiyor ve bu tip yazarlar icin uygun bir merkez konumunda.
    Cevapla
  • Ali Saygin 14 yıl önce Şikayet Et
    iliksiz bir yazi daha 4. Yazar kavram karmasasi icinde.Yobaz ve Islamci kelimelerini musluman insanlarla es anlamli olarak kullaniyor.Muslumanlarin sivil insiyatife sahip olmadiklarini soyluyor darbelere karsi dik duran tek kesimin muslumanlar oldugunu gormezden geliyor.Demokratik insiyatifin ilk ve olmazsa olmaz maddesi darbe karsitligidir.Buna karsi olmayan kisinin herhangi bir sivil insiyatifinden bahsedilemez.Bilime en deger veren kesimde muslumanlardir.Hicbir bilimsel gercekligi olmayan evrim teorisini savunmak asil yobazligin
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat