En ünlü polisten Türk Polisi'ne anlamlı mesaj
Serpico filminde Al Pacino’nun canlandırdığı Frank Serpico efsanesi bir gerçek. Ve dünyanın en ünlü polisi olan Serpico'nun Türk polislerine çok anlamlı bir mesajı var.

1970’lerde New York Emniyet Müdürlüğü’nde hayatı pahasına verdiği dürüstlük mücadelesiyle çağdaş Amerikan toplumunun en saygın kişiliklerinden birine dönüşen ve ibretlerle dolu hayat hikayesi Al Pacino’nun başrolünü oynadığı unutulmaz bir filme konu olan ünlü dedektif, yıllar sonra ilk kez bir basın mensubunun görüşme teklifini kabul ederek Yeni Şafak’a konuştu.
Yeni Şafak gazetesinin haberci-yazarı Ali Murat Güven, “çağımızın en ünlü polisi” olarak kabul edilen Frank Serpico’ya ulaşarak, son yılların en ilginç röportajlarından birine imza attı. Frank Serpico, Ali Murat Güven tarafından beş bölümlük bir diziye dönüştürülen ve geçtiğimiz pazartesiden bu yana Yeni Şafak’ta yayınlanmaya başlanan röportajında, New York Emniyet Müdürlüğü’nde tanık olduğu rüşvet ve yolsuzluk olaylarını, yanısıra da suçlularla işbirliği yapan polislere ilişkin hatıralarını son derece samimi bir üslupla aktarıyor.
Gerçekte her topluma ve her döneme rahatlıkla denk düşebilen nitelikte ayrıntılar içeren bu hatıraların, doğrudan doğruya ülkemizle ilişkili bazı bölümleri de var. Serpico, dizide hatıralarını aktarmasının yanısıra, polisin örgütlenme yapısı konusunda uzman bir eğitimci olarak, güvenlik güçleri ile suçlular arasında kurulan yasadışı ilişkilerin psikolojik ve sosyo-ekonomik nedenlerini de müthiş bir doğrulukla tahlil ediyor.
'Polis yozlaşırsa, bütün toplum yozlaşır'
Frank Serpico, polisin yozlaşması gereken en son kişi olduğun savunuyor. Kendisinin yıllarca dışlandığını ama dürüstlüğünden taviz vermediğini belirten Serpico, 'Rüşvet sorunu sadece Türkiye'de ve ABD'de değil, bütün dünyada hüküm sürüyor. Çünkü onuruyla çalışan, bu yolda hayatını ortaya koyan bir adam ya da kadın, hele de onun için en büyük baskı unsurunu oluşturan bir aileye sahipse, buna karşılık yaptığının gerçek karşılığını almadığını düşünüyorsa, o durumda aradaki farkı birşeylerden tazmin etmenin yollarını araştırmaya başlayacaktır. Dünyadaki bütün polis organizasyonlarında yaşanan budur. Yoksa, hiç kimse bu dünyaya onursuz olarak gelmez. ' diyerek adaletin son kalesinin polis teşkilatı olduğuna dikkat çekiyor.
Hayatı boyunca tek kuruş rüşvet yemedi
Frank Serpico, ülkemizde çok yakından tanınmayan bir kişilik. Ancak, kendisi özellikle ülkesi ABD’de son kırk yılın en önde gelen halk kahramanlarından birine dönüşmüş durumda…
1959 yılında New York Emniyet Müdürlüğü’nde bir çömez olarak göreve başlayan bu “oyun bozan” polis memuru, zaman geçtikçe meslektaşlarının içinde yer aldığı kokuşmuş düzenden büyük rahatsızlık duymaya başlamış ve rüşvet almayı kesin olarak reddederek teşkilatta “istenmeyen adam”a dönüşmüştü.
Öyle ki, sırf mesai arkadaşlarıyla birbirine girmemek için, mecburen almak zorunda kaldığı bazı rüşvet zarflarını da bir bankada kiraladığı kasanın içinde biriktirecek ve kasaya, “Bunlar bana istemediğim halde zorla verilen rüşvetlerdir ve hepsi devletin malıdır. Öldüğüm zaman, bağışa ihtiyaç duyan herhangi bir yardım kurumuna gönderilsin” şeklinde bir de yazı bırakacaktı.
On yıl boyunca polis teşkilatındaki çürümeyi üstlerine izah edebilmek için çırpınan ve bunun önüne geçilmesini sağlayabilmek için çalmadık kapı bırakmayan Serpico, sonunda mevcut idarî yapıdan bütünüyle ümidi keserek, 1970 yılında, o güne kadar meslekte yaşadığı bütün çirkin olayları New York Times gazetesine anlattı. Gazetenin, Serpico’nun anlattıkları doğrultusunda yayınlamaya başladığı röportaj dizisi Amerikan adli makamlarında tam bir şok etkisi yaptı. Olayın New York sınırlarını aşarak ülke çapında yankı bulmasıyla birlikte poliste rüşvet ve yolsuzluk olaylarını incelemek üzere “Knapp Komisyonu” adıyla bir soruşturma heyeti kuruldu. Günlerce süren oturumlarda bildiklerini bu komisyona tek tek anlatan Serpico, basın mensuplarının önünde yaptığı tavizsiz açıklamaları nedeniyle, teşkilat içinde hemen herkesin nefret ettiği bir düşmana dönüşecekti. Öyle ki Emniyet Müdürlüğü’nün koridorlarında yürürken ona artık selam bile verilmiyordu. Çevresinde oluşan nefret atmosferi her geçen gün biraz daha çekilmez hâle gelirken, 3 Şubat 1971 günü yaşadığı bir olay, bu genç ve idealist polisin hayatının akışını bütünüyle değiştirdi.
O gün, aralarında Serpico’nun da bulunduğu üç-beş kişilik bir narkotik timi Brooklyn’de bir uyuşturucu devir-teslimini bastı. Çıkan arbedede şüphelilerden biri kapı aralığına sıkıştırdığı Serpico’nün yüzüne 22 kalibrelik bir tabancayla çok yakın bir mesafeden ateş etti. Kanlar içinde yere yıkılan dedektifin çevresindeki hiçbir meslektaşı onu hastaneye kaldırmaya gerek duymadı ve ağır yaralı dedektif uyuşturucu tacirlerinin mekanına dönüşmüş olan o apartmanda saatlerce yerde kaldı. Polisler ve satıcılar ise birkaç dakika içinde ortadan kayboldular. Sonradan, baskının Serpico’yu yok etmeyi amaçlayan polis komplosunun bir parçası olduğu ve “istenmeyen adam”ın meslektaşlarınca oraya bilerek götürüldüğü ortaya çıkacaktı.
Ameliyatını bir Türk cerrahı yaptı
Ölmek üzereyken yaşlı bir İspanyol göçmeni tarafından yakınlardaki Greenpoint Hastanesi’nin acil servisine kaldırılan Serpico’ya buradaki ilk müdahale -son derece ilginç bir tesadüfle- bir Türk hekimi tarafından yapıldı. Sözkonusu kişi, ünlü komedi sanatçımız Nejat Uygur’un son elli yıldır ABD yaşayan beyin cerrahı ağabeyi Dr. Zeki Uygur’du.
Dr. Uygur, televizyonlardaki haber bültenlerinden tanıdığı bu dürüst adam için ameliyat masasında elinden gelen herşeyi yaptı ve onun ölümden dönüşüne vesile oldu. Çekilen röntgen filmlerinde, kurşunun Serpico’nun sol yanağından girdiği, kafatasının içinde ilerleyerek sol kulağının işitme merkezini parçaladığı ve beyninin hemen eşiğinde durduğu görüldü. Dr. Uygur, çok hassas bir yerde bulunan kurşunu oradan çıkarmaya çalıştığı takdirde Serpico’nun yüzünün felç olabileceğini hesap ederek, metal çekirdeği kafatasının içinde bıraktı ve onun yerine yaralıya bir dizi alternatif tedavi uyguladı.
Sonuçta, Serpico altı aylık yoğun bir tedavi sürecinin ardından, normal bir insanı öldürme ihtimali yüzde yüze yakın olan bu saldırıdan yalnızca sol kulağının duyma yetisini kaybetmiş olarak kurtulmayı başardı. Taburcu olduğunda New York Emniyet Müdürlüğü’nün kendisine vermek istediği “üstün hizmet rozet”ini almayı reddeden ünlü dedektif, 1973 yılında polislik mesleğinden istifa ederek İsviçre’ye göç etme kararı aldı. Ülkesinden ayrılırken medya mensuplarına havaalanında yaptığı açıklama ise aslında bütün bu serüveni özetlemeye yetiyordu: “Bu ülkede artık kendimi güvende hissetmiyorum.”
Hayatı, bir ‘polisiye sinema klasiği’ne dönüştü
Serpico, İsviçre’de yaşadığı yıllar boyunca bir yandan tedavisini sürdürdü, diğer yandan da birkaç Avrupa dilini birden öğrenip, etnik müzik ve din üzerine ayrıntılı araştırmalar yaptı. Bu süreçte Kur’an-ı Kerim’i de baştan aşağı okudu ve onu -kendi ifadesiyle- hayatının sonraki bölümlerinde bir başucu kitabı olarak yanından ayırmaz oldu. Bu arada, tedavisini üstlenen Dr. Uygur ile dostluğu da o tarihten günümüze kadar kesintisiz olarak sürdü. Güven’in röportajının sunuş bölümünde, halen New York’ta yaşayan Dr. Zeki Uygur’un da bu olaya ilişkin hatıralarını dizinin ilerleyen bölümlerinde aktaracağı ifade ediliyor.
Amerikan toplumu Serpico olayının şokunu henüz üzerinden atamamışken, ünlü yönetmen Sydney Lumet, kısa süre önce ülkeyi terkeden dedektifi İsviçre’deki bir dağ evinde bularak, ona hayatını filme almak istediğini bildirdi. Senaryonun gerçeklere aynen sadık kalması şartıyla bu isteği kabul eden Serpico, filmde kendisini oynayacak olan ünlü aktör Al Pacino’ya da haftalar boyunca özel eğitim verdi. İlk elden aldığı bu eğitim sayesinde dört dörtlük bir sivil polise dönüşen Pacino, Lumet’in aynı adlı filminde ünlü dedektifi muhteşem bir performansla canlandıracaktı. Toplam 4 önemli ödül kazanan, ayrıca 12 ayrı dalda da ödül adaylıkları bulunan “Serpico” filmi, zaman içinde değerini hiç yitirmeyecek bir polisiye sinema başyapıtı olarak beyazperde tarihine geçti.
O artık bir ‘vatandaşlık hakları savuncusu’
On yılı aşkın bir süre İsviçre’de münzevî bir hayat yaşayan Frank Serpico, bu dönemde kendisini ısrarla arayan Amerikalı sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları ve kendisini saygıyla izleyen kimi idealist polislerin ricalarını kıramayarak, en sonunda -1980’lerde- ülkesine geri döndü.
Halen 69 yaşında olan Serpico, New York şehrinin iki yüz kilometre uzağında, dağların eteklerindeki bir çiftlik evinde yaşıyor ve malüllük aylığıyla geçiniyor. Ülkesinde artık adetâ bir dürüstlük anıtı olarak görülen bu mağrur adam, sık sık vakıflar, üniversiteler ve derneklerce düzenlenen savaş karşıtı konferanslara davet ediliyor ve oralarda etkileyici konuşmalar yapıyor. Ayrıca, ülkesindeki birçok polis akademisi de kendisinden bir eğitimci olarak zaman zaman yardım talep ediyor.
Türk polis kardeşlerime mesajımdır…'
Sevgili Türk polisleri,
Dillerimiz, dinlerimiz, gelenek-göreneklerimiz ve üzerimizdeki üniformaların rengi farklı da olsa, bizler dünyadaki en büyük ailenin üyeleriyiz. Orduların bile varlık nedenleri ve amaçları bazı durumlarda birbirinden farklılık gösterirken, bizim varlık nedenimiz ve amaçlarımız tarih boyunca hep aynı kalmıştır: Emrinde olduğumuz toplumun huzur ve mutluluğunu sağlamak… O yüzden, benim bir Amerikalı olmam, sizlerin duygu ve düşüncelerini anlayamayacağım anlamına gelmiyor. Aksine, sizleri çok iyi anlıyor ve hayatının on üç yılını tehlikelerle dolu sokaklara vermiş biri olarak, içinde bulunduğunuz zorlu çalışma koşullarına karşın sergilediğiniz meslekî performansa sonsuz saygı duyuyorum.
Yeryüzündeki bütün polisler için, mutluluklar da acılar da ortaktır. Sizler, bir meslektaşınızı görevi başında kaybettiğinizde onun cenaze töreninde neler hissediyorsanız, bizler de burada aynı şeyi hissediyoruz. Ya da sizler mesleğe ilk adımı attığınızda ne tür heyecanlar yaşıyorsanız, aynı heyecanı bizler de yaşıyoruz. Meslekî bir başarı elde ettiğinizde, evlendiğinizde, çocuğunuz dünyaya geldiğinde, aşırı çalışmaktan dolayı ailevî ilişkileriniz altüst olduğunda, bir yakınınızı ya da mesai ortağınızı kaybettiğinizde, ayın ilk haftası cebinizde beş para kalmadığında, âmirlerinizle takıştığınızda ya da emekli olduğunuzda…
Kısacası, bizler aynı yolun yolcularıyız. Bu yüzden birbirimizi herkesten daha iyi anlarız.
Bütün Türk meslektaşlarımdan, özellikle de mesleğe yeni başlayan genç kuşak polislerden dostane bir ricam var.
Polislik, ancak sevgi duyulduğunda yürütülebilecek bir meslektir. Saçının son teline kadar fedakârlık duygusuyla donanmış, herkesten çok daha yürekli olan erkek ve kadınların mesleği… Eğer işinizi sevmez ve ona coşkuyla bağlanmazsanız, bu meslekte geçen her yeni gün sizin için ağır bir işkenceye dönüşecektir.
Mesleği sevmek ise hizmetinde olduğunuz toplumu sevmek demektir. Sizler, dünyanın en kutsal görevini yürütüyorsunuz. Milyonlarca insan, ülkenize orman kanunlarını getirmeye çalışan yasadışı kişilerin karşısında gözlerini umutla size dikmiş, sizden onların malını, canını, namusunu ve huzurunu korumanızı bekliyor. Bir kamu görevlisi için hayatta bundan daha ağır bir sorumluluk yoktur. Bu sorumluluğu lâyıkıyla yerine getirebilmeniz için de siz suçlulardan değil, suçlular sizden korkmalıdır.
Kötülük ve kötüler karşısında asla tavizkâr olmayın. Her sabah göreve giderken cebinizde suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırt etmenize yarayacak olan çok hassas bir kuyumcu terazisi bulunsun. Mutlaka gerekmedikçe şiddete başvurmamaya çalışın. Çünkü sürekli ve abartılı bir şiddet kullanımı, zamanla yüreğinizdeki iyi duyguları ve merhameti köreltir. Şiddete yalnızca masum insanları yasadışı şiddetten korumak için başvurun.
Ve herşeyden önemlisi de halkınızı sevin. Sokaklarda gördüğünüz bütün yaşlı kadınları anneniz, bütün yaşlı adamları babanız, bütün genç kadınları kız kardeşiniz, bütün genç erkekleri biraderiniz, bütün çocukları da çocuğunuz olarak görün. Suçlu bile olsalar! Suçluyu izlemek, yakalamak ve hakkında kovuşturma yapmak, o suçluyu yasada bulunmayan fazladan cezalara çarptırmak anlamına gelmez. Unutmayın ki bugün hayatın acı ikramiyesi ona çıkmıştır, yarın pekala karşınızda aynı durumdaki bir yakınınızı bulabilirsiniz. O yüzden, toplumu aileniz gibi görün ve sevin.
Ve en önemlisi, ruhları kirlenmiş insanların sizleri az pahaya satın almaya kalkışmalarına izin vermeyin. Aç kalın, borç alın, ikinci bir işte çalışın; ama bunu yapmayın. Üniformanızın gücünü, heybetini ve onurunu hep koruyun. Unutmayın ki siz devletsiniz ve devlet suçluların karşısında asla eğilmez.
Hepinize başarılarla dolu bir meslek hayatı diliyorum.
Frank 'Paco' Serpico
New York City Emniyet Müdürlüğü
Narkotik Şube Emekli Dedektifi
Eğitimci ve Yazar
2 Kasım 2005, New York City
Ali Murat Güven’in, Dedektif Serpico’nun destansı öyküsünü Türkiye’ye tanıtan dizi-röportajından biz sadece mesajı alıntıladık. Ama dizinin son derece ilgi çekici olan bu bölümünde her düzeyden emniyet görevlisine yönelik önemli mesajlar var.
Ali Murat Güven'in, Serpico efsanesi gözler önüne seren bu muhteşem röportajını internetten takip etmek için bu linki kullanabilirsiniz. http://www.yenisafak.com.tr/diziler/aynasiz/aynasiz03.html
Şu ana dek üç bölümü yayınlanan dizi, iki gün daha devam edecek. Adalet adına konuşan ve adalete özlem duyan herkesin bu röportaja göz gezdirip, arşivine almasında büyük fayda olduğuna inanıyoruz..