Kar ızdırabına o 65 sayfa dayanabilmiş!

"Orhan Pamuk'un Kar romanını yaklaşık 65. sayfada bırakmak durumunda kaldım. Bu ızdıraba daha fazla dayanamadım..." Bu sözleri pek çok kişi söylüyor. Ama bu kez öyle bir isim söyledi ki bomba etkisi taşıyor:

Kar ızdırabına o 65 sayfa dayanabilmiş!
Kar ızdırabına o 65 sayfa dayanabilmiş!
GİRİŞ 17.09.2010 15:09 GÜNCELLEME 17.09.2010 15:09
Bu Habere 13 Yorum Yapılmış

Nobel Ödüllü ebebiyatçı Orhan Pamuk, Dünya Çapındaki ödülüne ve milyonlarca satış rakamına ulaşan kitaplarına rağmen, "Türkiye'nin en çok kitabı satılan ama en az okunan yazarı" olarak nitelenmekten kurtulmamıyordu.  Pek çok okur kitaplarını yarım bıraktığını ve daha fazla okuyamadığını dile getiriyor. Hemen her seferinde de bu eleştirilerin ardından edebiyattan anlayıp, anlamama tartışması geliyordu.

Fakat bu kez benzer sözleri yine Dünya Çapında tanınmış bir Türk Entellektüeli söyledi.  

Şiirleri, denemeleri, eleştiri yazıları ve düzinelerce kitabıyla takdir toplayan ünlü entellektüel Enis Batur, Orhan Pamuk'un Kar eserini 65 sayfa okuyabildiğini ve o ızdıraba daha fazla katlanamadığını söyledi.

Aylık Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi Ayraç'ın halen bayilerde satılmakta olan Eylül 2010 Tarihli 11. Sayısında Enis Batur ile yapılan geniş bir röportaj yer aldı.   Ayraç ekibiyle söyleşen Enis Batur, söz Orhan Pamuk'tan açılınca, Ünlü Yazarın karizmasını sarsacak ifadeler kullandı.

Batur, dergi editörlerinden Yunus Emre Tozal'ın "Pamuk'un edebiyatı özelinde, onun romanlarındaki politik katmanları nasıl çözümlemek makul olur? Pamuk'un politik söylemlerinin romanlarında eritildiği ve satır arası okumalarda sıklıkla karşımıza çıktığı fikrine katılır mısınız?" sorusu üzerine şu ifadeleri kullandı.

ORHAN PAMUK YAZAR OLMAKTAN ÇIKTI FİGÜR OLDU

"Birincisi itirafta bulunayım, ben epeydir Orhan Pamuk okumuyorum. Dolayısıyla okuduğum kadarından söz edebilirim ancak. (gülüşmeler) Kar romanını yaklaşık 65. sayfada bırakmak durumunda kaldım. Bu ızdıraba daha fazla dayanamadım. Hemen hemen her cümlesinde ayağım takıldı, düşüp kafamı gözümü yardığım için… Tamam, iyi bir yazar bozuk cümleler kurabilir ama bu kadar da olmaz, bir tür arıza, hecelerin yerinin şaşırmasından okuyamaz hale geldim. Dolayısıyla yarısını okuduğum bir yazardır Pamuk. İlk yarısını okuduğum, ikinci yarısını okuyamadığım bir yazar.

Siyasi boyutuna gelince, Kara Kitap’ta ciddi bir siyasi boyut vardı. Ve bence romana iyi yedirilmişti, yeterince aydınlık ya da net olup olmadığıyla alakalı eleştiriler olduğunu biliyorum ama edebiyat yapıtının işi de kürsü nutukları atmak değil. Sen onun netliğini aydınlığını kendi gözünden ayar yaparak keşfediyorsun güya. Kaldı ki onun temel tezinin, kaygısının o olduğunu da sanmıyorum. Bir roman yazmak için oturmuş masaya sonuçta. Siyasetin edebiyatın içindeki doğru kullanımı, Kara Kitap’taki gibi olmalı diye düşünüyorum. Parmak kaldırıp nutuk atacaksan, bul bir kürsü kendine, gir bir siyasi partiye, bir derneğe bir sivil toplum örgütüne ne yapacaksan yap. Ama bunu dosdoğru edebiyatın içine soktuğun zaman, genelde trajik ürünler ortaya çıkıyor, okunmaz kitaplar. Bir de siyaset öyle bir halt ki, yirmi sene sonra uzun uzadıya bir anlamı yok. Güncel boyutu nedeniyle tüm geçerliliğini yitirebiliyor, arkeolojik bir unsura dönüşüyor. 30lu yılların sol tandanslı dünya edebiyatındaki romanlarını düşünüyorum da, şimdi okuyamıyorsun, gülmeye başlıyorsun.

Şimdi Orhan Pamuk, bir noktadan sonra yazar olmaktan çıktı, figür oldu. Kendi de bunu seçti, buna oynadı. Bu figür olma durumu, ona Nobel’i getirdi. Sanıyorlar ki iş Nobel’le bitti, hayır, Nobel’den sonrası çok şey getirdi. Bir iş adamı kadar dolu bir takvimi var şimdi Orhan’ın önünde. Harvard Üniversitesine, oradan Çin’e, oradan bilmem nereye konferansa gidecek, bir yazar yaşantısı da değil yani onunkisi… Yazar dediğin, bir ofiste bilgisayarla yazıyorsa bilgisayarda, benim gibi hala kağıt kalemle yazıyorsa kağıt kalemle işini yapan adamdır ama daha önceki örneklerden de biliyoruz, işte Sartre örneği, Camus örneğinden… İş bir boyutta yazarın kendi kontrolü altında olmaktan çıkıyor, yazarı altına alıyor. Bundan kurtulan yok mu? Samuel Beckett Nobel ödülü aldığı zaman Nobel komitesi ona ulaşamadı. 3.5 ay boyunca aradılar, çok az dostu vardı zaten, onlar da bildikleri halde bilmiyoruz diyorlardı. Büyük ihtimal Beckett’e duyurdu onlar Nobelciler seni arıyor diye. “Ben buradayım” diye çıkmamış ortaya adam. Sonra komite çaresizce duyuruyor Beckett’e verdik diye. Gene temas yok. Tören var, temas yok, dolayısıyla tören yok. Sonra işte para var, parayı verecekler ama temas yok, yayınevine yazıyorlar “parayı vermek zorundayız, bir banka hesap numarası verin” diye, parayı gönderiyorlar en sonunda, o parayı da nasıl kullandığını biliyoruz Beckett’in. Bir sürü fakir fukaraya yardım ediyor, kendine kullanmıyor. Dolayısıyla Beckett, Nobel’in sonuçlarından hiç yara almadan devam etmeyi bilmiş. Burada durum o değil ama. O figür, Orhan’ı aldı eline ve bırakmaya niyeti yok. Zordur da yani. Telefonun çalıyor, Kanada başbakanı arıyor. “Ben şu anda şiir yazıyorum” deyip kapatabiliyorsan çok iyi, kapatamıyorsan bittin. (gülüşmeler)

KAVUNU ORHAN PAMUK YAPAMAZSINIZ

Enis Batur, uzun ve keyifli söyleşinin ilerleyen bölümlerinde tüm eleştirilerine rağmen ünlü yazarın hakkını da vermeyi ihmal etmiyor:

Cemil Üzen: Orhan Pamuk ilk billboard yazarıydı değil mi, afişlerde duraklarda gördüğümüz…

Enis Batur:  Sistemli bir üründü. Çok başarılı bir ürün!

Cemil Üzen: Yani pazarlama?...

Enis Batur: Sadece pazarlamadan da ibaret değil. Aynı pazarlama yöntemleriyle bir kavunu Orhan Pamuk yapamazsın. Orhan Pamuk’un da hakkını yemeyelim yani.

AYRAÇ DERGİSİ'NDE BU AY

Türk Romanı ve Modernite

Akademik makalelere sıkışmış bazı fikirlerin, felsefî düşüncenin dar dairesine mahkûm edilmiş bazı kavramların ve edebiyatın pek de konuşulmayan bazı meseleleri Ayraç’ta yer buluyor.  Kitapların dünyasının yekpare bir karşılığı olmadığını düşünen Ayraç ekibi, “Türk Romanı ve Modernite” başlığıyla tasarladığı dosyada, modern romanın ilki kabul edilen Ahmet Hamdi Tanpınar’ı İsa Karaaslan, onu sonralayan isim olarak Yusuf Atılgan’ı Necati Bulut, modern romanın kelime ve kavram dağarcığını zenginleştiren Oğuz Atay’ı Ahmet Bozkurt ve İbrahim Tüzer; modern romana büyülü bir tat katan Hasan Ali Toptaş’ı Günay Güner; Türk romanını ayrıntıya koşturan İhsan Oktay Anar’ı Mehmet Sarı yazdı. Modern romanın sınırlarını, dosyada değinilen yazarların bu sınırlarla ilişkisini ortaya çıkarıyor.

Enis Batur ile Türk Romanı üzerine Söyleşi

Modern romanın en güncel temsilcisi olan Orhan Pamuk’u Enis Batur ile konuşan Ayraç ekibi, Enis Batur ile Türkiye’de eleştiri geleneğini, roman kuramını, Türk şirinin romanla ilişkini, romanın modernleşmesine katkısını konuşmuş. Uzun ama keyifli bir söyleşi gerçekleştiren Ayraç ekibi, Enis Batur ile Tanpınar’ı, Yusuf Atılgan’ı, Oğuz Atay’ı yapıtlarıyla ve Türk romanına yaptıkları katkılarıyla konuşmuşlar.

Ulysses, Hamlet ve Kafka!

Bu sayıda ilgi çeken yazıların başında Mukadder Erkan’ın James Joyce’un Ulysses kitabı üzerine, Enver Gülşen’in Shakespeare’in Hamlet’i üzerine ve Ahmet Sarı’nın “Kafka’nın Gizli Odaları” başlıklı yazısı dikkatleri çekiyor. Ayrıca Yunus Emre Tozal ve Mehmet E. Şimşek, “entelektüel” üzerine değerlendirmelerde bulunmuşlar. 

Ali Emre Şiiri ve Mustafa Kutlu

İbrahim Tenekeci’nin “Müslüman Bir Çığlık: Ali Emre ve Şiiri” isimli yazısı ve Ali Görkem Userin’in Mustafa Kutlu’nun son kitabı Zafer Yahut Hiç’e dair yazdığı inceleme, bu sayının yine öne çıkan yazılarından. Ali Görkem Userin, Kutlu külliyatını inceleyerek, “Zafer Yahut Hiç”i tahlil ediyor, hikâyenin diğer Kutlu hikâyeleriyle olan ilişkisini de inceliyor. 

12 Eylül’de Toplatılan Kitaplar Dizini

Ayraç İnceleme dosyamızda Funda Edeş’in darbe döneminde toplatılan kitaplarla ilgili “12 Eylül’ün Kelepçeli Kitapları” yazısını ve H. Ömer Özden’in Ramazan Kitapları incelemesini özellikle okunması gereken yazılardan. Funda Edeş, hazırladığı dosyayla 12 Eylül’de toplatılan kitapları hangi sebeplerden ötürü toplatıldıklarıyla birlikte, kitapları da inceleyerek bir dosya hazırlamış.

Başka Neler Var?

Nurullah Turan, Türkiye’de Otantik Felsefe İmkânı’nı, Emre Demir Carriére ve Umberto Eco’nun birlikte yazdığı Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın kitabını, İhsan Tevfik Gazanfer İban’ın Karamanlılar ve Yunan Harfli Türkçe kitabını tahlil etmiş. Rabia Öter Bernard Shaw’ın Pygmalion isimli eserinden yola çıkarak sosyalizm ve kadın üzerine ve Abdullah Yavuz Altun Bukowski’nin Kasabanın En Güzel Kızı üzerine birer tahlil yazmış. Gülşah Elikbank, Fantastik Kitaplar köşesinde J.R.R Tolkien’in Hobbit ve Ursula K.Le Guin’in Yerdeniz Büyücüsü kitaplarını kaleme almış.

www.ayracdergi.org

Yunus Emre: Pamuk’la devam edelim, Orhan Pamuk edebiyatının "oryantalist" olduğu hususunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hilmi Yavuz’la görüşmemizde 86lı yıllarda Orhan Pamuk’un Amerika’dan geldiğinde, düşüncelerinin ciddi bir şekilde değiştiğini anlatmıştı. Özellikle Masumiyet Müzesi'nde yer yer yazarın da atıf yaptığı "antropolojik bir materyal olarak roman" meselesini nasıl ele almalıyız? Kültürün yerelliği çerçevesinde postmodern anlatının dünyaya (globalleşmeyi de göz önünde alırsak) duyurmak istediği mesaj ne olabilir?

Enis Batur: Çok ağır sorular bunlar. Bilmiyorum ben, Orhan Amerika’ya gidip çok uzun bir süre kaldıktan sonra görüşlerinin değişmesinde ne sakınca olabilir? Yani Çin’e gidebilirdi, görüşleri değişebilirdi, Japonya’ya Rusya’ya gidebilir ve görüşleri değişebilirdi. Afrika’nın göbeğinde de değişebilirdi. İnsanlar tanımadığı bir diyara gidip, bambaşka yaşam formlarında bambaşka şeylerin konuşulduğunu duyduklarında bunlardan etkilenebilirler, bunda bir sakınca yok. Tarih boyunca da çok örneğini biliyoruz.

Cemil Üzen: Zihinlerde bir Amerika imgesi var ya, ondan mı acaba…

Enis Batur: Biliyorum, ama o biraz Yalçın Küçük paranoyasına girmeye başlıyor, “gitti orada görevlendirildi, zaten bu bir İsrail-Amerika kumpasıdır, Nobel’e de hazırladılar çocuğu” filan… Bunlar bana bütünüyle gerçek dışı geliyor. Oryantalizm meselesinde Hilmi Yavuz’un bir nebze haklı olduğunu düşündüğüm yanları var, kendimde de bunu geçerli görüyorum, gelgelelim Hilmi Yavuz da farklı bir durumda değil. Kendi kültürümüze kendi kaynaklarımızdan yeterince uzanamıyoruz. Orhan Pamuk Osmanlı kültürüyle ilgilenecekse, geniş çapta yabancı dilde eserlerden de faydalanmak zorundaydı. Bu doğal olarak sorunlu bir sonuç doğuruyor ama asıl, buradan mı bakıyor oradan mı bakıyor meselesi önemli. Nerden yararlandığı meselesi değil de nerden baktığı meselesi önemli. Orhan Pamuk başka yerden bakamaz ki, buradan bakıyor! Nasıl başka bir yerden baksın? Başka bir yerden bakacak düzeyde çifte yaşamı olmuş biri değil. Hani bazı yazarların olmuş olabilir, Nazım Hikmet mesela 30 yıl Rusya’da yaşamış, biraz oradan bakma meselesi doğmuş olabilir ama yani bir sene gidiyor orda kalıyor ya da üç sene gidiyor bilmem nerde kalıyor, oradan bakma durumu böyle olamaz. 

İşin globalizme bağlanma meselesine gelince, evet  böyle emici bir sistem var, bir sünger bu, her şeyi içine çekiyor ve ona istediği formu vermeye başlıyor. Zalim bir düzen, direnmek kolay değil, direnen ne kadar direniyor bilmiyorum ama “Ben meydan okuyorum, ben yokum, arkadaşlar size katılmıyorum” diyenlerin de bir yere gittikleri söylenemez, kendi kendilerine söyleniyorlar."

Enis Batur'un Orhan Pamuk eleştirileri söyleşinin ilerleyen bölümlerinde ilginç açılardan sürüyor...

TÜRK EDEBİYATI ÜÇÜNCÜ SINIF EDEBİYAT DEĞİL

Enhis Batur. bir soru üzerine "Türk edebiyatı üçüncü dünya edebiyatı değil, üçüncü dünya edebiyatından ne anlıyoruz bilmiyorum ama şuysa kastınız, gelişkinlik anlamında söylüyorsak, Türk edebiyatı gelişkin bir edebiyat. Bunu ben söylüyorsam önemli çünkü ben ulusalcı değilim. Hiçbir zaman da olmadım. Kozmopolit bir anlayışa sahibim, işte kütüphanemi görüyorsunuz, birçok dilden kitapla dolu. O yüzden Türk edebiyatını kayırmak gibi bir eğilimim yok, ayrıca bunun doğru olmadığını da düşünüyorum. Bir yapıt iyiyse iyidir, değilse değildir. “Bize göre…” diye bir şey olamaz" diyerek Türk Edebiyatının dünyada tanınma zorluğunu çeviri zorluğu ve Türkçe'nin öğretilmesiyle ilgili politikalara bağlıyor...

GARİP BİR ÜLKEYİZ BİZ, ARAPÇA, FARSÇA, YUNANCA, BULGARCA BİLEN YOK!

Borges Batı edebiyatlarında üretilen teorilerle dalga geçer. “Boşverin bunları, güzel hikâyeler yazın” diyordu. Kendi de güzel hikâyeler yazıyordu Allah için. Çok iyi de bir şairdi. Şimdi işin altında şunu aramak gerekiyor: Türk edebiyatı yüzünü Batıya döndü. Türk edebiyatından önce Türk toplumu yüzünü Batıya döndü. Dönmek istediğinden mi döndü, döndürüldü mü, bunlar ayrı konular ama realiteye baktığımızda burada bir Batılı yaşama tarzı, cumhuriyetten önce  yüksek tabakalarda başlamıştı, cumhuriyet bunu ideoloji haline soktu vs. Peki biz doğu edebiyatlarını nereden tanıyacağız? Geçelim geçmişi, bugüne bakalım. Bunca okur-yazarımız, şairimiz, romancımız, deneme ve öykü yazarımız var. Aralarında Arapça, Farsça bilen var mı? Japonca, Çince bilen var mı? Bir kişi gösterebilir misiniz bana? Arapça konuşmaktan bahsetmiyoruz, Arap edebiyatı okuyabilecek derecede bilen var mı, yok. Müslüman şair ve yazarlara bakalım: Sezai Karakoç Fransızca üzerinden okuyor, Ebubekir Eroğlu İngilizce üzerinden okuyor, İsmet (Özel) İngilizce ve Fransızca üzerinden okuyor. Yani bizim edebiyatımız, bizim öğretim sistemimizin elverdiği şekilde öğrenilebilen yabancı diller aracılığıyla bir, yabancı dil öğreten üniversitelerimiz aracılığıyla iki, daha çok da benim de mensup olduğum -tarikat diyelim buna- yabancı kolejlerden eğitim almış adamlarla üç, yabancı edebiyatlara açılabilmiştir. Bunlar hangi diller? İngilizce, Fransızca, Almanca, az biraz İtalyanca. Bu memlekette Rusça öğrenenlerin çoğu komünist oldukları için öğrendi. Nazım Hikmet de Ataol da öyle yani, öğrenmek için gayret gösterdiler.

Biz komşuların dilini bilmiyoruz. Türkiye’de kimse Yunanca bilmiyor. Bulgarca, Gürcüce, Arapça bilmiyoruz. Garip bir ülkeyiz biz...

Batur, konuyla ilgili sözlerini Avrupadan örnekler vererek sürdürüyor ve "Bu normal değil ama, normal olarak komşuluk ilişkileri çerçevesinde, Trakya’dakilerin Bulgarca Yunanca bilmeleri, işte doğu Karadeniz de Gürcüce bilen edebiyatçılarımızın olması ne güzel olurdu… Biraz Ermenice bilenler olacaktı, bol miktarda Arapça bilen olmalıydı Suriye-Irak komşuluklarından ve Acemce olması gerekirdi. Ama hiçbirisi yok. Dönüp Avrupa’ya bakın bakalım durum böyle mi? Almanya’nın doğusuna gidin, Lehçe bilen çok, Batısına gidin, Fransızca bilen çok. Zaten öyle bölgeler var ki, şimdi bu Schengen sınırları da kalktı ya, benim kafam karışıyor. Mesela arabayla geçerken Fransa’dan Almanya’ya, ancak yol tabelalarının dili değişince anlıyorsun. Çünkü Fransa tarafındaki kasabaların adı Almanca, Alman tarafındaki kasabaların adı Fransızca. İtalya”da da öyle. Bunlar sonuçta siyasi antlaşmalarla çizilmiş sınırlar bir de, bizimkiler de öyle. İşte Sevr’di, Lozan’dı , karmakarışık bir durum hâsıl olmuş, bir sürü Türkçe konuşan Misak-ı Milli sınırları dışında kalıyor..." diyerek "Kürdistan" mevzuna dalıyor...

Bu ilginç söyleşinin tamamını Ayraç Dergisinin Eylül 2010 tarihli 11. Sayısında bulabilirsiniz...

(Haber 7)

YORUMLAR 13
  • Delizaza23 13 yıl önce Şikayet Et
    . Editörün Notu: Lütfen yorumunuzun tamamını büyük harflerle yazmayınız. Teşekkürler...
    Cevapla
  • Fatih Karahan 13 yıl önce Şikayet Et
    Tarihine sövmese ödül alabilir miydi?. Kitabının birinde Osmanlının bütün erkeklerini sapık oğlancı olarak gösterir, birinde sözde Ermeni soykırımını savunur, buna ödül vermeyecekler de kime verecekler. Erhan Türüdü de çok güzel yorum yazmış, aynen katılıyorum.
    Cevapla
  • Erhan Türüdü 13 yıl önce Şikayet Et
    Ankaralı Turgut. Ankaralı Turgut da Türkler şu kadar Ermeni ve Kürtü kesmiştir dese ve iki sayfa yazı yazsaBatılılar elinden tutup onu da Nobellik yapabilirler.Orhan Pamukun aldığı Nobelin bizi bağlayan bir tarafı yok.O bizim yazarımız değil.Kimlere yaltaklanıyorsa onların yazarı olsun.
    Cevapla
  • ali cihanbeyli 13 yıl önce Şikayet Et
    kedi ve ciğer. ben heykeltraşım tabiatın kanunun da vardır benden biraz daha iyi bir meslektaşımı görürsem iyi yönlerinden çok onun eksiklerini ararım ve onu yerden yere vurmak için kullanırım... batur arkadaşımız da kedinin ciğere ulaşamayacağını anlayıp ciğere mundar etmesi gibi bir olayla karşı karşıya. yazık enis batur a. zaten nobel de öyle sokak ağzıyla ifade edilebilecek bir durum değil. yani sana ve sizin gibilere tavsiyem kitabı bitir_e_meden boş konuşuyorsunuz. o sizi aşmıştır inanın o yüzden anlayamayacaksınız
    Cevapla
  • Ejder Ejderha 13 yıl önce Şikayet Et
    Düşmanın dili öğrenilir mi hiç!. Bizde Bulgarca, Yunanca, Rusça, Arapça, Ermenice, Farsça öğrenmek vatana ihanet gibi addedilir. Halbuki komşunun dilini bileceksin ki, çevreni tanıyasın. Özellikle edebiyatçının bunları bilmesi lazım. Hakeza askerin de öyle. Dilini bilmeden komşu ülkeye nasıl casus sokabilirsin. Korku rejimi kurarsanız kimse de yabancı dil öğrenmez. İngilizceyle idare edersiniz.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Bakan Bayraktar'dan dev LNG anlaşması açıklaması! Karadeniz'de de petrol gelişmesi
Bakan Tekin: Soru hazırlama havuzunun yarısı öğretmenlerimizden seçilsin istedik