Türkleri bir de Voltaire'den dinleyin
'Türkleri sevmem; fakat, iftiradan o kadar iğrenirim ki, onlara dahi çamur sıçratılmasına katlanamam!' diyen büyük Fransız düşünürü yıllar önce bakın gerçeği nasıl dile getirdi:

Kadınları baskı altında tutan, güzel sanatlara ilgisiz davranan Türkleri sevmem; fakat, iftiradan o kadar iğrenirim ki, onlara dahi çamur sıçratılmasına katlanamam!
Türklerin karakterinde büyük tezatlara rastlanır: Hem kıyıcı hem de merhametlidirler. Açgözlüdürler, fakat hırsızlıkları hemen hemen hiç yoktur; boş vakitlerini kötüye kullanmazlar; içlerinden pek azı birden fazla kadınla evlenir.'
'Türkler, misafirperver, hoşgörü sahibi ve zannımdan fazla sözlerine sadıktırlar'
Bora Çalışkan, Voltaire'ın bütün eserlerini tarayarak, onun Türklerle ilgili tüm görüşlerini tek bir eserde derledi. Bu eserde Avrupalı yöneticilerin, Türkler için yüzyıllar boyunca nasıl bir sistemli kötüleme kampanyası yürüttüğü bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriliyor. Üstelik bu kez iftiralara isyan eden ve bu kadar adaletsizlik olmaz diye haykıran kişi bir Avrupalı.
Hem de öyle bir Avrupalı ki, onu bütün dünya fikirleri ile tanıyor ve Fransız devrimine yol açan Aydınlanma Hareketi'nin en büyük beyni olduğunda fikir birliği ediyor.
FRANSIZ DEVRİMİNİN FİKİR BABASI
Cemil Meriç Jurnal'inde onun beyin gücünün önemini gözler önüne seren, can alıcı bir soru sormaktadır, Türkiye'de 'özgürlük istiyoruz' diye haykıranlara: 'Türkiye 1780'lerin Fransa'sından çok daha hür. Voltaire'iniz nerede?'
1694 - 1778 yılları arasında Fransa'da yaşayan ve despotizmin kanlı hükümranlığına şahit olan Voltaire fikirleri ile Fransız devrimine giden Aydınlanma Hareketi'nin en önemli isimlerindendi. Fransa'da fikrin tamamen cendere alıtına alındığı bir dönemde ortaya koyduğu düşüncelerle soyluları ve ruhban sınıfı son derece rahatsız etti. İki kez tutuklanarak Bastille hapishanesine atıldıktan sonra, ülkesinden atılarak İngiltere'ye sürüldü.
Voltaire, bilime imkan tanımayan, kendi çıkarlarına aykırı en küçük düşünceyi alt etmek için aykırı düşünceli olanları işkenceye ve zindana gönderen kiliseyi ve Hıristiyanlık anlayışını eleştirmekte, halk arasında yayılan yanlış inanç ve hurafelere saldırdığı gibi ruhban sınıfı da çıkarları adına yaptıklarından dolayı yerin dibine batırmaktaydı. .
Voltaire'ın rahatsızlık veren aykırı düşünceleri arasında, Türklerle ilgili tespitleri de vardı. Despotizmin Türk düşmanlığını kendisini meşru göstermek için bir dayanak ve tehdit unsuru olarak kullandığı yıllarda, Voltaire Türklere haksızlık yapıldığını ve onların birer canavar olmadığını savunuyordu.
Voltaire, kadınları baskı altında tuttuğu ve sanatla ilgilenmediği için Türkleri o kadar da sevmiyor hatta yer ilkellikle suçluyordu. Ama, İftiradan o kadar iğreniyorum ki, Türklere bile çamur sıçratılmasına dayanamıylorum' diyordu.
Tarihin her döneminde savaşçı yapısı, boyun eğmezliği ve en zor dönemlerinde ise çılgınlığıyla Dünya’ya ün salan Türkleri bir de, yalanı da en az Türkleri sevmediği kadar sevmeyen bir düşünürden, Voltaire’den dinlemek gerekiyor.
Voltaire, 'Türkler'in yenilebilse de boyunduruk altına alınamayan savaşçı bir ulus' olduğuna inanıyor.
FETİH VE FATİH İLE İLGİLİ İDDİALARI YALANLIYOR
Türkiye'de geçtiğimiz yıllarda yayınlanan ve içinde Batılı kaynaklardan derleme rivayetler barındıran, Fetih sonrası İstanbul'un günlerce yağmalandığını ve Fatih'in azınlıklara merhametsiz davrandığını ileri süren iddialara Türk halkının gösterdiği tepki bazılarınca 'anlamsızlık ve tarih bilimine cahilce muhalefet olarak yorumlanıyordu.
Oysa Voltaire bile bir Batılı olduğu halde, Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler adıyla derlenerek, yayınlanan eserinde, bu iddiaların asılsızlığına ve insafsızlığına isyan ediyor. Hıristiyan dünyasının Haçlı seferleri sırasında İstanbul'da sergilediği tecavüz ve yağmayı gözler önüne seren Voltaire buna karşılık Türkler'in merhamet ve adaletine övgüler yağdırıyor.
Voltarie; 'Fatih İstanbul’u kendi malı gibi görüyor, onu yağmaya uğratmadan alıp korumak istiyordu' diyor.
ÇOK ÖNEMLİ BİR TESPİT
Voltaire'ın İstanbul'un fethiyle ilgili saptalamaları arasında özellikle dikkat çeken bir görüşü var. Yüzyyıllar boyunca Hıristiyan dünyasının İbtanbul'un yardımına koştuğunu belirten ünlü düşünür bakın ne diyor: ' Türkler oraya saldırırken kimse imdada yetişmedi. Doğrusunu isterseniz İstanbul düşmeliydi ve düştü; çünkü dış yardımla tutunmak isteyen her kurum çökmeye mahkumdur....'
KİTAPTAN SEÇMELER
* Baskı altında olmakla beraber, Yunanlılar esir muamelesi görmüyorlar. Düşüktürler, hakirdirler, fakat rahatsız edilmezler. Ticaretle uğraşır, tarlalarda çalışırlar. Vergileri pek hafiftir. Patriklerine çok bağlıdırlar. Patrik de onlardan kim bilir ne kadar para sızdırıyor ki, Babıâliye her yıl dört bin Duka altını ödeyebiliyor.
* Şimdi burada yanlış bir anlayışla savaşmak gereğini duymaktayız; Türk hükümetinin saçma ve münasebetsiz olduğu, ulusların mal ve canlarıyla, topyekûn padişahın kölesi sayıldığı iddia ediliyor. Böyle bir idare kendiliğinden çökerdi. Türkler hür ve bağımsızdırlar. Aralarında hiçbir sınıf farkı yoktur. Yalnız devletteki görevleri dolayısıyla birer rütbeleri olabilir. Karakterleri hem sert ve dik başlı, hem de yumuşak ve sabırlıdır. Yırtıcılığı İskitlerden, yumuşaklığı da Yunanistan ve Asya'dan almışlardır. Gururları çok yüksektir. Fetihçi ve cahil olduklarından bütün uluslara tepeden bakarlar.
* Türk imparatorluğu Avrupa devletlerinden hiçbirine benzemez Fakat, oradaki kanunların, bir kişinin keyfi üzerine kitleleri asıp kesmeye elverişli olduğunu düşünmek hatadır. Bizler öyle sanıyoruz ki, bir çavuş, eline bir 'hattı şerif (padişah buyruğu) alarak şehirdeki bütün aile reislerinden, padişah adına kızlarını ve paralarını toplayabilir.
* Gerçekten, Türk yönetiminde korkunç yolsuzluklar olmaktadır. Ama, bunun kötülüğü ulustan ziyade devlet adamlarının sırtına yüklenir, Babıâlinin gizli bir kararı üzerine en büyük başlar en ufak kuşkular yüzünden uçurulur. Orada kanunları saydırmak ve padişahın dokunulmazlığını sağlamak için yüksek bir adalet mekanizması yoktur. Yeryüzünde en güçlü görünen sultan, tahtından pek az emindir. Bir günlük ayaklanma onu tepe taklak edebilir.
* Bu konuda Türkler, yere vurmuş oldukları Yunanistan'ın usullerini kopya etmişlerdir. Şu farkla ki, onlar Osmanlı soyuna çok bağlıdırlar. Bir sultanlarını atarlar veya boğdururlarsa, onun yerine Osmanlı Hanedanından başka birini getirirler. Halbuki, Yunan İmparatorluğu, katliam ve cinayetlerle türlü ellere geçmiştir.
* Bir padişah için en büyük fren görevden alınma korkusudur. Müftüden bir fetva çıkarmakla yanındaki adamlardan dilediğinin canına kıyabilir. Fakat devlet işlerinde keyfine göre hareket edemez; vergileri arttıramaz, hazinenin parasına dokunamaz.
Paşaların durumu daha az tehlikeli değildir ve bugünlere kadar çoğunun son kısmeti korkunç bir ölüm olmuştur.
* Bütün tarihçilerimiz, Türk imparatorluğunu istibdada dayanan bir devlet olarak göstermekle bizi çok aldatmışlardır.
* '...Devamlı zaferlerle gelişen, 18. yy.'a kadar durmadan ilerleyen şu koca imparatorluk, dilleri, dinleri, gelenekleri birbirine hiç uymayan otuz milleti içine almıştır: Yunanlılar, Eflâklılar, Boğdanlılar, Macarlar, Araplar, Ermeniler, Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar, Arnavutlar, Hırvatlar, Mısırlılar, Suriyeliler, Yahudiler, eski Kartaca toplulukları, Türk bayrağı altında yaşıyorlar. Bunların nüfusları Türklerinkinden kat kat fazladır. Türk gücü, tek başına bütün bunları yendi ve sindirdi. İçlerinde öz Türk pek az bulunur. Tarımla uğraşan hemen hemen yok gibidir; pek azı güzel sanatlarla ilgilenir. Virgilius'un Romalılar hakkında söylediği gibi: 'Onların sanatı kumandanlıktır....'
* Birtakım cahil ve aptallar, başka birtakım cahillerin telkinlerine uyarak, İslam dininin bedensel/nefsanî zevklere dayandığını ileri sürüyorlar. Hiç de öyle değildir. Bizleri birçok noktalardan olduğu kadar bu yönden de aldattılar.
* Hıristiyan dininin doğruluğuna inanmamız yetmiyor mu ki, ta Kafkas Dağından Atlas Dağına, Epir'den Hindistan'ın en ücra köşelerine kadar yerleşmiş bulunan Müslümanlığı çekiştirmeğe uğraşıyoruz? Onlara karşı durmadan kötü kötü yazılar basıyoruz. Onların ise bu kitaplardan haberleri yoktur.
* Bizim zannımızca, birçok milletlerin Müslümanlığı kabul etmesi bu dinin beden isteklerine elverişli oluşundandır. Oysa, Avrupalıların aşırı derecede kullandıkları alkollü içkileri yasak eden, yıllık kazançlardan en az yüzde iki buçuğunu fukaraya vermeyi farz kılan, en sıkı bir şekilde oruç tutmayı, ergenliğe ermek sırasında kanlı bir ameliyat geçirmeyi, günde beş defa namaz kılmayı, yüzlerce fersah uzakta, yakıcı kumlar ortasında hacca gitmeyi buyuran dinin nefsanî zevkleri neresinde?
* '...Hazreti Süleyman'ın yedi yüz karısı ve üç yüz odalığı olduğu söylenir. Araplar ve Yahudiler iki kız kardeşle evlenebilirlerdi. Bu gibi evlenmeleri ilk defa yasak eden Muhammed olmuştur (Sure IV). Pislik nerede? Huriler hakkında da sorabiliriz: Pislik nerede? Allanın emri olarak kabul ettiğimiz nikahlı birleşmelere pislik diyemeyiz ya!
Tanrısal gücün en şanlı gösterisi, zevki yaratmış olmak ve o zevkin etkisiyle duygulu yaratıkların nesillerini çoğaltmaktır.
* Sadece mantığımıza danışacak olsak, o bize diyecektir ki, boş yere hiçbir iş yapmayan Tanrının, kıyametten sonra bizleri tekrar bütün organlarımızla canlandırması boşuna olamaz! Madem ki, kıyametten sonra da midelerimiz olacak, o mideleri nefis meyvelerile beslemek Yaratanın şanına noksan getirmez. Kutsal kitaplarımızdan öğrendiğimize göre, Adem ile Havva, ilkin, sefası bol bir cennet bahçesine konulmuş. Orada, hastalık ve ölüm afetlerinin dışında, şerefli ve günahsız bir durumdaymışlar. Kıyametten sonra cenneti hak edecek olan doğru insanlar, aşağı yukarı, ilk atalarımızın birkaç gün sürebildikleri bu hayatın bir benzerini sonsuz olarak yaşayacaklar. O halde, cennete tam bir bedenle gidileceğine göre, o bedenin her zaman tatmin edilebileceğini düşünenleri mazur görmeli.
* Türklerin sırtına yüklediğimiz iftiralarla koskoca bir kitap olur. Onlar, dünyanın en güzel ve en büyük kesimine hâkimdirler. Küfürler, savurmaktansa o yerleri geri almaya çalışmak daha şık olmaz mıydı?
* Avrupa'daki büyük merkezler arasında en az genel kadını olan şehir İstanbul'dur. Dinlerine pek sıkı bağlı olan Türkler, Hıristiyanlardan tiksinirler; onlara kâfir gözüyle bakarlar. Bununla beraber, onları bütün ülkeleri içinde, hatta devlet merkezinde hoş görür ve korurlar. İstanbul'daki Hıristiyan mahallesinin sokaklarında, paskalya yortusunda, ağır yürüyüşle yapılan ayinlere izin verildiği gibi, bu törenlerin başında dört Yeniçerinin muhafızlık ettiği de görünür.
* Türkler gururludurlar, fakat asilzadelik taslamazlar; yiğittirler, fakat düello etmezler, çünkü ancak harbe giderken kılıç taşırlar. Eski Yunanlılar ve Romalılarda da adet öyle idi. Bunun tam aksine, barbarlık ve şövalyelik çağlarından beri, Avrupalılarda, yaya giderken bile topuğuna mahmuz takmak, belinde kocaman bir kılıçla yemek masasına oturmak, veyahut Allaha dua etmek, bir vazife, hatta bir onur meselesi olmuştur!
Kitapta Voltaire'ın, batılıların İslamiyet ve Hz. Muhammed ile ilgili iftiralarına verdiği cevaplar ve mantıklı itirazları da önemli bir yer tutuyor. Kısacası Türklere çamur atanların ve atılan çamurları temizleme gayretinde onların göz ardı etmemesi gereken ilginç bir derleme Voltaire; Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler adlı çalışma...
BİR TÜRK DÜŞMANI’NIN İTİRAFNAMESİ
TÜRKLER,
MÜSLÜMANLAR
VE ÖTEKİLER
İletişim:
t: 0212 249 27 46 info@ilkbiz.net
f: 0212 249 27 36 www.ilkbiz.net