Özkök'e ölüm sonrasını düşündüren eser

Simon Beckett'in Ölümün Kimyası adlı eserini okuyunca sarsılan Ertuğrul Özkök, "Ölüme değil, ama ölümden sonraki hayata ait bu müthiş gerçek üzerinde biraz düşünmeye karar verdim" diye yazmıştı.

Özkök'e ölüm sonrasını düşündüren eser
Özkök'e ölüm sonrasını düşündüren eser
GİRİŞ 19.03.2010 17:05 GÜNCELLEME 19.03.2010 17:05
Bu Habere 2 Yorum Yapılmış

GİRİŞ

"İnsan bedeni ölümünden dört dakika sonra ayrışmaya başlar. Bir zamanlar yaşamı barındırırken, şimdi son başkalaşımlarını geçirmektedir. Kendi kendini parçalama sürecinde, hücreler içten dışa doğru çözülür. Doku önce sıvıya, sonra gaza dönüşür. Canlılığını yitiren vücut başka organizmalar için hareketsiz bir ziyafettir artık. Önce bakteriler, sonra böcekler gelir. Ve sinekler... Yumurtalarını bırakırlar, ardından yumurtalardan larvalar çıkar. Bunlar besin değeri yüksek et suyuyla beslenir ve sonra göç ederler. Ölü bedeni düzenli bir şekilde terk ederlerken, daima güneye yönelen muntazam bir kortej halinde birbirlerini izlerler. Yön zaman zaman güneydoğu veya güneybatı olabilir, ama asla kuzey olmaz. Nedenini kimse bilmiyor.

Bu evreye kadar, cesedin kas proteini yıkılmış ve ortaya güçlü bir kimyasal karışım çıkmıştır. Bu, bitkiler için öldürücüdür; larvaların yürüdüğü çimenler o yüzden ölür ve böylece geriye doğru izlenebilen yol, ölümle bir çeşit göbekbağı oluşturur. Yağmurun olmadığı kuru ve sıcak ortamlar gibi uygun koşullarda metrelerce devam edebilen bu göbekbağı, birbirini izleyen tombul sarı kurtçukların konga dansı yapar gibi yalpaladıkları kahverengi bir hattır. Merak uyandıran bir görüntüdür ve meraklı olan biri için, olayın kaynağına ulaşmaktan daha doğal ne olabilir? Yates’lerin çocuklarının, Sally Palmer’dan kalanları bulmaları da böyle oldu.

Neil ve Sam, Farnham Ormanı’nın bataklık sınırında sinek kurdu sürüsüne rast geldiler. Henüz temmuzun ikinci haftası olmasına rağmen, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen olağandışı bir yaz yaşanmaktaydı. Sonsuz sıcaklık, ağaçların suyunu buharlaştırıp renklerini yok ediyor, toprağı kavurup kemik gibi sertleştiriyordu. Çocuklar yörenin yüzme havuzu kabul edilen, sazlık bir gölet olan Willow Hole’a gidiyorlardı. Orada arkadaşlarıyla buluşup pazar gününün öğleden sonrasını, dalları gölete doğru uzanan bir ağaçtan ılık, yeşil suya atlayarak geçireceklerdi. En azından öyle sanıyorlardı...

Onların sıcaktan bunalmış, uyuşmuş ve birbirlerine karşı sabırsız olduklarını görüyorum. Kardeşinden üç yaş büyük olan on bir yaşındaki Neil, Sam’in biraz önünde yürüyerek sabırsızlığını belli ediyor. Elindeki çubukla yolunun üzerindeki sapları ve dalları kırbaçlıyor. Sam arkasından yorgun argın gelirken arada bir burnunu çekiyor. Serin bir yaz günü olduğu için değil, saman nezlesi yüzünden; gözleri de bu yüzden kızarıyor. Hafif bir antihistamin iyi gelirdi, ama bu evrede bundan haberi yok. Yaz boyunca sürekli burnunu çeker. Her zaman ağabeyinin peşinden gölge gibi giden Sam, başı aşağıda yürüdüğünden sinek kurdu sürüsünü Neil değil, o fark ediyor.

Durup inceliyor, sonra Neil’e sesleniyor. Neil ağırdan alıyor, ama Sam’in bir şey bulduğu açık. Etkilenmemiş gibi davranmaya çalışsa da, dalgalanan bir kuyruk halindeki kurtçuklar kardeşi kadar onun da ilgisini çekiyor. ‹kisi birden kurtçukların üzerine eğiliyor, birbirine benzeyen yüzlerine düşen siyah saçlarını geriye itiyor ve duydukları amonyak kokusuyla burunlarını kırıştırıyorlar. Her ne kadar sonraları, ikisi de kurtçukların nereden geldiğine bakmanın hangisinin fikri olduğunu hatırlayamasa da, ben Neil’in fikri olduğunu sanıyorum. Sinek kurtlarının yanından görmeden geçip gittikten sonra, otoritesini yeniden kurmak istemiştir. Bu yüzden bence işi başlatan Neil’dı; larvaların sazlıktaki bir küme sararmış otun arasından çıktığını görüp o tarafa yöneldi ve Sam de başı çeken ağabeyinin peşinden gitti.

Yaklaştıkça kokuyu mu fark ettiler? Herhalde. Sam’in tıkalı sinüslerinden bile geçecek kadar güçlü bir kokudur. Ve herhalde neyin kokusu olduğunu anladılar. Ne de olsa şehirli çocuklar değiller, yaşam ve ölüm döngüsüne aşinalar. Uyku getirici vızıltıları sıcak havayı adeta dolduran sinekler de onları uyarmıştır. Ama buldukları ceset, umdukları gibi bir koyun veya geyik, hattâ köpek cesedi bile değildi. Güneşin altında çıplak ve tanınmaz halde yatan Sally Palmer’ın cansız vücudu, sanki derisinin altında kabarıp köpürerek ağzından, burnundan ve bedeninde sonradan oluşmuş açıklıklardan dışarıya dalga dalga yayılan istilacıların hareketiyle kaynıyordu. Sally Palmer’dan saçılan kurtçuklar önce toprakta öbekleniyor, ardından da çocukların geldiği yöne doğru devam eden o kuyruğa katılıp ağır ağır ilerliyorlardı.

İlk önce hangisinin kaçmaya başladığının önemli olduğunu sanmıyorum, ama bence Neil’dı. Her zamanki gibi Sam, ağabeyinden işareti alıp yarışın birincisinden kopmamaya çalışan atletler gibi koştu ve önce eve, sonra da polis merkezine gittiler.

Ve nihayetinde bana geldiler.... "

HERKES BİRBİRİNDEN ŞÜPHELENİYOR...

Bu girişle başlıyor İngiliz yazar Simon Beckett'ın dünyada büyük ilgi gören  'Ölümün Kimyası' adlı romanı...   

Ölümün Kimyası

KİTAP'TAN...

"Sıçrayarak uyandım, ter içindeydim ve güçlükle nefes alıyordum. Etrafa baktım, nerede olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu. Sonra yine farkındalık bir örtü gibi üstüme serildi. Çıplaktım, yatak odasının açık penceresinin önünde ayaktaydım, boşluğa sarkarken pencere eşiği kasıklarıma bastırıyordu. Sallanarak pencereden çekildim ve yatağa oturdum. Kırış kırış beyaz çarşaflar ay ışığında neredeyse parlıyordu. Nabzımın yavaşlayıp normale dönmesini beklerken, yüzümü ıslatan gözyaşlarım yavaş yavaş kurudu.

Yine o rüyayı görmüştüm.

Kötü bir rüyaydı. Her zamanki gibi yine o kadar canlıydı ki, sanki uyanıklık yanılsamaydı da rüyam gerçeklikti. Bu en zalim kısmıydı. Çünkü rüyalarda karım Kara ve altı yaşındaki kızım Alice hâlâ hayattaydılar. Onları hâlâ görebiliyor, onlarla konuşabiliyordum. Onlara dokunabiliyordum. Rüyalarda sadece bir geçmişe değil, hâlâ bir geleceğe sahip olduğumuza inanabiliyordum.

Rüyalardan ödüm kopuyordu. Kâbuslardan korkulduğu gibi değil, çünkü rüyalarımda korkunç hiçbir şey yoktu. Hayır, tam tersi.

Rüyalardan ödüm kopuyordu, çünkü uyanmak zorunda kalıyordum.

Ardından, yaşadığım acının ve onları kaybetmenin şoku ilk seferindeki kadar taze olurdu. Uyandığımda çoğunlukla kendimi başka bir yerde bulurdum, uyurgezer bedenim ben bilincinde olmadan çalışıyordu. fiimdiki gibi açık pencerenin yanında veya çıkılması güç, dik merdivenlerin tepesinde olurdum; oraya nasıl gittiğimi veya beni yönlendirenin hangi bilinçaltı dürtü olabileceğini hiç bilmezdim.

Gece havasının iğrenç sıcağına rağmen ürperdim. Dışarıdan bir tilkinin yalnız havlaması geliyordu. Bir süre sonra yatağa uzandım ve gölgeler silikleşip karanlık tükenene kadar gözlerimi tavana diktim."

...

Adli tıp uzmanı David Hunter kendisini mahvoluşun eşiğine getiren bir trajedinin üstüne eski hayatını terk edeli üç yıl olmuştur. Norfolk’un ücra bir köyünde doktor olarak çalışmakta ve geçmişini arkasında bıraktığına inanmaktadır. Ama sonra Sally Palmer’ın cansız bedeninden geriye kalanlar bulunur... Ceset vahşice kesilip biçilmiştir. Polis katili bulmak için Hunter’ın uzmanlığına ihtiyaç duymakta, o ise bu işe karışmamayı umutsuzca istemektedir. Sonra bir kadın daha ortadan kaybolur ve Hunter’a sığınaklık etmiş olan o birbirine bağlı toplum kocaman bir korku ve paranoya girdabında boğulur.

Herkes herkesten şüphelenmektedir. Bir anda, saklanacak hiçbir yer kalmaz... ,,,

Library Journal, bu kitap hakkındaki tanıtım yazıısında, "Bütün ayrıntılarıyla insanın kanını donduran cinayetler, CSI dizisinin müdavimleriyle Patricia Cornwell ve Kathy Reichs hayranlarını tatmin edecek, ama romanın parlak başarısının asıl nedeni yer verdiği incelikli psikolojik ayrıntılar. Kesinlikle tavsiye edilir" ifadesini kullanıyordu.

ERTUĞRUL ÖZKÖK'E ÖLÜMDEN SONRASINI MERAK ETTİRMİŞTİ

Kitaptan etkilenenler arasında  Hürriyet Yazarı Ertuğrul Özkök de vardı. Özkök 27 Nisan 2008 tarihli "Larvaların dansı" başlıklı yazısında kitabın kendisin sarstığını açıkça dile getiriyor ve "şunları yazıyordu:

" Ölüm, hep benim hayatımın merkezinde oldu.

Lise yıllarımda, üniversitede, daha sonraları hep ölümle uğraştım. Gazeteciliğe başlamasaydım, projelerimden biri, "ölüm sosyolojisi" adlı bir kitap yazmaktı.

CSI, yani suç mahalli incelemeleri, son yıllarda hem kitaplarda, hem televizyon ve sinemada çok ilgi çeken bir konu haline geldi. Bunda Patricia Cornwell'in romanları ve onun kahramanı Kay Scarpetta'nın etkisi olduğunu düşünüyorum. Ben de bu konuda epey okudum, epey seyrettim.

Ama bugüne kadar, cansız bedenden doğup ayrılan larvaların, hep güney istikametinde göç ettiklerini işitmemiştim. Bana çok ilginç geldi..."

Ertuğrul Özkök, bu satırlarından sonra, ölün sonrasına yoğunlaşıyor ve  şu soruları sormayı da ihmal etmiyordu: "Sizce tuhaf bir benzerlik yok mu? İnsanlar yaşlanınca, emekli olunca hep güneye göç etmek isterler. Bir güney kasabasına yerleşmek, hayatın son dönemini buralarda geçirmek, hepimizin içine işlemiştir. Şimdi larvaların dansını gözümün önüne getirince, o soru da aklıma geliyor. Acaba güneye göç etmek duygusu, her canlının genetik özelliği midir? Bir tür alın yazısı mıdır?.. Ölümden sonra bir hayat varsa, onun ilk adımları acaba böyle mi atılıyor? Güneye göç etmek duygusu, üremek kadar, sevişmek kadar kudretli bir içgüdü müdür? Yani öldükten sonra yeniden doğmak için...

İngiliz yazar Simon Beckett'ın dünya çapında ilgi gören kitabı 'Ölümün Kimyası' Türkçeye İthaki Yayınları tarafından çevrildi. 

KİTAP NASIL DOĞDU?

Simon Beckett, eseri yazma fikrinin nasıl oluştuğunu, kitaba emeği geçenlere teşekkür ettiği yazısında şöyle anlatıyor: "Ölümün Kimyası'nm yazılması fikri 2002'de Daily Telegraph dergisi için kaleme aldığım bir makaleden çıktı. Makalenin konusu, ABD polis memurlarıyla cinayet mahalli de­dektifleri için yoğun ve son derece gerçekçi bir adli tıp eğiti­mi sağlayan Tennessee'deki Ulusal Adli Tıp Akademisi'ydi. Kursun bir kısmı günlük dilde 'Ceset Çiftliği' diye geçen ben­zersiz bir açık hava tesisinde verilmektedir. Adli tıp antropo­logu Dr. Bili Bass'm kurduğu tesis, cinayet soruşturmaların­da hayati araçlar olan çürüme süreciyle ölüm zamanının be­lirlenmesinin araştırılması için gerçek insan kadavrası kulla­nan, dünyada türünün tek örneğidir. Orada bulunmak ciddi ve düşündürücü, ama yine de bü­yüleyici bir deneyimdi, bunu yaşamasaydım Dr. David Hunter hiçbir zaman var olmayabilirdi. Bu yüzden Ulusal Adli Tıp Akademisi ile Tennessee Üniversitesi Antropoloji Araştır­ma Tesisi'ne, romana kaynaklık eden makaleyi yazmama ola­nak sağlayan işbirlikleri için teşekkür ederim...."

Kitap Türkiye'de yayınlandığı gündün itibaren hatırı sayılır satış rakamı yakalayarak. okurlardan olumlu eleştiriler almayı başardı.

(Haber 7)

Kitapla ilgili teknik bilgileri görmek ve  internet üzerinden sipariş şartlarını görmek için bu linki kullanabilirsiniz

YORUMLAR 2
  • Eyüp ER 14 yıl önce Şikayet Et
    haberş bile okumadım. ya Allahınızı severseniz haber 7.com editörleri başka işiniz gücünüz yokmu da haber yapacak başka bişi bulamadınızmıda bu özkökü haber yapıyorsunuz.sıkıldık artık bu adamın suratını görmekten.sıkıldık bununla ilgili haberleri okumaktan. önce darbe çığırtkanlığı yapar ardındanda demokrisinin kılıçlığına soyunur.bizde hep beraber yeriz. ondan sonrada haberlerini takip ederiz yok efendim özkök bu konuda ne düşündü yok bilmem hangi konuda ne yazdı.fikirlerine değer verlecek birisi değilki.ne diye merakediyim
    Cevapla
  • ilyas yılmaz 14 yıl önce Şikayet Et
    Nasibi olmayan anlayamaz... insanoğlu gerçeği kabullenmek istemez de kendi gerçeğini yazmak ister. gerçek gün gibi ortadayken ona yöneleceğine korkup kaçmayı tercih eder. nasibi olmayan anlayamaz gerçeği.. Rabbim kimseyi nasipsiz bırakmasın...Amin...
    Cevapla
DİĞER HABERLER
Binlerce kişinin emekliliği iptal ediliyor! Faiziyle geri ödeyecekler
Macron: Karşımızda çok büyük riskler var Avrupa ölebilir