Doris Lessing'e böyle veda yakışırdı
Eğer bu Lessing’in ilan ettiği gibi büyük bir yazarın son romanıysa, estetiği, özgür düşünceyi, yaratıcı aklı ve cesareti överek ve örnekleyerek noktayı koyuyor; son başyapıtıyla kariyerini taçlandırmış oluyor.

Rüya Karlıova'nın köşe yazısı
“Bu çiftlikten asla çıkamayacağız; bizi bu mavonga ağacının altına gömecekler.” Doris Lessing için, ne ailesinin ekip biçtiği Rhodesia’daki o çiftlik, ne de bahçedeki o ağaç yaşamın sınırları anlamına geliyordu.
Belki tam da bu yüzden, son romanı olarak ilan ettiği Alfred ile Emily’de ailesinin boyun eğdiği yaşamın “ötekini” düşleyecek kadar büyük bir öfkeyle, bir yandan da onlara duyduğu derin şefkatle bu kuşatılmışlığa saldırdı. Bu ilk cümle, Lessing’in annesi Emily’ye aitti. “Umarım onlara verdiğim yaşamı beğenirler.” diyen ise kızı Doris’ti. Ailesine asla sürdüremedikleri bir yaşamı son kitabında kurgulayarak armağan eden yazar, bu öteki yaşamda yoktu. Annesi Emily, mavonga ağaçlarının gölgesine sığınırken, Doris kendi ağaçlarını dikiyordu, fark buydu. “Her kadının aslında annesi olduğunu” savunanlar için oldukça radikal bir tavırdı şüphesiz Lessing’in direnişi ve böylece yazar, kendisi için kurguladığı ve yaşadığı, verili değil kazanılmış yaşamında, annesi olmayan her şeye dönüşüyordu.
Şefkatle örülmüş
Lessing’in Nobel edebiyat ödülünü almasının ardından, 2008’de yayımlanan ve Can Yayınları tarafından geçtiğimiz ay Türkçeye kazandırılan Alfred ile Emily de, anne ve kızı arasındaki galipsiz savaşın bir tür sağlaması olarak okunabilir. Kitabın adı her ne kadar bir çiftin yaşamını anlatıyor gibi görünse de, Alfred ile Emily’de baskın konu daha çok Emily’nin yaşamı. “Sağlama” dememizin nedeni ise Lessing’in bu kitaptaki bilgileri daha önceki romanlarında kullanmış ve otobiyografisinde de paylaşmış olması. Yazar, Alfred ve Emily’den yarım yüzyılı aşkın bir süre önce, 1952’de yazdığı otobiyografik romanı Martha Quest’te ve 1992 yılında yazdığı Derimin Altında (Under My Skin) adlı otobiyografisinde ailesine ilişkin birçok ayrıntıyı anlatmıştı. Yazarın, annesine duyduğu öfke, babasına duyduğu acıma duygusu ve “onlar gibi olmamak” için verdiği mücadele, Lessing’in yazınının da adeta çıkış noktası olmuş ve tüm eserlerinde hissedilen “öteki” arayışına, dirence, öfkeye ve tutkuya da kaynaklık etmişti. Diğer yandan Lessing’in 90 yaşında yazdığı bu son kitabında, ailesine ilişkin daha önce defalarca anlattığı ve vardığı sonuç çıkmıyor. Şimdi okuduğunda Martha Quest’i “zalimce yazılmış” bulduğunu dile getiren Lessing, Alfred ile Emily’de sadece biyografik öğeleri sıralamakla kalmıyor, onları irdeliyor da. Diğer bir deyişle yazar, açıkça kızgınlığını ifade ettiği annesini ve daha çok acıma ve çaresizlik duygularıyla andığı babasını bu son eserinde anlamaya çalışmış. Yaşamlarını şekillendiren şartları, büyük savaşı, fiziksel acıyı ve ruhsal yarayı deşmeye koyulmuş. Böylece Alfred ile Emily öfke ve eleştiri kadar, şefkat ve merhametle de örülü bir esere dönüşmüş. Yazarın yaptığı bu son sağlamada öfkesinin nesnesi değişmiş ve Lessing, “tüm savaşları bitiren büyük savaşı” suçlarken, savaşmanın yarattığı fiziksel ve ruhsal acının, açtığı fiziksel ve ruhsal yaraların da izini sürmüş.
Alfred ile Emily, yazarın denemekten vazgeçmeyen tutkulu kaleminin ve ilerleyen yaşına rağmen yeni düşüncelere ne denli açık olduğunun da bir göstergesi. Deneysel sayılabilecek ve herhangi bir türün başlığı altında değerlendirmenin güç olduğu bir eser. Bunun nedeni kurguyu ve gerçeği içeren iki ayrı bölümden oluşması. Ve roman türünü olduğu kadar anı türünü de içinde barındırması. Bu nedenle kitabın Türkçe baskısında yer alan “roman” ifadesinin ne derece kapsayıcı olduğu tartışılabilir. Zira yazar ilk bölümü “novella” olarak nitelemiş, ikinci bölümse “Alfred ile Emily: İki Hayat” başlığını taşıyor. İlk bölümde Lessing, anne ve babasına içinde savaşın olmadığı, kendi kişiliklerine uygun evlilikler yaptıkları, ekonomik zorlukların yaşanmadığı nispeten daha mutlu bir kurgu yaşam armağan ederken, ikinci bölümde onların gerçek hayatını konu almış.
Doris Lessing, cesaretiyle ve keskin üslubuyla farklı bir yazar olduğunu tüm eserlerinde hissettirmiştir. Her ne kadar D. H. Lawrence ve George Eliot’ın peşi sıra “büyük İngiliz geleneğini” temsil ettiği düşünülse de, Lessing’in bir ölçüde kırılma noktası olarak değerlendirilebilecek bir yazın anlayışı olduğu gerçeği, bu son “anı romanı”nda daha da belirginleşiyor. Yer yer hırçın üslubuyla, gereksiz hiçbir cümle ya da kelime kullanmadan okurun önüne hikâyeyi seren tutkulu bir yazar Lessing. Bu üslubu okuru şaşırtıyor, yabancılaştırıyor, ancak birkaç Lessing romanından sonra kıyılara vurulmaya alışıyor okur. Alfred ile Emily’de de bu üslup özellikleri sürmüş. Bu eserin kıyıya vuran yanı ise bir ölçüde son sayfayı da çevirdikten sonra başlıyor. Lessing’in verili yaşamları yaşamaya düştüğü bu şerh, okurunu da bir ölçüde huzursuz ediyor; seçimlerini, toplumsal şartların bu seçimler üzerindeki etkisini ve alternatif gerçekliklerin mümkünlüğünü düşündürüyor. Eğer Alfred ile Emily, Lessing’in ilan ettiği gibi büyük bir yazarın son romanıysa, estetiği, özgür düşünceyi, yaratıcı aklı ve cesareti överek ve örnekleyerek noktayı koyuyor; böylece Lessing son başyapıtıyla kariyerini taçlandırmış oluyor.
(Kitap Zamanı)
Kitapla ilgili teknik bilgiler için bu linki kullanabilirsiniz