Kapana Sıkışmış Ruh Hali: "Dıkşın: Büyük Şans" ve İçimizde Fısıldayan Korku
"Dıkşın: Büyük Şans" basit bir gösteri değil yaşamın yaşamın çelişkilerini acımasızca ele alan, sizi hem gülümsetecek hem de iç sıkıntısına sokacak güçlü bir yapıt.

Oyun bittiğinde, sandalyenden kalkarken hissedilen o tuhaflık... Neredeyse iki saat boyunca güldüren ancak göğsünüzü sıkan, ve en önemlisi gözlerinizi oyundan bir an bile ayıramadığınız bir deneyim... Koffi Kwahule'nin "Dıkşın: Büyük Şans" oyunu, tam da bunu yapıyor: sizi kapana sıkıştırıyor.
Bu kapan duygusu, oyunun en güçlü yanı.
Sahnedeki ikili -Onur Ünsal ve Mehmet Tekatlı- arasındaki dinamik, sanki bizim günlük yaşamımızdaki sıkışmışlık hallerimizin büyüteçten geçirilmiş versiyonu. Bir yanda sürekli konuşan, hareket eden, enerjisi hiç bitmeyen "işkenceci", diğer yanda suskunluğuyla direnen ama aynı zamanda bu duruma mahkûm kalmış "Stan".
İlk bakışta güldüğünüz sahneler, aslında sizin kendi hayatınızdaki çelişkilerin karikatürü olduğunu fark edince, gülmek yerini bir tür iç sıkıntısına bırakıyor. Çünkü Kwahule, bizi sadece seyirci olmaya bırakmıyor; bizi de bu oyunun bir parçası haline getiriyor. Stan'la aynı konumda hissediyoruz kendimizi - konuşamıyor, hareket edemiyoruz, sadece izliyoruz.
Bu "kapana sıkışma" hissi, modern yaşamın metaforu aslında. Gündelik hayatımızda da aynı oyunlarının içindeyiz, değil mi? Bazen ezilen, bazen ezen pozisyonunda buluyoruz kendimizi. Ama çoğu zaman da Stan gibi, ortada kalıyoruz - ne tam anlamıyla mağdur, ne de fail. Oyunun en rahatsız edici yanı da burası zaten. Kwahule, bize rahat bir izleyici koltuğu sunmuyor. "Gülin geçin, bu sadece tiyatro" demiyor. Aksine, "Bu sizin günlük yaşamınız, sadece biraz abartılmış" diyor. Ve bu, hem komik hem ürkütücü oluyor.
Hüzünlendiren kısım ise, bu kapanın gerçek olması. Sadece sahnede değil, gerçek hayatımızda da sürekli böyle iktidar ilişkilerinin içindeyiz. Bazen fark etmeden, bazen de çaresizlikle kabullenerek. Stan'in sessizliği, bizim de çoğu zaman karşılaştığımız çaresizliğin sesi.
Oyunun gücü, tam da bu rahatsızlık hissinde. Sizi kapana sıkıştırıyor ama bu sıkışmışlığın farkında olmanızı da sağlıyor. Ve belki de asıl başarı burada: sizi düşünmeye zorluyor. Kendi katılımınızı, kendi pozisyonunuzu, kendi sessizliklerinizi ve haykırışlarınızı sorgulamaya zorluyor.
Bu, basit bir "gülelim eğlenelim" oyunu değil. Kwahule'nin yarattığı bu karanlık sirk, aslında hayatın kendisinin bir yansıması. Ve biz de, tıpkı Stan gibi, bazen sadece izleyici kalmak zorunda hissediyoruz kendimizi - kapana sıkışmış, ama yine de yaşamaya devam eden. Belki de oyunun en derin mesajı şu: Bu kapanın farkında olmak, ilk kurtuluş adımı. Ve Kwahule, bize bu farkındalığı acı ama gerekli bir yolla sunuyor. Bir de çıkarken en başta bahsettiğim sandalyeden kalkarken oluşan tuhaf his "acaba ben de bu oyunun hangi tarafındayım?" diye sormanızdan kaynaklanıyor.