68 kuşağının sağında kimler vardı?
Türkiye'de 68 kuşağını teşkil eden ve bugün bile kamuoyunda ziyadesiyle yer bulan portrelerin sağdaki alternatiflerinin kimler olduğunu hiç düşündünüz mü?
Timaş Yayınları’nın hazırladığı ‘Hatırat Serisi’ son dönemde, yayınevleri tarafından hayata geçirilen başarılı projelerden bir tanesi... Sultan Vahdettin’in 'San Remo Günleri' kitabı hatırat serisinin okuduğum ilk kitabıydı. Yine Timaş Yayınları’ndan çıkan Atilla Deliorman tarafından kaleme alınmış 'Türk Yurdunun Bilgeleri' kitabı serinin gerçekten birbirinden başarılı çalışmalar olduğunu bir kez daha gösterdi.
'Türk Yurdunun Bilgeleri' kitabı Türkiye’de 68 kuşağı diye tabir edilen ve bugün bile kamuoyunda ziyadesiyle yer bulan hareketin sağda alternatifi yokmuşçasına yıllarca kitle iletişim araçlarında işlenmesine karşı karşı bloğun boş olmadığını gösterir nitelikte...
Kitapta, 1940’lardan 1980’lere, üniversite, edebiyat ve basın tarihimiz açısından son derece kıymetli on iki bilgenin Meclis’te, edebiyatta, üniversitede ve basında yaşanan, Türkçülük, milliyetçilik hareketleri, tartışmaları, milliyetçi-muhafazakâr kesimin komünizmle mücadeleleri yer alıyor.
Her biri Türkiye tarihinde silinmez izler bırakan, çalışmaları ile bir neslin yetişmesine öncülük etmiş ilim adamlarının çektikleri cefaları anlatıyor. Tek kâileleri olan yazma arzularını ve her birinin sanki ülkenin dertleri ile dertlenip bir hastalığın pençesinde, ilim uğruna çektikleri sıkıntılı ve mücadeleli hayatlarını anlatan “Türk yurdunun bilgeleri” kitabı; adıyla birebir örtüşen bir çalışma.
Türkiye’nin içtimai, kültürel, siyasal hayatına öncülük etmiş, bugün bile siyasi, akademik alanlarda başbakanlık, cumhurbaşkanlığı makamında yer alan nesilleri ilim ışığında yetiştirmiş bilgelerin bulunduğu kitapta şu isimler yer alıyor:
Erken düşen yıldız; Erol Güngör. Bayrağı yükseğe kaldıran adam; Ahmet Kabaklı. Yalnız Alperen; Necmeddin Hacıeminoğlu. Dil dilberine dilaver; Muharrem Ergin. Bahçıvan; Sabahaddin Zaim. Bir dargın, bir barışık; Muammer Kemal Özergin. Benzersiz, Zeki Velidî Togan. Devletlu; Sadi Irmak. Hezarfen; Ayhan Songar. Tarihçi; Cemal Kutay. ‘Deli doktor’u’ İzzeddin Şadan ve Zarif Mücahit; Ziyad Ebuzziya
Bilgelerin biyografilerini, verdiği eserleri, mücadelelerini ele alan kitap 270 sayfadan oluşuyor. Akıcı üslubu ile bir dönemin düşünce ve fikir adamlarını tanımayan nesillere ışık tutacak. İşte kitaptaki 12 bilgenin hatıralarından kısa kesitler...
Erol Güngör
'Gazeteye okuyucular da yazı gönderiyordu. Bunların çoğu ilk kalem denemeleri gibiydi İyice olanları biraz da düzelterek yayınlıyordum. Bir gün zarfların birinden bir yazı çıktı. Okudum, gözlerime inanamadım. Türkçesi gayet düzgün, ifade tarzı tam bir olgunluktaydı. Sistematik bir görüş açısı olduğu besbelliydi. Yazı Kırşehir’den gönderilmişti ve A.Buğra imzasını taşıyordu. Yazının sahibi Kırşehir Lisesi’nde öğrenci olduğunu belirtiyordu
A.Buğra’nın Erol Güngör olduğunu, Erol Güngör’ün de ilerde mütefekkir bir ilim adamı olacağını nereden bilebilirdim?Erol Güngör’ün adını bu gazetedeki başmakalelerin altında görmeye başladık. Artık anarşi ortamına iyice girmiş bulunuyorduk. Erol’un başmakaleleri ise soğukkanlı, akla ve ilmi verilere dayanan yazılardı. Okuyucuların çoğu Erol Güngör imzası ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Karşılaşıyorlar ve her geçen gün artan bir merakla soruyorlardı: “Kimdir bu Erol Güngör?'
Ahmet Kabaklı
“Bu üç kişi, Tercüman’ın açtığı yarışmanın birincisi olarak başka 3 kişyi seçti. Bir birincilik vardı ama üç de birinci. Aralarından birini tercih edememişlerdi. Onlara bir köşe verdiler. Yeni üç yazar bu köşede değişimli olarak yazacaklardı. Bir süre sonra, içlerinden biri, yarışmadan sonraki bu zorlu yarışı terk etti. İkincisi yazmayı sürdürdü ama Tercüman’ın temsil ettiği çizgiden gittikçe uzaklaşarak , nihayet sosyalist kampa katıldı.
Üçüncüsü ise kaleminin ve fikrinin namusunu, gelecek kırk yıl boyunca titizlikle muhafaza etmesini bildi. Namı aldı yürüdü. “Gün Işığında” gittikçe büyüdü.
Adı, Ahmet Kabaklı’ydı.”
“Gece de Süleyman Demirel, başbakanlık konutunda bize bir akşam yemeği verdi. Konuşmalar yapıldı, birtakım sözler havada uçuştu. Böylece biz vazifemizi güya yapmış olduk. Başbakan da bu hengameyi zararsız atlatmanın mutluluğunu yaşadı.
Veda edip ayrılırken, Süleyman Demirel , Necmettin’in ellerini sıkı sıkı tutarak “Hoca” dedi. İstifade ile okuyorduk, o güzel yazılarını niçin kestin?” O zaman anladım ki Necmettin’in hiçbir gayreti boşuna değildir. Hepsi, bir yerlerde iz bırakacak değerdedir.”
Muharrem Ergin
“Muammer Ergin , Atsız ve eşi tarafından “Büyük oğul muamelesi görüyordu. Gerçek büyük oğul Yağmur Atsız, yıllar sonra yazdığı bir yazıda, Muharrem Erginle bir gece yarısı yaptıkları konuşmayı anlatıyor. O gece yan yana oturup mehtabı seyrederlerken, heniz 16 yaşında olan genç Atsız sormuş:
Sabahaddin Zaim“O sıralarda emek verip yetiştirdiği kadronun yakın gelecekte Türkiye’nin kaderine hakim olacağını hayal bile edemiyordu. O fidanları dikmişti ya onların büyüyüp serpilmesi artık zamana bağlıydı.
Günün birinde o zaman gelip de bir takım tereddütleri sezince Nevzat Yalçıntaş’a “Ne yapıyor bu çocuklar, kendilerine söylesene” diye sitem etmişti.
“Çocuk” dediklerinden biri başbakandı, diğeri cumhurbaşkanlığının güçlü adayıydı. Bir ana babanın, ne kadar yetişmiş olsalar da evlatlarını hala çocuk görmeleri gibi o da ilim ve siyaset yoluna saldıklarını aynı gözle görüyordu ”
- Olacak şey değil, diye adeta bağırıyordu. Bir fasiküle bu kadar yanlışı nasıl sığdırmışlar? Ben sadece Türk kültürü ve tarihi ile ilgili yanlışları tespit ettim. Tam 275 tane.Bunları yazı haline getirsem yayımlar mısın?
- Niye olmasın? Maksat doğruları göstermek olduktan sonra
Sadi Irmak
Bu bir şans mıdır yoksa sadece tesadüf mü?
Ayhan Songar
“Ricam üzerine, çıkardığın dergiye Peyami Safa hakkında bir yazı yazmıştı. Orada onunla nasıl tanıştığını anlatıyordu. Peyami Bey’in eşi hastaymış. Recep Doksat’la haber göndermiş, onu bir kere Ayhan Bey’in görmesini istemişti. Ayhan Songar, Milliyet gazetesine gitmiş, Peyami Safa onu görünce “Efendim Ayhan Bey Memnun oldum” diyerek elini uzatmıştı. Sonra oturmuş, eşindeki hastalığın seyri hakkında açıklamalar yapmıştı. Ayhan Bey, yazısında diyordu ki: “Ben buraya hasta muayenesine değil, konsültasyona gelmiştim. Alelade bir hasta sahibi ile değil, üzerine eğildiğimiz meseleleri en az ihtisas sahibi bir hekim kadar iyi bilen ve buna bir de korkunç muhayyilesini ekleyen bir kimse ile karşı karşıya idim ”
“Cemal Kutay siyasetin ne kadar vefasız olduğunu kısa zamanda öğrenecekti. Demokrat Parti, gittikçe büyüyen bir çığ gibi gelmiş ve 1950’de büyük çoğunlukla iktidar olmuştu. Buna, bizim yakın tarihimizde “Beyaz İhtilal” adı verilecekti. Ama iktidarın yeni sahipleri, kendilerine omuz verenlerin bazılarını unutmuş gibiydiler. Cemal Kutay da bunların arasındaydı. Ona doğru dürüst bir vazife verilmemişti. Yazara göre bir başka örnek Andre Gide idi. Gide açık suretle Türk düşmanı, kominist meyilli ve homoseksüeldi. Bir başka homoseksüel Oscar Wilde’ın yurdumuzda ilgiyle takip olunması da marazi edebiyatın belirtisiydi. Kısacası Türkiye’de bir nevi ‘deli sevgisi, psikopat yazar düşkünlüğü’ görülüyordu ”
Ziyad Ebuzziya
(Haber 7)