YÖK'ün ilk başkanından 'YÖK' teklifi

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun mimarlarından olan YÖK'ün ilk başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, "Arayış içinde bulunduğumuz şu günlerde önerimiz, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun, ilk çıktığı günkü haline dönüştürülmesidir" dedi.

YÖK'ün ilk başkanından 'YÖK' teklifi
YÖK'ün ilk başkanından 'YÖK' teklifi
GİRİŞ 02.10.2007 14:41 GÜNCELLEME 02.10.2007 14:41

Prof. Dr. Doğramacı, tüm üniversitelerde mütevelli heyet oluşturulmasını, bu gerçekleşinceye kadar da üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve hükümet temsilcilerinin katılımıyla "ülke çapında mütevelli heyet" düzeyinde görev yapacak bir "Yükseköğretim Kurulu" kurulmasını; bu kurula üçlü kararname ile başkan, üniversitelere de akademik kariyer koşulu aranmadan üniversite dışından rektör atanmasını önerdi.

Yürürlüğe 6 Kasım 1981 tarihinde giren Yükseköğretim Kanunu'nu hazırlayan Doğramacı, yazdığı "Türkiye'de ve Dünyada Yükseköğretim Yönetimi" isimli kitapta, bu kanunun hazırlık aşamasına ilişkin bilgi vererek, yürürlüğe girdikten sonraki gelişmeleri değerlendirdi. Söz konusu kanunu başlangıçta Prof. Dr. Kemal Karhan ile birlikte hazırladıklarını ifade eden Doğramacı, hazırlık aşamasında, Avrupa Rektörler Konferansı Genel Sekreteri Andris Barblan başta olmak üzere 9 ülkenin üst düzey üniversite yöneticisiyle yaptıkları mevzuat inceleme çalışmalarının etkili olduğunu dile getirdi.

Bu kanundaki rektör görevlendirmesi ile ilgili "YÖK'ün rektörlüğe 2'si üniversitede görevli profesör olmak üzere 4 aday göstermesi" şeklinde kabul edilen hükmün 1992 yılında "her üniversitede seçim yapılması ve belirlenen 6 aday arasından 3'ünün YÖK tarafından belirlenmesi ve bunlardan birinin cumhurbaşkanınca atanması" şeklinde değiştirildiğini anımsatan Doğramacı, bunu "talihsizlik" olarak niteledi.

Halen yürürlükteki bu yöntemin, bazen üniversitedeki seçimde en fazla oy alan kişinin rektör olarak atanmamasından veya sıralamanın değişmesinden dolayı tepkilere neden olduğuna işaret eden Doğramacı, "Kanun yürürlüğe girdikten sonra kamuoyuna fazla yansımayan ancak akademik çalışmaları zedeleyen olaylar da olmuştur. Örneğin seçilen rektörün, aday olup da seçilemeyen dekanların ita amirliğini ve yönetim ile ilgili yetkilerini ellerinden alması, hatta bazılarını istifaya zorlaması ve kendisini destekleyen öğretim üyelerini ödüllendirmesi pek de istisnai olaylardan değildir" dedi.

Bu olayların sistemde sıkıntıya neden olduğunu savunan Doğramacı, 21 Aralık 1981'de atandığı YÖK Başkanlığı'ndan bu nedenle istifa ettiğini dile getirdi. "Çağdaş ve demokrasinin hakim olduğu ülkelerde rektörlerin veya adaylarının öğretim üyeleri tarafından belirlenmesine rastlanmadığını" ifade eden Doğramacı, istifasını "YÖK Kanunu'nun getirdiği başlıca reformun rektörlerin atanmasıyla ilgili olduğuna inanarak, 10 Temmuz 1992 tarihinden, Cumhurbaşkanı'nın görevde kalmam konusundaki ısrarlarına rağmen YÖK Başkanlığı ve üyeliği görevinden istifa ettim" sözleriyle açıkladı.

Demokrasiyle yönetilen çağdaş ülkelerin her birinde yükseköğretim sisteminin o ülkeye özgü olduğunu ve sık sık değiştirildiğini belirten Doğramacı, buna rağmen bu ülkelerin hemen hepsinde görev ve yetkileri ülkeden ülkeye değişen Türkiye'deki YÖK benzeri bir kuruluşun var olduğunu kaydetti. Doğramacı, çeşitli ülkelerdeki "üniversiteler üstü yapılanmalar" ile üniversite yöneticilerinin seçimi ve atanmasına örnekler de verdi.

-"TARİHİ GÖREV"-

Doğramacı, Türkiye'deki yükseköğretimin gelişimini, "1923-1932 döneminde yükseköğretim çağın çok gerisinde kalmıştır, 1933 reformu ile çağı yakalama olanağı doğmuş ve 1933-1946 yılları arasında başarılı bir dönem yaşanmıştır. 1946-1981 döneminde üniversite yönetiminde 1933 öncesine benzer bir döneme, benzer bir duruma dönülmüştür. 1981 reformundan sonra eğitim düzeyinde ve araştırmalarda hızlı bir gelişme kaydedilmiştir. Bu dönemde üniversitelere huzur hakim olmuş, eğitim ve araştırma tam özgürlük içinde yapılmıştır." şeklinde özetledi.

Üniversitelere rektör görevlendirilmesine ilişkin 1992'de yapılan değişiklikliğin "1981 reformunun, rektörlerin atanmasıyla ilgili en önemli ilkesini kaldırdığı" görüşünü savunan Doğramacı, "Bu durumda yükseköğretimin geleceği konusunda devletimizin ve kamuoyunun objektif olarak ve dünyadaki gelişmeleri de göz önünde bulundurarak karar vermesi tarihi bir görevdir" dedi.

-ÖNERİLER-

Kitabında iki alternatif öneren Doğramacı, şunları kaydetti:

"Arayış içinde bulunduğumuz şu günlerde önerimiz, 2547 sayılı Kanun'un ilk çıktığı günkü haline dönüştürülmesidir. Kanımca her üniversitede bir mütevelli heyet oluşturulması yararlı olacaktır. Son 20 yılda mütevelli heyetlerce yönetilen vakıf üniversitelerinin başarıları ortadadır. ODTÜ de kuruluş yıllarında mütevelli heyet tarafından yönetilmiştir. İleride her üniversitede bir mütevelli heyet oluşturulması gerçekleşinceye kadar ABD'nin New York ve California eyaletlerinde olduğu gibi ülke çapında mütevelli heyet düzeyinde bir 'Yükseköğretim Kurulu'nun oluşturulması uygun olacaktır. Kurula üniversitelerin ve hükümetin yanı sıra sivil toplum örgütleri temsilcilerinin de katılımının sağlanması, kurulu daha çağdaş bir duruma getirebilir. Örneğin Yükseköğretim Kurulu üyelerinin dörtte birinin Üniversitelerarası Kurulca, dörtte birinin Bakanlar Kurulunca dörtte birinin de sivil tolum örgütlerince önerilerek cumhurbaşkanı tarafından atanması, geri kalan dörtte birinin ise cumhurbaşkanınca doğrudan atanması düşünülebilir."

Doğramacı, Yükseköğretim Kurulunun, üniversiteler arasında yalnızca eş güdümü sağlaması ve milli düzeyde bir plan hazırlamasının yeterli olmadığını, bu kurulun aynı zamanda etkili bir denetim görevini de üstlenmesi gerektiğini vurgulayarak, "Böylece üniversitelerin en azından kurul aracılığıyla devlete hesap verme sorumluluğunda olduğunun hatırlanması sağlanabilir" dedi.

-"BAŞKAN, ÜÇLÜ KARARNAME İLE ATANABİLİR"-

Devlet üniversitelerinin büyük ölçüde devlet tarafından finanse edildiğine dikkati çeken Doğramacı, bu nedenle üniversitelerin de devletin gözetim ve denetimine tabi olduğuna kuşku bulunmadığını kaydetti. Bu açıdan Yükseköğretim Kurulu Başkanı'nın üçlü kararname ile atanmasının uygun olacağı görüşünü ifade eden Doğramacı, buna seçenek olarak, Milli Eğitim Bakanı'nın kendisini veya seçeceği bir yardımcısının toplantılara başkanlık etmesinin düşünülebileceğini kaydetti.

Doğramacı, rektör görevlendirmesi ile ilgili görüşlerini de şöyle dile getirdi:

"Rektörün, Yükseköğretim Kurulu tarafından kurulacak komisyonlar aracılığıyla ilgili üniversite ziyaret edilerek, öğretim üyelerinin gayriresmi görüşleri alındıktan sonra tercihen üniversite dışından atanması ve adayda akademik kariyer koşulu aranmaması uygun olacaktır. Buna örnek olarak yurt dışında Columbia Üniversitesi'nde Dwight Eisenhower'ın, yurt içinde ise ODTÜ'de bir maliye uzmanı olan Kemal Kurdaş'ın rektörlük yapmaları gösterilebilir. Dolayısıyla söz gelimi deneyimli bir diplomatın veya valinin rektör olmaması için hiçbir neden yoktur. Bu suretle Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen adaylardan birinin cumhurbaşkanınca atanması önerilir."

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Şehidimizin son mesajı yürek yaktı: Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır
Geleceğin en ölümcül Savaş Uçağı İHA'ları ortaya çıktı! İkisi Türkiye'den...