ABD'li 'kadın imam' polemiğe katıldı

New York’ta cemaate Cuma namazı kıldırdıktan sonra gündeme gelen kadın imam Amina Wadud da Türkiye’deki 'başı açık erkeklerle yan yana namaz tartışmalarına katıldı.

ABD'li 'kadın imam' polemiğe katıldı
ABD'li 'kadın imam' polemiğe katıldı
GİRİŞ 03.02.2006 14:00 GÜNCELLEME 03.02.2006 14:00

Başbakan danışmanlarından Cüneyt Zapsu’nun eşi Beyza Zapsu’nun da yer aldığı kadın cemaatinin, erkeklerle aynı safta ve üstelik başı açık namaz kılmasıyla birlikte, İslam’da reform ve Kalvanizm tartışması yeniden alevlendi. Benzer bir tartışmayı, ABD’de yine bir kadın başlatmıştı. New York’ta cemaate Cuma namazı kıldırdıktan sonra gündeme gelen kadın imam Amina Wadud da Türkiye’deki tartışmalara katıldı Wadud, “İslam’da modernizm Atatürk’le başladı, çünkü Atatürk o günkü İslami yaşam şeklinin ulus devlet modeline hiç uygun olmadığını gördü" diyor. Kendi cemaatinde de başı açık ibadet edenler olduğunu söyleyen Vadud’a göre; örtünmek dinin şartı değil, kadının tercihi Söyleşi:
Virginia Commonwealth Üniversitesi Öğretim Üyesi Amina Vadud, New York’ta bir kilisede cemaate Cuma namazı kıldırınca gündeme geldi. İslam’da kadın üzerine araştırmalar yapan ve kitaplar yazan Vadud; İslam’ın zaten Atatürk ve onun dönemindeki bazı İslamcı düşünürler tarafından modernleştirildiğini, artık post-modernizmden söz edilmesi gerektiğini söylüyor. Ona göre, post-modernizm de ‘ilerlemeci İslami düşünce’yle (progressive İslam) gerçekleşecek; çünkü bu düşünce etrafında toplananlar, İslam’ın tek bir uygulaması olamayacağını ve İslami kuralların, Kuran’ın küreselleşme ve modern çağa göre yeniden yorumlanması gerektiğine inanıyorlar. Amine Vadud’la modernizmi, başörtüsünü, kadının başı açık ibadet edip edemeyeceğini ve İslam’da kadının yerini konuştuk.
- İslam’ın modernleşmeye ihtiyacı var mı?
İslam’dan ne anladığımıza ve İslam uygulamalarına kimin karar verdiğine bakmak lazım. İslam’ın birçok insan için farklı, kişisel, ideolojik ve siyasi anlamları vardır. İslam’ı yaşam şekli ve İslami söylem olarak ele alırsak; İslam’ın modernleşmesi yeni değil. Modernizm, 20. yüzyılın başlangıcında başlamıştır. Modernleşme, 1900’lerde Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, Atatürk ve Mısırlı Muhammed Abdu ile başlamıştır. Atatürk’le aynı dönemde, birçok İslamcı düşünür de İslami yaşam şeklinin imparatorluktan ulus devlete geçişle uyuşmayacağını düşündü ve modernizm hareketini başlattı. İslam’da modernizm böyle başladı. Atatürk ve Ortadoğulu düşünürlerle...
Sorun bunun devamıdır. Şimdi biz post-modernizm dediğimiz süreçteyiz. Reform için yapmamız gereken radikal hareketlerin bazıları neo gelenekselciliktir. Yani geleneklere gidip şeriat hükümlerini, kültürel uygulamaları, özellikle de kadınların durumunu yeniden yorumlamalıyız.
- Sizce burada sorunlar mı var?
Demek istediğim, burada bazı zorluklar var ve başa dönmeliyiz. İslam’ın yorumu tek değildir. Bazılarına göre, İslam’ın tek yorumu 7. yüzyıl Arabistan yaşayışıdır.
- Bazıları sizi, ‘light İslam’ yaratmaya çalışmakla eleştiriliyor.
Hayır. Ben ‘ilerlemeci İslam’dan söz ediyorum. İlerlemeci (progressive) İslam, 20. yüzyılın sonunda başlayan ve 21. yüzyılda devam edecek olan bir akımdır. Progressive İslam der ki: “İslam’da çok farklı, ayrıntılı ve esnek kültürel ve entelektüel uygulamalar vardır." Ama emin olmak gerekir ki, Müslümanlar olarak bazı temel prensipleri yeniden incelemeye ihtiyacımız var. Kuran’ın tefsirini ve fıkhı... İslami yaşam tarzını da yeni kültürel, siyasi ve ekonomik çerçevede yorumlamalıyız. İslam’ın entelektüel mirası sürüyor; fakat bu mirası zamanın koşullarına uydurmalıyız. Bu koşullar da farklı ve karmaşık koşullardır. Başka bir deyişle, her İslami ülkeyi ya da her İslami grubu kapsayacak tek bir cevap olamaz. Yani Kuran’ı tekrar okumak gerekiyor. Kuran’ı değiştirmek değil ama uygulamaları güncellemek gerekiyor. Kuran’ın temel prensiplerini yeniden belirlemeliyiz.
- Tek bir yorum olamayacağından söz ediyorsunuz öyle mi?
Evet, böyle bir şey mümkün değil. Bugün bile Sünnilerin, Şiilerin ve Hanefilerin yorumları farklıdır. Onların İslam’ı yorumlayış şekli, hem hükümetler hem mahkemeler nezdinde kabul görürdü. Biz Müslümanlar, bu gelişimi gösteriyorduk. Sadece sömürge döneminde yavaşladık ve sonra da bazı sömürgelerin kodlarını aldık. Bu kodlar Müslüman kadın, erkek ve çocukların yaşam kalitesini artırmak için moderniteye de, küreselleşmeyle gelen post-moderniteye de uygun değil. Küreselleşmenin hedefi hâlâ Batı’nın güdümündedir. Batı, dünyanın nasıl şekil alacağını hâlâ kendi belirlemek istiyor. Sorun şu ki, biz Müslümanlar tamamen Batılı hedeflerle yaşayabilir miyiz? “Demokrasi nedir, yasa, insan hakları, adalet nedir?" gibi... Yoksa bunlara daha iyi argümanlarımız var mı? Ve bireysel araştırmalarımızı nasıl sürdüreceğiz?
- Bu soruya sizin cevabınız ne?
Bana kalırsa, en iyi cevap İslami çevrelerde gördüğüm karmaşadan kurtulmakla ortaya çıkacaktır. Entelektüel bir girişim olarak İslam’ın küresel arenada nasıl olacağına karar vermeliyiz. Burada hükümetlerin nasıl tek bir İslam telaffuzundan söz edebileceğini ve devlet gücüyle bunu nasıl zorladığını sorgulamalıyız. Ve devlet gücü, İslam’ı tanımladığında, bundan kimin fayda ve zarar gördüğüne bakmak gerek. Ve faydasını nasıl artırabiliriz, zararlarını nasıl azaltabiliriz. Bana kalırsa, bu tartışmanın birçok boyutu var. “İslam nedir?" gibi kesin ve basit bir tanım değil bu.
- Sizce İslam’da reformu daha çok kadınlar mı getirecek?
İslam, erkekler tarafından yönlendirilmiştir ve erkeklerin koyduğu kurallar kadını marjinalleştirmiştir. Ancak kadınlar giderek daha eğitimli oldular ve kamusal alanda yüksek pozisyonlara geldiler. Artık evde oturmuyorlar ve kocalarının, babalarının malları değiller. Kadınlar kendi gündemlerini oluşturdular ve artık daha bilinçliler. Aynı zamanda bazı şeylerin savunuculuğunu da yapıyorlar. Sömürge döneminden sonra İslam’ı yeniden uygulamanın en kolay yolu, kişisel ve aile geleneklerini sürdürmekti. Hükümetler de ulus devlete dönüşseler bile bu durumu devam ettirdiler. Ancak o dönemde kadınların kamusal alana dahil olacağı deneyimler ve evde kadına hakkaniyetli davranma isteği yoktu. Ama eğitim gören, eğitimli bir sınıf oluşturan, mali olarak erkeklerle rekabet edebilir duruma gelen kadın, artık evde kalmak istemedi. Burada kamusal alana dahil olmak isteyen kadın kadar, kamusal alana dahil olmak istemeyen kadına karşı da adilane davranmak gerekiyor.
- Sizce İslam ve feminizm sözcükleri bir arada kullanılabilir mi?
Entelektüel İslami söylemde zaten feminizm vardı. Müslüman feministlerden de söz edebiliriz. Bazıları laik, bazıları muhafazakâr, bazıları da büyük eylemcilerdi. Belki feminist sözcüğünü tercih etmiyorlardı ama İslam toplumlarında kadınların yaşam standartlarını yükseltmek için çalıştılar. Batı ülkeleriyle bağlantıda olan birçok İslami kadın hareketi vardır.
- Bize örnek verebilir misiniz?
Tabii, sizi biraz Batı’daki feminizmin köklerine götüreyim. Batı feminizminin kökleri demokratik, liberal hareketti ve kadını cins olarak belli bir yere getirmeyi hedefliyordu. Ama laik görüntüdeki hareket, Müslüman dünyada kendine yer bulamadı. 19. yüzyıl sonunda İran, Mısır ve Türkiye’de bazı kadın hareketleri kendilerini feminist olarak nitelendirmediler; ama kadınlara konan zincirlerden kurtulmak isteyen hareketlerdi bunlar. Bu kadınlar, kendi şartlarında kadınların kimliğini tartıştılar. Bu, İran’da, Mısır’da, Türkiye’de farklıydı; ama 20. yüzyıl başında vardı. 1950’lerde, dünyada iletişimin artmasıyla birlikte, İslam’da da dünyada da kadın tartışılmaya başlandı. Burada farklı sorular ve cevaplar ortaya atıldı. Türkiye’de de kadının Batılı anlamda laik ve modern olması için hareketler vardı. Aynı zamanda, çarşaf ve türban gibi Türkiye’de kadınların geleneksel giyim tarzına dönme hareketleri de vardı. Bu, yerleşmiş bir konu değil. Kendiliğinden ortaya çıkıyor.
- Geçen haftalarda, Türkiye’de bazı kadınların başı açık Cuma namazına gitmeleri, burada erkeklerle yan yana namaz kılmaları tartışıldı. Sizin bu konudaki yorumunuz nedir?
Bu konuda çok araştırma yapmadım. Ancak bu soru bana sık sık sorulur ve verecek birçok cevabım var. Kadınların ve erkeklerin nasıl ibadet edeceklerini belirleyen kurallar, erkekler tarafından belirlenmiştir. Peygamberin söylediklerinden farklı bir şekilde belirlenmiştir. Ve bugün İslami yaşamdaki değişikliklere ibadetin ne kadar izin vereceği sorusuyla karşı karşıyayız. Çoğunluk tarafından kurallar belirleniyor. Deniyor ki, sadece erkek imamlık yapabilir ya da şeriat sadece erkeğin imamlık yapmasına izin vermiştir. Bazı başka görüşler de ortaya çıkıyor ve Kuran’da bunun yasak olduğu iddia ediliyor. Kuran’da başörtüsüyle ilgili bir hüküm yoktur. Bu, fıkıhta vardır.
- “Başörtüsü, Kuran’ın emri değil" mi demek istiyorsunuz?
Hayır. Dua ve başörtüsü bağlantısı Kuran’da yoktur. Bu konuda farklı görüşler var. Nedir bu görüşler ve neden böyle bir tercih yapmışlar? Acaba, kadınların başörtü olmadan namaz kıldıkları özel durumlar yok mu? Burada her zaman Bosna örneğini veriyorum. Orada zorla alıkonan kadınlar oldu. Bu sırada kadınların örtünecek hiçbir şeyleri yoktu ve bu durumda, “Başörtüsüz namaz kılmak günah mı, değil mi?" diye tartışacak durumda da değillerdi. İbadetlerini alışılmadık şartlarda yerine getirdiler. İbadetlerinin kabul olduğu, bazı alışılmadık durumlarda başı açık ibadet edilebileceği söylenebilir. O zaman da soru şu: Bu alışılmadık durumlar hangi durumlardır? Mantık, normal durumlarda ne yaptığımızla kurulur. Ama özel durumları belirleyen otorite kim? Demek ki, kadınların başı açık ibadet edebildiği özel durumlar var ve ibadetleri kabul oluyor. Burada, kuralların değişkenliğini incelemek gerekir. Benim asıl alanım fıkıh değil, tefsirdir. Kuran’ın tefsirleri üzerinde çalışıyorum; çünkü Kuran temel kaynaktır. Ancak Kuran’ın yorumu bazı düşünürler tarafından kelime kelimesine yapılmaktadır ve bugün tartışılan değerler hakkında kurallar içermez. Bu yüzden de yıllardır çalıştığım bu alanda çalışmış insanlarla sürekli bağlantı halinde olmaya özen gösteriyorum. Bu yüzden de bu konularda, keskin bir görüş belirtmek istemiyorum; ama biliyorum ki, İslami şartların da bazı istisnai durumları vardır. Mesele, bu durumların modernitenin yeni ve karmaşık koşulları içinde yeniden yorumlanması gerektiğidir.
- Sizce İslam ataerkil bir din mi?
Bence İslami yasalar tamamen ataerkil, çünkü erkekler tarafından yapıldılar ve kadınlar bu sürece dahil edilmedi.
- Başörtüsü kadının modern dünya arasındaki tek bariyeri mi?
Buna katılmıyorum. Bence farklı koşullarda türbanın farklı anlamları var. Ben çoğunlukla başımı örterim ama her zaman değil. Birçok insan bunun zorunluluk olduğunu düşünür. Bazen ben tersini söylesem bile, insanlar anlamazlar; çünkü genellikle türbanlıyım. Bu yüzden, 30 yıl sonra, sürekli türban takmaktan vazgeçtim; çünkü hiçbir zaman muhafazakâr değildim -gerçi ilk başlarda öyleydim ama akademisyen olduktan sonra muhafazakârlığı bıraktım-. Başörtüsünün dini bir zorunluluk olduğunu ya da kadının özgürlüğündeki belirleyici unsur olduğunu asla söylemedim. Bazı uygarlıklarda kadın doğru dürüst hiçbir şey giymez ama yine de baskı altındadır. Kadının baskı görüp görmemesi, ne giydiğiyle bağlantılı değildir. Türban takmak ya da takmamak sizin tercihinizdir; çünkü biliyorum ki Türkiye’de ve Fransa’da kamusal alanda kadının türban takması yasak. Demek ki tercih özgürlüğü birçok şekilde engellenebiliyor. Ama ben tercihten yanayım.
- Yani sizce türban takıp takmamak ne kadar dindar olduğunuza değil, size bağlı.
Ya da alışkanlığa... Bazı insanlar alışkın oldukları için takmak ister. Bu, aynı zamanda kültürel bir tercih. Onlar kendi kültürleri ve dinleriyle özdeşleşmek istiyorlar. Yoksa ABD’de neden hiçbir zorunluluk olmaksızın türban takmayı tercih eden bu kadar çok kadın olsun ki. Çünkü bütün bunlar, her zaman çok da bilinmeyen tercihlere bağlı. Başka ülkelerde de, neden tercih etmedikleri bir şeyi takmak zorunda olan kadınlar olsun ki. Bu seçim meselesi de karmaşık bir meseledir. Türban taktığınız ya da takmadığınız için herhangi bir faaliyetten men edilmek... Bunların hepsi de aynı türde baskı anlamına gelir. Bunlar, kadına kendi bedeni ve cinselliği üzerinde seçimini yapma hakkı tanımamaktır. Kadınlar bence bu hakka sahip olmalı. Benim seçimim örtünmekti ama örtünmenin dini bir zorunluluk olduğunu düşünmüyorum. Son birkaç yıldır, bazen kamusal alanda örtünüyor, bazen de örtünmüyorum. Çünkü bu, bir zorunluluk değil, seçim. Mesela bahçemde çimleri biçerken türban takmıyorum, evde de takmıyorum. Mesela zengin biri olsaydım ve yanımda erkek çalışanlar olsaydı, onların yanında da takmazdım. Çimleri biçerken türban takmak istemiyorum; çünkü işimi zorlaştırıyor. Ama dışarı çıktığımda da bazen türban takıyorum, bazen de takmıyorum. Ben kendim için en iyi seçimleri yapıyorum ve bu seçimler de ortama göre değişiyor.
- Cemaatiniz hakkında bilgi verir misiniz? Çoğunluğun sonradan İslamiyet’i seçmiş insanlar olduğunu duydum.
Ben de sonradan İslamiyet’i seçenlerdenim. Kuzey Amerika’da İslam en hızlı büyüyen din. Buna Kanada da dahil. Bir taraftan İslamiyet’i seçenler, bir taraftan da ülkeye gelen Müslümanlar sayesinde büyüyor. Onların çocukları da Müslümanlığı seçiyorlar. Burada çok farklı etnik kökenli Müslümanlar var. Tek tip değiliz. Aramızda büyük bir çeşitlilik var. Bazıları çok muhafazakâr, bazıları da tamamen ilerici. Bazı cemaatlerde kadın ve erkekler birlikte ibadet ediyor, kadınların Cuma namazına katılmalarına izin veriliyor ve bazı kadınlar da örtünmeden namaz kılıyorlar. Son bir araştırmada gördük ki, Müslümanların yüzde 44’ü camiye gitmiyor. Yani ABD’de Müslümanların yaklaşık yarısı camiye gitmiyor; zaten İslam da camiden yönetilen bir din değildir. ABD’de Müslüman gettoları yoktur. Müslümanların yoğun yaşadığı bazı bölgeler vardır, örneğin Araplar Michigan’da, İranlılar California’da yaşar ama bir arada yaşamayız. Müslüman olmayan Amerikalılarla birlikte yaşarız.
- Peki, sizce bu alanda ABD en iyi model mi?
Hayır, öyle düşünmüyorum. Bana kalırsa, ABD hükümeti cehenneme gidiyor. Amerikan hükümeti hakkında iyi bir şey söylememe imkân yok; ama buradaki çeşitlilik gerçekten üzerinde çalışmaya değer. Burada, Avrupa’yla kıyaslanamayacak

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Anadolu Ajansı 31 Mart'ta nasıl bir mesai yapacak?
Yeniden Refah Partisi’nin arkasındaki güç kim! İstanbul’da oyun oynuyorlar…