Basın özgürlüğü

  • GİRİŞ14.11.2010 08:39
  • GÜNCELLEME14.11.2010 08:39

Kutsal kavramlar tehlikelidir.

Din, milliyetçilik, bayrak, kitap, vatan, namus... Bunların hepsi kutsal kavram sınıfına girer ama yeryüzünde en çok insan kanı da bunlar yüzünden dökülmüştür.

Çünkü büyük kitleleri hareketlendirmenin, savaşa, ölüme sürüklemenin ya da sömürmenin en kolay yolu bu kavramları kullanmaktır.

Engzisyon insanları din uğruna yaktı, Adolf Hitler dünyayı “milliyetçilik” adına kana boyadı.

Ancak bu büyük acılardan sonra, özellikle Batı’nın aydın kesimlerinde, kutsal kavramların sömürülmesine karşı bir bilinç oluşmaya başladı.

Çünkü yaşanan büyük yıkımlar, sömürücülerin ipliğini pazara çıkarmıştı.

Türk insanı 2. Dünya Savaşı yıkımını yaşamamış olduğu için “Vatan, millet, bayrak, Kuran” gibi güzel sözlerin, sömürücülerin elinde tehlikeli bir silaha dönüşebileceğini anlamakta zorlanıyor.

“Bir insanın milliyetçi olmasında ne kötülük var?” diye haklı bir soru soruyor.

Kötülük milleti, vatanı sevmekte değil, birilerinin oyuncağı olarak başka kökenden, başka kimlikten gelenlere düşman olmakta.

***

Bu arada yeni kutsal kavramlar belirdi dünyada.

Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi.

Ve basın, haklı olarak iktidarlara ve güç sahiplerine karşı korunmaya çalışıldı.

Ama bütün kutsal kavramlar gibi, “basın özgürlüğü” de yozlaşmakta gecikmedi.

Mesela Rusya’da kaçakçılıktan adam öldürmeye kadar binbir kirli işe imza atan oligarklar, birer gazete-TV sahibi olup, kendilerine yapılan her müdaheleyi “basın özgürlüğü” kalkanıyla püskürtmeye çalıştılar.

Oysa hukukun özü, güçsüzü güçlüye karşı korumak, onun haklarını savunmaktır.

Basını iktidara karşı korumak erdemli bir hukuk tavrı olabilir ama yurttaş hakları söz konusu olduğunda, basına karşı korunması gereken taraf yurttaştır.

Çünkü günümüzde basın aşırı derecede güçlü, yurttaş ise güçsüzdür.

Bu ülkede basın yüzünden adına leke sürülen, aşağılanan, hakaret gören, hastalanan, boşanan, çocuklarının bile yüzüne bakamayan, iflasa sürüklenen, hapis yatan hatta intihar eden çok insan oldu.

Bazıları hayata karışmadan, hiçbir risk almadan rahat plaza odalarında ona buna çamur atarak, küfür ederek, iftira üreterek geçimlerini sağladılar ve namuslu insanların hayatlarını kararttılar.

Çünkü nasıl olsa “basın özgürlüğü” adı altında korunacaklarını, tazminata mahkûm edilseler bile gazetelerinin bu cezayı ödeyeceğini bilmenin güveni içindeydiler.

İnsanların hayatını karartan hakaretlere verilen cezalar o kadar komik düzeydeydi ki, “Parasıyla değil mi, basarım parayı hakaretimi ederim” diye açık açık yazanlara bile rastlandı.

***

Yıllar önce Elia Kazan yaşam öyküsünü kaleme almış, bana da okumam için vermişti. Bu ilginç kitabın ne zaman çıkacağını sormam üzerine de “En az iki yıl sonra” demişti ve sebebini şöyle açıklamıştı: “Kitapta çok isim geçiyor. Yayınevinin avukatları en az bir yıl inceleme yapacaklar ve kimseye hakaret olup olmadığını araştıracaklar. Yoksa tek bir dava koca yayınevini batırır.”

İşte Türkiye’de gerekli olan bu.

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat