Hıristiyan'a Müslüman diye işkence!

Hıristiyan bir Arap, "ben Allah'a bile inanmam" diye haykırdığı halde zindanlarda tam 13 yıl İhvan-ı Müslimin üyesi sanılarak işkence gördü. Ama talihsizliği bununla sınırlı değildi, Müslümanlar da ona farklı gözle bakıyorlardı.

Hıristiyan'a Müslüman diye işkence!
Hıristiyan'a Müslüman diye işkence!
GİRİŞ 02.10.2009 17:06 GÜNCELLEME 02.10.2009 17:06
Bu Habere 5 Yorum Yapılmış

Bütün ailesi Fransa'ya göç etmiş olan Suzan, muhabbet duyduğu Suriyeli Katolik Hristiyan Arap gencine Suriye'ye dönmemesi için yalvarır ve Paris'te kalıp kendisi ile yaşamasını ister.

"Suzan, ben vatanımı seviyorum. Şehrimi seviyorum. Bu boş ve anlamsız bir romantiklik değil. Aksine bilinçli ve köklü bir his. Mahallemizdeki eski evlerin duvarlarına kazılmış yazılar hâlâ hafızamda. Onlmarı özlüyorum" der ve genç kızın dudaklarına son bir öpüpücük kondurarak Orly havaalanınıdan vatanına doğru umut uçuşuna başlar.

Ancak sinema yönetmenliği bölümünden mezun olan ve hayalerini ünlü bir yönetmen olmak süsleyen talihsiz arap gencinin yolculuğu umduğu ve özlediği mutluluk diyarına değil kelimenin tam anlamıyla cehenneme uçuştur.

BU DA SURİYE'NİN 'PARDON'U

Mana Yayınlarından neşredilen Salyangoz, Bir Casusun Günlüğü adlı hatıralar,  Suriyeli yazar Mustafa Halife'nin anılarından oluşuyor. Yaşananlar,  Türkiye'de "Pardon" ya da "Bayrampaşa ben fazla kalmayacağım" adlı filme konu olan yanlış ve haksız yere hapise girme hikayesini anımsatıyor.  Yani bir anlamda bu Suriye'nin Pardon'u diyebiliriz. Ama  işkence ve dehşet boyutu öylesine farklı ki bizim 'pardonlar' bile yanında oldukça masum kalıyor.

Ünvirsite eğitimi için gittiği Fransa’dan altı yıl sonra döndüğü ülkesinin havaalanında Müslüman Kardeşler Örgütüne üye olmak suçlamasıyla tutuklanan Hristiyan  Arap vatandaşının trajedisi içler acısı. 

Gariban Hıristiyan Arap, Müslüman olduğu zannıyla gariban müslüman mahkumlarla birlikte tam 13 yıl işkencelere maruz kalııyor.  

Kahramanımız, dini ve siyasi konumunu açıklamak için kendini parçalasa da, tüm girişimlerine rağmen Müslüman olmadığını ve İhvan-ı Müslim üyesi olmadığını kimseye kabul ettiremiyor.  İşin kötüsü o bir yandan müslüman olduğu zannıyla yönetimin gazabına uğrayıp işkence görürken, bir yandan da birlikte hapsedildiği Müslüman mahkumların ona casus muamelesi yapması nedeniyle çif taraflı baskı içinde kalır.

Bir taraftan gardiyanların işkenceleri, diğer taraftan birlikte aynı koğuşa atıldığı İslami cemaatlere mensup mahkûmların baskıları sonucu derin bir sessizliğe gömülür.

Yazar, günlüklerini kaleme alırken kendisine sormadan edemiyor. "Ben 13 yıl önceki benle aynı kişi miyim?" Cevabı da oldukça ilginç. "Evet, aynı kişiyim. Ve hayır, aynı kişi değilim. Kısmen evet ama büyük ölçüde hayır".

İşkenceler o kadar erken başlar ve şiddetli olarak sürer ki yazarımız hemen teslim bayrağını indirir ve "Efendim, ne istiyorsanız anlatayım ama önce bana ne anlatmamı istediğinizi söyleyin"...

Herkese yaptıkları gibi beni de araştırsalardı elbette biri kim olduğumu ve suçumun ne olduğunu anlardı. Ama her gün Müslüman Kardeşler’den yüzlercesinin getirildiği istihbarata yine onlardan bir grubun getirildiği bir zamanda getirilmem, onların arasına karıştırılmam, subayların ve memurların günde yirmi dört saat çalışmaları, bu derece büyük bir grupta kaos yaşanması vs. bütün bunlar arasından sıyrılmam ve bu karmaşayı açıklayabilmem imkansızdı. Üstüne üstlük ismim de Müslüman olmadığım çağrışımı vermiyordu.”  diyen yazar kitabında işkencecilere derdini anlatmak için nasıl çabaladığını ama bir sonuç alamadığını belirtiyor:

Tüm bunlara rağmen bağırdım: "Ama ben bir Hıristiyan'ım... Ben bir Hıristiyan'ım!. Ben inkarcı bir adamım. Ben Allah'a bile inanmam"

Kendisini kurtarmak için haykırdığı gerçek bir işe yaramadığı gibi başına yeni belalar örülmesini sağlayacaktır...

İŞKENCE'NİN HADDİ HESABI YOK!

Bir gün hücresinin duvarında başı hizasına gelen bir deliği keşfeder ve bu delikten idamların ve işkencelerin uygulandığı hapishane meydanını battaniyesi altına saklanarak gizli gizli gözlemeye başlar. Mahkûmları çöküntüye uğratan işkencelerin tasvirleri kitaba sürükleyici bir üslup kazandırırken olayların çeşitliliği her bölümde sürpriz sonuçlarla karşılaştırıyor okuyucuyu. Mesela bu hapishanede uyuz olmak bile ölmek için yeterli bir sebeptir. Yine gardiyanların fare yakalaması, yakaladıkları fareyi mahkûma yedirme fırsatı bulmaları açısından oldukça sevinç verici bir olaydır. Bir baba üç oğlunun aynı anda idam edilişine şahit olabilir. Tüm bu örnekler kitapta tasvir edilen cehennemin sadece ayrıntılarıdır.

Yazar tutuklu kaldığı süre boyunca hem kendisine hem de aynı koğuşta kaldığı diğer mahkûmlara yapılan insanlık dışı muameleyi, tek bir kağıt ya da kalem bulunmayan hapishanede bir bir zihnine kaydediyor. Kurtuluşunun ardında da kendi deyimiyle ifade etmeye cesaret edebildiklerini kâğıda döküyor.

“Bünyesinde en çok üniversite mezunu barındıran bu hapishanenin mahkûmları  -bazısı burada yirmi yıldan fazla kalmalarına rağmen- hiçbir kâğıt ya da kalem görmemiştir. Zihinsel yazı Müslümanların geliştirdiği bir yazı yöntemidir. Hatta mahkûmlardan biri on binden fazla kişinin ismini aklında tutmaktaydı. Sahra hapishanesine düşen mahkûmların isimleri, ailelerinin, şehirlerinin, köylerinin isimleri. Tutuklanış tarihleri, haklarında verilen hükümler ve sonları…”

Yazarı hapishane hayatına dair naklettiği ayrıntılardan bir diğeri de koğuşlar arasında Mors Alfabesi yoluyla sağlanan iletişimdir. Yine şehitlerin isimlerini ve ölüm tarihlerini ezberleyen hafızlar ve bunlar gibi kahramanın serbest kalıp ikinci bir cehenneme nakledişine kadar şahit olduğu nice olaylar.

Aslında bu kitap bir nevi yazarın biyografisi. Ama sadece hapishane yılları ile sınırlı. Nitekim yazar da uzun yıllar kaldığı hapishaneden çıktıktan sonra hayatına anlam verecek hiçbir isteği kalmamıştır. Eğer o da hapishaneden çıktıktan sonra arkadaşının yaptığı  gibi intihar edebilseydi tereddütsüz intihar ederdi. Ama yazmak onu – mecazi bir intiharın ardından – hayata bağlamıştır. Ama hapishanedeyken içinde yaşadığı kabuğunu dışarıdayken de hiçbir şey izleme isteği olmaksızın hep yanında taşımıştır.

Hülya Afacan'ın Türkçeleştirdiği ve Mana Yayınlarının eserleri arasında neşredilen kitap, zulmün, imanın, inancın, direnişin ve adalet ile adaletsizliğin ne olduğunu bütün çıplaklığı ile okuru ürperterek anlatıyor. Yayınevi hakkında detaylı bilgiyi www.ilimyurdu.com adresinden edinebilirsiniz. Eserle ilgili teknik bilgiler ve internet üzerinden sipariş şartlarını görmek içinse bu linki kullanabilirsiniz..

(Haber 7)

 

YORUMLAR 5
  • e.yörükoğlu 14 yıl önce Şikayet Et
    MEŞRUİYET. Birileri b haberi yalan yanlış, müslüman mahallesine, zevkle servis ediyor. Maksat; Hristiyanı temiz göstererek, Müslümanların gördüğü işkence üzerinde kamu meşruiyeti sağlama..Sanki bu normalmiş gibi. Sevis alıcılar ise, görüldüğü gibi, sorgulamadan bu tür haberleri yayınlıyorlar. Bu Zümrüdü Anka mı küllerinden doğacak? Bu kuş ölmüş be..E bebegim e e e.
    Cevapla
  • mustafa beşer 14 yıl önce Şikayet Et
    Saçmalıklarda yok değil hani. Bir insan hem hristiyan olup hem nasıl allaha inanmıyorum der anlayamadım sanırım bu haberi yazan sayın yazardan kaynaklanıyor olsa gerek !!!
    Cevapla
  • ibrahim çalık 14 yıl önce Şikayet Et
    ABD ye gerek yok,. şarklılar kendi içinde halleder müslümanları,haberi okuyunca böyle bir düşünce beliriyor insanın zihninde.
    Cevapla
  • onur ata 14 yıl önce Şikayet Et
    haber7.com a bi haller oldu. magazine çok merak saldı şu aralar yazı içinde siteye yakışmayacak sözler var.... vede burda neyin reklamı içindeler bilmem farkındalar mı ?...
    Cevapla
  • deniz kara 14 yıl önce Şikayet Et
    sen diyarbakir ceza evini gordun mu!. sayin yazarin durumuna uzuldum,ama burda diyarbakir ceza evinde kalmis olsaydi yazacagi daha fazla sey olurdu.gecmis olsun. Allah insanlari zalimlerin eline dusurmesin.
    Cevapla
DİĞER HABERLER
MÜSİAD Başkanı Asmalı'dan İsrail iddialarına sert tepki: 'Manipülasyon yapılıyor'
KAAN için yeni aşama! Teslim tarihi öne çekildi