Ezberci eğitimle gelen 6 sorun

Prof. Dr. Osman Çakmak, 'Eğitim neden eğitmiyor' sorusuna cevap aradı. Moral FM'de yapımcılığını Emrah İriç'in yaptığı, Oktay Mahşer'in sunduğu Haberci'ye konuk olan Prof. Çakmak, eğitimi masaya yatırdı.

Ezberci eğitimle gelen 6 sorun
Ezberci eğitimle gelen 6 sorun
GİRİŞ 02.03.2006 15:50 GÜNCELLEME 25.08.2020 15:02
Bu Habere 4 Yorum Yapılmış

Milyarlarca dolar akıttığız eğitim sistemi neden bir türlü istenilen verimi veremiyor. Eğitim neden eğitmiyor… Moral FM Haberci programında her çarşamba saat 18.30’da Eğitmeyen Eğitim başlığı ile Türkiye’nin eğitim problemlerini masaya yatırıyor ve Türkiye’nin önemli eğitimcilerini misafir ediyor.

 

Bu haftaki misafir Gaziosmanpaşa üniversitesinden Profesör Dr. Osman ÇAKMAK’tı.Oktay Mahşer’in Profesör Çakmak ile yaptığı röportaj…

 

 

MORAL FM’DE EĞİTİM SOHBETLERİ

 

 

 

 

Milyarlarca dolar akıttığız eğitim sistemi neden bir türlü istenilen verimi veremiyor. Eğitim neden eğitmiyor… Moral FM  Haberci programında her çarşamba saat 18:30’da Eğitmeyen Eğitim başlığı ile Türkiye’nin eğitim problemlerini masaya yatırıyor ve Türkiye’nin önemli eğitimcilerini misafir ediyor.

 

 

 

 

    Bu haftaki misafir Gaziosmanpaşa üniversitesinden Profesör doktor Osman ÇAKMAK’tı.Oktay Mahşer’in Profesör Çakmak ile yaptığı röportaj…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 EĞİTİMDE YANLIŞLIK NEREDE?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

-Mevcut eğitim yapısını özetlersek nasıl bir tablo  ortaya çıkar?

 

 

 

 

Öğretme ve öğretmen merkezli;

 

 

 

 

öğrenciyi değil bilgiyi hedef alan yapı...

 

 

 

 

Öğrenci

 

 

 

 

oturduğu yerden ders dinler, kitap okur. Bizzat tecrübe ederek öğrenebilme imkânı bulamaz.  Laboratuvarda gözleme ve deneye bağlı bilimsel çalışma yerine şifahi ve kağıtta kalan bilgilerle yetinir. Kendi başına  düşünmeye, yorumlamaya,  okuduğunu  ve  söyleneni anlama imkanını elde edemez.  Tahsili boyunca sürekli  eğitimciye bağlı konumda kalır. Öğretmenin söylediklerini ve not ettirdiklerini bir teyp gibi zihnine yerleştirmekle iktifa eder.

 

 

 

 

-Öğrencilerin  derslere ve okula karşı  “isteksizliğini”  neye bağlayabiliriz?

 

 

 

 

Ne öğreteceğimizi ne kadar iyi tespit edersek edelim, öğrenci isteksiz ve öğrenmeye karşı hevesi yoksa “öğrenme”   gerçekleşmiyor, eğitim amacına ulaşmıyor.

 

 

 

 

Öğrencinin zekâ kapasitesinin yüksek olması bile bu sonucu etkilemiyor.  Hattâ, öğrenme isteği ve hevesi olmayan zeki öğrencilerin diğerlerine göre daha başarısız oldukları  görülür.   

 

 

 

 

Farkına varmadığımız  ama eğitime   öylesine hakim  olmuş bir  anlayış var ki  o da  insanların kendi başına bir şey öğrenemeyeceği, dolayısıyla bunun ancak “öğretme” yoluyla yapılabileceğidir.

 

 

 

 

İnsan  öğrenme ve düşünme makinası gibidir.   Doğasında eğitilmeye büyük bir  istek ve eğilim var.  Buna rağmen  eğitim bir eğitim  öğrenci için  adeta bir “işkence sürecine “ dönüşmüşse temelde ciddi bir yanlışlığı,   insan doğasına tamamen aykırı  bir durumu gösterir.

 

 

 

 

Nedir bu fıtrata aykırı olarak devam eden?

 

 

 

 

“Bilgiyi kalıplar halinde vermek,  nedenini merak etmemek,  sorgulamamak, bilgiyi  geriye iade etmek” tarzında, hazmedilmeyen bilginin telkini….. Kısaca “öğrenme” yerine “öğretme” nin ikamesi. Beceriler yerilen zihne yığılan bilginin hedef haline gelmesi.  Kafa boş bir kutu içine bir şeyler sıkıştırıyormuş gibi süre giden tekrara dayalı eğitim tarzı…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

-Öğrenci açısından eğitimin çekilmez bir yük haline gelmesi  tamamen uyguladığımız “öğretme” tipi eğitimden mi kaynaklanıyor? 

 

 

 

 

Mevcut yapıda,  öğrenci   yığınla bilgi edinebiliyor hatta  bu  bilgileri başkalarına aktarabiliyor.  Ama düşüncedeki edilgenliği sebebiyle kendisi bilgiyi üreten özne konumuna çıkamıyor..     Sonuçta,   öğrenci nazarında  okullar  kullanışsız bilgi yükleyen  “hayat becerisi” adına  birşeyler  kazandırmayan  kurumlar;  eğitim     “anlamsız bir işkence

 

 

 

 

  sürecine dönüşüyor. 

 

 

 

 

Amacına ulaşamamasının yanında zararlı yan etkilerden bahsettiniz.  Nedir bunlar? Amaçlanmayanlar niçin oluşuyor?

 

 

 

 

İnsanlar –ve özellikle de çocuk ve gençler-, kendilerine denilenlere değil davranışlara bakar onları örnek alırlar. Onlara her sabah, “doğru çalışkan, onurlu” olduklarını söyletiyor olabiliriz.  Am davranışlar bunun aksini ortaya koyuyorsa  söylenilenlerin etkisini silip götürecektir.  Çünkü beden ve hal dili, yani yaşanılanlar sözden daha etkilidir. Çocuklarımız gerçekten de kendilerinini ve de başkalarının güvenilmez olduklarına öylesine inanmaktadırlar, okulları bitirip hayata atıldıklarında tüm eylemlerinde bu güvenilmezliğin etkileri hayatın her sahasında kendini gösteriyor.

 

 

 

 

Acaba kaç kişi, sınavlarda sergilenen güvensizliğin ne demek olduğunu, ezberin çocukları ne hale getirdiğini ya da tek tip giyimin nasıl kişilik silikleşmesine yol açtığını düşünmekte ve bundan duyduğu kaygıları dile getirmektedir.

 

 

 

 

Mesela sınavların yapılış şeklini ele alalım. 

 

 

 

 

Sınavlarda kopma çekilmemesi için “sıkı gözetim yapıyoruz”. Sınavlarda kopya çekmeyi engellemek için “sıkı bir gözetim” altında yapmakla öğrencileri “potansiyel hırsız” muamelesine tabi tutulmuş oluyoruz aslında. Özellikle  bu davranışın küçük çocuklar üzerinde kalıcı tesirleri  söz konusudur.

 

 

 

 

Bilgi odak haline gelince  “kopya çekmek”,  yaygın hale gelmektedir. Haliz hazır eğitimle bilgi yığılan   öğrenci faydasına inanmadığı ve ezberlediği malumat yığınlarını kağıtlara aktarırken, “kopyaya teşebbüs “ normal bir vakıa olarak düşünecektir. Daha küçük yaşlarda “zorla yaptırtılan” bu “anlamsız ve çekilmez yük” onda büyüklere karşı bir güvensizlik doğurmaktadır aslında.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bilindiği gibi kopya çekmeye karşı uygulanan metot sıkı bir gözetimdir.  Bu gözetim öğrenciler üzerinde     nasıl bir sonuç oluşturmaktadır?  Bunun ciddi olarak analiz edilmesi gerekir. Özellikle ilköğretimde derhal bu uygulamaya son verilmesi gerekiyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çünkü gözetim yapmakla yarın devletin  imkanlarını  teslim ettiğimiz küçüklere      aslında şunu demiş oluyorsunuz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 “Sizler güvenilmez  olduğunuzdan   kendi başınıza bırakarak    kopya   yapmanıza engel oluyoruz. Aslında hepiniz birer  potansiyel hırsızlarsınız.  Şimdilik hırsızlık yapmanıza izin yok, ama ileride gözetim olmadığında,  şeref ve haysiyetinize  teslim edilecek imkanlarda hırsızlık yapabilirsiniz!”

 

 

 

 

       

 

 

 

 

Tüm sınavlarda   uygulanan bu yöntemler,  öğrenci yaşamının etkilenmeye en açık döneminde “sen güvenilmez bir kişisin” mesajıyla beyni yıkanıyor ve adeta bunu benimsiyor şuur altına kalıcı etki yapıyor.  Bu atmosferde büyüyen insanımızın ileride niçin türlü  türlü yanlışlıklar   yaptığının, özellikle niçin devleti soyduğunun temeline bir de bu noktadan bakalım..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çözüm,  sınavları, “gözetimsiz ve gözetmensiz” yaparak onların kopya gibi hırsızlıklara    tenezzül etmeyecek   onura    sahip olduğu telkinini yapmaktır.   “Yarınlarda sizlere bu ülkenin birçok imkanını hiçbir gözetim olmaksızın, yalnızca şereflerinize güvenerek teslim edeceğimiz çocuklara şimdiden güvenilmezsiniz mesajını sürekli vererek beyinlerini yıkamaya son verelim. 

 

 

 

 

 

 

 

Bu eğitim şeklinin yan etkisi sadece bununla sınırlı değil galiba. Mesela tek tip elbise giymek, askeri düzende toplantı,  şarkıları beraber söyleme vs bunların da çocuklar üzerinde kalıcı etkiler bırakacaktır.

 

 

 

İçerik tasarımcılarının en az kişilik gelişimi kadar önem verdikleri bir diğer parça, her öğrencinin ayrı bir birey olduğudur. Çocukların birbirlerinden farklı oldukları, her birinin öğrenme profiillerinin farklı olduğu, derslerin bu gerçek unutulmadan işlenmesi gerektiği,  muhtevanın  önemli bir özelliğidir. Okulda buna önem verilir görülmektedir.  Çocuklara doğrunun bu olduğu söylenir, imkanlar ölçüsünde buna uyulduğu söylenir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ama “gizli müfredat”diyebileceğimiz davranışların ortaya koydukları tezat teşkil ettiğinden söylenilenler lafta kalmaya mahkum olur. “Tek tip giyim” askeri düzende toplantı” “her fırsatta boy sırası” gibi uygulamalarla “teklik iyi, farklılık kötüdür, sürüden ayrılanı kurt kapar” mesajı verilir ve çok da iyi benimsenir.

 

 

 

 

Mezun olan öğrencilerin, yaşam içinde çevrelerini tekliğe indirgemek için verdikleri uğraş, bu benimsenmişliğin somut bir ölçüsüdür. Saklı içeriğin parçalarından birisi de “farklılıkların bütünlüğünü sağlamak yerine tekliğe indirgenmesi” olarak böyle ortaya çıkar.

 

 

 

 

Ama bütün bunların dışında müfreda tasarımcılarının en çok önem verdikleri olgu yaratıcılıktır. Hemen bütün içerik parçalarında yaratıcılığın önemi üzerinde durulur, çocuklara üretken olma konusunda kompozsiyonlar yazdırılır.

 

 

 

 

Ancak, diğer yandan da yapılan sınavlar ve işlenen dersler boyunca, öğretilenlerin eksizsiz geri istenir. Öğrenci ne kadar aktarılanı geri verirse o kadar   becerikli ve başarılı görülür. Yani başarı kriteri budur.  Halbuki bu uygulama üretkenliği öldürür. Öğrenci bu durumda  “ne söyleniyorsa onu yap, icat çıkarma...! ve “Sorma, düşünme, itaat et!” gibi anlayışları benimser.

 

 

 

 

Görüldüğü gibi, bakanlığın müfredatı “çağdaş olma, üretken olma, demokrat, insan haklarına ve çeşitliliğe saygı vs gibi kavramları kağıt üzerinde dile getirse de gizli müfredat hakim haldedir ve yapacağını yapmaktdır. İşin ilginç yanı, imkanlar azaldıkça, öğretmen kalitesi bozuldukça, ailevi  durum güçleştikçe “gizli müfreda” zenginleşir: Meseleye böyle bakıldığında, akla hayale gelmeyen eğriliklerin  okullarıda öğrenildiği daha iyi anlaşılmoyor mu?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

O halde   “Çağdaş Eğitim” eğitimi temamen fert üzerine odaklamakta..

 

 

 

 

Çağdaş yapı, eğitimi fert üzerine odaklamakta okul ve öğretmenin  fonksiyonunu, kişinin ihtiyaçlarının ve öğrenme profilinin farkına varmasına yardımcı olmak, öğrenme ortamının oluşturulup  sürdürülmesine katkıda bulunmak  olarak belirlemekte...

 

 

 

 

Eğitimden   öğrenme becerisi  ve problem çözme yeteneği kazanılması amaçlanmakta;   teknolojinin sağladığı imkanlarla öğrencinin kendi yetenekleri doğrultusunda fikrî gücünü kullanarak bilgiyi üretmesi hedef alınmaktadır.

 

 

 

 

O halde nasıl bir Eğitim?

 

 

 

 

Önemli olan  öğrencinin konuyu  kavramasıdır,  anlamasıdır.  Ve o bilgiyi kullanabilmesidir. Bunları sağlayacak   öğrenme metotlarını kazandırmadıkça tüm çabalar boşa gidecektir.

 

 

 

 

Pratik hayatta işe yaramayan  bilgileri dolduran,  düşünme ve muhakemeyi geliştirme yerine tıkayan   ve üstelik  ideal aşılamayan ve hedef göstermeyen hatta  kültürel  manevi  değerlere makas atan bir eğitim sistemi ile oluşturduğu yığınların hazin hali  ortada...

 

 

 

 

Sadece kuru bilgi yüklemekten ibaret kalan ruhsuz ve idealsiz eğitim yapısının gelişmeyi nasıl durduğunu oluşan yığınların toplumda nasıl problem teşkil ettiğini bir misal 2. Dünya harbinden sonra Japonya’da yaşanmıştı.  Amerika'ya teslim olan Japonya, anlaşma gereği kendi eğitim sistemini terk etmek zorunda kalmıştı. Amerika'nın empoze ettiği eğitim sisteminden geçen nesiller, 1960'larda iş başına gelmeye başladılar. Bununla  birlikte Japonya'da kalkınma hızında düşme başladı, sükunet bozuldu, yer yer huzursuzluklar baş gösterdi. Yapılan incelemeler,  yetişen nesillerin Japonya'nın iktisadi, sosyal ve kültürel şartlarına uymayan nesiller olduğunu gösterdi. Bunun üzerine Japon işverenleri, üniversite mezunlarının işe alınabilmeleri için'Japon' maneviyat eğitiminden geçmelerinin şart olduğu görüşünde birleştiler. Aldıkları gençleri işe  başlamadan önce bu maksatla düzenlenmiş kurslardan geçirdiler.

 

 

 

 

Amerikalı Thomas P. Rohlen bu kurslara bizzat iştirak ederek bir tez yazmıştır. Bu tez dikkatle okununca, eğitimden beklenenin bilgi olmadığı anlaşılır. Bilgi kitaplarda, elektronik beyinlerde...,  her zaman emrimizdedir. Önemli olan onları kullanmaktır.  Bundan da önemli olanı  cemiyete faydalı olmaktır. Bunun için insanın' fedakâr' olması gerekir. Bunun için insanın 'sadık  ve dürüst' lük karekterine haiz kılınması gerekir. Bunun için insanların sebatkar olması gerekir. Kısaca insanların kabiliyetleri ile birlikte faziletlerinin de geliştirilmesi gerekir. Bunun takrir ile, ezberletme ile olması mümkün değildir. Bunun için başka metotlar kullanmak gerekmektedir. Buna 'eğitimin tarzı' diyoruz. Bu özellikler bilgiyi aktarmakla, kazanılacak meziyetler değildir. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

-Üretici ve mucit düşüncelerin, problem çözme yeteneğinin gelişmesi

 

 

 

 

Sorgulayan, değişimi hedefleyen, hayret duygusunu doyum olarak seçen bir toplum yapısı nasıl oluşturulur?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Okulların en önemli iki yetersizliği nasıl deva bulur?

 

 

 

 

  Gerçek hayatın  kendisini yansıtması gerekirken  eğitimi, (1)  yapay “sınıf” duvarları arasına hapsetmesi ve sonra da  (2) gerçek hayattan yalıtılmış “ dersler” in içine sıkıştırmış olmasıdır

 

 

 

 

. Asıl olan,  öğreticinin değil öğrencinin kontrolü  altında  eğitim  yapılmasıdır. 

 

 

 

 

Bu yapının ana teması, öğrenme hadisesinin gerçekleşmesi öğrencinin öğrenme enerjisinin harekete geçirilmesine bağlı olduğunun bilinmesidir.

 

 

 

 

Asıl olan (1) “Öğrenme enerjisinin” harekete geçmesi, (2)  öğrencinin ilgi alanına hitap edilmesi ve (3) merakının uyandırılmasıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önemli olan bir şeyleri sorgulayabilmektir.

 

 

 

 

Yani matematikte olsun, temel bilimlerde olsun, ve hatta hayattaki her etkinlikte, önemli, can alıcı soruları sorabiliyorsan, işin yarısını halledilmiş  demektir. Ondan sonra da bol bol terleyeceksin Çünkü;

 

 

 

 

 Bir konuyu araştırmaya başlarsın, yenilikler bulmaya çabalarsın, bunu yaparken eksikliklerini öğrenirsin. Gerçek öğrenme budur, 

 

 

 

 

TV seyreder gibi eğitimle  neden verim alınamamaktadır?

 

 

 

 

Konuyla sen uğraşacaksın ki o bilgi beynine mal olsun.

 

 

 

 

Aslında   usta-çırak usulü en iyi öğrenme usüllerindendir.  

 

 

 

 

Çırak ustanın yanında yapa yapa öğrenir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bunun için dünyada proje temelli eğitim uygulanmaya çalışılmaktadır. Bu yapıda  kazanılmak istenen “bilgi, beceri,  ve davranış edinme sürecidir. Ders bir hayat tarzı ve hatta hayatın  kendisidir. Öğretmen, proje öğelerinden meydana gelen “öğrenme ortamı”nın aktörü görevini yürütür.

 

 

 

 

Bu yapıda öğretmen “öğrenme ortağı ve işbirlikçisi” rolündedir.  Öğrenme ortamının etkinliğini sürekli denetim altında tutar. Öğretmen,  öğrencilerle birlikte işlenecek dersin konularını   birer proje olarak tanımlayıp,  proje gruplarına tanıtır.

 

 

 

 

Dersler hayatla içe içe işlenmeye; yaşayarak, deneyerek bizzat tecrübe edilerek verilmeye çalışılır. Yaşanarak öğrenme  için senaryolar kurulur ve üretilir.  Bunun için bu eğitim şekline   “senaryo temelli eğitim” de denir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

-Eğer eğitim ezberci olmasaydı nasıl bir toplum yapısı karşımıza çıkardı?

 

 

 

Toplum üretken yapıya kavuşacağından  kalıpçı ve kopyacı yapıdan kurtulur, üretilen eşyada kalite yükselirdi. Türk Malı   damgası da  dünyada  yerini alırdı. Teknoloji transferi yerine bilim transferi yapar hale gelirdi. Dışa bağımlılıktan kurtulur, kendi bilim adamlarını ve araştırmacılarını  yetiştirir yapıya kavuşurdu. Araştırma ve geliştirme (AR-GE) yaygın, etkili ve kazandırıcı olurdu. Ülkenin bilim politikası  ve milli hedefleri  olurdu. Eğitim ve bilim ülkemizin birinci öncelikli meselesi  haline gelirdi.  Toplum daha sorgulayıcı ve araştırıcı bir yapıya sahip olurdu. Doğmalara daha az bağımlı olurdu. Demokrat ve çeşitliliğe saygılı olurdu.  

 

 

 

 

Halkımız  aşağılık komplekslerinden kurtulur, fertler özgüven, kimlik  kazanır,    kendi dili, kültürü, inancı ve milli değerleri -kısacası kendisi- ile çatışır olmaktan kurtulurdu.    

 

 

 

 

-Eğitimin ezberci olması ve demokratik anlayışın gelişmesi arasında nasıl bir bağıntı kuruyorsunuz?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ezberci eğitim  ferdileşmeye önem vermiyen ve güven telkin etmiyen eğitim tarzının adıdır.

 

 

 

 

Sonuçta, yanlışlıklar  ve haksızlıklar karşısında sessiz, suskun ve  haklarını savunamayan ve dolayısıyla sürekli ezilen ve aldatılan bir toplum ortaya çıkar.

 

 

 

 

Halk,  kendisinin değil, başkalarının kurallarının yönettiği bir  bir toplum haline gelir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çoğulcu değil,  çoğunlukçu demokrasi hakimiyet kurar.

 

 

 

 

'Çoğunlukçu'dan 'çoğulcu' demokrasiye geçememiş toplumlarda    'sıradan çoğunluk' herşeye hakim haldedir..

 

 

 

 

Toplumu, elit tavır ve tutumlar  (seçkin tavır ağları) değil;     sıradan çoğunluğun vazettiği normlar yönlendirmeye başlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 Tekrara dayalı belletmenin temel özelliği dayatmacı niteliğe sahip zorbalık eğilimleri olan fert yetiştirmesidir. 

 

 

 

 

Ezberci eğitimde  tek doğrulu bir bakış açısı kazanılmaktadır.  Kuşku duymadan, sorgulama yapmadan okuduğu her metne, söylenen her söze, ileri sürülen her düşünceye inanması istenen öğrencinin  hür düşünmeyi ve düşünce üretmeyi öğrenmesi mümkün olamamaktadır Bu yapının doğal sonucu  başka düşünce ve hayat tarzlarına   hayat hakkı tanımak istemeyen zorba fert tipleri ortaya çıkacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Birbirine tahammülsüz  kutuplaşmış toplum grupları böyle bir eğitim yapısının ürünüdür.  

 

 

 

 

Bu ortamda “uzlaşmaz” ve “ tek doğrulu” fanatikler her kesimde egemen hale gelir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

-Eğitim bir nitelik, kalite gelişmesi, insanların seviye kazanması olayı olduğuna göre..----

 

 

 

 

Mesela, eğitimin amacına ulaşıp ulaşmadığı için bazı şeyler daha iyi bir kriter olabilir ve konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

 

 

 

 

Trafik kazalarının çok olması, evlerin depreme dayanıksız olması;  yanlışlıklar ve olaylar karşısında vurdumduymaz ve tepkisiz oluşumuz.

 

 

 

 

Karmaşıklık istemeyen, yoğun ve ince bilgi istemeyen, çok yönlü iletişime dayanmayan işleri daha kolay çözüşümüz .ve böyle işlerde kayıtsız kalmayışımız.

 

 

 

 

Daha somuta indirgersek,

 

 

 

 

---ilköğretimiz yüksek öğretimimizden daha iyidir.

 

 

 

 

-Hızla değişen ama gittikçe daha karmaşık, yönetimi daha zor hale gelerek günümüz şartlarında , ülkemizin gittikçe daha içinden çıkılmaz belalarla karşılaşması ve daha da beteri bunlarla başa çıkamayışı tesdüfi değildir.

 

 

 

 

Kitle iletişim araçlarının , her olan biteni anında ilettiği  dünya’da insanımız bir çeşit dolduruşa gelmiş, kendisini,  nitelik düzeyinin çok üzerindeki işlerle haşir neşir halde bulmuştur.

 

 

 

 

Nitelik düzeyi yüksek toplumların kullandığı eşyayı günlük kullanımına girmiş gören insanımız durumunu yanlış değerlendirmiş, kendisinin de onları yapan toplumlarla bir farkı kalmadığını zannetmiştir.

 

 

 

 

Eskiden masasına vazo içinde çiçek koyan bürokratımız, şimdi fonda bilgisayar olmadan resim çektirmemekte ama bilgisayarı hala “düğmesine bir basılınca her türlü bilgiyi veren “sihirli kutu “ sanmaktadır.

 

 

 

 

Avrupa topluluğuna alınmak istemeyişimizi, bu nitelik düzeyi farklılığı yerine müslümanlığımızla izah etmeye çalışanlarımız, Türkiye’nin giderek büyük bir güç haline geldiği palavrasıya bu acı fakat yol gösterici gerçeğin anlaşılmasını güçleştirmektedirler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dünya ile aramızdaki  duvarlar kalktıkça gelişmiş ülkelerle bizi ayıran değerler berrak olarak ortaya çıkıyor ve haklı olarak da biz bunlara sahip olamamanın üzüntüsünü, biraz da –haklı olarak- kıskançlığını duyuyoruz. İnsan hakları, demokrasi, toplum kesimleri arasındaki uzlaşma, akılcılık gibi değerler bunlardan yalnızca birkaçı.Acab bu özlemlerin gerçekleşmesi mümkün mü? Ya da bugünkü şartlar altında mümkün mü? Ya da bu değerlere sahip olmamızı önleyen nedir, nelerdir?

 

 

 

Bu şartlarda bu değerlere  sahip olmamız mümkün değildir. Bu değerlere sahip olmamızı engelleyen “toplumumuzdaki nitelik dokusunun yetmezliğidir”

 

 

 

 

Nitelik, kalite deyimi ile ne kastediyoruz? Zeka, bilgi-beceri, ahlak, beden ve ruha sağ sahlığı; doku ile de toplumu oluşturan bireylerin değişik niteliklerinin oluşturduğu örgü kastedilmektedir.

 

 

 

 

Bu yetersiz doku, özendiğimiz toplumlardaki herşeyi  -evet herşeyi- burada çarpıtarak, kırparak, deforme ederek taklit etmektedir. Fayansları eğri döşeyen insanıkız, karakolda polis, vergi dairesinde memur, lokantada garson ya da millet meclisinde milletvekili olarak yapması gereken işleri eğri yapmaktadır.

 

 

 

 

Dolayısıyla sorunlarımızı çözmenin ilk adımı bu nitelik dokusunu düzeltmek olmalıdır.

 

 

 

 

Bunu yapmaksızın , yeni yasalar, yeni yatırımlar, yeni kurumlar daima yeni eğrilikler üretmekten başka işe yaramamaktadır.

 

 

 

 

Hangi geri kalmış yöremize gitseniz oralardaki insanların yeni göletler, yeni fabrikalar, yeni yatırımlar istemeleri ve politikacıların da kendilerini bu isteklere göre yönlendirmelerine demokrasi adı takılmış, gerçek demokrasinin ancak nitelik dokusu geliştirilmiş insanlar arasında  var olabileceği ısrarla görmezlikten gelinmiştir.

 

 

 

 

Burada güçlük, bu gerçeğin farkında olan az sayıdaki insanın dışındaki kitlelere bunu anlatabilmesindedir. Çünkü ilk bakışta, bütün sorunların ortak elementi durumunda bir faktörün varlığına inanmak ve bunun olağanüstü etkisini takdir etmek pek kolay görünmüyor.

 

 

 

 

Kitleleri yönetip yönlendirenlere bu gerçeği anlatabilmek kolay görünmüyor. Bunun  için, kitle iletişim araçlarının toplumu uyandırmasından başka bir çare yok gibidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eğitim sistemimizin çarklarına kapılmamış insanlarımız birşeylerin farkında. Ancak yıllardır toplumumuza yön gösterdiğini iddia eden ve kendi kendine aydın adını takmış olan kesimin bu konularda ikna edilmesi çok güç galiba.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Abuk sabuk, karışık , sözüm ona milli hedefler yönünde laf ebesi insanlar yetiştirmeyi amaçlamış eğitim sistemimizin bir an önce terk edilmesi (yerine hiçbir şey konulmasa dahi) yapılması gereken ilk iş olsa gerek.

 

 

 

 

Nehirlerin uzunluğunu, dağların yüksekliğin, Anadolu’da eski tarihte hangi toplumların yaşadığını, , silindirin hacmini  gözü kapalı ezbere bilen nesiller yerine basit olarak “acaba bunlara neler yol açıyor” diye sorabilen meraklı ortalama insanlaryetiştirmek güç değildir. ldir. Yeter ki eğitim sorunlarımızı, öğretmen maaşlarını artırarak çözmeye çalışan yaklaşımdan kurtulalım.

 

 

 

 

Önce nitelik dokusu. Yanlış kapıları zorlamayalım. AT kapısını da, demokrasiyi de!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ezberci eğitimle gelen  daha başka ne gibi olumsuzluklar vardır?

 

 

 

 

Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz

 

 

 

 

 1.Problem çözme kabiliyeti düşüklüğü: Mesela  eğitim alanında      kaynak problemin  görülemeyişi; belirtilerle uğraşılması..

 

 

 

 

2. Doğru kural koyma ve uygulama becerisi yetmezliği: Konulan kurallar dejenere olması,   toplumun neredeyse tamamında kurallara uymamayı  bir alışkanlık haline gelmesi...

 

 

 

 

 Artık dünyada Kural koyma ve konulan kuralların uygulanması  bir  bilim dalı olabilecek kadar önemli hale gelmiştir.

 

 

 

 

3.    İstikrarsızlık: Kamu yönetimi kadrolarının sık sık değişmesi, her değişen idare ile birlikte doğru ya da yanlış tüm yapılanlar da değişmesi.  Hatta aynı idare zamanında dahi idari süreklilik sağlanamamaktadır.

 

 

 

 

Dolayısıyla daima her şeye yeniden başlamak mecburiyeti hasıl olmaktadır.

 

 

 

 

4. Kişilerin, oluşan bilgi tabanlarının üzerine alttakilerle bağlantılı yeni bilgiler inşa edememeleri ve sonuçta, sadece “şeylerin adını bilen” ama bunları pratik hayata uygulayamayan konuşkan, ihtiraslı ama beceriksiz tiplerin ortaya çıkmaktadır.

 

 

 

 

5. Ezberci eğitim  ferdileşmeye önem vermiyen ve güven telkin etmiyen eğitim tarzının adıdır.

 

 

 

 

Sonuçta, yanlışlıklar  ve haksızlıklar karşısında sessiz, suskun ve  haklarını savunamayan ve dolayısıyla sürekli ezilen ve aldatılan bir toplum ortaya çıkar.

 

 

 

 

6. Toplum,  halkın kendisinin değil, başkalarının kurallarının yönettiği bir  bir toplum haline gelir. Çoğulcu değil,  çoğunlukçu demokrasi hakimiyet kurar.

 

 

 

 

'Çoğunlukçu'dan 'çoğulcu' demokrasiye geçememiş toplumlarda    'sıradan çoğunluk' herşeye hakim hale gelir.

 

 

 

 

Toplumu,  sıradan çoğunluğun vazettiği normlar yönlendirmeye başlar.

 

YORUMLAR 4
  • Ercan İNCE 17 yıl önce Şikayet Et
    rektörlere de sorsanız sorunuzu.. adamlar sanki başı bağlı insanlar okullarına gidince bilimi ilerletemeyeceklerinimi sanıyorlar? zaten ürettikleri ilim ve bilimden başak şeyler ya.birazda süreleri dolunca siyaset yapma zeminleri arıyorlar galiba bence sorunuzu rektörlere sorsaydınız iyi olurdu işsizmi kalırdılar.
    Cevapla
  • tuncay tezel 17 yıl önce Şikayet Et
    BİLİMADAMLARI NASIL KURUNTULARA DÜŞER?. Yeryüzünde inanan kullar harici herkesi saptıracağını söylüyor şeytan. Yani ayırım yapmıyor şeytan, profesörler, rektörler hariç saptırabilirim demiyor. Şeytan tek birşey söylüyor: Ben, Allah\'a iman etmeyen herkesi olmadık kuruntulara düşürüp saptıracağım diyor. DİKKAT EDİN KURUNTU DİYOR ALLAH. Yani evrimle kuruntulara düşürüyor Allah bazı profesörleri. Buna şeytanı vesile kılıyor Allah. Bence bu çok önemli bir delil. Şeytan, Allah\'ı, Yaratılışı inkar eden herkesi saptırıyor. Bilimadamları da dahil..
    Cevapla
  • Sade Vatandaş 17 yıl önce Şikayet Et
    İşsiz Kalacak Birisi Var!. Türban sorun olmaktan çıkarsa işsiz kalacak bir siyasetçi var. O kim mi? Baykal!
    Cevapla
  • Mehmet Saloglu 17 yıl önce Şikayet Et
    Adam gibi adam. Ben bu adamı seviyorum yaw:) Allah isini gucunu rast getirsin
    Cevapla
DİĞER HABERLER
Sağ bekte işlem tamam! Kyle Walker-Peters, bugün İstanbul'a geliyor
Duygu dolu anlar: Cumhurbaşkanı Erdoğan gözyaşlarını tutamadı!