'Veli Küçük içeri alındığında oturup ağladım'

Gazeteci Ersin Kalkan, "Veli Küçük’ün içeri alındığı gün ben o gece oturup ağladım" diyor Nursel Tozkoporan'ın sorularını yanıtlarken ve gerçeklerin ortaya çıkacağından umutlu olduğunu söylüyor.

'Veli Küçük içeri alındığında oturup ağladım'
'Veli Küçük içeri alındığında oturup ağladım'
GİRİŞ 17.02.2010 20:02 GÜNCELLEME 17.02.2010 20:02
Bu Habere 4 Yorum Yapılmış

Nursel TOZKOPARAN'ın röportajının devamı

Neden Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar seçildi?

Çünkü bunlar muhaliftiler. Susurluğu karşı, devlete karşı muhaliftiler. Mehmet Ali Birand'ın, Cengiz Çandar'ın duruşunu biliyorsunuz. İnsan Hakları Derneği’nin hangi davaların peşinde olduğunu biliyorsunuz. Bunlar tek tek seçildiler. Bir şey yapacaksanız ve Ermenistan ile savaş çıkartacak cümleler kuracaksınız. Bu kadar riskli bir şeydi. Sonra biz bunu yayınladık.  Hrant çok heyecanlandı ve Agos’ta aynen yayınladı.

ŞEMDİ SAKIK’IN GERÇEK İFADELERİ ORTAYA ÇIKTIĞI ZAMAN TÜRKİYE’DE RÜZGAR TERSİNE DÖNDÜ

Diğerleri de yayınladılar mı?

Rıdvan Akar beni aradı. Ondan sonra rüzgar tersine dönmeye başladı.  Bizim yayından defalarca alıntılar yapıldı. Şimdi söylemek istemediğim bir takım hikayeler yaşandı.

Şemdin Sakık’ın gerçek ifadeleri ortaya çıktığı zaman Türkiye’de rüzgar tersine döndü. O bir kırılma noktasıydı. Çok önemliydi. Ve andıçlama hikayesi oradan başladı. Bunun tarihini, miladını oradan almak lazım. Tabii bundan öncede faili meçhul cinayetler var. Kürt işadamlarının öldürülmesi. Bir kısmına uyuşturucu baronları falan filan deniyor. Şehymus Daş nasıl öldürülüyor? Şehymus Daş’ı ben tanırdım.

Şehymus Daş Kürt işadamı mı?

 Evet. Şehymus Daş öldürülmeden 3 ay önce beraberdik. Adamın zırhlı Mercedes’i vardı. Düğüne gidiyor. O gün Mercedes’i arızalanıyor. Zırhlı araçlar çok arıza yaparlar. Yine aynı Mercedes’in benzeri, başka bir arkadaşın Mercedes’i var. Ona biniyor. Merter’den düğüne gidecek. Merter’de tıpkı Kemal Türkler gibi öldürülüyor. Kemal Türkler’i de aynı mihrak öldürmüştür. Öldürüldüğü yere yakın bir yerde öldürülüyor. O gün aracının zırhsız olduğunu biliyorlar. Her şeyi o kadar yakından takip ediyorlar. Bunun bir öncesi, bir de sonrası var. Peki bu Kürt işadamlarını kimler öldürdü? Behçet Cantürk’ü, Şehymus Daş’ı kimler öldürdü? Bunların da sorgulanması gerekiyor. Musa Anter’i kim öldürdü? Ben Musa Anter’in kızı ile katillerden birini İsveç’te buluşturdum.

Katil itiraf etti mi her şeyi?

Tabi tabi. Bütün süreci anlattı. “Katille Buluşma” kitabında bu ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor.

METİN GÖKTEPE HARİCİNDE MERKEZ DIŞINDA ÖLDÜRÜLEN GAZETECİ  SAYISI AZDIR

“Merkezdeki gazeteciler hedef alınıyor” dedin. Bunu da açıklar mısın?

kullan
"Kürt işadamları, Susurluk süreci ile o faili meçhul cinayetler sürecinde hedef alındı. Onların PKK'yı beslediklerine inanılıyordu. Devlet içerisinde bir grup, Ergenekon, tarafından onların PKK'nın mali kaynakları olduğuna inanılıyordu. Aslında oradaki hikaye hiç de öyle değildi. Bu işadamlarının bir kısmı hakikaten uyuşturucu ticareti ile uğraşıyordu. Birçok Türk işadamı gibi."

Biz bütün bu süreci yakından takip ettik. Biz merkezde çalışan gazetecilerdik. Merkezin dışında da gazeteciler var. Onlar zaten bir şekilde örgütlerle ilişkilendiriliyorlar. Ancak ilginç bir şey Metin Göktepe haricinde, merkez dışında öldürülen gazeteci sayısı çok azdır. Doğrudan merkezi hedef alıyorlar. Çünkü merkezden sürekli birisini öldüreceksiniz ki ötekiler ıslah olsunlar. Bir de merkezden bir takım adamları... Uğur Mumcu ne yaptı? PKK’nın kuruluş sürecini araştırmaya başladığı sırada öldürüldü. Kim tarafından, nasıl kurulduğunu araştırıyordu. Yani biz Hizbullah kim tarafından kurulmuştur? diye araştırma yaparken de aynı tehditlerle karşı karşıya kaldık.

Biliyorsunuz dosyaların bir kısmını veren devler içerisinde belli bir kanattır. Uğur Mumcu’ya bu dosyaların bir kısmı hazır olarak geliyordu. Fakat Uğur Mumcu, bir müddet sonra merkezin çok büyük bir kirlenmişlik içinde olduğunu anlamaya başladı. Bu konuda araştırma yapmaya başladı ve idam fermanı verildi.

MERKEZDEKİ BİRİLERİNİ PERİYODİK ARALIKLARLA ÖLDÜRECEKSİNİZKİ YERİNE GELENLER BİAT ETSİN

Birçok önemli konuda araştırma yapıyorsun, korkmuyor musun?

Merkezdeki gazetecilerin kendilerinin kontrolleri dışında bir şey yapmalarına tahammül mümkün değil. Bir de ihanete uğramış gibi hissediyorlar. “Hadi ötekiler yapıyor. Peki siz niye yapıyorsunuz? Yani Hürriyet Gazetesi’nde, Milliyet Gazetesi’nde çalışıyorsunuz. Bunları siz niye yapıyorsunuz?”diyorlar. Ve onları periyodik aralıklarla öldürerek merkezi tamamen kontrol altına alıyorlar. Psikolojik bir süreç yaşatıyorlar. Az önce “Dosyaları böyle sorgusuz sualsiz niye yayınlanıyor? O kadar şey soran, o kadar şey araştıran gazeteciler bu dosyaların gerçekliği üzerine niye araştırma yapmıyorlar” diye sordun ya... İşte bu ölüm korkusu!..

Biliyorlar ki en tepedeki adam Abdi İpekçi. Bir gün ansızın öldürüldü. Tık diye. Yani nasıl öldürüldü? Devletle çok derin meselesi mi vardı? Hayır. Merkezdeki birilerini periyodik aralıklarla öldüreceksiniz ki yerine gelenler biat etsinler.

Peki Kürt işadamları niye hedef alındı?

Kürt işadamları, Susurluk süreci ile o faili meçhul cinayetler sürecinde hedef alındı. Onların PKK'yı beslediklerine inanılıyordu. Devlet içerisinde bir grup, Ergenekon, tarafından onların PKK'nın mali kaynakları olduğuna inanılıyordu. Aslında oradaki hikaye hiç de öyle değildi. Bu işadamlarının bir kısmı hakikaten uyuşturucu ticareti ile uğraşıyordu. Birçok Türk işadamı gibi.

Uyuşturucu ticaretinin içinde sadece Kürt işadamları mı var?Orada JİTEM'in de araştırılması gerekmez mi?

 JİTEM de işin içerisinde. Bir takım askeri kadrolar da uyuşturucu ticaretinin içindeydi. Şimdi orada sermayenin el değiştirme süreci yaşandı. Bütün bu uyuşturucu yolunda, yani Başkale'den başlayıp Hollanda, Amerika ve Kanada'ya kadar giden uyuşturucu yolunda “Kısmetim 1” teknesinin batırılması. Dönemin ünlü emniyet müdürlerinden birinin teknelerin bir tanesine ortak olduğu söyleniyordu.

Yani amaç sermayeyi paylaşmamak…
Yani onları oradan temizleyip bütün sermayeye kendileri konmak istediler. Ve o yolu tuttular. Çatlılar daha sonra o yolu tuttular. Sonra bunlar palazlanmaya başladıkları zaman temizlenmeleri gerekiyordu. Sürekli cinayetler üreten bir makine şeklinde yol alan devasa bir canavar bu.

HRANT DİNK’İN YAZILARI ÖNCE KÖŞE YAZARLARI VE HABERCİLER TARAFINDAN ÇARPITILARAK MANŞETLERE ÇIKARTILDI

Basın Hrant Dink'i nasıl hedef gösterdi?

Bir kere Hrant Dink mahkeme sürecinde yalnızlaştırıldı. Hrant Dink'in yazıları önce köşe yazarları ve haberciler tarafından çarpıtılarak manşetlere çıkartıldı.

Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğu haberi ilk Agos’ta yayınlanmıştı ama bu haberi sen duyurdun. Geldiğin noktada bu haberi yapdığın için pişmanlık duyuyor musun?

Hayır. Bundan Hrant'da pişmanlık duymadı. Şimdi bakın oradaki süreç şöyle işledi. Hrant bu haberi bulduğu zaman Agos'ta yayınlandı. Agos orada çok önemli bir gazetecilik görevi yerine getirdi.Bunlar pek bilinmiyor. Agos'un sadece Ermeni cemaatine yönelik bir gazete olduğu düşünülüyor. Hayır. Agos çok ciddi gazetecilik yapan bir gazetedir. Bu çizgisini çok iyi sürdürüyor. Hrant'ın attığı maya tuttu ve devam ediyor. Hrant laik bir adamdı. Ruhban sınıf ile de çatışan bir adamdı. Çünkü ısrarla ruhban sınıfının dünyevi meselelere müdahale etmemesini savunuyordu. Bazen Ruhban sınıfından çok ciddi tepki alırdı. Ruhban sınıfı ona ilan verilmemesi için zaman zaman cemaate baskı da yapardı.

Hrant Dink ile haber paslaşır mıydınız?

kullan
".. İşte böyle oldu. Sonra Ertuğrul Özkök çok güzel bir açıklama yaparak haberi savundu. “Olabilir. Neden Ermeni olması size dokunuyor” diye çok güzel bir yazı yazdı. Sonraki günlerde Emin Çölaşan, Özgen Acar, Hasan Pulur bir yazı yazdı. Başkaları yazı yazdı ve Hrant'ı doğrudan hedef göstermeye başladılar."

Hrant ile dönmelerle ilgili çok konuşuyorduk. Hrant bana, "Dönmelerle ilgili çok önemli bir şey buldum" dedi. Sabiha Gökçen. Fakat Sabiha Gökçen ile ilgili daha önce Beyrut’ta bir kitap çıkmış. Sabiha gökçenin teyzesi olduğunu söyleyen bir kadın geldi. Annesinin fotoğraflarını getirmiş. Sabiha Gökçen'in fotoğrafları ile yan yana koyduk ve hakikaten o kadar birbirine benziyorlar ki. Sanki hık demiş burnundan düşmüş, ikiz gibi. Kadın daha önceden de Beyrut'ta yaşayan dayılarının, Sabiha Gökçen ile görüştüğünü, Sabiha Gökçen'in onları ağırladığını falan söylemiş. Ben dedim ki;  “Hrant ve bu haberi ben yayınlayım. Bir şeyler olabileceğini hissetim. O da; "Yok, bu haber önemli. Önce benim söylemem lazım, çünkü benim meselem" dedi. Ben de; "Hayır senin meselen diye bir şey yok. Bizim meselemiz" dedim. Bu bir trajedi. “Önce ben yayınlayım, sonra sen yayınla” dedi. Önce o yayınladı. Hrant bana Pars Tuğlacı’nın her şeyi bildiğini ve O’nunla konuşmamı söyledi. Pars Tuğlacı, çok önemli bir sanat tarihçisidir, araştırmacıdır, çok önemli eserler bırakmış bir adamdır. Ermeni asıllıdır. O zamanlarda Ada'da yaşardı. Sonra Pars Tuğlacı ile konuşmaya çalıştık. O sırada ben bir göreve gittim. Pars Tuğlacı ile konuşma kısmını Ayda Kayar ile Necdet Açan üstlendi. Pars Tuğlacı konuşmadı. "Konuşmayacaksa artık yayınlayalım" dedik ve yayınladık. Oktay Verel zaten bu konuda konuşmayacağını söyledi. 

Kendisi biliyor muydu Ermeni asıllı olduğunu?

Bence biliyordu. Çünkü süreci çok yakından bilen bir adamdı. 15 gün sonra haberi yayınladık. Biz haberi yayınladıktan bir gün sonra Pars Tuğlacı açıklama yaptı. “Evet Ermenidir. Ben biliyorum. Bursa'da şu ailenin kızıdır” diyerek hepsini anlattı.

Doğruladı yani…

Doğruladı. Ailenin ismini verdi. Biz soyağacımızı bulamayız, kayıtlarımız yoktur. Onlar kiliseden geldiği için bütün soyağaçlarını bulurlar. Kiliseden kiliseye devredilir. O şekilde Pars Tuğlacı da bütün soyağacını çıkardı.

BU ATATÜRK’ÜN BÜYÜKLÜĞÜNÜ GÖSTERİR, ERMENİ BİR ÇOCUĞU EVLAT EDİNMİŞTİR

Sabiha Gökçen'in İstanbul'a gelişi nasıl olmuş?

1915'de bütün ailesi öldürülmüş. Bursa’da bir yetimler yurduna teslim edilmiş.

Tabii Müslümanlaştırılmış. Müslüman olmuş. Bir yetimler yurduna teslim edilmiş. Atatürk bunu o yurtta görmüş, çok parlak bir çocuk olduğu için evlat edinmiş. Mesela Ege Ordu Komutanı hemen açıklama yaptı. “Bu Atatürk'ün büyüklüğünü gösterir. Ermeni bir çocuğu bağrına basmış, evlat edinmiştir” dedi.  Ondan sonra başkaları Ülkü Adatepe’nin Boşnak olduğunu söyledi. Müslüman Sırp’tır demek istedi. Yani Ermeni olması kötü, Sırp olması iyi bir şeymiş gibi… Müslüman Sırp olması iyi bir şeymiş gibi. Hürriyet’te yayınlandıktan 2 gün sonra bana telefon açtı; "Çok ses çıktı ama gürültü. Genel Kurmay Başkanlığı açıklama yaptı. O sırada, Genel Kurmay'ın açıklamasının üzerine Ertuğrul Özkök…

Genelkurmay; “O Atatürk'ün büyüklüğünü gösterir” demedi. Ortalıkta fitne çıkartıldığını söyledi.

Genelkurmay, Ege Ordu Komutanı'nın tam aksi bir açıklama yaptı. Bu bölücülüktür şudur, budur diye... Böyle haberlerin çıkmaması lazım. Sürekli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz günler var. Hiç bitmiyor bu günler. Bu günleri de genelde merkez belirliyor. Hangi günlere ihtiyacımız var, hangi günlere yok... Hiç rahat duramayacağız. Birlik ve beraberlik diye gideceğiz. İşte böyle oldu. Sonra Ertuğrul Özkök çok güzel bir açıklama yaparak haberi savundu. “Olabilir. Neden Ermeni olması size dokunuyor” diye çok güzel bir yazı yazdı. Sonraki günlerde Emin Çölaşan, Özgen Acar, Hasan Pulur bir yazı yazdı. Başkaları yazı yazdı ve Hrant'ı doğrudan hedef göstermeye başladılar.

AYDIN DOĞAN BU SORUMLULARI NASIL CEZALANDIRACAK

Yazılarında Hrant Dink'in adı geçiyor muydu?

Tabii. Agos bir Ermeni gazetesi diye anılıyordu. Zaten ondan bir hafta sonrada Hrant bu “Türk kanı” meselesini yazdı. O yazılardan sonra ülkü ocakları, mülkü ocakları Agos'un önünde gösteri yaptılar. Hiç bir tedbir alınmadı. Hiç bir zaman koruma verilmedi. Deniz Som, kendisine bunu iş edindi ve ne söylemek istediğini bildiği halde Hrant Dink'i Hitler’den bile faşist ilan etti. Deniz Som; “Bundan sonra ben bu işi kendime görev ediniyorum. Bu yok edilene kadar, faşizm yok edilene kadar ben bu işin peşindeyim” dedi. Özge Nacar Cumhuriyet'te başka bir yazı yazdı. Öbürü başka bir yazı yazdı. Özge Nacar doğrudan beni hedef gösterdi ve "Aydın Doğan bu sorumluları nasıl cezalandıracak? Bekliyorum" dedi.

GAZETECİLERİN BİR KISMI SERİ CİNAYETLER İŞLİYORLAR

Bu haberi yaptığına pişman oldun mu?

Hayır, pişman olmadım. Çünkü ben de o dönemde tehdit aldım. Gelen telefonlar falan. Doğrudan ailemi hedef alan, çocuğumun ismini veren, okuduğu okula varana kadar tehditler aldım. Yani okuduğu okulun ismini zikredecek kadar…  Her şeyi biliyorlar. Ama nasıl tepkiler? Akıl almaz çıldırmışçasına tepkiler geliyor. O dönem de öyle geçti. Hatta Neyyire Özkan,; “Koruma için bir şeyler yapalım mı? Başvuralım mı? dedi. Ben istemedim. Kafalarına koydularsa bir yerde bulup öldürürler. Bir de beni kim koruyacak? Bu ülkede canını kime emanet edeceksin? Dolayısıyla ben istemedim ama Hrant'a koruma verilmesi gerekiyordu.

kullan
"Ben gazeteciliği ibadet gibi görüyorum. Belki de hayatta en günahsız olduğum kısım burasıdır. Hayatta çok günah işledim, işliyorum ama belki tek günahsız olduğum yer burasıdır. Benim ibadetim gazeteciliktir diye düşünüyorum."

Mehmet Ali Ağca meselesine dönmek istiyorum. Gazeteciler; “Mehmet Ali Ağca 10 yıl yattı çıktı” diyorlar. Kendilerine baksınlar. Yani gazetecilerin bir kısmını kast ediyorum. Seri cinayetler işliyorlar. Birini hedef gösteriyorlar, öldürtüyorlar, kana doymuyorlar. Şimdi bu seri katiller niye cezalandırılmıyor? İcra-i sanat eylemeye devam ediyorlar. Bu nasıl bir düzendir? Bu nasıl canavarlıktır böyle sürüp gidiyor? Biz içimizdeki seri katilleri temizlemediğimiz sürece, onlardan hesap sormaya lüzum yok diğerleri için.

GAZETECİLİK YAPMAK İSTİYORSANIZ ALPASLAN GİBİ KEFENİNİZİ SIRTINIZDA TAŞIYACAKSINIZ

“Keşke ben bu haberi yapmasaydım da Hrant yaşasaydı” diye hiç kendini suçluyor musun?

Ben bu haberi yaparken kesinlikle beni öldürebilirler diye düşündüm. Daha önce birçok haberi yaparken düşündüğüm gibi. Sadece Hrant Dink gibi ailemden korktum. Aileme bir şey olacak diye korktum. Tabi kendim için de korktum; can taşıyorsun. Bir karınca bile ölümle karşılaştığında çırpınıyor. İnsan çırpınmaz mı? Can taşıyorsun. Bunu gazetecilik derslerinde de Marmara Üniversitesi'ndeki öğrencilerime anlatıyorum. O zaman bu işi bırakacaksınız, yapmayacaksınız, gidip başka bir iş seçeceksiniz. Eğer bu işi yapmayacaksanız reklamcı, aktris, marangoz olacaksınız.Gazetecilik yapmak istiyorsanız Alparslan gibi kefeninizi sırtınızda taşıyacaksınız.Taşımazsanız yapmayacaksınız.

Bir taraftan da “Allah’ım!” diyorsun, Yaradan’a sığınıyorsun. “Benin bunu yapmam lazım” diyorsun. Çünkü O’nunla karşı karşıya kalacağını biliyorsun. Hani bütün herkes yanından gidiyor. Yaradan’a sığınıyorsun, “Ben bu haberi sabah yapacağım. Yoksa canım çıkar” diyorsun. Yani O senin canını almazsa, ötekiler senin canını almazsa canlı cenaze gibi dolaşacaksın. Aklını, ruhunu, vicdanını öldürmüş bir cenaze olarak yaşacaksın. Bunu bildiğin için de, bunu çok samimi olarak söylüyorum, Yaradan’a sığınıp “Ben vazifemi yaptım” diyorsun. Çünkü ben gazeteciliği ibadet gibi görüyorum. Belki de hayatta en günahsız olduğum kısım burasıdır. Hayatta çok günah işledim, işliyorum ama belki tek günahsız olduğum yer burasıdır. Benim ibadetim gazeteciliktir diye düşünüyorum.

TÜRKİYEYİ KARANLIĞA ÇEKMEK İSTEYENLERLE AYDINLIĞA TAŞIMAK İSTEYENLER ARASINDA AKILALMAZ BİR MÜCADELE SÜRÜYOR

Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğu haberini günümüzde yapsaydın bu kadar gürültü kopar mıydı? Demokrasi anlamımda bir yol kat ettiğimize inanıyor musun

Tabii çok yol kat edildi, bugünlerde o kadar gürültü kopmazdı. Yine gürültü kopardı çünkü o mihraklar hala canlı ve belki de tekrar saltanatlarının devr-i daim edeceği bir günü de bekliyorlar, bir kısmı pusularına yatmışlar. Şu anda henüz hiç şey olmuş bitmiş değil. Ülke toz duman içinde. Liseden beri gazetecilik yapıyorum, 30 yıllık gazeteciyim. Liseden beri o kadar çok şey ile karşılaştım ki. Bu 30 yılın tarihine dokundum, yakından tanık oldum. Yaptım, eylemcisi oldum, gazeteci olarak her şeyine katıldım. Dolayısıyla bu tarihin dokunmadığım noktası yok. Bir kısmını gördüm yapamadım, engellendim. Ama hepsini yapalım diye dosyalar halinde getirdim.

Bu 30 yıllık süreci değerlendirebilir misin? Yani gazetecilik mesleği iyi bir yere doğru mu gidiyor?

Veli Küçük’ün içeri alındığı gün ben o gece oturup ağladım. “Evet, her şey değişiyor” dedim.

Değişmeye başladı. O içeride bir gün bile kalsa yeterliydi. Çünkü bunlar kendilerini haşa Allah gibi görüyordu. Her şeyi yönlendiriyorlardı, bütün cinayetleri biliyorlardı, bütün bu cinayetlere iştirak etmişlerdi.

Bunlar tek tek Ergenekon Davası’nda açığa çıkacak.

kullan

Şimdi bence çok iyi bir kuşak geliyor. “Bizim zamanımızda böyleydi, bizim zamanımızdaki gençlik şöyleydi” gibi laflar palavradır. Tarih boyunca bütün yaşlılar şikayet etmişlerdir. Öyle bir şey yoktur. Nazım Hikmet diyor ya; “Ben babamdan, oğlum benden ileri.” Hakikaten de böyle bir dönem yaşıyoruz. Bazen tarihte durgunluk dönemleri yaşanır. Tarih böyle zikzaklar çizer, bazen hafif gerilemeler olur. Ama tarih kendi seyrinde yavaş yavaş ilerler, tarihin de böyle bir yazgısı vardır. Dolayısıyla benim gazeteciliğe ilk başladığım zamanla şu zaman arasında çok önemli farklar görüyorum. Çok cesur, çok vicdanlı gazetecilerin olduğunu görüyorum. Yani sayıları hala az ama artık her şeyi doğrudan seyrediyorlar. Köşelerinde; “Öldürmek istiyorsanız gelin beni öldürün, ölümden korkmuyorum” diyen gazeteciler var. Bizim içimizden seslendirdiklerimizi sözleriyle haykıranlar var. İki çizgi mücadelesi veriliyor, bu çok önemli. Şimdi Türkiye’yi karanlığa çekmek isteyenler ile aydınlığa, yarınlara taşımak isteyen arasında akılamaz bir mücadele sürüyor. Ve ben gidişatı çok iyi buluyorum. Ben zaten genellikle iyimserim çünkü iyimserliğin de bir politik duruş olduğuna inanıyorum. Kötümser olmamızı istiyorlar. Kötümser olduğumuz zaman elden, ayaktan kesiliriz. Kötümser olduğumuz zaman kendimize bir başka yol çizeriz, dururuz, kalırız…

Ya da hep düşman belirleriz…

“Değişmez” deriz. “Değişmez” der isek ölürüz, sırtımızda kendi cesetlerimizi taşırız. Bu düzenin bize yönelttiği ölümden bile kötü olan en büyük tehdit kötümserliktir. Ben iyimserim.

VELİ KÜÇÜK'ÜN İÇERİ ALINDIĞI GÜN, OTURUP AĞLADIM. ”EVET HERŞEY DEĞİŞİYOR” DEDİM

Sence Ergenekon Davası neticelenecek mi? Suçlular cezasını çekecek mi? Bu konuda da iyimser misin?

Tabii ki ümit veriyor, neticelenecek. Bakın şimdi bunlar bir kısım anlı şanlı generaller. İsim vermeyeceğim ama bizi doğrudan ölümle tehdit eden generaller. Ülkenin muktedirleri yani emekli olup da holdinglere kapağı atan generaller. Türkiye’nin en büyük, en önemli, otomotiv endüstrisinin başına, OYAK’ın başına geçen generaller… Veli Küçük başta olmak üzere Emekli olmayıp da darbe yapanlar, muvazzafken bir sürü cinayetlere sebep olanlar…

Veli Küçük’ün içeri alındığı gün ben o gece oturup ağladım. “Evet, her şey değişiyor” dedim. Değişmeye başladı. O içeride bir gün bile kalsa yeterliydi. Çünkü bunlar kendilerini haşa Allah gibi görüyordu. Her şeyi yönlendiriyorlardı, bütün cinayetleri biliyorlardı, bütün bu cinayetlere iştirak etmişlerdi. Bunlar tek tek Ergenekon Davası’nda açığa çıkacak. Dolayısıyla hiçbir şey olmasa bile onların içeriye alınmış olmaları, bir gün bile tutulmuş olmaları, Türkiye için büyük bir Milat’tır, büyük bir devrimdir. Herkes Ak Parti, Ak Parti diyor ama bunun da doğrudan Ak Parti ile ilişkisi yok. Çünkü Türkiye Ak Parti ile birlikte bir dönüşüm süreci yaşıyor. Yeni bir jenerasyon geliyor. 1908’den, beri süren İttihat ve Terakki çağı bitmeyecek mi? Osmanlı’dan beri süren İttihat ve Terakki çağına 100 yıl sonra son veriliyor. Bu ülke 100 yıl bekledi. Teşkilat-ı Mahsusalar’dan başlayarak, Başbakanların Babıali’de öldürülmesine kadar, başbakanların ipte sallandırılmasına kadar bir çok şey oldu. Deniz Gezmişlerin, ötekilerin, berilerin vurulmasına kadar… Bu çağ bitecek, kapanacak. Yeni bir perde açılacak.

BUGÜN ORDU EVLERİ AÇILIP GENERALLERİ TESLİM EDİLEBİLİYORSA, BU SİVİL DEMOKRASİYE İNANAN VİCDANLI ASKERLER SAYESİNDE OLUYOR

Peki Ergenekon Davası’nın TSK’ya karşı güven kaybına neden oldu mu?

TSK’nın içinde de yeni bir jenerasyon yetişiyor. Ve silahlı olmalarına rağmen, bu insanların bir kısmı demokrasinin oturmasını istiyor. Çok ciddi bir kesim. Eğer bugün lojmanlar, ordu evleri açılıp bu generaller teslim edilebiliyorsa, bu sivil demokrasiye inanan, vicdanlı askerler sayesinde oluyor. Zannetmeyin ki sadece siviller sayesinde oluyor. Evet bunlar bitmelidir, içimizdeki kanserli hücrelerdir diye düşünen çok sayıda general, subay var. Aynı zamanda biliyorsunuz ki darbeciler de var. Bu iki çizgi arasındaki mücadele basında da sürüyor, yargıda da sürüyor… Ben eminim Ergenekon Savcıları her gün binlerce ölüm tehdidi alıyorlardır. Ergenekon hakimlerinin hepsi aslanlar gibi cesur adamlar. Kapıları açıp generalleri onlara teslim eden askeri savcılar içeriden kim bilir nasıl tehditler alıyorlar. Aslanlar gibi de demokrasiye, hukuka, adalete inanıyorlar.

DENİZ BAYKAL SOSYAL DEMOKRAT BİR TABANIN ÜZERİNE OTURMUŞ NEO-FAŞİST BİR ADAM

 "Deniz Baykal; “ O zaman Genelkurmay Başkanını niye görevden almıyorsun” diyor. Gaz verecek. Hani Başbakan diyor ya; “Gaz veriyorlar.” Sadece gazeteciler gaz vermiyor, öteki de kendince gaz veriyor.

Gaz verecek ki Genelkurmay Başkanını görevden alsın. Başbakan da bizim gibi. Ben Balat’ta yetiştim, O da Kasımpaşa’da yetişti. Böyle şeylere de meyilli bir insan. “Yaparım” diyecek zannediyor.

Çok ucuz mücadele biçimleri bunlar. Çok ucuz ve bence korkunç günahkar şeyler. O zaman çatışma çıkacak. Bakıyor ki çatışma çıkmıyor yerinde zıplayıp duruyor."

kullan

Türkiye’de kurumlar arasında bir savaş olduğunu söyleyebilir miyiz?

Başta Deniz Baykal olmak üzere kurumlar arası savaş çıkarmak isteyenler var. Bulanık suda balık avlamak, kaos yaratmak isteyenler var. Türkiye için bugüne kadar bir tane yeni proje sunmamış. Ya sözün yoksa politikacı olamazsın.  Mevlana diyor ya; “Her doğan gün yeni bir gündür, yeni bir şeyler söylemek lazım.” Bunlar bugüne kadar hiç yeni bir şeyler söylediler mi? Hiç yeni bir şey olsun diye hareket ettiler mi? Onun için eski düzen diktatörlerle, oligarklarla birlikte eski düzen sürsün. Oligarklardan bir tanesi de bunlardır. Ben politikacı değilim ama görüyorum bunu analiz yapmak adına söylüyorum. Deniz Baykal; “ O zaman Genelkurmay Başkanını niye görevden almıyorsun” diyor. Gaz verecek. Hani Başbakan diyor ya; “Gaz veriyorlar.” Sadece gazeteciler gaz vermiyor, öteki de kendince gaz veriyor. Gaz verecek ki Genelkurmay Başkanını görevden alsın. Başbakan da bizim gibi. Ben Balat’ta yetiştim, O da Kasımpaşa’da yetişti. Böyle şeylere de meyilli bir insan. “Yaparım” diyecek zannediyor. Çok ucuz mücadele biçimleri bunlar. Çok ucuz ve bence korkunç günahkar şeyler. O zaman çatışma çıkacak. Bakıyor ki çatışma çıkmıyor yerinde zıplayıp duruyor. MHP de bunu yapıyor. Şimdi ikisi birlikte yarışıyorlar. Bir de MHP’nin ne olduğu, durduğu yer belli. Ben Devlet Bahçeli’ye daha çok saygı duyuyorum. Çünkü Deniz Baykal “sosyal demokrat bir partinin başkanı”. Hayır, Deniz Baykal sosyal demokrat bir tabanın üzerine oturmuş neo-faşist bir adam. Hiçbir iyileştirme olsun istemiyorlar. Azınlık Vakıfları için Yasa çıkartılıyor Anayasa Mahkemesine yolluyor, başka bir şey oluyor Anayasa Mahkemesi’ne. Şimdi Alevi meselesinde çıkıp konuşuyorlar. Ben bunların seçim bildirgelerine baktım tek cümle var. O da “Aleviler isterler ise Diyanet İşlerinden cem evlerine yardım edilecektir”. Bu kadar. Şimdi Alevi meselesinde hükümete yükleniyorlar. Ayrıca bu düzeni Sünni, beyaz ve Türk olarak kuran parti hangi partiydi?

Cumhuriyet Halk Partisi…

Aleviler Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale Savaşı’nda can siperane savaştılar. Bu “laik ülke” kurulurken binlerce evlatlarını verdiler. Laiklik bir safsatadan ibarettir. Bu ülke laik olsaydı ülkenin beşte birini ya da dörtte birini, Alevileri  temsil dışı bırakmazdı. Onları 80 yıl boyunca dağ başlarında yaşamaya mahkum etmezdi. Yani Cumhuriyeti kurmak için can siperane ayağa kalkmış bir milleti, bir inancı görmezden gelmezdi. Sanki Ak Parti’nin bir şeyiymiş gibi yırtınıyorlar. Böyle bir komedi var mı?

AZINLIKLAR POLİTİKASI BİR ÜLKENİN TURNUSOL KAĞIDIDIR

Azınlıklara karşı olan ilginin, onlara ilişkin yaptığın özel haberlerin bir nedeni var mı?

Çünkü azınlıklar politikası bir ülkenin turnusol kağıdıdır. Bir ülkenim demokratik, çok kültürlü ve çok sesli olup olmadığını anlayabilmemiz için önce azınlıklara bakmamız lazım. Yani azınlıklar politikası sakat olan bir ülke faşizm genlerini taşıyan bir ülkedir. Burada demokrasiden ve Cumhuriyetten söz edemeyiz. Dolayısıyla azınlıklar meselesi ülkenin en can alıcı meselesidir. Çünkü az oldukları için onlara her şeyi yaparlar. Benim hassasiyetim sadece azınlıklar meselesi üzerine değil. Kadın hakları ve hukuku üzerine, hayvan hakları, engelli hakları  üzerine, kız çocuklarına yönelik bütün suçlar hakkında, korucu tecavüzleri hakkında çok sayıda yazı yazmışımdır, onları takip etmişimdir. Toplu tecavüzleri takip edip yazmışımdır, bir çok şeyi yazmışımdır. Azınlık hakları ve kadın hakları konusunda sakat olan bir ülke demokratik bir cumhuriyet değildir. Bunlarla yüzleşmeyen, bunların hak ve hukuklarını eşitlemeyen bir ülke hoş görülüyorsa kim kime hoşgörü gösterecek? Rumlar 2 bin 400 kişi de kalsalar en eski İstanbullular. Bizim esamemiz okunmadan önce onlar burada yaşıyorlardı. Kim kime hoşgörü gösterecek? Onlar bize hoşgörü göstersinler. Hoşgörü değil eşit vatandaşlar. Çünkü hoşgörü çocuğa gösterilir. Hani yaramazdır falan. Hoşgörü gösterme ideolojisine de, söylemeye de karşıyım.

İSTANBULU SEVMEZSE GÖNÜL AŞKI NE ANLAR 

Senin bir de yazarlık yönün var. Üç tane kitabın var.Bu dördüncü kitabın. Ülkeyi çok seven bir gazeteci olduğunu biliyorum. Bunu yanında senin bir  de İstanbul sevdalılığın var. Son kitabından biraz bahsetmek istiyorum. “Yeraltındaki İstanbul” bu sevdanın bir devamı mı?

Evet devamı. “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar” diyor ya şair. Çok da güzel bir şarkıdır. İstanbul bizim medeniyetimizin, uygarlığımızın sembolü. Bizi bugüne taşıyan, oluşturduğumuz uygarlığın beşiği burası. Biz bu topraklara 1071’de geldik. Orada çocuktuk, Bursa’da emekledik, Edirne’de biraz büyüdük ama İstanbul’da geliştik, adam olduk. Uygarlığımızı İstanbul’da kurduk. İstanbul bizim her şeyimiz.

8 BİN YIL İNSANLARIN KESİNTİSİZ YAŞADIĞI,UYGARLIKLAR KURUP UYGARLIKLAR YIKTIĞI BİR ŞEHİRDİR İSTANBUL

Yeraltındaki İstanbulYeraltındaki İstanbul”da neyi anlatıyorsun?

Şimdi İstanbul’un toprağının üzerindekileri bugüne kadar çok anlatan yazarlar, tarihçiler oldu. İşte Murat Belge çok güzel bir rehber yazdı, bir anlamda İstanbul’un popüler tarihini yazdı. O İstanbul’u insanlara sevdirmek için çok önemli bir çıkıştı. Tabii İlber Ortaylı da, diğer yazarlar da öyle. Bu konuda çok şey yazıldı fakat İstanbul’un toprağının altındakiler hep inkar edildi. Şimdi bu bir resmi tarih anlayışı, resmi ideoloji anlayışı. Resmi tarih anlayışı sanki İstanbul’da 1453’ten önce hiçbir şey yokmuş gibi davranır. 1453’ten önce 7 tepede benzer şekilde 7 ayrı mücevher vardı. Yeni Kapı kazılarıyla birlikte ortaya çıktı ki İstanbul’un geçmişi 8 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Ben de daha önce İstanbul’un 2 bin 700 yıl önce kurulduğunu yazıyordum. Bizden önce de bir tarih olduğunu ısrarla vurguluyordum. Yeni Kapı kazılarında İstanbul’da ilk yerleşim medeniyetinin 8 bin yıl önce kurulduğu ortaya çıktı. Demek ki 8 bin yıllık bir şehrin üzerindeyiz. Bakın Paris 900 yıllıktır. Geçenlerde Berlin’e gittim, Berlin’in 700 yıllık olduğunu öğrendim. Londra’ya gidiyorsunuz ha keza öyle. 8 bin yıllık şehirler yok mu? Var. Ama onların hepsi ören yerine dönüşmüş. 8 bin yıl insanların kesintisiz yaşadığı, uygarlıklar kurup uygarlıklar yıktığı bir şehirdir İstanbul. Dolayısıyla ben İstanbul’da bu uygarlıkları kurmuş insanlara da bir vefa borcu olarak, İstanbul’un toprağının altında kalmış olan dehlizleri, su yollarını, mezarlıkları, zindanları, bir zamanlar gladyatörlerin at koşturduğu hipodromları, kiliseleri, şapalleri falan, yaklaşık 120 noktayı anlatan bir el kitabı gibi bir şey yapayım istedim. Bu kitap için 3 yıl çalıştım, biraz titiz davrandım. Neticede bu bir tarih kitabı değil, bir el kitabı. Bakın İstanbul’un altında da böyle şeyler var, İstanbul’un altı Roma’nın altından 8 kat daha büyük. Roma Belediyesi 1967’de Roma’nın altındaki şeyleri ortaya çıkardı. Biz hala İstanbul’un altındaki şeyleri, kıymetleri çıkaramadık. İşte şimdi Animas Zindanları restore ediliyor. Zeyrek’te çok önemli bir araştırma yapılıyor, Zeyrek Sarnıcı açığa çıkartılıyor.

Sence  ilginç değil mi bunların  bu dönemde yapılması?

Çünkü daha öncekiler Bizans tamamen yok olup gitsin diye düşünüyordu. Bakın İstanbul Üniversitesi bir Bizans yapısının üzerine kurulmuştur. İstanbul Üniversitesi’ndeki Arkeoloji bölümü yıllarca İstanbul arkeolojisi yapmamıştır. Çünkü Resmi Tarihe göre İstanbul arkeolojisi cızdır. Bizden önce kimse yoktu, onlar yok olup gitsin ve en son taş kalana kadar hepsi toprak altına gömülsün istediler. Yani Resmi Tarih anlayışı buydu. Gittiler Frigleri, Hititleri, Sümerleri araştırdılar. Burada bilim adamları araştırma yaptılar fakat hiçbiri elini İstanbul’un altına sokmadı. Sema Sandalcı de başta olmak üzere bunu birkaç kişi yaptı. İlk ve tek çalışma. Bundan önce çok önemli bir arkeoloji çalışması var. Alman Arkeoloji Enstitü’sünün Başkanı Prof. Wolfgang Müller çok önemli bir adam. O da bir İstanbul sevdalısıydı zaten en son İstanbul Limanları Kitabının önsözünü yazarken vefat etti. Onu ve tabii Sema Sandalcı da saygı ile analım. Sema Sandalcı parça parça yaptı. Ben o parçaları birleştirip bir bütün oluşturdum. Bunun içerisine biraz hikayeleri, efsaneleri de katarak İstanbul’un üstü kadar altının da sevilmesi, İstanbul’daki Osmanlı medeniyetinin sevildiği kadar, Osmanlı öncesindeki 6 bin yılın da sevilmesi için böyle bir şey yaptım. İstanbul’a vefa borcumu ödemek istedim ama ne yapsak zaten İstanbul’a vefa borcumuzu ödeyemeyiz. Daha güzel şeyleri yazmayı düşünüyorum. Eksileriyle, artılarıyla bu bir başlangıç…

Yeraltındaki İstanbul bitmedi diyorsun, devamı  olacak mı?…

Tabii, tabii.

(Haber 7)

Röportajın birinci bölümünü okumak için bu linki kullanabilirsiniz: Rahşan Ecevit oyunun bir parçası

YORUMLAR 4
  • yüksel demiray 14 yıl önce Şikayet Et
    Yarınları böyle genç nesiller kuracak. Siz bakmayın yaşı 70 i geçmiş,aslında ölümden başka bir şey aklına gelmeyen beraberinde bütün herkesi de yanına almak ister gibi davranan yaşlı ekabirlere. Onlar devrini tamamladı gençlikten nefret ediyorlar kendileriyle beraber herşeyin yok olmasına uğraş veriyorlar, kendi ümitleri bitmiş ülkeyi de ümitsizliğe sürüklmek istiyorlar. Onları dinlemeyin artık. duayen filan geç bunları. gençlik ümittir ışıktır yaşamdır. Onları görünce gelecekten endişem kalmıyor. Her meslekte artık yeni nesil sesini duyuruyor.
    Cevapla
  • demir 14 yıl önce Şikayet Et
    arkadaşlar editör yorum yazıyor ne yorumcu kalmadımı?. bakın yakalandı ne kadar ziyaretci yorumu varsa hepsi editör onua göre gaza gelmeyin
    Cevapla
  • Tuvad Nıdya 14 yıl önce Şikayet Et
    BU ÜLKEDE. bu ülkede ne kadar din diyanet düşmanı varsa ulusalcı,ergenekoncu,kartel medyacı,boyalı basıncı,cuntacı,postal yalayıcı,putçu,itçi olması tesadüfmü???????Bu din iman düşmanları ABD,AB,İsrail karşıtı da bir biz müslümanlarmı amerikancı olduk? ALLAH akıl fikir versin ..hadi CHPlileri, kemalistleri anladık bizi sevmezler ,size ne oluyor,ırkçılığınızdan şeşi beş görüyorsunuz herhalde...
    Cevapla
  • Furkan Hazan 14 yıl önce Şikayet Et
    Rahşan Ecevit. Bu kadını hep ilgimi çekti. Hiç bir özelliği olmayan bir insan nasıl olur da hala parti kurar siyasete soyunur siyasi demeçler verir merak ediyordum. Demek ki arkasında destekleri varmış. Ergenekon destek veriyormuş demek ki kendisine. İlginç bir durum. Bir de bu kadın misyonerlerle ilgili laflar etmiş, dinimiz elden gidiyor gibi şeyler söylemişti. Sonra malatya katliamı olmuştu. Merak etmiştim ben de bu kadın neden dinimizi dert ediniyor diye. Demek ki başka hesaplar varmış.
    Cevapla
DİĞER HABERLER
ABD'de neler oluyor? Columbia Üniversitesinde Arap rektör detayı!
TCMB'nin faiz indirim kararı için tarih verildi