Nurullah Genç: Dedem, Rasim Özdenören'in gül yetiştiren adamıydı!

Şair ve yazar Prof. Dr. Nurullah Genç, Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli ve Yayın Koordinatörü Tarık Dağlı'ya hayatı ile ilgili çok özel açıklamalarda bulundu.

GİRİŞ 20.09.2019 15:04 GÜNCELLEME 20.09.2019 22:14
Bu Habere 13 Yorum Yapılmış

Yazar ve şair, Prof. Dr. Nurullah Genç Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli ve Yayın Koordinatörü Tarık Dağlı'ya hayatı ile ilgili özel açıklamalarda bulundu. Nurullah Genç, Sibirya gazisi olan dedesinin yaşadıklarını, babasını kaybettiği gün yazdığı, "Babası Ölünce Şairin" şiirinin duygulandıran hikayesini anlattı.

Çocukluk hikayelerinizle başlamak istiyoruz. Pek çok hikayeniz var. Mahrumiyet ve zorlukla geçen çocukluk ve öğrencilik yıllarınız ile ilgili anılarınız inanılmaz ilgi gördü, toplumda karşılık gördü. Tam bir irfan mektebinde yetiştiğinizi görüyoruz. Anadolu'nun mayalanmış derin bir kültürü var. Anadolu'nun mayalanmış kültürü var. İlk öğretmeninizin de babanız olduğunu görüyoruz. Bize o günleri, babanızı ve ailenizi anlatır mısınız?

 

 

Dedem, rahmetli, 1918 yılında Ruslara esir düşüp gidiyor. Ruslar Bolşevik İhtilali sonrasında çekilirken bizim oradan çokça insanı götürüyorlar. Annesi ve kadınlar dedem 18 yaşında olduğu için onu bir ahıra kilitliyorlar. Diğerleri Ruslarla savaşıyorlar ama esir düşüyorlar. Dedem ben onlar savaşırken nasıl ahırda dururum diye tekmeleye tekmeleye ahırın kapısını kırıyor ve gidip mücadeleye karışıyor. Onu da alıp gidiyorlar, bütün köy gidiyor. Babası, amcaları, kardeşleri, amca çocukları. Herkes Sarıkamış'tan trene bindirilerek esir kamplarına götürülüyor. Babası yolda koleradan ölüyor. Babasının cesedini camdan atıyor Rus askeri.

"BABASI ÖLÜNCE ŞAİRİN" ŞİİRİNİ VEFAT ETTİĞİ GÜN YAZDIM

 

 

Çok enteresandır bu, benim bir şiirimde de vardır. "Babası Ölünce Şairin" diye bir şiirim var, vefat ettiği gün yazmıştım, "Emanetini bir gül gibi kabrine bıraktık" diye. Rus askeri dipçikle eline vuruyor, babasının cenazesini tutmak için. Vurunca kolu çok ağır bir şekilde inciniyor ve babasının cesedi camdan aşağı düşüyor. Oturuyor, yapacak bir şey yok. Esir kampında, Sibirya'da ağaç kesiyorlar 1,5 yıl. O askerle biraz yakınlaşıyor. Rahmetli dedem, Bekir'di ismi çok iyi Rusça konuşurdu. Başlıyor Rusça konuşmaya şaşırıyorlar zaten. Döndükten sonra devlet Erzurum'da memurluk teklif ediyor çok iyi Rusça konuştuğu için fakat kendisi "Ben köyü yeniden imar edeceğim" diyerek geri dönüyor. İşte Rus askeri soruyor "Neden tutmaya çalıştın? Ben zaten bırakıyordum, ölmüştü." Dedem diyor ki, "Biz insanları kabrine indirirken dualar ile indiririz. Onu bir gül gibi bırakırız kabrine. Bıraksaydın tutsaydım onu kabrine bırakır gibi camdan aşağıya bırakacaktım. Bana bu fırsatı vermedin." Bunu duyunca asker çok duygulanıyor ağlıyor. Dedem diyor ki bana çok yakın arkadaş oldu bundan sonra, çok yardım etti.

Tabi o Sibirya hatıraları ayrı hikaye. Bunun romanını yazmıştım ben, Yollar Dönüşe Gider diye. Döndükten sonra köy harabe, tamamen yıkılmış, aile yok ortada. Düşünsenize 200'e yakın aile efradından 5-6 kişi kalmış, onlar da başka köylere göçmüşler akrabaların yanına. Köyde bir süre dolaşıyor bakıyor yapacak bir şey yok yakın akraba köyüne gidiyor, orada halasının kızı ile evleniyor. 8 yıl köye gidip gelerek taş taş üstüne koyup köyü yeniden imar ediyor ve komşularını çağırıyor. Aşağı yukarı 1922'de dönüyor, 1930'larda köy oturulabilir hale geliyor ve tekrar köye taşınıyor. Bu gelen kişi, Bekir, 4 yıl Sibirya'da kalmış. Sibirya'ya gitmeden önce irfan mektebinde yetişmiş çünkü köyümüzde adetmiş uzun kış gecelerinde siyer okumak, tarih okumak, divan ezberlemek. 

DEDEMİN AYRILMAYA TAHAMMÜLÜ YOKTU

Dedem rahmetlinin de bir psikolojik tutumu vardı, haklıydı da; "Bütün ailemi 1. Dünya Savaşı'nda kaybettim. Bir daha bunu yaşamak istemiyorum o yüzden başımdan ayrılmayın, köyden kimse ayrılmasın." Korkarlardı biz bir yere gidelim demekten. Babam rahmetli o zaman İstanbul Sarıyer'den arsa almış. Dedem duyunca çağırmış hemen, "Ben bütün ailemi kaybettim, bir de seni mi kaybedeceğim? Git o arsayı sat demiş." Babam da gelmiş Sarıyer'deki o arsayı, babası öyle dedi diye hiç yüksünmeden rahatsız olmadan geri gitmiş Horasan'a oradan ev almışlar. Dedem ayrılmaya tahammülü olmayan birisiydi.

"BÜTÜN KAYBETTİKLERİME AĞLIYORUM"

1967'de 7 yaşındaydım, gerçekleşen bir şeyi anlatayım. Şakir diye bir amca oğlu geldi Denizli'den. Dedemi 3 gün aşağı yukarı susturamadılar, 3 gün boyunca gözyaşı döktü. Şakir dedeme bakıp bakıp ağlıyor, sarılıp sarılıp ağlıyor. "Niye bu kadar ağlıyorsun?" dediklerinde dedem, "Ben bütün ailemi kaybettim hepsine ilk defa ağlıyorum" dedi. Çünkü hiç ağlamamış, gözyaşı dökmemiş vatanıma, dinime feda olsun diyerek bütün bir aileyi vermiş, dönmüş bir adam Sibirya'dan. Kahraman bir adam. 3 gün amcasının oğluna ağlıyor ama bütün bir aileyi onda görüyor. Bugünkü neslin bunları öğrenmesi lazım.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ BÜYÜK ACILARIN ÜZERİNE KURULDU

Bu vatan, Türkiye Cumhuriyeti, büyük hazların üzerinde kurulmadı. Büyük acıların, büyük sıkıntıların üzerinde kuruldu. Bugün nesillerimiz müreffeh bir hayat yaşıyorsa bunları öğrenip kendi zihin dünyalarını bu hakikatlerin üzerine tesis etmeleri lazımdır. Bizim başka coğrafyaların kültürüne, medeniyetine ihtiyacımız yok. Biz büyük bir medeniyetin insanlarıyız. Ve bu ülke büyük bir medeniyet taşıyor kendisinde. Gayrı medeniyetlere gönül verenler yanılgı içerisindedirler. Çünkü benim okul olmayan bir köyde iki divanı okuyan bir köylüden bahsettiğimi az önce gördünüz. Bu adamı görseniz başında beresi, elleri nasırlı bir adam. İki divanı okuyacağını tahmin etmezsiniz. 10 yaşıma kadar bana 20 şiir ezberletmiş bir babadan söz ediyorum. Bu medeniyetin başka bir medeniyete ihtiyacı yok.

Dünyanın en güzel sanatıdır şiir. Bunu hafızasına ve gönlüne yerleştiren insanların kötülük yapmaları mümkün değildir. Bugün neden Türkiye'de şiir az okunuyor, şiir kitapları satılmıyor? İşte arka plandaki sıkıntıyı görüyorsunuz. Nesillerimizin dilinin farkındasınız. Dilimiz bozulmuş, anlayışımız bozulmuş, muamelemiz bozulmuş. Bunu nesillerimizin, gençlerimizin kavraması lazım. Bu ülke büyük acılar üzerine kuruldu, bu acılardan bir tanesini de benim ailem, dedem yaşamış. Bütün bir aileyi kaybetmiş bu vatan için, bizi de böyle büyüttü. Babam rahmetli ben 1960'da dünyaya gelmeden önce arkadaşlarına, akranlarına diyor ki "Oğlum olacak." Diyorlar ki "Nereden biliyorsun?" Babam, "Rüyamda bir ihtiyar bana dedi ki oğlum olacak. Bende öyle hissettim" diyor. Aç tavuk rüyasında darı ambarı görürmüş diye geçiştiriyorlar. Sonra ben doğunca herkes üşüşüyor "Bir daha anlat o rüyayı" diyerek. Dedem rahmetli de, annemin babası, ismimi koyuyor. İsmi Nurullah olsun diyor, çünkü onun yanında dünyaya gelmişim. 

"BİZİM KÖYDE MUHABBETE DAYALI BİR NİZAM VARDI"

Kendi dünyama bakış açıma sahip olduğumu hissettiğim 4-5 yaşımı hatırlıyorum. Babamın,amcalarımın, dedemin köyde muhabbete dayalı bir hayat nizamı kurduklarını çok iyi hatırlıyorum. Herkesin birbirini sevdiğini, bayramın bayram gibi olduğu, cenazenin cenaze gibi yaşandığı, acıların gerçekten paylaşıldığını. Ali amca vardı, zayıftı, hastaydı. O hasta olduğunda onun tarlalarını biçerler, toplarlar evine bırakırlardı. Komşulara öyle bakılırdı. Kimse şikayet etmezdi halinden. Herkes bilirdi ki ben Horasan'a gitsem hastanede yatsam dahi evim emniyettedir. Burada benim çocuklarım emniyettedir, aç kalmazlar. Dedem mesela, Erzurum'dan bir petek alıp götürdü, bir tane sadece, 70-80'e kadar çıkıyordu. Çevre köylere bile bal hakkı diyerek bal yollardı. 1/4'ini eve ayırırdı, 3/4'ünü dağıtırdı. O 3/4'ünde 1/4'i misafirlere ayrılırdı.

"BÜTÜN BİR AİLE GİTTİ"

Rahmetlinin hiçbir akşamı yoktu ki damın üzerinde 1 saat, 1,5 saat beklemesin. Yollara bakardı, gelen var mı, yolda kalmış hayvan var mı yardıma ihtiyaç var mı? Gözleri çok güzel görürdü. Bazen derdi şurada bir hayvan kalmış gidip alın telef olmasın. Derdi ki "Birisi geliyor adam yorulmuş belli gidin onu atla alın getirin." Sonradan öğrendik ki bakarmış Sibirya'dan başka birisi daha dönecek mi diye. Sormuşlar bir gün nedenini, dedem, "Bir ümit bakıyorum ki belki birisi daha gelir bütün bir aile gitti oraya" demiş.

Böyle bir ortamda bir çocuk düşünün. Okul yok, bir suyu var bütün mahrumiyetler diz boyu. O zaman böyle omuz boyu karlar yağar. Kar yağdı mı 3-4 ay kapanır yol, gidemezsin. Ama biz halimizden memnunuz. Ben 4-5 yaşımda harfleri heceleri, hem yeni yazıyı hem eski yazıyı öğrenmeye başlamışım. Kuran derslerine götürmüşler hatmetmişiz. Yeni yazı ile okumaya başlamışım, alıyorum Yunus Emre şiirlerini kendim okumaya başlıyorum. 6-7 yaşımdan itibaren de artık kitaplar getirmeye başladı babam rahmetli. Hayat bilgisi kitabı, bugünkü manada vatandaşlık ile ilgili bilgiler, matematik, coğrafya, tarih kitabı. Onları tek tek bana okuyor, anlatıyor.

DEDEM, RASİM ÖZDENÖREN'İN GÜL YETİŞTİREN ADAMI

9 yaşıma kadar ben artık okuyorum, yazıyorum, hiçbir sıkıntım yok, ezberden şiir okuyorum. Dedeme gidiyor diyor ki ben okutmak istiyorum. Dedem, "Hayır, ben bir çocuğumu daha kaybedemem" diyor. Tekrar gidiyor diyor ki, "Baba söz veriyorum. Çocuk kaybolmayacak bize hizmet edecek. Çünkü ben onu imam-hatip lisesinde okutacağım onu, kaybolması çok zor. Erzurum'da okur, yakın köylerde okur." Dedem bakıyor ki çok kararlı "Evladım dikkat et" diyor, "Terkini verme." Bu ne biliyor musunuz? Bu Rasim Özdenören'in Gül Yetiştiren Adam'ı aslında. Evine kapanmış, dışarı çıkmıyor, kendi bahçesinde gül yetiştiriyor. Çünkü küsmüş dünyaya, perişan olmuş bir yüzyılın içerisinde yaşıyor. Tam bu tip işte. Dedem o romanı temsil ediyor. Gül yetiştiriyor ama sakın kapıyı açma solmasın güllerim mantığında yaşıyor.

Babam bu okutma ruhsatını almış eve gelmiş demiş ki "Tamam babam izin verdi ama nerede okutacağız şimdi?" 15-20 gün sonra anneme demiş ki, "Nereye götüreyim? Çaresi yok. Yakın köy var Ardı, orada kime teslim edeyim. Gözümün kestiği kimse yok ki. Ben bir Horasan'a gideyim belki Allah bana bir kapı açar." Hiç unutmam o günü babam o gün Horasan'a ben oğlumu nasıl okuturum bir fikir elde edeyim diye gitti, 9 yaşımdaydım.

KAYNAK: HABER7
YORUMLAR 13
  • bekir 4 yıl önce Şikayet Et
    güzel nsanlar güzel atlara binip gittiler. biz perişan kaldık.ne onları yad edip nede anladık.
    Cevapla
  • ADAMIN BİRİSİ 4 yıl önce Şikayet Et
    Nurullah Hocamızın 10 koyun hikayesini dinlemiştim ,ve çok etkilenmiştim.Saygılar
    Cevapla
  • ekrem 4 yıl önce Şikayet Et
    birisi söylemişti: büyük adamlarımızı unutunca küçük adamlar olduk ! anne babalar insan nesli yetiştireceğine mevki makam adamı yetiştirmeye başladılar , derhal insan nesli yetiştirmeye dönmeliyiz derhal !
    Cevapla
  • acar 4 yıl önce Şikayet Et
    allah rahmet eylesin büyük acılar cok duygulandım
    Cevapla
  • Osman 4 yıl önce Şikayet Et
    Okuduğum ilk donanımdır yollar dönüşe gider.kalemine sağlık kişiliğimi senin deden şekillendirdi nurullah hocam
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Dili boğazına kaçan müşterisini böyle kurtardı...
Başkanlık koltuğunu oturan Nisa'dan 'başıboş köpekleri toplayın' talimatı