Bir dervişin Osmanlı hatıraları

Kastamonulu bir aileden gelen, İstanbul’da iyi bir tahsil görüp devlette görev alan Aşçı İbrahim Dede, 1828 ile 1906 gibi uzun bir zaman diliminde, o geniş Osmanlı coğrafyasının askerî, siyasî ve sûfî hayatını anlatıyor.

Bir dervişin Osmanlı hatıraları
Bir dervişin Osmanlı hatıraları
GİRİŞ 08.07.2006 14:08 GÜNCELLEME 08.07.2006 14:08

İMDİ aşk ne şeydir, nasıl olur der isen, sana bir temsil ve hikâye ile aşkı beyan edeyim. Bir deveci, devesini kaybedip aramak için sahralara şuraya buraya gider imiş. Bir sahrada bir çeşme başında bir kız görmüş. Murat etmiş ki bu kıza sual edeyim, belki deveyi görmüştür deyip yanına yaklaşıp kızdan develeri sual etmiş. Kız ona cevabında demiş ki ‘Beni babam dayımın oğluna verecektir. Ben ona varmıyorum, istemem, ben filâna varacağım!’ Deveci tekrar: ‘Kızım ben senden develeri sual ediyorum.’ Tekrar kız cevabında: ‘Canım emmi, dedim ya, ben ona varmayacağım, filâna varacağım’ demiş. Deveci birkaç defa tekrar tekrar böyle demiş ise de fayda etmeyip yine o kendi efkârını söylüyor. Deveci anlamış ki buna işi anlataveremeycektir, oradan gitmiştir. İşte aşk-ı ilâhîde olan zat böyle olmalı, yani aşk-ı ilâhîden başka bir şey bilmemeli demektir.


Açık olan gönül gözlerinden sevda tüten dostlarım; bu ifadeler 3 Osmanlı padişahı döneminde yaşayıp günlük tutarak, hatıralarını yazmış bir dervişe ait. Kastamonulu bir aileden gelen, İstanbul’da iyi bir tahsil görüp devlette görev alan Aşçı İbrahim Dede, 1828 ile 1906 gibi uzun bir zaman diliminde, o geniş Osmanlı coğrafyasının askerî, siyasî ve sûfî hayatını anlatıyor.


Aşk-ı muhabbet lisanı...


AŞÇI Dede’nin Hatıraları* adıyla dört büyük ciltlik bu eseri okurken, o zamanki vatanımızın uçsuz bucaksız topraklarını dolaşıyor, hem de manevî âlemlere sık sık kanat açıyorsunuz. 19. Yüzyıl İstanbul Türkçesi’nin aynen muhafaza edildiği bu kitap, az bir gayretle çok rahat anlaşılıyor ve zevkle okunuyor. Hem zaten düşünce ufuklarımızı genişletebilmek için kelime hazinemizi alabildiğince zenginleştirmeye mecburuz. O bakımdan da bu eser çok büyük bir hizmet görüyor.


Madem satırlarımıza aşk ve muhabbetle başladık, kitaptan bir başka alıntıyla yine aynı yolda devam edelim:


“Şeyh-i Ekber kuddise sırruhu’l-azîz hazretlerinin Futûhât’ta muhabbet bâbında buyururlar: ‘Çaylak denilen kuş, dişisiyle beraber Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın kubbe-i sa’âdetleri üzerinde kendilerine yuva yapıp oturup erkek çaylak, dişisine esnâ-yı muhabbette arz-ı aşk u muhabbet için demiş ki “Sana olan aşk u muhabbetim o dereceye varmıştır ki eğer desen ki şu kubbeyi Süleyman aleyhisselâmın üzere yık, hemen hedm ederim.” Bunun bu sözünü kubbenin içinde Süleyman aleyhisselâm işitip mezkûr çaylağı huzuruna çağırır. Hazret-i Süleyman aleyhisselâm der ki “Ne söz söylüyordun, yani bî-edebâne nasıl söz idi ki söylüyordun?” Derhâl çaylak der ki “Kerem ve lutuf buyurun, arz edeyim. Şöyle ki seven ve sevgi için bir lisan vardır ki onu kimse söylemez, illâ ki âşık ve ehl-i muhabbet söyler. Ben dahi arkadaşım olan dişi çaylağa arz-ı aşk u muhabbet edip söyledim. Zira âşıklar üzerine yol yoktur, illâ ki o lisân-ı aşk u muhabbet ile tekellüm ederler ki gayrıları edemez. Onlar ilim ve akıl lisanıyla söylemezler” dedi. Süleyman aleyhisselâm güldü ve onu azarlayıp cezalandırmadı azizim.’”


Deveyi hamuduyla yutanlara


AŞÇI Dede, çevresindeki insanların kadar, bugünkü biz torunlarından haddini bilmezlerin de hep kısa kısa ve oldukça güzel hikâyelerle kulaklarını çekiyor. İşte fakir fukarayı düşünmeden “deveyi havuduyla yutanlara” verdiği acı ders:
“Vaktiyle Trabzon memleketine bir deve gelmiş. Ahâlî-i belde böyle deve görmediğinden taaccüp ederler. Deve de önünü boş bulup ekin tarlasına girmiş. Ekinleri koparıp koparıp yukarıya kaldırıp ekl ediyor. Ahalinin ileri gelmiş ukalâsından birisi getirip deveyi göstermişler ki ‘bu nedir’ diye. O zat bunlara demiş ki ‘Bu Trabzon’un tanrısıdır.’ Ahali ‘Ya!’ deyip devenin ziyaretine gitmişler. Lâkin görmüşler ki deve tarlalarda ekin bırakmıyor, ekl ediyor. İçlerinden birisi deveye hitaben demiş ki ‘Ey Trabzon’un tanrısı! Yerde alıp gökte yersin, senin kulların senin siyah habbelerini mi yesin!’”
Aşçı Dede’nin Hatıraları, kalp gözü açık okuyucular istiyor. İçindeki her söz ya Kur’ân’dan, ya Hadis’ten ya da Mevlânâ Hazretleri gibi büyüklerin sözlerinden alınmış ve onlardan alınan ilhamla da yazılmış olduğu için, okuyucunun aklının da gönlünün de ilâhî mesajlara açık olması gerekiyor. Zaten Aşçı Dede de bunu çok açık bir şekilde şöyle dile getiriyor:
“Cenâb-ı Hak rahmet etsin, iş bu risalemizde evvelce adı geçen Alay Emini İsmail Hakkı Efendi, ‘O bir kelâm ki Allah kelâmı değildir, o bir söz ki Peygamber sözü değildir, o bir deyiş ki büyüklerin deyişi değildir, işte o söz hades gibi pis pis kokar’ der idi. Lâkin bu kokuyu alacak burun hani? Bu senin görünürdeki burnun, manevî olan kokuları alamaz, ancak dışarının kokularını alır. Hâlbuki dışarının kokuları da pis pis kokar. Ama sen dersen ki ‘O kokular bana pek güzel gelir’. Doğru söylersin, tabakhanede olanlar da senin gibidir, onlara da pek güzel gelir o pis kokular.”


Bu eseri Osmanlı’nın son dönemlerinde hükümran olan üç Sultan’ın idaresini, o sıralardaki toplumun yapısını ve maneviyatını bilip öğrenmek isteyenlere, ayrıca da tasavvufî hassasiyete sahip olan gönüldaşlarıma tavsiye ederim.   (Kitabevi, +90 (212) 512 43 28)


(Servet Kabaklı / Tercüman)


Kitapla ilgili teknik detayları bu linkten edinebilirsiniz..

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
İsrail'den hadsiz paylaşım! Erdoğan'ı hedef aldılar! Türkiye'den çok sert tepki
Borsa İstanbul'dan tarihi zirve! Rekor üstüne rekor kırıldı