İsrail-İran Savaşı sonrası Irak'taki gelişmeler ve bölgesel denklem
SETA yazarı Bilgay Duman, "İsrail-İran Savaşı Sonrası Irak'taki Gelişmeler ve Bölgesel Denklem" başlıklı yazısı kaleme aldı.

İsrail ve İran arasında Haziran 2025’te yaşanan ve ABD Başkanı Donald Trump’ın adını koyduğu “12 gün savaşı” fiilen ve askeri olarak “şimdilik” bitmiş gibi görünse de etkilerini geniş çerçevede değerlendirmek mümkün. Bu savaşın devam etmesi durumunda Irak’ın bir mücadele alanına dönebileceğine yönelik endişeler savaş sırasında olmasa da savaş sonrasında gerçekleşiyor gibi.
Son birkaç gündür ardı ardına Irak’ın farklı kentlerine düşen İHA, SİHA ve roketler seçim sürecine giren Irak’ta güvenlik alarmı vermeye başladı. Zaten Irak’taki seçimlerin doğası gereği oluşan ve pek çok kez şahit olduğumuz siyaset sahnesinde yaşanan rekabetin güvenlik problemlerine dönüşme geleneğinin yeniden ortaya çıkma ihtimali gittikçe güçleniyor. Ancak bu kez İsrail-İran savaşının etkileriyle birlikte yaşanması ve Irak’ın yeniden bir hesaplaşma ya da Tahran’ın “öç alma” sahasına dönüşmesi tehdidin seviyesini yükseltiyor.
Nitekim hadisenin Irak’ta özellikle dikkat çekici bir biçimde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) kontrolündeki Erbil ve Süleymaniye’nin yanı sıra Kerkük gibi diken üstünde oturan, idari, siyasi ve güvenlik tartışmalarının bitmediği bir vilayette yaşanması ülkenin tamamındaki denge ve denklemi de etkileyebilecek bir potansiyel oluşturuyor. Bunun sebebi ise Irak’ın çoklu bir denge üzerinde yürümesi.
Irak, Muhammed Şiya Sudani’nin başbakanlığıyla birlikte dış politikada denge ve eşitlik ilkesine dönen bir ülke konumuna geldi. Başta tüm komşularıyla olmak üzere dış politikasında tarafsız ve bağımsız bir çizgi tutturmaya çalışan Bağdat yönetiminin Ortadoğu gibi sürekli istikrarsızlığın söz konusu olduğu bir bölgede bugüne kadar nispeten bu çizgiyi yakalayabildiği söylenebilir. Ancak 12 gün savaşının etkileriyle bu çizgiyi devam ettirip ettiremeyeceği konusunda tereddütler artıyor. Zira özellikle İran’ın yeni dönemde Irak üzerindeki baskısını artırması söz konusu olabilir. Bunun ardında yatan birkaç önemli neden bulunuyor.
Öncelikle İran, İsrail’le savaş öncesinde Ortadoğu’da ciddi bir alan kaybetmiş ve neredeyse içine kapanmıştı. Sudani hükümetiyle birlikte Irak sahasındaki etkinliği sınırlanan Tahran’ın Suriye’deki yönetim değişikliği ve İsrail’in İran’ın bölgedeki en önemli destekçisi Lübnan’daki Hizbullah’ın kapasitesini çökertmesiyle hareket alanı daralmıştı. Bunun farkında olan İsrail, İran’ı daha da zayıflatmak ve nükleer silah programını vurabilmek için bir hamle yaptı.
On iki gün süren savaş İsrail’in, Tahran’ın vekil unsurlarını bölgede sınırlarken bir taraftan da İran içerisinde ciddi bir etkinlik kazandığını ve adeta ülke içerisine yerleştiğini gösterdi. Bu noktada İsrail’in İran içerisinde dron üretim merkezi kurmaya kadar varan etki kapasitesinin Tahran yönetimini yeniden hesap yapmaya ittiği görülüyor. Mevcut durumda da İran bu hesaba Irak’tan başlamış gibi. Zira son günlerde Erbil, Süleymaniye ve Kerkük’te düşen ve düşürülen dronların İran yapımı “Muhacir” dronları olduğu tespit edildi.
Bu durum Iraklı Kürtler tarafından İran’ın etki kapasitesini Irak üzerinde yeniden tesis etme çabası olarak değerlendirilirken işin bir başka boyutu -belki de arka planda yatan nedeni- Iraklı Kürtlerin İsrail ile olan ilişkileri olarak görülebilir. Iraklı Kürtler ile İsrail arasındaki ilişkiler gizli değil. 2017’de ABD’nin dahi –en azından söylemsel olarak– destek vermediği IKBY’nin bağımsızlık referandumuna açık destek veren tek ülkenin İsrail olması bile taraflar arasındaki ilişkilerin boyutunu göstermesi açısından yeterli. Zaman zaman IKBY’nin kontrolü altındaki alanlarda İsrail’in gizli faaliyetler yürüttüğü gerekçesiyle İran’ın özellikle Erbil’de yaptığı saldırılar da halen hafızalarda.
Hatta bu noktada IKBY siyasetinin yürütücü gücü olan Barzanilerin liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Talabanilerin liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasındaki ayrışmada Tel Aviv-Tahran rekabetinin de etkili olduğu yorumları yapılıyor. İsrail Barzanilere destek verirken İran’ın ise Talabaniler üzerinden bir siyaset izlediği sıkça konuşulan konulardan biri. Bu bağlamda Tahran’ın özellikle Barzanileri İsrail’in İran’da yürüttüğü operasyonlardan sorumlu tutmuş olabileceği yorumunu yapmak mümkün.
Diğer taraftan Tahran’ın Tel Aviv-Bakü ilişkilerinden de rahatsız olduğu ve Azerbaycan’ı İsrail’e alan açmakla suçladığı biliniyor. Ayrıca bu noktada İran’ın son bir-iki yıllık süreçte IKBY-Azerbaycan ilişkilerinin gelişmesinden de rahatsız olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Türkiye ise İsrail politikasından bağımsız olarak IKBY-Azerbaycan yakınlaşmasını destekleyici bir tutum içerisinde. Fakat bu tutum Türkiye ve İsrail’i yan yana getirmek bir tarafa İran ve İsrail arasındaki savaşta Tel Aviv’in saldırgan tutumuna karşı Ankara’nın net bir tavır sergilemesi bölgesel istikrar, barış ve iş birliğini önceleyen dış politikasıyla uyum göstermektedir. Özellikle Ankara’nın son dönemde “terörsüz Türkiye” süreciyle terörle mücadelede yeni bir aşamaya geçmesi istikrar odaklı politikanın net bir yansımasıdır.
Ancak terör örgütü PKK silah bırakırken İran’ın Irak’taki istikrarı bozabilecek bir biçimde yeniden alan kazanmaya yönelik hamleleri “terörsüz Türkiye” sürecini de baltalayabilecek niteliktedir. Örneğin Sincar’da PKK destekli olarak kurulan ve Tahran’a yakın Şii milis gruplarla birlikte hareket eden Sincar Direniş Birlikleri (YBŞ) gibi yapılanmalar üzerinden adımlar atılması söz konusu olabilir.
Öte yandan terör örgütü PKK ve ilişkili örgütlerin Kerkük ve Musul gibi vilayetlerde Türkmenlere karşı saldırgan bir tutum sergilemesi mümkün. Böyle bir tutum ise Türkiye’nin hassasiyetlerini doğrudan hedef alacağı için Ankara’nın da içine çekilmek istendiği bir çatışma ortamının önünü açabilir.
Zira sadece Ortadoğu’daki gelişmeler değil Orta Asya ve Kafkasya temelli gelişmeler de bu sürecin bir parçası olarak okunabilir. Her ne kadar Türkiye ve İran arasında doğrudan ikili ilişkilerde bir problem görünmese de taraflar arasında bölgesel bir rekabet olduğundan bahsetmek yanlış olmaz. Türkiye’nin İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra Azerbaycan’la, İran sınırından geçen Zengezur Koridoru’nu oluşturma çabalarının yanı sıra Türkiye ve Irak arasında geliştirilen Kalkınma Yolu Projesi’nin Ankara’ya Tahran’la rekabette sağlayacağı avantaj dikkate alındığında İran’ın hem Irak hem de Azerbaycan üzerinden attığı/atabileceği adımların bundan sonraki süreçte daha da ön plana çıkması muhtemel.
Bu noktada son dönemde Rusya ve Azerbaycan arasındaki gerginliği de Moskova ve Tahran arasındaki yakın ilişkiler düşünüldüğünde İran etkisinin dışında tutmak zor. Zira İsrail’le savaştan sonra İran’ın alan kaybına tahammülü kalmamış görünüyor. Nitekim detay olsa da Irak’ta son dönemde yaşanan güvenlik problemlerinin Irak Parlamento Başkanı Mahmut Meşhedani’nin Türkiye ziyareti ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın’ın IKBY ziyaretinin ardından ortaya çıkması tesadüf değil.
İran’ın Irak’taki en yakın müttefiklerinden biri olan KYB’den bir milletvekilinin Meşhedani’nin heyetinde yer alarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmesi ve bunun üzerine Süleymaniye Havalimanı’na uçuşların tekrar açılabileceğine yönelik yapılan açıklamalar da İran’ı rahatsız edebilecek gelişmelerdir. Buradan hareketle Tahran’ın agresif bir dış politika sergilemesinin Türkiye ve İran’ı bölgesel düzlemde karşı karşıya getirebileceğini söylemek yanlış olmayacaktır.