Meksika Sınırı'ndan kaçtı ve ünlü oldular

Üç genç beyin: İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf.. Meksika Sınırı adlı program ile hem Televizyon aleminin kalıplarını kırdılar hem de seyircilerini gündemi boğan sınırların ötesine kaçırmayı başardılar. Ve başarılarının sırlarını anlatt

Meksika Sınırı'ndan kaçtı ve ünlü oldular
Meksika Sınırı'ndan kaçtı ve ünlü oldular
GİRİŞ 14.01.2008 12:25 GÜNCELLEME 14.01.2008 12:25
Bu Habere 2 Yorum Yapılmış

H. Salih Zengin'in haberi


’Meksika Sınırı’nı geçmek isteyenler cuma akşamı ekran başında buluşsun. İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf’un, ‘Haber 7’ kanalında sunduğu ‘Meksika Sınırı’ isimli program, kısa sürede bir fenomen haline geldi ve her çevreden insanın dikkatini çekmeyi başardı.


Alışılmış televizyon dilinden uzakta, cevap vermekten ziyade soru sormaya odaklanan Meksika Sınırı, edebiyattan sanata, sosyolojiden sinemaya, spordan müziğe kadar genişleyen zengin bir gündem ve akıcı bir ‘muhabbetle’ çıkıyor izleyici karşısına. Bir gün kaçabilecek bir sınır olmasını önemseyen ve kendilerini tipik kanun kaçakları olarak tanımlayan üç sunucu, hayatta, magazin servislerinde, köşe yazılarında kendilerini kovalayan bir sürü şey olduğunu ve bu yüzden sınıra doğru gitme ihtiyacı hissettiklerini belirtiyorlar. Programda sağ-sol ayrımı yapmadan bütün sinir uçlarına dokunabilmeye cesaret eden Meksika Sınırı, insanlar arasında varmış gibi duran sınırı kaldırmaktan yana. Bu eleştirilerin Türkiye’nin geleceğini belirlemede önemli bir işleve sahip

olacağını düşünen program sunucuları, popüler kültürü de sorularla dinamitlemek istiyor. İki saat boyunca izleyiciyi ekran karşısında tutan Meksika Sınırı’nda Tarık Tufan her şeyi baştan alan adam, Selahattin Yusuf her şeyi karıştıran adam, İsmail Kılıçarslan ise arabulucu rolünde.

Meksika Sınırı’nda üç Türk gencinin bulunma gerekçesi nedir abi? İddianız ne? Zapata’lığa mı soyundunuz?

Tarık Tufan: Şimdi bu program hakkında uzun boylu, yüksek perdeden cümleler kurmayalım. En nihayetinde TV’de yaptığın her şey gösterinin bir parçasıdır. Meksika Sınırı’da gösterinin içinde olup da gösteriden rahatsız olan adamların yaptığı bir program. Bu TV’de program yapan herkes adına trajik bir şey. Bir gün kaçabilecek bir sınır olmasını önemsiyoruz.

İsmail Kılıçarslan: Üçümüzün inandığı ortak bir şeyler var. Aliya İzzetbegoviç’ten duyduğumuzda bizi heyecanlandırmıştı. Birçok aklı başında adam bir üçüncü yoldan bahsediyorlar. Mesela Aliya ‘Ne Doğulu olalım, ne Batılı, başka bir şey olalım’ diyordu. Biz Meksika Sınırı’nı geçeceksek o üçüncü yolu bularak geçeceğimize inanıyoruz. Zaten sınır dediğiniz şey saçma sapan bir şey değil midir? Çünkü Meksika Sınırı diye bir şeyi kabul ettiğin anda Amerika diye bir şeyi de kabul etmiş oluyorsun. Bunu bir TV programı başaramaz kardeşim. Ama biz ‘hep denedik ama daha iyi yenildik’ diyecek kadar da kendini iyi hisseden adamlarız.


Yani birbirinizin yaptığı işlere gözü kapalı imza atacak kadar yakınsınız?

Selahattin Yusuf: Aynen öyle. Tam tersi şeyler söylesek bile üçümüz aynı şeyleri düşünüyoruz. Birbirimizin şiirlerinin altına imza atacak kadar ortak hissimiz var. Gerçi ben sonradan katıldım aralarına ama öyle bir ortaklık kuruldu. Bunun kaynağı biraz da hayattan kaynaklanan sorunlar. Keşke bizim gibi başka üçlüler de olsa… Meksika Sınırı’nın ismi Tarık ve İsmail’e ait, ben bu ismi sadece patronumuz Mustafa Çelik’e iletmekle görevliydim. İki ay gibi kısa bir sürede fenomen oldu. Apaçi kırması yazar Forrest Carter’ın romanlarında kovboylar adres verirken numara ile adres vermez, ‘Güney’e, Kuzey’e gidiyorum’ der. Bu insana coğrafi genişlik hissi verir. Meksika Sınırı’nın verdiği his de bu. Kanundan kaçmak isteyenlerin gittiği bir yer bu sınır. Ama kanun, hukuk demek değildir. Kanun aynı zamanda gayri hukuki bir şey olabilir. Metazori ile yapılan şeylerin hukuki olmadığının da altını çiziyoruz. Kanun kaçaklığı var ama hukuk taraftarlığı da var.

İsmail K.: Bu anlamda tipik kanun kaçaklarıyız.

Selahattin Y.: Niye kaçıyoruz Meksika Sınırı’na? Valla bizi kovalayan şeyler var: Hayatta, magazin servislerinde, köye yazılarında, hayatta…

İsmail K.: Batman’dan bir izleyicimiz ‘Meksika Sınırı’na kaçıyorum; çünkü Batman’da hayat yok’ diye mail atmıştı. Çok yakıcı ve yalın… Hayata doğru kaçmak gibi bir kavramın da olduğunu anlatıyordu. Donup kaldık. Hislerimiz ortak ama ilgilerimiz farklı.


Seyirciye ne vaat ediyorsunuz ki, seyirci izlediği programdan sınır ihlali yaparak Meksika Sınırı’nı izlemeye kaçsın?

Tarık T.: Biz kimseye gül bahçesi vaat etmiyoruz bir kere. (Gülüşmeler) Bu programı yapan üç adam Türkiye’nin mevcut dayatılmış kolektif algısına karşı rahatsızlık hisseden adam. Popüler kültür zeminini temsil eden statükonun tartışılmasını uygun gördüğü şeylerin dışında bir dünyanın olmamasına inanmak bizi geriyor. O yüzden bize ait doğal, insani gündemlerimiz olmalıdır. Arka sayfalara itilen şeylere bakıyoruz. Bu bizim için ihtiyaç. Ortak kaygılarımız seyirciyle bizi yaklaştırıyor.

İsmail K.: İzleyicilerim programdan bir tatmin ya da tamamlaşmışlık hissiyle ayrılmıyorlar. ‘Kardeşim çok fazla meseleden söz ediyorsunuz, hiç derine inmiyorsunuz’ diyorlar. Derinleşmenin bir âlemi yok. Televizyonun var oluşuna aykırı bu.


Peki sizin izleyicilerin yüzde kaçı sizi anlamış olarak sınırı geçmeye adaydır?

Selahattin Y.: Biz Meksika Sınırı’na gitmenin ihtiyaç olduğunu söylüyoruz, gidiyoruz demek bile büyük iddiadır. Bunu henüz bilmiyoruz, seyirciler de oluşum halinde. Çok çeşitli çevrelerden tepki alıyoruz. Asıl amacımız derinleşmeye yol açacak sorular sormak. Popüler kültür denilen göçüğün altında kalmış durumdayız. İnsanlar artık copy-paste yöntemiyle duygularını değiş tokuş eder duruma geldiler. Popüler kültüre bakarak toplumu anlamanın imkânını elde etmeye çalışıyoruz. Popüler kültürün unsurlarını kullanmaktan çekinmiyoruz. Bir tarafıyla onu biz de taşıyoruz. Popüler kültüre gençler sadece ‘taşıyıcı’ olarak katılıyorlar. Markalı giysi ve aksesuar taşıyorlar, bu kapitalizmin bize yutturduğu bir dolma. Bu kapitalizmin dibi demek, buna biz kökten karşıyız. Hangi soru işaretini bulup bunun dibine inebilirsek, inmek istiyoruz. Biz bu insanı cahilleştiren ve yalnızlaştıran edilgen kültürü yok etmek ve katılarak değiştirmek istiyoruz. Bunu derken ‘Biz bu kültüre karşıyız’ gibi bayat, yenmez bir vaazı, vaaz etmek istemiyoruz. Biz bunu soru işaretleri ile dinamitlemek istiyoruz.

Tarık T.: Ayrıca bu topraklar yakın zamana kadar dili, sanatı ve edebiyatı başka bir dille açabilecek kadar ufku geniş bir toplumdu. Bugün her şeyin internet diline indirgenmiş olması bireyin dünyasının ne kadar daralmış olduğunu da gösteriyor. Medya da en nihayetinde bunu günbegün daraltıyor. O yüzden TV’nin açmak, genişletmek gibi bir iddiası yok. Meksika Sınırı’na kaçış sürecine katılan insanların tepkileri daha çok kavram kullanarak yapılıyor. Yani dili geniş kullanıyorlar. Karşı çıkanların ise kullandıkları kelime sayıları çok az. Bizi sahiplenenler ya da karşı çıkanlar bunu kaç kelime ile yapıyorlar, ona bakıyoruz.

İsmail K.: Yine örnek veren adam olarak konuşayım (Gülüşmeler), bir izleyicimiz şöyle diyor: “Bu programın, Kuzey Irak’ta Meksika Sınırı teorilerinin konuşulduğu şu günlerde çok anlamlı buluyorum.” Bizim buna resmî cevabımız ‘Haydaaa’ oldu. Çünkü öğretilmiş bir sözcüğü var, tamamen kontrol altına alınmış bir düşünce sistemi var ve onun içinden çıkamıyor. Bizim işimiz bu kafası iğdiş olmuş adamla işte. Meksika Sınırı’na gitme ihtiyacı hisseden adamlarla zaten kol kolayız. Ona bir tek şey söyleyebiliyor muyuz? Bizi eğlenceli bulduğu için izleyen ev hanımlarını çok önemsiyorum.


Sizin hayattaki arkadaşlığınız süresince kahvehanede konuşup dertleştiğiniz konular mı sizi televizyon ekranında buluşturdu?

Selahattin Y.: Biz seçimlerden önce bir program yapıyorduk. Fakat o programda anladık ki bizim ilgilerimiz daha farklı ve daha geniş bir alana yayılıyor. O zaman böyle bir programı düşünmüştük. Sağ olsun Mustafa Çelik de bize tam destek verdi.

Tarık T.: Türk televizyonlarında bu kadar yerleşik izleyici zihninin dışında bir kavram dünyasını temsil eden felsefi, estetik, dini, sosyolojik bir arka plana göz diken bir programın yer bulabiliyor olmasının en büyük pay sahibi Mustafa Çelik’tir.

Tepkiler nasıl ve hangi sınırlardan geliyor?

Selahattin Y.: Dindar kesimlerden gelen tepkiler oluyor. Siz dindarları eleştiremezsiniz diyorlar. Biz de diyoruz ki e-leş-ti-ri-riz! Neden? Kaçınılmaz bir ihtiyaç bu. Bir söz var: Bilgelik bir uçta aşırıya gitmek değil iki uca birden aynı anda dokunabilme yeteneğidir. Türkiye’de bu yapılamadığı için hep taraflar oluştu. Biz iki uca aynı anda dokunabilmeye cesaret etmek istiyoruz.

Tarık T.: Bizim bu tavrımız şöyle bir hamasetten kaynaklanmıyor: Biz hep ortada duralım. Hem sağı hem solu eleştirelim değil. Olaylar var, ona tepki gösteren insanlar var. Biz o olaya bakıyoruz, o olaylar içinde kimin ne kadar parmağı varsa onu bir şekilde dillendirmeye çalışıyoruz. Ve bizim söylediğimiz de mutlak değil. Zaten mutlak cümleler kurmakta da başarısız olan insanlarız. Kafamız hep soruya çalışıyor, cevaba çok çalışmıyor. Ama eğer o ahlaki konunun, o kavramsal meselenin bir ucu yaşam tarzı bize benzeyen insanlara değiyorsa, doğal olarak o dostumuza da yüzümüzü dönüp ‘Kardeşim bu böyle olmaz’ diyoruz. Bu dost olmanın da bir gereğidir. Türkiye’de homojen bir ortam da yok ki? Kimse ‘Ben bu görüşün temsilcisiyim.’ deme hakkına da sahip değil. Bu ağzı bırakalım artık, o ağız kirli bir ağız…

İsmail K.: STV’de yayınlanan bir dizi üzerinden ‘Kardeşim bu İslami televizyonlar demek istiyor ki, ‘Başörtülü kadınlar namuslu, başörtüsüz kadınlar namussuz’ deme cüretini gösteren Sina Koloğlu ile ‘Ben insanları moda ile örtüyorum’ diyen Tekbir Giyim’in sahibinin aslında aynı adam olduğunu, aynı zihinden beslendiğini anladığımız an sanki bir şey olacakmış gibi geliyor bize. Ama bir şey olmayabilir de.

Selahattin Y.: Bu iki insan arasında varmış gibi duran sınırı kaldırmak istiyoruz. Her şeyin çıplak olarak ortaya çıkmasını istiyoruz. İslamcı, dindar, muhafazakar ismine ne diyorsak diyelim eleştirilerimizi çevreye yöneltmemiz gerekiyor. Çünkü Türkiye’yi bu sağaltım sürecine sokacak tek kuvvet ve öbek bunlardır. Bunların harekete geçmemesi Türkiye’nin ne olacaksa olmasını engelliyor.

İsmail K.: Diyelim o kitle de günlüğü 14 YTL’ye İkballe Hayatı Paylaştıkça’ya seyirci olarak geliyor. O kitleye ne söylüyoruz ya da daha doğrusu o kitle ne söyleyecek bize? Yine bunları söylerse yandık.

Tarık T.: Yakın zamana kadar bu coğrafyada Bağdat’tan kalkan bir kervan ticaret yapmaya gelebiliyordu. Fakat birden bir sınır ortaya kondu. Bir gün önce tüccar olan adamlar bir gün sonra kaçakçı oldular. Sınır insanın dünyasını değiştiren bir şey.

Selahattin Y.: Minyatürün Bağdat, İsfahan, Tebriz, İstanbul ekolü vardır. Ezanın Kahire’de, İstanbul’da, Tahran’da, Mekke’de okunma biçimi vardır. Bu nedir? Ayrı şehrin mahalleleri demektir. Bu coğrafya sınırlarını Sezai Karakoç’un sıkça vurguladığı gibi ortadan kaldırmak lazım.


Meksika Sınırı’ndaki görev dağılımı nasıl yapılıyor. İsmail arabulucu, Tarık her şeyi baştan alan adam, Selahattin de her şeyi karıştıran adam rolünde mi? (Gülüşmeler)

Tarık T.: Bu biraz da insanların ilgisiyle alakalı bir şey. Üniversitede felsefe okuduğum için olayların teorik arka planı önemli geliyor.

Selahattin Y.: Ben uluslararası ilişkiler okuduğum için perspektif kurma anlamında çok faydası oldu. Bir edebiyatçı uluslararası hukuk bilirse, bir yazar Norveç fiyordlarını bilirse iyi olur diye düşünüyorum. Ece Ayhan ölüm döşeğinde bile ‘Eğer kültürünüz yoksa hapı yuttunuz’ diyordu. Genel kültürün, popüler kültür havzası içinde elden ele dolaşan kısmı elden düşme cümlelerle oluyor. İki üç ay içinde yeni jargonlar ve kavramlar oluşuyor. Kültür moda olduğunda hiçbir şeydir. Biz gerçekten kültürü talep ediyoruz.

İsmail K.: Kültürün moda olmuş biçimine Tuna Kiremitçi diyoruz.


İlgi alanlarınız farklı kaygılarınız ortak ama mesela Tarık borsadan hiç anlamıyor. Sizin de böyle sağır olduğunuz alanlar var mı?

Tarık T.: Hakikaten de hiç bilmem.

Selahattin Y.: Elli yıllık geçmişiyle konuşulmadığından siyasete biganeyim.

İsmail K.: Tarık’la futbol kültüründen bahsetmeyi seviyoruz. Selahattin futbol meselesini anlamıyormuş gibi davranıp çok şık laflar etme becerisi gösteriyor ama ben futboldan çok anlamam. İç Anadolulu olduğum için bozlak müziğine en yatkın duran benim ama Bob Dylan’ına da Selahattin yatkın.

Tarık T.: Bob Dylan da Trabzonluymuş ya, akrabalıklarından kaynaklanıyor. (Gülüşmeler) Akrabalık olmadan böylesine duygusal ilişki kurulamaz. Bob Dylan elhak Trabzonludur ve Selahattin’in akrabasıdır.

İsmail K.: Hatta mümkünse Araklılıdır.

Selahattin Y.: John Baez da Meksikalı’dır ama onu da severiz.

İsmail K.: Onun Allah’la ilişkisi çok problemlidir. Ben Allah’la ilişkisi problemli sanatçılardan nefret ediyorum abi. O yüzden Bob Dylan ve Leonard Cohen’i filan tutarım. Yani ‘senin dünya ile sorunun olabilir ama sorunun dünyayla mı Allah’la mı bunu bir ortaya koy’ dediğim adamlar var. Şimdi biz ‘haftanın Meksikalısı’ diye bir bölüm yapıyoruz. Bu hafta biri Şeyh Galip’ti biri Albert Camus. İkisi de güzel adam.


Sizin için gündem sıcak gelişmelerden ibaret değil. Konuşacağınız ortak gündem nasıl ortaya çıkıyor?

İsmail K.: Hafta boyu biz çeşitli ilgilerimizi topluyoruz. Mesela eşim şöyle bir şarkı var şuna bir baksana diyor. Gazete, dergi takip ediyoruz. Yakın arkadaşlarımız da ‘Bu, Meksika Sınırı’nda çok güzel konuşulur’ diye teklifte bulunuyorlar.

Selahattin Y.: Nabi Avcı, Zaman Gazetesi’nin ilk yıllarında Ulus’taki bürosunda dünya haritasını ters asarmış. Biz de haritayı ters asmak istiyoruz. Çünkü biz soru işaretini o küçük haberlerin üzerine koyduğumuzda ortaya büyük bir sosyo-kültürel sonuç çıkıyor.


Sizin için Türkiye’nin, üzerine soru işareti konulması gereken en büyük sorunu ne?

Tarık T.: Böyle bir şeyi ayırt etmek çok güç ama Türkiye’de mevcut bütün kurumlara rengini veren dil, gün geçtikçe daha kısır, daha totaliter, daha baskıcı, daha tek tipleştirici bir unsur olarak belirmeye başlıyor. Eğer bu dili ve bu dili kullanan zihni bu totaliterleşme hızından kurtaramazsak buradan çıkış yok. Mesela bir futbol yorumcusu ‘Genelkurmay Başkanı vurdu mu oturtacak bir adam olmalı’ diyor. Böyle dersen yarın öbür gün senin muhabirine kodu mu oturtan polise o ekrandan bir şey diyemezsin kardeşim. Ulusalcılıkta bu, dilin sistematik hale dönüştürülmesidir.

İsmail K.: Yeri gelmişken resmî olarak ‘Ohaa’ demek istiyorum o arkadaşa. (Gülüşmeler)

Selahattin Y.: Türkiye’nin kültürel geçmişi ve uygarlık birikimiyle birinci sınıf bir hayat tarzı ortaya koyacağını düşünüyorum. Fakat talihsizlik şu ki, ikinci sınıf bir periferi ülkesinin kültürüne, siyasetine ve ekonomisine sahip. Şu soruyu sormaya cesaret etmeliyiz: Neden Türkiye’de ikinci sınıf edebiyatçılara Nobel ödülü veriliyor ya da Nobel’e aday gösteriliyor?

İsmail K.: Kültürel iktidarsızlık problemi var. Fazıl Say’ı Türkiye’nin en büyük müzisyeni, Mustafa Altıoklar’ı yönetmen, Hıncal Uluç’u gazeteci filan kabul eden bir ortalama kültürel algı var ve bu algıyı doğrulamayı teklif dahi edemiyorsun. Faşizan bir şey çünkü. Dolayısıyla bu kültürel iktidarsızlık durumu hem Tarık’ın söylediği Türkiye’nin dilini geliştirmesine engel, hem de Selahattin’in dediği ‘Türkiye 1.sınıf ülke olacak mı?’ sorusuna hayır cevabını vermemizi gerektirecek kadar da net ve acıklı bir durum.


Kaçak göçmen akımını durdurmak için yapılan Meksika sınırı, Amerika’ya 5 milyar dolara mal oldu. Sizin Meksika Sınırı’nın maliyeti ne? (Gülüşmeler)

Tarık T.: Bizim programın maliyeti çok yüksek ve bu maliyeti karşılamak da olanaksız. Çünkü İsmail’in ve Selahattin’in geldiği entelektüel ve kalbî düzey, bu Allah’ın belası kapitalizmin bütçe oranlarıyla kurgulanabilir bir şey değil. Kalbinden konuşan herkes bu faturayı sızı olarak, yalnızlaşarak filan öder. Biraz züppece bir şey de yapıyoruz aslında. Kurumsal sunucu ağzıyla değil de kalbî olarak konuşunca ontolojik olarak iddialı şeyler söylemiş gibi oluyor.

İsmail K.: Bize birçok arkadaşımız bile gülerek ‘Geyik yapıyorsunuz’ siz diyor. Anlamıyorsan bari sus da ciddiye alalım.


Sizin Meksika Sınırı dediğiniz sınırı aslında Amerika’nın parasını ödeyerek belirlemiş olması sizi rahatsız etmiyor mu?

Selahattin Y.: Amerika çizdiği sınırla insanları Meksika sınırının kuzeyine hapsetmiş durumda. Amerikan stilini yaşamak bizim içinden kaçmak istediğimiz bir şey. Amerika bu sınırı sadece Meksika’ya kurmuş değil, bu sınırları Türkiye’ye de kurmuş. Amerikan tarzı yaşamın sınırları, çok kuvvetli faşizan biçimde sürmesi için belki her yıl düzenli ödemeler yapıyor.

İsmail K.: Sınırları ABD çizse de buna itiraz geliştirebilen adamların yanında yöresinde olmayı daha çok önemsiyoruz.


Programda 5 öneri sıralıyorsunuz. Sizin kendiniz için önerileriniz neler? (Gülüşmeler)

İsmail K.: Telaffuzumu düzeltmeyi öneriyorum ama imkansız bir şey, böyle kalacak.

Selahattin Y.: Televizyon buharlaştırıcı bir şeydir. Her zamankinden daha çok okumalısın. Şeyh Galip’le Albert Camus’yu mutlaka okumalısın. Çünkü Albert Camus yaradır, Şeyh Galip merhemdir. İkisini bilmek zorundasın.

Tarık T.: Zaman zaman farklı semtlerdeki yerleşik kahvehanelere gidip ortamı kolaçan etmeliyim.

Selahattin Y.: Hâlihazırdaki yaşamını çok iyi tanımalısın yoksa ileri sürdüğün şeyler çok doğru bile olsa bir anlam ifade etmeyecektir.

İsmail K.: Meksika Sınırı’nı çok iyi yapmalısın çünkü Meksika Sınırı’nın şükrünü ifa etmek böyle mümkündür.

Tarık T.: Allah’a yakın olmak doğal olarak bütün kötülüklere uzak durmak anlamına gelir. Mesele yakınlaşacak yol bulabilme meselesidir. Bunun için üretilmiş her şeyi yakın olmak için önemseyip kullanabilmeliyiz yani.


Almanya yenilince biz de yenilmiş sayılıyoruz ya. Amerika yenince biz yenmiş sayılır mıyız?

İsmail K.: Bunu AK Parti iktidarına sormak lazım. Benim varlık sebeplerim arasında Amerika’nın kültürel ve muktedirlik anlamında yok edilmesi gerektiğini düşünen bir sistematik var. Doğrusu Amerika yenmiş olursa kendimi yenilmiş sayacağım.

Tarık T.: Geçenlerde takımı 34-0 yenilen bir takımın teknik direktörü şöyle diyordu: ‘Bizim çocuklar çıkıp oynadılar, ne küfür ettiler ne tekme attılar. Bu da iyi bir şeydir’ diyor. Şimdi bu adamın yenildiğini kim söyleyebilir? Amerika şu an Irak’ta 34-0 galip ama bu Irak’ın yenildiği anlamına gelmiyor. Biz iyi oyundan yanayız.

Selahattin Y.: Bu 34 golün Amerika’nın kalesine girdiğini 54 yıl sonra görebileceğiz. Çünkü orada bir insanlık duygusu inciniyor. Bu duygu Amerikalılara lazım olacak uzun süreçte. Uzun farları yanan insanlar Amerika’da da ABD’ye karşı çıkıyorlar.

İsmail K.: Şair İlhami Çiçek satranç derslerinde der ki: ‘Atını kaybeden oyunu kaybetsin.’ Atımızı kaybetmediğimiz sürece oyunu terk etmemize gerek yok.

Tarık T.: Haliyle iyi bir oyuncu en çok atları sever yani.


Peki sizin ‘kahrolası federaller’ dedikleriniz neler?

Tarık T: Kahrolası federallerden daha tehlikeli olanlar var; onlardan kendisini daha federal hissederek ortalıkta dolayan tipler… Federaller anlaşılıyor zaten. Sokakta elinde gazete tutan, siyah gözlüklü adam işte. Problem federallerden değil, federallerden aferin alabilmek için aramızda pis pis dolaşan adamlardan gelir.

İsmail K.: Federaller bir sürü şey söyledi ama ‘Plan yapmayın plan’ı İsmail Türüt söyledi. Bu şekilde bir sürü çocuğu zehirledi. Benim nefret ettiğim federal tipi tam da federalden çok federalci olanlardır. Rozetsiz federaller çok tehlikeli.

Selahattin Y.: Karşı masayı izlerken sigarasıyla okuduğu gazetenin hangi haberini yakıyor, önemli olan bu. Yakmak için hangi haberi seçiyor? Magazin haberini yakıyorsa fena bir adam değil, konuşulabilir.

Fotoğraflar: Bahar Mandan


(Zaman Gençlik)

YORUMLAR 2
  • illetyus 17 yıl önce Şikayet Et
    türban sorunu. 18.01.2008 türban tartışması adı altında bir yayın yapıyorsunuz ama orada bulunan herkez destekleyen konumunda eee o zaman bunun neresi tartışma....anlayamadım yayın anında mailde atılamıyor size lütfen insanları kandırmayın bi program yapmaya çalışıyorsunuz o bari tarafsız olsun ! ...danışıklı dövüşmeyin bilir kişiler olsun... hakkını verin...
    Cevapla
  • zübeyir kesici 17 yıl önce Şikayet Et
    meksika siniri. sizleri seviyoruz inanın hercuma bizim için çok güzel geçiyo hele yılbaşı özel programınızı hayatta unutamam 5 saat tv karşısında çok güzel geçti başrılar ALLAH razı olsun
    Cevapla
DİĞER HABERLER
ABD'de terör saldırısı şoku! Binayı havaya uçurdular: Ölü ve yaralılar var
İmamoğlu'nun otel görüşmelerinde bir sır daha! Metro ihale sürecinde gizli görüşme yapıldı