'Kürtçe konuştum tokat yedim, Türkçe bilmiyordum ki!'
Yazar Hasan Cemal, modern Kürt Edebiyatının önde gelen isimleri arasında gösterilen usta romancı Mehmet Uzun ile yaptığı görüşmeyi yayınladı. Uzun, Türkçe konuşamadığı için dayak yediği günü anlattı.

Hasan Cemal'in köşe yazısı
Kanserle mücadele eden Uzun, 'İnsanın anadiliyle bağını koparmak, insanlık suçudur, vahşettir. Hapiste, mahkemede, 'Kürtçe diye bir dil yok, Kürt yok!' derlerdi. Çok kırılırdım. Güçsüz hissederdim kendimi' diyor

DİYARBAKIR
Gayet sakin, sükûnet içinde, her noktasını, her virgülünü koyarak konuşuyor Mehmed Uzun. İç barışını sağlamış insanlara mahsus bir özgüven havası var. O kadar yumuşak bakışlı ki, yüz ifadesi, yüz çizgileri öyle ki, özü sözü bir insan diyorsun.
Zayıflamış, süzülmüş...
'Mehmed Uzun geçen temmuz ortası Stockholm'den Diyarbakır'a geldiği vakit, ancak bir hafta on gün daha yaşar demişlerdi' diye anlatıyor Şeyhmus Diken, 'Donup kalmıştık. Modern Kürt edebiyatının ikinci adamı da, yirminci adamı da yoktu çünkü. Kürt dilini, modern edebiyatımızı dünyaya tanıtan tek edebiyatçımızdı, romancımızdı Mehmed Uzun... Onun için donup kaldık.'
Kanser, midesinden vurmuş.
Belki de uzun sürgün yıllarındaki kahredici çalışmaların acı sonucu... Karısı Zozan başıyla onaylıyor.
Sürgünün yarattığı bir edebiyatçı Mehmed Uzun. Yitik Bir Aşkın Gölgesinde adını taşıyan romanının ön sayfasına, 'Sevgili Hasan Cemal, sürgünden söz etmek hep zordur, söz gırtlakta kalır' diye yazmış.
İsveç'teki sürgün yıllarından sonra ölmeye gelmemiş kendi topraklarına. 'Yukarı Mezopotamya'nın şifa kaynağıdır' diyerek iyileşmeye gelmiş Diyabakır'a.
Hastanenin önünde, Darkapı Meydanı'nda onun için divan kurmuş Deng Bejler. Şeyhmus'un deyişiyle 'Sözün bitmediği yerden seslenen' Deng Bejler... Mehmed Uzun bir an önce şifa bulsun diye Kürtçe şarkılar, türküler söylemişler ona, Kürtçe destanlar okumuşlar.
Tıpkı çocukluğundaki gibi.
'Çocukluğumda Deng Bejler vardı evimize gelen. Onlar, Kürtçe sözlü anlatımın ustalarıydı. Kürt klasik şarkılarını, destanlarını evimizde söylerlerdi.'
Yediği o tokat!
1953 Urfa Siverek doğumlu.
'Geniş bir aşiret eviydi' diye anlatıyor, 'Evde, mahallede Kürtçe konuşurduk. Anadilimdi Kürtçe, konuşma dilim. Ama bana okuma yazma öğreten olmadı. Yıllar sonra 12 Mart'ta(1971), hapishanede öğrendim Kürtçe okuma yazmayı. 18 yaşındaydım. Musa Anter'le amca oğlum Ferit Uzun öğrettiler. Kürtçeyle ilk ciddi ilişkim böyle başladı.'
O tokadı unutamıyor!
'Siverek'te ilkokulun birinci günü bir tokat yedim, bugün bile aklımdan çıkmaz. Okul bahçesinde sıraya girmeye çalışırken aramızda Kürtçe konuşuyorduk. Bir tokat attı İstanbul'lu yedek subay öğretmen, Türkçe konuş diye. Ama Türkçe bilmiyordum ki...'
Amin Maalouf, Lübnanlı yazar, Ölümcül Kimlikler isimli kitabında bir insanın anadiliyle bağını koparmak kadar tehlikeli bir şeyin olmadığını anlatır.
Mehmed Uzun şöyle diyor:
'Ben de bir tokatla tanıştım Türkçeyle. Benim anadilimle bağım böyle koptu. Eğitim dilinin, kültür dilinin Türkçe olması, Kürtçeyle bağımı kopardı. Dili yasaklamak insanlık suçudur. İnsanı anadilinden koparmak vahşettir. Bir insanı kendi dilinden koparmak, insanın ruhunu, kişiliğini zedeliyor, gelişimini engelliyor. Bence bu Kürtçe yasağı, Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük yanlışlarından biriydi.'
Babasını anımsıyor:
'Altı kardeştik. Kürtçeyle bağımız kopmasın diye babam bize Kürtçe şarkılar söylerdi evimizde. Aile bir ikilem içindeydi. Bir yandan çocuklarının okumasını istiyorlardı. Onlardan esirgenmiş bir şeydi bu. Ama öbür yandan da kendi kültürümüze, dilimize olan bağlılık nasıl devam edecek diye kara kara düşünüyorlardı.'
12 Mart darbesi, 1971.
'Tutuklandım, Kürtçülükten. 18 yaşındaydım. Duvarlara yazılar yazılmıştı Siverek'te. 28 kişi birlikte Diyarbakır Askeri Cezaevi'ne gönderildik. Kürtçeyle ilk ciddi tanışmam böyle oldu. Herkes vardı hapishanede. Tarık Ziya Ekinci, Mehmet Emin Bozaslan, Musa Anter, Ferit Uzun...
3 Mart 1972'de tutuklandım. Hem Kürt aydınları, öğrencileri vardı hapiste, hem de Kürt köylüleri ve Kürt ağaları, beyleri, yani eşraftan insanlar vardı, Barzani'ye yardım etmekten dolayı tutuklanan... Aydınlar Türkçe konuşurlardı, eşraf da Kürtçe... Deng Bejler de vardı bizimle içeri atılan... Her lehçeden, yani Kurmanci, Sorani, Zazaca, her lehçeyi konuşan Kürtler vardı. Kürtçenin zenginliğini hapiste böyle tanıdım ilk kez... Sonraki sürgün yıllarımda Kürtçe roman dilimi geliştirmeye başlayınca, Kurmanci'nin başka ağızlarıyla da temasa geldim.'
Sonra Diyarbakır'dan Ankara'ya, Mamak Askeri Cezaevi'ne gönderiliyor. O yıllardan bir acısı var Mehmed Uzun'un, hiç unutamadığı:
Kürtçeye hakaret!
'Hapishanelerde, mahkemelerde Kürtçeye çok hakaret ediliyordu. Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nde askeri savcılar, 'Kürtçe diye bir dil yok!' dedikçe, çok kırılıyordum. Kürtçenin zengin bir dil olduğunu, eski bir dil olduğunu, modern metinlerin de Kürtçeyle yazılabileceğini söylemek, göstermek istiyordum.'
Rızgari dergisinde sorumlu
1976'daki davayı anımsıyor.
Rızgari davasını...
İsmail Beşikçi'nin de imzasız yazı yazdığı Rızgari dergisinde sorumlu yönetmenliği var Mehmed Uzun'un. Derginin siyasal çizgisi, muhalif ve de radikal...
9 ay hapis yatıyor 1976'da.
'DGM'da askeri savcı, iddianamesinde Kürtçe diye bir dil yok diyordu. Nasıl olur?' diye anlatıyor Mehmed Uzun, 'Ben bu dille doğdum. Anamla babamla bu dili konuştum. Kürt yok, Kürtçe yok dediklerini duydukça, o kadar kırılıyordum ki... Mahkemede, böyle bir durumda, insan kendini çok güçsüz hissediyor, çaresiz hissediyor. Böyle hukuk olur mu diye haykırmak geliyor içinden... Böylece bir duygu tomurcuklanması yaşamaya başladım hapishanede, modern bir dil olarak Kürtçe'yi edebiyatta kullanmak için...'
Sürgüne gitmeseydim
Hapisten kararlı çıkıyor. Mahkûmiyetinin kesinleşeceğini anlayınca da sürgüne, İsveç'e gidiyor.
Şöyle diyor Mehmed Uzun:
'Eğer sürgüne gitmeseydim, yaratmış olduğum Kürtçe edebiyatı yaratamazdım.'
Sürgünde öteki Kürtlerle, Suriyeli, Iraklı, İranlı, Kafkaslı Kürt yazarlarla temasa geçiyor. Ciğerhun, Osman Sabri, Hasan Hişyar, Ruşen Bedirhan, Nurettin Zaza, İbrahim Ahmet, 'Kürt milli marşının yazarı' olarak belirttiği İranlı bir Kürt olan Hejar...
Daha çok 1920'lerde, özellikle Şeyh Said İsyanı sonrasında Türkiye'den Suriye'ye göç etmiş, Latin harfleriyle yazan Kürt edebiyatçılarıyla tanışma, öğrenme dönemi...
Zorluğunu şöyle anlatıyor:
'Kürtçe roman yazmak, Türkçe ya da Farsça yazmak gibi değil. Çünkü senin dilin yasaklı bir dil. Eğitimden, iletişimden, modern yaşamdan uzaklaşmış bir dil. İğdiş edilmiş bir dil yani. Bu dille zengin, modern bir edebiyat yapmak çok zordu.'
Burada ekliyor:
'Orhan Pamuk'un böyle bir zorluğu yoktu. Çünkü kendi anadiliyle, Türkçeyle yazıyor. Zengin bir edebiyatı, gelişmiş bir dili var. Kitapları, yazarları, okulları, üniversiteleri, sözlükleri, ansiklopedileri var. Ama ben oturup Kürtçe yazmaya karar verdiğim zaman, bunların hiçbirisi yoktu ki. Hiçbirine sahip değildim. Bütün bunlardan yoksun olarak da zengin bir roman dili geliştirmek çok zordu.'
Duruyor, düşünüyor.
Yutkunarak konuşmaya başlıyor yeniden:
'Kürtçe roman yazmaya başladığım zaman elimde Musa Anter'in 1960'larda hapiste hazırladığı incecik bir sözlük vardı. Bir de Mehmet Emin Bozarslan'ın sözlüğü, 19. yüzyıldan kalma bir sözlüğün çevirisi... Türkiye'ye gelemiyordum. Daha çok Suriye'ye gidip Kürtlerle, halktan insanlarla, amatör şair, şarkıcılarla, Deng Bejlerle birlikte oluyor, Kürt dilini keşfediyordum. Çiçeklerin, ağaçların, kuşların Kürtçe isimlerini öğrenip kaydediyordum. Diaspora'da benden önce yapılmış Kürtçe edebi çalışmaları, dergileri, kitapları tarıyordum.'
İğneyle kuyu kazmak!
'Kahredici bir çalışma, sonunda midene vurdu anlaşılan...'
'Galiba' diyor Mehmed Uzun. Odanın bir köşesinde bizi sessizce izleyen Zozan, (Türkçesi yayla) başıyla onaylıyor.
Modern Kürt edebiyatının önde gelen en büyük ismiyle sohbetin ikincisi yarın...
h.cemal@milliyet.com.tr
(Milliyet)
Mehmet Uzun'un Eserleri
Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık
Küllerinden Doğan Dil ve Roman