Matur: Başörtüsünü yere bırak

Kürt kökenli ünlü şair Bejan Matur, Leyla Zana’ya 'Güneydoğu’daki kavgayı durdurması' için çağrıda bulundu. Zana'dan gerçek bir Kürt kadını gibi davranmasını isteyen Matur, kavganın durması için ilginç bir yöntem önerdi.

Matur: Başörtüsünü yere bırak
Matur: Başörtüsünü yere bırak
GİRİŞ 26.09.2004 15:38 GÜNCELLEME 26.09.2004 15:38

Kürt kökenli ünlü şair Bejan Matur Zaman Gazetesi yazarı Nuriye Akman'a konuştu.



İşte o röportaj....



Matur, Leyla Zana’ya “Güneydoğu’daki kavgayı durdur” çağrısında bulundu. Geleneksel Kürt ailesinde anaerkil değerlerin hâlâ baskın olduğunu belirten Matur, “erkeklerin kavgasının ortasına atılan başörtüsü” motifine atıfta bulundu. Geleneğe göre bir kadın, kavganın en şiddetli anında başörtüsünü çıkarıp yere atarsa, şiddeti ne olursa olsun çatışma anında duruyor. Bejan Matur da bu geleneği hatırlatarak “Kürt halkının Zana’nın başörtüsüne ihtiyacı var. Leyla Zana gerçek bir Kürt kadını gibi davranıp başörtüsünü erkekle- rin kavgasını kesmek için kullanmalı. Meclis’te dal- galanması için değil.” dedi.



Bir Türk şairinin şiirlerinin İngilizceye çevrilmesi ve Arc Publications tarafından İngiltere'de yayınlanması görmezlikten gelebileceğim bir olay değil. Böyle bir konuşmayı, gündemin politik figürlerinin en sansasyonel açıklamalarına değişemem. Hele de şair kadınsa... Bejan Matur'la kimliğinin üç koordinatı üzerinden yürüdük: Şiir, Kürtlük ve Alevilik. Eskiden o sadece mısraları kalbime değen bir şairdi. Artık sağduyusuna da hayranım. Okuyun... Bana hak vereceksiniz... (N.A)





Şiirlerin 'In the Temple Of a Patient God' (Sabır Tanrısının Tapınağı'nda) adıyla Londra'da yayınlandı. Çevirmen Ruth Christie mi seni buldu yoksa sen mi onu?



Ruth ile 2000'de Boğaziçi Üniversitesi'nden bir profesörün ona iletmem için verdiği kitap vesilesiyle tanıştım. Daha önce Oktay Rifat ve Nazım Hikmet çevirmişti. Kitaplarımı ona hediye ettim. Kısa bir süre sonra Ruth'tan bir mektup aldım. Şiirlerimi sevdiğini ve çevirmek istediğini söylüyordu.



Yabancı dillere çevrilmek çok fazla şairimize nasip olmadı. Ruth seni tanımadan bu kitabı okusaydı yine de çevirmek ister miydi?



Sadece tanışmak yeterli olsaydı, yapıtları başka dillerde çıksın diye büyük çabalar harcayan insanların işi çok kolay olurdu; ama olmuyor. Şiir gibi okuru az olan bir ürünün başka bir dilde var olması zor.



Senin Kürt ve Alevi olman onların bakışında siyasi bir sempati yaratmış olabilir mi?



Avrupalıların siyasi ilgileri onların sorunu. Ben şiirimde siyaset yapmıyorum. Tabii ki içine doğduğum dünya, kimliğimi, dolayısıyla şiirimi etkiliyor. Yazdığım şiir, doğduğum topraklarda var olmuş eski kültürlere göndermeler yapan imgelerle dolu. Ama bu ontolojik bir bağ. Siyasi bir bağa indirgenmesine, kurduğum şiir dili müsaade etmiyor. Felsefi, acısını bağırmayan, toplumsal meseleleri daha derinde algılayan bir şiir yazıyorum. Ezilmişliğin getirdiği öfkeyle edebiyat yapan Kürt yazarlarımız var yurtdışında. Çevrilmek için binlerce dolar harcadıkları halde, kimse tenezzül etmiyor onlara. Kürtlüğünün avantajını kullanan ve bunu esnafça ranta dönüştüren yazarlarımız bunlar.



Allah, anne, ağaç temaları çok belirgin şiirinde... 'Allah'ın çocukluğu' sözü irkiltiyor insanı.



Şiirimde neredeyse bir hanif duygusuyla konuştuğumu çok sonra fark ettim. Tüm teolojik argümanların uzağında, sadece kalbî bir bilgiyle 'varlık' meselesine yaklaştığımı gördüm. Çocukluktan itibaren bir 'sonsuzluk' meselem vardı. Başımı kaldırıp gökyüzüne ilk baktığımda sorular da gelmeye başlamıştı. Varlığımızın kaynağında ne var? Buna eşlik eden ölümlü olmak. Sonlu yahut sonsuz olmak bunun açılımları. Bu soruların cevabını şiirimle ararken doğum, anne, büyüdüğüm doğa dekoru, taşlar, meşeler, her şey girdi. Tabii daha derinde, başka bir kaynakla konuşma da girdi.



Allah'la?



Evet. Bu anlamda, 'Allah'ın Çocukluğu' benim O'nunla bütünleşen kendi çocukluğum...



Ya şiirindeki isyan kokusu?



Benim meselem, Allah'ı algılamakta insanın yetersiz olduğu, laiklerin de dindar olanların da en derinine baktığımızda, aslında O'na ne kadar uzak oldukları. O'nun yalnızlığını hissettim. O, çok başka bir derinlikte. Öyle ki kalbimiz dahi yetmiyor O’nu layıkıyla sevmeye…



Bu bir aşk. Aşkta anlamak değil sevmek yeterlidir, öyle değil mi?



Haklısın. Allah'ın Çocukluğu şiiri bu duyguyla yazıldı. 'Anne'ye gelince, imgesel olarak anne varlığın başlangıcı.



Şiirlerini okurken bana gelen imge; sessiz sessiz, içini çeke çeke ağlayan bir kız çocuğu oldu. Var olmak senin için bu kadar ağır mı?



Tabii ki ağır. Fakat bundan bir kasvet üretmiyorum. Varlığın kendisi anlaşılmayı gerekli kılan bir hediye bize. Ve de onun acıları var. Bu, bir kopuşun acısı. Anneden, topraktan, Allah'tan. Varlığın sonsuz güzelliğinden duyulan acı.



Kürt milliyetçileri seni siyasi simge olarak kullanmak istedi mi?



Oldu tabii. Neden Türkçe, Kürtçe yaz gibi naif beklentiler. Bir heykeltıraşa neden mermer kullanıyorsun demekten farkı yok. Kürtçe benim anadilim. Annemle Kürtçe konuşuyorum; ama herhangi bir imgeyi Kürtçede üretme şansım yok. Çünkü Türkçe düşünüyorum. Rüyalarımı Türkçe görüyorum.



Şiirlerin Kürtçeye çevrildi mi?



Evet; fakat çeviri sorunlu oldu. 'Rüzgar Dolu Konaklar' da sert; ama soğutulmuş bir dil kullanıyorum. Halbuki Kürtçeye çevrildiğinde ezik bir dile dönüştü. Mesela 'annemiz' kelimesinin sahip olduğu güç korunamadı. Kürtçede zayıf tınladı. Benim şiirde yarattığım duyguya denk bir dil yakalanamadığı için istemedim.



Kürtçenin kullanımı sorununa nasıl bakıyorsun?



Bir dil sevgisiyle hareket edince, hangi dil olursa olsun, üzerinde herhangi bir baskıya rıza göstermem mümkün değil. Üstelik Kürtçe kadar eski, Mezopotamya'da doğmuş bir dilin korunması insanlık görevimiz. Çünkü dil insanın varoluşuyla doğrudan ilgili. Zamanla Kürtçe kendi dinamiklerini oluşturacak, dilin kendi doğası ortaya çıkacak. Böylece Kürtçe üzerinden ucuz politika yapanlara da fırsat verilmemiş olacak. Müsaade edelim, Kürtçe kendi dinamiklerini bize göstersin.



Bu durumda seni 'davaya' ihanet eden biri gibi mi görüyorlar?



Her şeyi siyasetin diline tahvil edenlerin cenahında pek takdir edildiğimi söyleyemem. Onların benden beklediği günü kurtaran, büyük cümleler kurmuyorum çünkü. Popülizme heves etmeyen biri olduğum için rahatsız değilim bundan. Beni hakiki edebiyat okurları ilgilendiriyor.



Yasak kalktıktan sonra birdenbire ortaya bin çiçeğin birden açılmaması, bu dilin fakir oluşuna da bağlanabilir mi?



Fakir değil, işlenmemiş bir dil. Üzerinde yıllara dayanan, çok ciddi yasaklar olduğu için gelişememiş bir dil.



Zengin bir dil olsaydı yurtdışında yayınlanabilirdi; ama pek az eser var.



Az; ama Kürtlerin yurtdışına gidişleri de çok yeni. Kürtçenin zayıf ya da olağanüstü bir dil olduğunu söylemek için çok erken. Zihni özgürleşmiş bir kuşaktan çıkacak iyi sanat. Siyasetin gürültüsü çekilince yaşanan dramlardan insani, samimi pek çok hikayenin çıkacağından eminim. Böyle bir kuşaktan yasak kalkar kalkmaz zihinsel bir enerji beklememiz doğru değil.



Aslında adil de değil. İnanç dünyaları ve adalet duyguları sarsılmış, neye inanacağını şaşırmış bir kuşak bu...



Konumu ve tarihi zorladığı için kendi haline bırakılamamış bir coğrafyadan söz ediyoruz. Şiddetin cinnetin sınırında yaşandığı bir coğrafyadan. Böyle olunca insan malzemesi de örseleniyor.



Zana ve arkadaşlarının dışarıya çıkması bunlara yardımcı bir unsur mu?



Onların varlığı sembolik. Temsil özellikleri var. Ağızlarından çıkacak her söz toplumu etkiliyor. Aklıselim ve şiddete prim vermeyen bir yaklaşım içindeler. Bu çok sevindirici. Zana'nın aurasından taşan bir gücü var. Yaşadıklarından çıkardığı sonuçları politikanın diline ne kadar yansıtır bilemem. O coğrafyadaki canlı her damarı boğan, militer, erkek dilin imkanlarını tükettiğini düşünüyorum. Erkeği taklit eden değil, kadınlığın güçlü yanına vurgu yapan yeni bir dil oluşturmak gerekiyor..



Daha önce militer bir dili vardı Leyla Zana'nın.



Siyasetin ortak havuzundan alınmış kavramlarla konuşuyordu. Şimdi, sağduyusu öne çıkmış görünüyor. Aslında içindeki Kürt anasını konuştursa anlatmak istediği her şeyi hakkıyla ifade etmiş olacak. Geleneksel Kürt ailelerinde anaerkil motifler hâlâ yaşıyor. İçerde kararları kadınlar verir. Mesela erkekler kavga ettiğinde, bir kadın, kavganın en şiddetli anında başörtüsünü çıkarıp yere atarsa, kavga durur o an.



Allah Allah! Bilmiyordum bunu.



Kadının böyle bir gücü var Kürt toplumunda. Şiddetli bir kavgayı sihirli bir biçimde durdurmuş kadınlar gördüm. Leyla Zana gerçek bir Kürt kadını gibi davranıp başörtüsünü erkeklerin kavgasını durdurmak için kullanmalı. Kürt halkının Zana'nın başörtüsüne asıl şimdi ihtiyacı var. Meclis'te dalgalandırması için değil, kavgayı durdurması için.



Bölge insanıyla senin iletişimin nasıl?



Yaşlılarla gayet iyi. Onlar maruz kaldıkları şiddete rağmen, Kürt insanının doğasını, dilini temsil edecek ruhsal bütünlüğü korudular. Fakat her cümlesi 'dir' yahut 'dır' ile biten, 'barış' kelimesini 'savaş' kelimesiyle aynı tonda söyleyen ara kuşağı anlamakta zorluk çekiyorum. Son otuz yılda yaşananların zihinlerde ve insan ilişkilerinde yarattığı deformasyon tahmin ettiğinizden çok daha yaralayıcı boyutta.



Kimliğinin koordinatlarından biri de Alevilik. Bu konuda kendini nasıl hissediyorsun?



Annem bir şaman. Tepelerle, ağaçlarla konuşan, bulduğu otlardan ilaçlar yapan bir kadın. Yaradan'la ilişkisinde dinin aracılığına ihtiyaç duymamış. Babam cumhuriyetçi çizgide, maneviyatı zayıf bir adam. Dolayısıyla prototip Alevi bir ailede büyümedim. Yani bir Alevi evinde saz çalınır, söz söylenir, cem yapılır, bizde bunların hiçbiri olmadı. Son derece laik bir terbiyeyle büyütüldük. Bugün resmi bir yaklaşımla, yukarıdan oluşturulmaya çalışılan bir Alevi tanımı var. Öncülerini hepimiz biliyoruz. Örgütleniyorlar, siyasi dayatmalar içindeler. Ritüelleri var, Hacı Bektaş'a gidiyorlar. Benim anlamakta zorlandığım eklektik bir kimlik yapılanması. İslam diniyle ilişkilendirilmesi sorunlu, resmi, çarpık bir kimlik. Böyle olunca inanılmaz tehlikeler de barındıran bir yapı. Yani devletin güdümünde gerektiğinde kullanılmaya aday bir kimlik. Alevilerin bu tehlikeyi göz ardı etmemeleri lazım.



Mesela sen Hz. Ali'yi diğer dini sembol kişiliklerden daha mı fazla seviyorsun?



Varlığın açıklanmasında dinlerin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda teolojiye özünü kazandıran hikayeler ilgimi çekiyor. Hz. Ali'nin neredeyse mitolojik bir figüre dönüşen imgesini ilginç buluyorum. Kerbela hikayesi etkiliyor beni. Ya da İran'a gittiğimde 'Hüseyin Hüseyin' zikrini duyduğumda duygulanıyorum. Ama devlet merkezli, Sünnilik'le yarışmaya kalkan, onun kurumlarını taklit eden Alevilik anlayışına uzağım. Komik bir şey söyleyeyim. Mesela bir Alevi dedesinin, Maraş'ın bir köyünden çıkarılıp, Almanya'da bir dernekte deyiş söylemesi için uçağa bindirilmesini ben insanlık suçu sayıyorum.



Ciddi misin?



Çok ciddiyim. Çünkü bir dedenin evren tasavvurunu bozabilecek bir şeydir havalanıp, yukarılara çıkmak, inmek. Bu kadar teknoloji, yer değiştirme. Atın sırtında gidebiliyorsa gitsin. Belki romantik; ama böyle düşünüyorum. Dedenin siyasi bir atmosfere girmemesi lazım. Böyle maneviyatına leke düşürecek bir şeye nasıl kalkışırsın sen?



RÖPORTAJ: NURİYE AKMAN

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Çok sayıda kanun teklifi TBMM'ye sunuldu! Dikkat çeken maddeler! Diyanete yeni görevler!
CHP'nin erken seçim planı hazır! Uyarı: Füze geri teperse...