Asıl teşekkür etmemiz gereken kişiyi unutmayalım!

İtalya, İspanya ve Fransa’nın koronavirüs salgını karşısında yaşadığı çaresizlik dünya gündemine otururken Haber 7 Yazarı Prof. Dr. Recep Bozdoğan, Türkiye’nin son yıllarda sağlık alanına yatırım yaparak aslında ne kadar basiretli ve isabetli hareket ettiğini köşesine taşıdı. Bozdoğan, "Asıl teşekkür etmemiz gereken kişiyi unutmayalım" diyerek önemli bir hatırlatmada bulundu.

Asıl teşekkür etmemiz gereken kişiyi unutmayalım!
Asıl teşekkür etmemiz gereken kişiyi unutmayalım!
GİRİŞ 24.03.2020 09:38 GÜNCELLEME 24.03.2020 11:13
Bu Habere 105 Yorum Yapılmış

Recep Bozdoğan'ın köşe yazısı:

Devletin sağlık kurumları ile ilk defa tanıştığımda sanırım beş yaşındaydım.

Kayseri’ye o dönemde yaklaşık 120 kilometre mesafedeki bir dağ köyünden, çocukları okutmak amacıyla Kayseri merkeze göç etmiş bir ailenin, küçük ve yaramaz bir ferdiydim.

 

Rahmetli annem o yıl ağır hastalanmış, bize bakamayacak kadar takatsiz kalmıştı.

Ayağa kalkacak kadar bile mecâli olmamasına rağmen, yine de canından çok sevdiği çocuklarıyla alâkadar olma derdindeydi.

Köydeki ortamımızı şehirde de devam ettirebileceğimizi zanneden ben; küçük, yaramaz ve söz dinlemez çocuk, Kayseri’nin o yıllarda çok sert olan havasına yenilmiş, kışın ortasında zatürreye yakalanmıştım.

Bir yandan annemin ağır hastalığında kardeşlerine kol kanat germeye çalışan ağabeyim Hayri’nin hem çalışıp hem de ev işlerine yetişme çabasında olmasını; diğer yandan da her zaman iyi bir ağabey, iyi bir kardeş ve iyi bir evlat olmayı başaran diğer ağabeyin Halil’in küçük yaşına rağmen bir baba kadar müşfik yaklaşımlarını hiç unutamam.

Ancak, 1970’lerin Türkiye’sinde henüz beş yaşında zatürreye yakalanmış bir çocuk olarak asla unutamadığım bir başka şey ise, o soğuk, dar, kalabalık ve korkutucu koridordu.

Büyük ağabeyimin kucağında Tıp Fakültesi Hastanesinin loş koridoruna girdiğimde, ruhum hastalığımın etkisinden daha ağır bir bunalıma girmişti.

Doktorların kapısında bekleşen sayısız insan, macun rengine boyanmış soğuk ve itici duvarlar, havasız ve kokmuş ortam, yerde oturanlar, yatanlar, o yaşta zihnime kazınan, ama hep unutmuş olmayı arzu ettiğim bir manzara idi.

Kaldı ki o hastanede şifa bulamadım, özel bir doktor tarafından tedavi edildim.

Anneciğim de o sene iyileşti ve insana güven veren varlığıyla uzun yıllar bize kol kanat gerdi.

1980’lerin ortalarında bu defa lise öğrencisi bir genç olarak, anneciğimle birlikte Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Hastanesinde yatmakta olan bir yakınımızı ziyarete gittik.

Daracık bir odada tam dört yatak, yatakların arasında en fazla yarım metre mesafe, hastaların üzerinde nevresimsiz battaniyeler, biz dâhil odada en az 6-7 ziyaretçi, aslında yoğun bakıma alınması gereken ve bilinci tamamen kapalı olan bir hastanın, hemen kapının ağzında can çekişen hali.

Karşılaştığım ortam, beni bir anda on sene geriye, çocukluğumun tatsız hastane anısına götürdü.

Kendi kendime on senede Türkiye’de değişen pek bir şey olmamış dedim.

Zinde fakat umursamaz bir ruh halinin yerine, yorgun ve diğerkâm bir ruh hali ile hastaneden ayrıldığımızı hatırlıyorum.

90’ların ilk yarısında üniversiteden mezun oldum ve bir üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladım.

Yaşadığım bir rahatsızlık dolayısıyla ülkemizin en iyi kardiyoloji hastanesi olduğu söylenen bir hastaneye gittiğimde, hem çok şaşırdım hem de çok üzüldüm.

Şaşırdım, çünkü en son on sene önce gördüğüm bir sınıf arkadaşım, kardiyoloji doktoru olarak karşıma çıkmıştı.

Üzüldüm, çünkü aradan geçen on seneye rağmen, memleketin hastaneleri hâlâ dökülmekteydi.

“Allah buralara kimseyi düşürmesin, yokluğunu da göstermesin” diye dua ederek ayrıldım.

Türkiye’de hastanelerin ve sağlık sisteminin değişmeye başladığını ikinci kızımın doğduğu 2004 yılından itibaren bizzat hissetmeye ve tecrübe etmeye başladık.

Bir yandan yeni hastaneler inşa ediliyor, diğer yandan eczaneler ve ilaç tedarik sistemi tamamen elektronik ağ içine alınıyor, özel hastanelerin kapısı vatandaşa açılıyordu.

Artık istediğimiz hastaneye gidebiliyor, ilaçlarımızı istediğimiz eczaneden alabiliyorduk.

İnsanların yakınlarının ve cenazelerinin hastanelerde rehin tutulduğu günler de artık tarih oldu.

Bütün hastanelerdeki acil servisler halkın ücretsiz istifadesine açıldı.

Gelmeyen ambülanslar birkaç dakika içinde olay mahalline yetişir hale geldi.

Bütün bunlara rağmen, Koronavirüs salgını (saldırısı) dünyayı kasıp kavurmaya başladığında, Türkiye’deki yoğun bakım üniteleri ne ölçüde yeterli diye meraklandım, doğrusu.

Yabancı bilgi kaynakları üzerinden karşılaştırmalı verilere baktım, bunları devletin resmî verileri ile mukayese ettim.

Doğrusu ortaya çıkan istatistikî sonuçlara hem çok şaşırdım hem de çok sevindim.

OECD ülkeleri içinde on bin kişiye düşen yoğun bakım yatağı sayısı itibarı ile Türkiye en iyi durumda olan ülke haline gelmiş.

Türkiye ilk defa bir sağlık yatırımı verisinde Almanya’yı, ABD’yi, Japonya’yı ve dünyanın gelişmiş ve zengin diğer ülkelerini geride bırakmış.

Üstelik bu veriye son bir yılda açılan ve yakın zamanda hizmete girecek olan şehir hastaneleri ve diğer sağlık yatırımlarının kapasiteleri ekli değil.

Türkiye son 17-18 yılda canhıraş bir şekilde sağlık yatırımlarına yöneldiğinde, her şeyi eleştiren kesim bunları da eleştirmiş, şehir hastanelerini ise yerden yere vurma yarışına girmişti.

2020 dünyasının en zengin kıtası olan Avrupa’nın zengin, özgüveni yüksek ve doğrusu kibirli ülkelerinin düştüğü duruma Türkiye düşmemişse, bu durum ülkemizde son dönemde yapılan sayısız sağlık yatırımının ve sağlık sistemindeki köklü dönüşümün bir sonucudur.

Bugün ülkemizin en iyi genel cerrahi uzmanlarından biri ile görüştüğümde, kendisi de Türkiye’nin sağlık alanında gelişmiş birçok ülkeden daha iyi bir noktaya geldiğini, açık bir şekilde ifade etti.

İtalya’nın, İspanya’nın ve Fransa’nın koronavirüs salgını karşısında yaşadığı sıkıntı, Türkiye’nin son yıllarda sağlık alanına yatırım yapmakla aslında ne kadar basiretli ve isabetli hareket ettiğini göstermekte.

Bugünlerde hepimiz sağlık çalışanlarına şükran duygusu ile yaklaşıyoruz.

En değerli varlığımız olan canımızı emanet ettiğimiz, bizim canımız için kendi canlarını tehlikeye atan fedakâr ve kahraman sağlık camiasına ne kadar teşekkür etsek azdır.

Unutmamalıyız ki asıl teşekkürü, “hayalim” diyerek sağlık yatırımlarına özel önem veren, şehir hastanelerine ise âdeta gönül veren Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, hem de gönül dolusu sunmak, kadirşinaslığın bir gereğidir.

Kalın sağlıcakla.

YORUMLAR 105
  • Bozok yaylası 4 yıl önce Şikayet Et
    Reis sen Allah (c.c)ın bir lütfüsün Allah (c.c) senden razı olsun
    Cevapla
  • kemal kasa 4 yıl önce Şikayet Et
    Başkanımızdan Allah(cc) edbediyen razı olsun.
    Cevapla
  • Memo 4 yıl önce Şikayet Et
    Dogruya doğru, adam çalışıyor kardesim
    Cevapla
  • Yazar 4 yıl önce Şikayet Et
    aynen. kesinlikle teşekkür ediyoruz başkanımıza.
    Cevapla
  • Ömer Hakan 4 yıl önce Şikayet Et
    Allah sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a uzun sağlıklı ömürler versin Rabbim kendilerini her türlü musîbetten muhafaza eylesin hayırlı hizmetlerinde Yâr ve yardımcısı olsun inşallah selâm olsun Reisimize...
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Murat Kurum acil eylem planını açıkladı: 6 ayda 5 yıllık icraat - Gazete manşetleri
Biden ve eski ABD başkanlarının katılacağı bölgede olağanüstü güvenlik önlemleri alındı