Anadolu'nun büyük evladı
- GİRİŞ26.09.2012 11:13
- GÜNCELLEME26.09.2012 11:19
Fazıl Hüsnü Dağlarca "Milletler büyük evlatlarıya nefes alır!" demişti. Neşet Ertaş büyük evlattı.
Çünkü bize Orta Asya'dan Anadolu'ya göçenlerin, dağlara tepelere akarsulara isim verenlerin, gönül teli titreyenlerin, yürekten yüreğe gizli bir yol bulanların bozlaklarını, türkülerini taşıyordu.
Geçmişimizle aramızda duran ışıltılı bir köprü gibiydi Neşet.
Son nefesine kadar dilinden düşürmediği büyük usta Muharrem Ertaş'ların, Çekiç Ali'lerin soluğunu aktarıyordu.
O Muharrem usta ki "Ferman padişahın dağlar bizimdir!" diye haykırdığı zaman kâinat durup dinlerdi.
O Çekiç Ali ki "Sarı yazma yakışmaz mı güzele" diye ünlediği zaman, kuşlar, böcekler, kelebekler susardı.
Genç Neşet Ertaş da radyo döneminde bir tek türküsüyle halkın ruhunu esir almıştı. O sıralarda yaygın olan ve çok kişinin okuduğu Ali İzzet'e ait "Mühür Gözlüm" türküsünü çığlık çığlığa söylemiş, o anda da Türkiye'ye damgasını vurmuştu.
Bu genç adamın sesinde, sazında sanki çırpınan bir kuşun çığlığı duyuluyordu. Dinleyenlerin tüyleri diken diken oluyordu.
O günden sonra herkes birbirine sormaya başladı: Kim bu adam, kim bu adam?
Halk onu tek bir kişi sanıyordu; elindeki sazın bin yıldır çalındığını, avazının bin yıldır Anadolu gökyüzüne salındığını bilmiyordu.
Âşık Veysel'in sesi toprağa benzerdi, Neşet'inki ise gökyüzüne, bulutlara, rüzgârlara, en yüksekten uçan turna kuşlarına.
Neşet Ertaş bizi geçmişimize bağlayan bir köprüydü dedim... Orta Asya'dan gelen Türkmen boylarının pentatonik müziğini duyuruyordu bizlere. İnsanlar bilinçle kavramasalar bile, kromozomlarına kazınmış olan bu tarihsel hafızayı hissediyorlar ve "İşte bu bizden!" diyorlardı.
Eğer Neşet ve babaları, amcaları İspanya'da yaşasa flamenko ustaları gibi onurlandırılırlar, incelemelere, tezlere konu olurlardı.
Yorumlar1