Bir cihaz aldım, hayatım değişti

  • GİRİŞ05.01.2011 10:03
  • GÜNCELLEME05.01.2011 10:03

Mevzuya ‘iddialı’ girdim diye şöyle bir işkilleneceksiniz, mesafeli bir hava oluşacak. Bu ağır havayı biraz dağıtmak için asıl hikayeme başlamadan önce biraz drama yapayım öyleyse… 

ABD’ye ilk geldiğim günlerde, VCR kasetlerin hala yaygın kullanımda olduğunu görünce çok şaşırmıştım. Türkiye’de VCD’lerin eski tip video kasetlerini yok ettiği viedocuların teker teker hayatımızdan çıktığı bir dönemde ABD gibi bir gelişmiş ülkede sektör,  devasa boyutuyla dimdik ayaktaydı. ‘Blockbuster’ adlı dev kaset kiralama şirketi, ABD’deki her mahalledeki ve 17 ülkedeki kaset kiralama mağaza zinciriyle sektörü kontrol ediyordu.

Kurumların, ‘güçlerine aldanarak’ tarihin, ekonominin ve tabiiatın her an yenilenen deveranını inkar ederek, ‘herşeyi olduğu gibi koruyabilecekleri’  yanılgısının en dramatik örneği nedir derseniz ben ‘Blockbuster’ derim. ‘Blockbuster’ bir 2’nci Dünya Savaşı terimi aslında. Yerleşim birimini, mahalleyi toptan yokedebilecek güçteki bombalara derlermiş. Ancak Hollywood’un dilinde bu, hasılat piyasasını allak bullak eden rekortmen filmler için kullanılmaya başlandı. Birkaç yıl öncesine kadar 60 bin kişiyi çalıştıran bu firma bir süre önce karşısına yeni teknolojiyle çıkan rakibi Netflix ve teknolojinin başdöndürücü hızı karşısında ‘blockbuster’ yemişe döndü ve üç ay kadar önce iflas bayrağını çekti. 

Netflix, 00’lı yılların başında önce postayla DVD gönderme hizmeti başlattı. Artık mağazaya gitmiyordunuz. Adresinize istediğiniz film bir ya da iki günde gönderiliyor, seyrettikten sonra geri ücretsiz postaya veriyordunuz. ‘Yenilikçi kafasıyla’ bunun da demode olmaya başladığını, üstelik Amerikan Posta Servisi’nin bile batma noktasına geldiğini görünce, hemen ardından da televizyonunuza takacağınız özel bir ‘decoder’ üretti ve internet üzerinden anında istediğiniz son dönem filmini seyretme hizmeti başlattı.

‘Yenilenmeyi’ bilen, ‘eskimiş’i (eskiyi değil) kovar. Bakın ‘Microfost’a… Daha birkaç yıl öncesine kadar bilgisayar demek ‘Microsoft’ demekti. Şimdi, başta Apple ve Google olmak üzere, sektörün ‘yenilikçi’ ve ‘üretken’ dinamikleri, koca ‘pencereyi’ her geçen gün dijital bir karikatüre dönüştürüyor.

Dramanın dozunu biraz daha artırayım. ABD’ye ilk geldiğim günlerde en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de gazete satış bayilerinin çokluğu ve gördükleri ilgiydi. Her köşe başında gazete bayii ve önünde mutlaka bir kuyruk vardı. Bugünlerde hızla ya ortadan kalkıyorlar ya da sakız, su, gazoz vs alabileceğiniz küçük büfelere dönüşüyorlar. New York için diyorum, son ‘kağıt gazete’ okuru kümesi olan toplu taşım yolcuları da, istasyonların ve durakların yanı başına konulan ‘ücretsiz’ tabloidlerle işi görüyor artık. Gazete satmaya devam eden bayilerin önündeki tenhalık ‘tirajik’ boyutta. Geçenlerde, bir fotoğraf görmüştüm. Bir gazete bayiinde, satıcı dergi okurken çekilmiş. ‘Değişimi’ bundan iyi gösteren bir görüntü olamazdı. Eskiden, dergi gazete okumaya fırsat bulacak bir gazete bayii düşünemezdik bile.

‘’Drama fazla uzatılırsa komediye dönüşür’’ ikazınızı dikkate alarak ben ‘Yeni Hayat’ıma geleyim. Benim hikayemin hüzünlü tarafının karakteri ise ise, Johannes Gensfleisch zur Laden zum Gutenberg. Soyadından tanıyacaksınızdır.

‘Modern çağın’ başlangıç ameliyesi olarak kabul edilen ‘matbaanın icadı’ vakasında, kahraman olarak Avrupa onun adını kabul etti. Avrupa böyle kabul edince biz de kabul etmiş sayıldık. Ancak Çinliler yüzlerce yıldır değişik tekniklerle metin basıyorlardı zaten.

Gutenberg’in ‘taşınabilir baskı makinesini’ icat ettiği günlerde, ‘bu matbaa var ya herşeyi değiştirecek’ deseydiniz, gülerlerdi. En başta da dönemin kudretlileri olan kaligraflar, katipler. O dönemlerde matbaayla alay eden yığınla kaligraf sözü tarihe ibret levhası olmuştur. Herşeyi değiştirecak matbaa, mucidinin hayatında ve çevresinde ise aslında hiçbir değişikliğe neden olmamıştı. Müflis bir girişimci olarak öldü bay Gutenberg.

Fatih’in İstanbul’u fethettiği sene....

1430’lu yıllarda başladığı yazılı metin baskısından bugüne pek birşey kalmış değil. Fatih’in İstanbul’u fethettiği sene, Gutenberg’in taşınabilir baskı makinesinde ilk ciddi kitap basılıyordu. ‘’Gutenberg İncili’’ olarak anılan ve 180 civarında basıldığı tahmin edilen bu İncil’den günümüze 21 tanesi kalmış durumda. Bir tanesinin sergilendiği New York Halk Kütüphanesinde defalarca saatlerce incelediğim bu İncil’in aslında Gutenberg’in ortakları Johann Fust ve Peter Schöffer tarafından basılması ise işin magazini. Kitap maalesef en azından dizayn edildiği varsayılan Gutenberg’in adıyla anılıyor.

Sözü, bütün ‘resmi’ eğitim hayatımızda bıktırıcı derecede muhatap olduğunuz matbaanın bize geç gelmesinin sebeplerine getireceğimi düşünerek endişe ediyorsanız, haksızlık ediyorsunuz. Dramayı kısa geçemiyorum kabulümdür ama resmi retorikler beni bile kasvete garkediyor.  

Gutenberg’den 518 yıl sonra, bizde, sıkıyönetimin 11 ilde 2 ay daha uzatılmasının kararlaştırıldığı, Anayasa Mahkemesinin İstanbul'da şekercilik yapan Hasan Turan adlı bir vatandaşın genel başkanı olduğu Türkiye İleri Ülkü adlı bir partiyi kapatma kararı aldığı, komutanlarla bakanlar arasında yeni kabinenin 157 günlük icraatı ve sonuçlarının ‘’beraberce’’ gözden geçirildiği 5 saat süren toplantının yapıldığı 1971 yılının yaz aylarında, Michael Hart adlı o günlerde Illinois Üniversitesinden 28 yaşındaki bir Amerikalı, ABD bağımsızlık ve özgürlük bildirgesini ‘dijital’ ortama aktarmaya karar verdi. Üniversitenin gelişme laboratuvarındaki SDS Sigma 5 adlı ‘iri kıyım’ bilgisayarı kullanma yetkisi kazanan Michael Hart’ın çalışma yaptığı bu bilgisayar, daha sonra birbirine bağlanarak, sonraki yıllarda ‘internet’ adını alacak ağı kuran ilk 15 bilgisyardan biriydi. 

O günlerde duyanları güldüren, ‘’İnanın bana birgün gelecek her köşe başında bir bilgisayar’’ olacak inancındanki Hart, insanlık tarihinden en çok okunan referans verilen 10 bin kitabı, dijital ortama aktarmak gibi, o günlerde anne babasının komşularına, ‘’bizim oğlan da böyle boş beleş işlerle oyun moyunla geçiriyor vaktini. Yaşıtları hep torpiller bulup memur oldu. Mike eşşek kadar oldu ama hala bu oyuncağın başında’’ diye dertlendiği bir işe girişti.

Bu projeye de ‘yiğidin işini tedavülden kaldır ama hakkını yeme’ diyerek, ‘’Project Gutenberg (Gutenberg Projesi)’’ adını verdi. Bizim, Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin hükümetin faaliyetlerini gözden geçirmek için Bakanlar Kurulu ile yaptığı toplantıların haberleriyle ve Erovizyon Şarkı Yarışması ile meşgul olduğumuz 1980’li yıllar boyunca da azimle devam ettiği çabasına, 1990’lı yıllarda gönüllüler de aktif şekilde katıldı.

Biz Nasrettin Hoca’ya gülüyoruz ama ...

2000 senesinden beri artık kar amacı gütmeyen bir şirket statüsünde olan Project Gutenberg, şahsımca internetin en değerli birkaç sitesinden biri olarak varlığını oldukça güçlü şekilde sürdürüyor. 35 bin civarında kitabı, görsel materyali hiçbir ücret ödemeden internet üzerinden bilgisayarınıza indirip okuma imkanı vermek gibi muhteşem bir hizmet yapıyor.  Her hafta buna 50 kitap daha katılıyor. Bugün artık, 67 yaşında olan Hart, ‘’bütün amacımız, olabildiğince çok elektronik kitabı, olabildiğince değişik formatlarda ve dillerde internet ortamında ücretsiz yayınlayarak, dünayayı saran okumazlık ve cehalet bariyerlerini yıkmak istiyoruz’’ diyor

Biz Nasrettin Hoca’ya gülüyoruz. Ama Hoca bile, Gutenberg Projesinden kitaplarını yayınlayarak bize ‘kendinize gülün’ diyor. Deli gönül, Türkçe’de geçen yüzyılda ve yüzyıllarda yayınlanmış Türkçe klasikleri de eksiksiz şekilde dijital ortamda okuyacağı günün hasretiyle yanıp kavruluyor. Deliliğin bu kadar yaygın yaşandığı bir coğrafyada bu işlere el atacak gönül verecek, Kalan Müzik’in müzikte yaptığını kitapta yapacak delikanlılar bulmakta bu kadar zorlanmamız da ayrıca acı...

Kardeş yine dramaya sardın ama hala hayatını değiştiren cihazdan bahsetmedin diye yorgunlukla sitem edeceksiniz.

Aslında, erbabı tahmin etmiştir. Bu kardeşiniz, artık bir Amazon Kindle kullanıcısı. Gutenberg’ten 555 yıl sonra, bizim Komutanların, seçilecek Cumhurbaşkanının karısının gardrobunun standartlarını belirlemekle ve Eurovizyon şarkı yarışmasıyla meşgul olduğumuz günlerde, 30 yaşında kurduğu ve 10 yılda dünyanın bir numaralı kitap satış şirketi haline gelen Amazon’un kurucusu  Jeff Bezos, elinde bir aletle karşımıza çıktı ve ‘’Bu elimde gördüğünüz bir Kindle. Keyif verir’’ dedi. ‘Kindle’ kelime olarak bana sorsan bildiğin ‘kandil’ aslında derim. 

Taşınırken en zorlandığım şey

Amazon’un 2007 yılında piyasaya çıkardığı ilk nesil kitap okuma cihazından sonra SONY, Barnes and Nobles gibi teknoloji ya da kitap sektörü devleri de kendi ürünleriyle piyasaya girdi. Ve bugün izleyene süper keyif veren, elektronik kitap alanında devasa bir rekabet alanı açıldı. Dünyada yıllık büyüklüğü 35 milyar dolar civarında olan kitap satış piyasasında henüz küçük bir oran teşkil ediyor e-kitap satışı ama birparça sezgi gücü olan ‘bu e-kitap, okumayla ilgili herşeyi değiştirecek’ diye cüretkar beyanlar verebilir. İşte benim bu alandaki kişisel devrimim;

Hayatım taşınmakla geçti. Hala daha yerleşik düzene geçmiş değilim. Ve taşınmalarda beni en çok zorlayan şey kitap kolileri oldu. Vazgeçemediğim kitapları ülke ülke şehir şehir ev ev dolaştırıyorum. Sayısı yıllar içinde arttı. Yaşım ilerledikçe bel ağrılarımda ve taşınma zamanlarımda arkadaşlarımın ani işlerinde ciddi artış var.

Dahası, kitapları aralarına koyduğum ayraçlarla, kıvırdığım sayfalarıyla ve hepsinden önemlisi çizdiğim satırlarla, kenarlara aldığım notlarla kişiselleştiren bir insanım. Kişisel tarihimi taşımak zorundayım yanımda yani. Her ayrıldığım yerde çarnaçar bıraktığım ‘şahsi’ kitapların hicranını saymazsak. Bu birinci dramım.

Hayatım ekonomik zorluklarla geçti. Hala daha bireysel ekonomik krizi tam anlamıyla aşmış değilim. Bu durumda beni en çok zorlayan şey, almam okumam gereken kitabı maddi sebeplerle alamamaktır. Satın alamadığım için, Barnes and Nobles adlı piyasa şarlatanı kitapçıda rafların arasında yerde oturarak, piyasanın onuru kişisel kitapçım Strand’ın tozlu bodrumlarında okuyarak bitirdiğim sayısız kitap var. Bu ikinci dramım.

Yeni oyuncağım

Hayatım, önyargılarla mücadeleyle geçti. Kendime bir Kindle alıncaya kadar da bu önyargılarla nasıl başedeceğimi bilmiyordum. Önyargıları münbit bir coğrafyadan gelmenin karakterime işlediği bir haslet belki de, toplu taşım araçlarında, parklarda kamuya açık yerlerde, kafelerde kitap okurken en büyük zorluğum, kitabın bütün meraklı bakışları üzerinize çeken kapağı ve ismi. Ahbaplarım Çelik Blek’in, Yüzbaşı Tom Mix’in, Zagor’un, Kızılmaske’nin macerlarını, kapaklarını kaplayarak ya da ‘kabul edilebilir’ kitapların arasına monte ederek okuyabildiğim günlerden kalma bir iç sıkıntısı diyeyim… 11 Eylül’den sonra toplu taşım aracında, ‘’Amerikan emperyalizmi’’, ‘’Chomsky’’, ‘’Zizek’’ okuyan bir Ortadoğu kılıklı olarak muhtemel bir ‘vatansever’ ihbara kurban gitmeniz, içinde yaşadığınız şehrin ve yaşam tarzının ruhuna nüfuz etmek için okuduğunuz bir kitapla mesela Debutante Divorcée ile ya da Candace Bushnell kitaplarıyla kınayıcı muhafazakar bakışlara, İbni Arabi, Said Nursi, Ali Şeriati, St Agustine, kutsal kitaplardan birini okuyarak, beni dinci fanatikler kadar korkutan neo-ateist fanatik bakışlara kurban gitme telaşı da diyebilirim… Bu üçüncü dramım.

Yeni ‘oyuncağımla’ bütün bu dramalardan bir anda belli ölçüde kurtuldum.

Birincisi, sırt çantamın küçük cebine yerleşen, 9.7 inç (25 cm) ekranlı, 1 santimetreyi zor bulan bir kalınlığa sahip bu küçük, nazenin cihazda tam 3500 kitabı taşıyabiliyorum. Kitap taşıma benim için ‘tarih’ oluyor. Ayrıca, yeni cihazımda okuduğum kitaplarda önemli gördüğüm satırların altını çizebiliyor, işaret edebiliyor notlar alabiliyorum.

İkincisi, dünyanın hangi köşesinde olursam olayım, dağ başında, Amazon ormanlarında farketmez, dünyada halen satılan 775 bin kitaptan istediğimi 1 dakikadan az sürede satın alabilme lüksüne sahibim. Gutenberg Projesinin obinlerce bedava kitabını, aralarında Rus klasiklerlerin, Avrupa klasiklerine kadar envai hazinenin de bulunduğu 1923 yılından önce yayınlanmış 1.8 milyon kitabı bedava satın alıp okuyabilme gibi bir lükse de kavuştum. Tüm bunlar için hiçbir internet bağlantısına etrafta kablosuz internet aramama gerek yok. Dağ başında da olsam işlem aynı işlem. Çünkü 3G özelliğiyle internet ihtiyacını da ortadan kaldırıyor. Peki dağ başında elektriği nerden bulacaksınız diyeceksiniz. Eminim bu firmalar arası rekabet kızıştıkça kendi enerji üretenleri de çıkacak ama mevcut Kindle’ımın pili tek şarjla en az 3 hafta dayanabiliyor.

Peki, açık güneşli havada kağıttan okumakla ekrandan kitap okumak aynı şey mi diye sorabilirsiniz.

Doğrusu, benim de en büyük endişelerimden biri buydu. Ancak, elektronik kitap okuma cihazları rekabetinde firmalar artık ‘e-ink (elektronik mürekkep)’ dedikleri bir özellik kullanıyor. Bu cihazlardan alacağım zaman özellikle Barnes and Nobels’ın son harikası Nook Color ile Amazon Kindle’ın son harikası ‘Kindle DX’ arasında uzun süre kararsız kaldım. Nook Color adından anlayacağınız gibi renkli okuma imkanı veriyor. Kitaplarda yer alan grafik fotoğraflarda ve özellikle de dergi gazete okurken renk çekici bir unsur. Kindle siyah beyaz. Kitap gibi. Üstelik Nook Color, iPhone’lar ve iPad’lar gibi dokunmatik ekranlı ve dijital klavyeli. Üstelik, birçok uygulaması da var. Kindle dokunmatik ekran değil. Üstelik tuşlu klavyesi var ve sayfaları ekrana dokunarak değil, tuşa basarak çeviriyorsunuz. Tercihler tartışılır tabii ki ancak benim Kindle’da karar kılmamın en önemli sebebi, ‘e-ink’ özelliği oldu. Nook Color, LCD ekran. Yani bilgisayar ekranı gibi kendi ışığı var. Göz düşmanı. Elektronik mürekkep ise, gerçek kitabın görüntüsüne yakın bir görüntüye sahip. Arkadan güneş vurduğunda ekranda kendinizi görmüyorsunuz bu sebeple. Ekran sadece sayfa değiştirirken enerji kullanıyor. Anlayacağınız göz dostu, uzun okuma dostu. Nook Color bana daha çok daha kısa süreli okumalar, dergi karıştırmalar için kullanılabilecek bir ‘vakit geçirme’ cihazı izlenimi verdi. Sony’nin ve diğer birkaç firmanın e-kitap okuma cihazlarını hiç denemediğimden bu konuda birşey diyemiyorum.

Üçüncü dramıma çözümü ise çok belirgin oldu. Trende, evde, okulda, resmi kurumda, etrafımdaki insanlar, ne okuduğumu asla görmüyor. Odamdaki kütüphanemi yakın gelecekte tasfiye edeceğim. Evime gelen önyargılılı insanlar, kütüphaneme şöyle göz ucuyla bakıp, ‘bu falancı galiba, bu şucu galiba, bu bucu galiba, bu drama seviyor galiba’ gibi önyargılı bakışlarıyla beni rahatsız edemiyecek. Açıkçası, kütüphanenin mahremiyetine inanan bir yapım var. Elbette genelleştirme yapmak yanlış olur ama ev salonlarına kütüphane işi, nedense ben de, - çoğunlukla diyeyim- , Anglo Saksonların ‘poser ’ dediği karaktere muhatap olmuşum hissi uyandırır. Kitap almak, kitap okumaktan her zaman daha kolaydır. Okumaktan çok ‘okumuş gibi yapmak’ da zamane hastalığı. Yeni cihazımla daha fazla okuduğumu farkettim. Bu cihazla dergi gazete okuyabilmeyi, kendi kişisel ‘word’ ya da PDF dosyalarımı, kişisel arşivimi de içinde taşıyabilmeyi detaylarıyla anlatmıyorum bile.

Değişime aşak uydurabilenler ayakta kalacak

Bu e-kitap, kağıt kitabı, geleneksel yayınevlerini bitirdi dediğim sanılabilir. Hayır, onlar için daha iyimserim. Bence, henüz bitirmedi, sonlarını hazırlıyor sadece. Kabul edilse de edilmese de sonun başlangıcı. Değişen herşey gibi, ‘okuma alışkanlığımızın’ şekli de değişecek. Ve değişen alışkanlıklara ayak uydurabilenler ayakta kalacak.

Heyecanımı mazur görün. Bir ‘e-kitap cihazı’ aldım hayatım değişti. Her geçen gün daha çok alıştığım Kindle’dan kitap okurken, tek eksiğini duyduğum şey ise yıllar içinde benliğime yapışan kağıt kokusu. Şirketler bir de bu dramamıza bir çözüm bulsalar tam süper olacak.

İşin özü elbette ‘okumak’. Gözü okumakta olmayana, 40 Kindle vursan kar etmez.

Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com

Yorumlar8

  • Kerim41 13 yıl önce Şikayet Et
    kesinlikle.... yazara katılmamak mümkün değil. daha düne kadar, elinizde gazete ve kitaplarla dolaşmak zorunda kalıyorken, bugün bu yazıyı dahi bayırda mangalın başında okuyabiliyoruz. hemde küçük bir cihaz vasıtasıyla. bizimkisi şimdilik telefon, ama o bile güzel. Amazon Kindleı hayal bile edemiyorum. güzel yazı, teşekkürler.
    Cevapla
  • yuusuf 13 yıl önce Şikayet Et
    Kitaplar ufalmalı ve ucuzlamalı. Tamam e-kitap okuyucular sundukları özellikleri ve pratiklikleri ile kitabın yerini almaya hazırlanıyor ama teknoloji bu sonuçta her zaman güven olmaz. Kaybettin diyelim kandilini ya da virüs girdi ya da arıza yaptı ya da çalındı ya da ekranı kırıldı o zaman ne olacak? Hafıza kartı ya da flash bellek desteği var mı? Bence teknolojinin en son el atması gereken alan kitaptı. Ama matbacı ve yayımcılar şu işin ucuz yolunu halka sunamadılar. 50sayfalık gazete o kadar yazarı çizeri max 1 lira ama kitabı düşünün?
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • yuusuf 13 yıl önce Şikayet Et
    E-kartvizit. Belki vardır ama şöyle kredi kartı boyutlarında pilli ve chipli elektornik kartvizit olsa... İçinde istediğiniz firmanın kişinin bilgilerini ister sade isterse detaylı olarak verebilme yetisi olsa..4 tane tuşu olsun yeter. aşağı yukarı ve ok ve geri tuşları. Ha diyeceksiniz ki cep telefonu var. Tamam o zaman ona bir uygulama yapılsın ama kartvizit görünümünde olsun... İnternetten yükleme imkanı olsun şirket-kişi internet sitelerine de de direkt e-kartvizit üzerinden bağlansın...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Hasan Seyre 13 yıl önce Şikayet Et
    Şahsi yeteneğinizle devleti bile geride bırakın..?. hantalmış, yavaşmış napalım yani..microsft, sun, raytheon devletmi takıyor..millete abi sen büyüksünmü diyor..siz kendinizi isbatlayın..devletlerde, kırallarda o kibirli sultanlarda ayağınıza gelir..hani o çok kıskandığınız hükümdarlar varya..hepsini yarıyolda bırakırsınız..doğayı ele geçirmek ve kilit mekanizmasını çözmek için şimdiden yarışa başlayın..vakit nakittir..iki günü aynı olan zarardadır..Cemal abimiz yolumuzu aydınlatan ışık gibidir..satırlar arasında öyle şeyler ve sırlar seriyorki..
    Cevapla
  • Hasan Seyre 13 yıl önce Şikayet Et
    e book tan bir ilersi ne olabilir acaba Cemal abi..?. gerçekten tam bir yarış içindeyiz.hemde öyle bir yarışki..kimse kimseye acımıyor.bir saat ilerde olan tüm dünyayı kontrol edebiliyor..artık Türkiye gibi 100 yıl geride olanları saymıyorum bile.bende onların içinden bir fert olarak..etrafıma saran ve beni ileriye götürmeye engel olan tüm kaleleri yıkmaya karar verdim.karınca misali yürüsekde yarıştan çekilmemiz lazım.Çin denilen muazzamanın yarattığı dalganın dalgalarının bize çok faydası olabilir. pozitif katkısı olabilir.yarışa dalmamızı sağlayabilir.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat