Mim Kemal Öke: Nazlı'nın hayatıma düşüşü bir aşk cemresi gibi

Kızı Nazlı’nın doğumuyla hayatı adeta baştan başa değişen Prof. Dr. Mim Kemal Öke Haber7 Gündem Masası’nın konuğu oldu. Öke; gençliğini, gençlerin bugüne bakışını, kendi çocukluğunu ve çocuğu Nazlı’yı anlattı.

GİRİŞ 17.12.2019 13:58 GÜNCELLEME 17.12.2019 15:24
Bu Habere 9 Yorum Yapılmış

Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Haber7 Gündem masasının konuğu oldu. Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli ve Haber7 muhabiri Gamze Türk’e konuşan Öke çocukluğunu, ailesini, Cambridge’den Boğaziçi Üniversitesi’ne uzanan öğrenim ve akademik hayatını anlattı. Down sendromlu kızı Nazlı’nın doğumuyla ise bütün dünyasının değiştiğini belirten Öke, “Nazlı’nın doğumu bir musibet gibi gelmişti bana. Allah elimden tutmasaydı bunu aşamazdım. Nazlı’nın doğumu bana aslında yaralı ceylanın onun değil benim olduğumu gösterdi” ifadelerini kullandı.

 

HÜZÜNLÜ BİR AİLEDE ÇOK YALNIZ BÜYÜDÜM

Ailenizden bahsederek ve çocukluk yıllarınıza giderek başlamak istiyoruz. Aileniz, doğup büyüdüğünüz ortam ve şu anki yaşantınızdan farklı. Hayatınızda ilginç bir şey oluyor, bütün yaşantınız ve fikriyatınız değişiyor. Bu süreci ve hayata bakışınızı nasıl değiştiğini anlatır mısınız?

1955’te doğdum. 1950’lilere baktığımız vakit Türkiye’nin kendi tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Milli Şef döneminden demokrasiye yavaş yavaş öykündüğü yıllardı. Ancak o yılların içerisinde sıkıntılı bir taraf vardı. Hemen 1955’ten sonraki ilk 5 yıla geldiğimiz vakit, 1960 darbesi. Yani ben 5 yaşımdayken bir darbenin içerisinde büyümek zorunda olan ve daha sonra da “darbelerin” akışı içerisinde büyümeye devam eden birisiydim.

 

Aileye baktığınız vakit, bir tarafı CHP diğer taraf Demokrat Parti. Daha da özgülüğe indirgeyecek olursak, Mim Kemal dedemin en son oğlu olan en küçük evladı, babam, çok hedonist bir insandı. Hayatı kendisine göre bütün bedeni zevklerle yaşamayı seven bir insandı. Annemin de bipolar olduğunu, onunla birlikte bazı psikiyatrik problemleri olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla bütün bunları toparladığınız vakit hem konjonktür hem aile itibariyle çok hüzünlü bir çevrede büyüdüğümü söyleyebilirim. Çok yalnız, kendi kendine yetmesini bilen, buradan nasıl bir kaçış bulurum kendime diye düşünen, arayışlarını çok önceden gündemine getiren ve çocukluğunu yaşamadan olgunlaşmak durumunda kalan bir çocuktu Mim Kemal Öke. Bütün bunlar beni nereye doğru odakladı? Daha duygusal, romantik olmaya odakladı. İnsanlara bir şey katabilme cehdini içime zerk etmesiyle oldu bütün bunlar...

KÜÇÜK YAŞTA BİLİM ADAMI OLMAK İSTİYORDUM

Bilim adamı olmak istiyordum. Çünkü araştırmayı ve kitaplarımı çok seviyordum. Tarihçi olmak istiyordum çünkü tarihimizi çok seviyordum. Demek ki sevgi unsuru benim hayatımda çok egemenmiş, daha küçüklüğümden itibaren. Uluslararası meseleler beni çok ilgilendiriyordu, Filistin sorunu gibi, Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunlar gibi. Onun için siyaset bilimini tercih ettim okumak için. Birtakım şeyleri değiştirebileceğimi düşündüm.

Bütün bu çalkantılar içerisinde insanın insan olarak seyrinde, Türkiye’nin en genç profesörü filan diyorlar ya, televizyoncu, gazeteci gibi pek çok kişinin ömrünün çok daha ileri safhalarında elde edebileceği şeyleri çok daha önce tahsil ettim, yani eda etmeye başladım. Bu belki bir kibir getirebilirdi. Ama 1991 yılında Türkiye’nin en genç profesörü ikinci defa baba oldu. O da Nazlı’ydı. Nazlı engelli bir çocuk olarak doğdu. Onun benim için ne manaya geldiğini idrak ettiğim andan itibaren Mim Kemal Öke’nin hayatı değişti. Mim Kemal Öke o tarihten itibaren aczini hissetti, zamane dervişliğine soyundu, o tarihten itibaren engelli dostu oldu, o tarihten itibaren sistem değil de insan önemli demeye başladı. Kendi branşında da belki de sosyal bilimleri kavradı diyebilirim. Neden? Çünkü bana kızım insan olmayı öğretti.

BEN HALA ÖĞRENCİYİM

Çok etkileyici bir eğitim hayatınız var. Robert Koleji’nden mezun olduktan sonra İngiltere’yi gittiniz, Cambridge’de iktisat ve tarih fakültelerini bitirdiniz. Sonrasında Boğaziçi Üniversitesi’nde en genç profesör oldunuz. Bu başarınızı neye bağlıyorsunuz?

Sistemli çalışma, araştırma, öğrencilikten kopmama. Hala öyleyimdir, hala gene çok okurum. Hocam imtihan yapacaksın dedikleri vakit ben gerçekten de şaşırıyorum, neden şaşırıyorum? Ben hala öğrenciyim ve öğrenciye imtihan vermekten hiç hoşlanmam. Hep okurum, yazarım, düşünürüm. Öğrencilikten hiçbir zaman kopmadım. Çocukluğumdan hiçbir zaman kopmadım. Gençler bizi izliyordur mutlaka, onlara verebileceğim bir şey varsa: Yetenek önemlidir, ama yeteneği geliştirmek de sizin gayretinize bağlıdır. Yani sebat, azim, düzenli çalışmak. Sistemli, disiplinli çalışmak.

Mesela müzikle ilgilenmeye başladım. Müzik kulağı olmayan bir adamdım ben. Müzikle yakından uzaktan hiçbir ilgim yoktu. Şimdi ben bir müzik hocasıyım.

Prof. Dr. Mim Kemal Öke ile Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli.

KELEPÇEYİ ZİHNİNİZE TAKACAKSINIZ

Kendinizi nasıl geliştirdiniz?

Mesela spor yaparım, halter sporunu özellikle çok severim. Ben 106 kiloydum. Liseyi bitirirken 65 kiloya düştüm. Çok güzel spor yaptım ve diyetle de bir şekilde cüzi iradeyi kullanarak da yemeyi kestim.

Mideye kelepçe takmak kolaydır; ama o kelepçeyi zihninize takacaksınız siz, midenize takmak yerine. Kalbinize takacaksınız onu. Onu yaparken de şunu öğrendim: Benim neslim iyi hatırlar, belki gençler de bilir, şimdi filmi yapıldı, Naim. Yani size halteri getirirler, "bu halteri kaldır" derler. İşte o halteri kaldıracaksın, onun ağırlığının altına gireceksin. Onu yükselteceksin. Burası çok önemlidir. İnsanlar halterin altına girmekten korkmasınlar. Kader, hayat bir şekilde o halteri bir şekilde kaldırmayı kabul eylemekten geçer.

NAZLI’NIN HAYATIMA DÜŞÜŞÜ BİR AŞK CEMRESİ GİBİ

Hocam kızınız Nazlı’nın özel durumuyla devam etmek istiyorum. Öncesinde zorlu bir kabullenme süreci yaşıyorsunuz, kendi içine çekiliyorsunuz, uzaklaşıyorsunuz. O zorlu süreçler belki bu durumda olan aileler için de istifade konusu olabilir. Bu süreci nasıl aştınız? Nazlı’yla şu an olan ilişkinizi anlatabilir misiniz?

Bunu ben aşamazdım. Adım gibi de aşamayacağımdan emindim, eğer Allah elimden tutmasaydı. Hani büyük buyruktur, insan dibe vurmadan Allah elinden tutmaz diyorlar ya, hakikaten öyle olmuştu. Nazlı’nın doğumu, bir engellinin doğumu benim hayattaki ideallerim, hayallerim, yapmak istediğim şeyler, hedeflerimin hepsini boşa çıkaracak tarzda bir zuhurat, hatta bir musibet şeklinde göründü bana en başında. "Şimdi nereden çıktı bu, niye bana geldi bu, niye ben", tarzında bir isyanım oldu. Hani Yunus Emre diyor ya, “İsyan ile geldim/Cürmüm ile geldim sana”, aynen öyle. Eğer ki bir manevi rüyada Cenab-ı Hak lütfetmeseydi, yani Nazlı’yı bir uçurumun diğer kenarında görüp de o bana elini uzatıp öbür tarafa, yani sırat köprüsünden öbür tarafa bir şekilde mecazi olarak geçirmeseydi, Allah bana o tabloyu sergilemeseydi manada, ben belki çok farklı bir Kemal olabilirdim. İşte o andan itibaren Nazlı’nın hayatıma düşüşü adeta bir aşk cemresi gibi, muhabbetullah cemresi gibi, “Bir dakika hele dur, sen bir düşün. Sen kimsin, bu dünyaya niye geldin? Dünyayı kurtarabileceğine inanan bir insan olarak acaba sen kendini kurtarabildin mi” sorusunu dile getirdi, bir şey söylemeden, hal ile. Hemen arkasından her şeyi bir tarafa itip hayata yeniden başlıyoruz. Ne ile? Nazlı ile başlıyoruz.

Nazlı için ne gerekirse yapılacak. Fakat orada da anlamamıştım. Neyi anlamamıştım biliyor musunuz? Nazlı zaman zaman bana gelirdi, “Baba ben niye böyleyim” derdi. Babanın buradaki tek işlevi de “Kızım merak etme ben seni kendi tarafıma çekeceğim” demekti. Nereye çekeceksiniz onu, normallerin arasına. Bizim normal diye gördüğümüz çok mu normal? Yani uzaylılar şu an bize yukarıdan baksalar, bu insanlar ne yapıyorlar ya 9 ile 5 arası veya hayatlarını ne ile geçiriyorlar demezler mi? İşte onu dedirtti. Alem-i cemalden gelen adeta bir uyarı gibi Nazlı bana ne yapmam gerektiğini söyledi. Meğerse, Nazlı’nın gönlüme ektiği o sevgi tohumuyla aslında değiştirilmesi gerekenin sistem değil insan olduğunu, ilk değişmesi ve nefsini terbiye etmesi gerekenin kendim olduğunu, aslında onun benim öğretmenim olduğunu, aslında yaralı ceylanın o değil de benim olduğum ve bundan nasıl yararlanabileceğimi bana düşündürdü.

Benim asli işlevimi buldurdu bana. Nedir benim asli işlevim? Engelli dostu olmak. Onların sözcüsü olmak. Babalı mesleğinin profesörü olmak. Türkiye’nin en genç profesörü olmak o kadar önemli değil, ama babalık mesleğinin profesörü olmak.

BEN ŞÜKÜR EDİYORUM ALLAH'A BANA BÖYLE BİR GÖREVİ LÜTUF ETTİĞİ İÇİN

Nazlı’yla yaptıklarımızı çok uzun bir zaman boyunca anlatıp övünüp reklam yapmak da istemedim. Ama birileri geldi dedi ki, “Hocam örnek oluyorsunuz.” Bu bir imtihan değildir, rol modelidir. Hz. Ali için Peygamberimiz şunu buyurmuş: “Sen hem imtihan olmaktasın hem insanlar seninle imtihan olmakta.” Demek ki insan Cenab-ı Hakkın kader sırları içerisinde sana uygun bulmuş olduğu kaderi sen kabul edip o rolü kendi senaryon, Cenab-ı Hakk’ın senaryosu içerisinde iyi oynarsan o zaman görevini yerine getirirsin. Ben şükrediyorum ki Allah böyle bir sefayı, görevi ve zekâtı bana lütfetti. Nazlı ile şimdi her gün beraberiz.

Şu da yanlıştır: Elini eteğini çekti, hayır. Gene ben hayatın içerisindeyim, gene Nazlı’yla beraberim. Her yaptığım işi onunla beraber yapıyorum. Bilim adamlığım Nazlı sayesinde daha da iyi oldu. Çünkü insanı görmeye başladım. Şimdi haberleri siz veriyorsunuz. Olay veriyorsunuz. Ama olayların içerisinde insanı da unutmamak lazım. Asıl insan. Acaba onu oraya ne getirmiş? Birisi katil olmuşsa onu oraya hangi insiyaklar götürmüş? Acaba o mu haksızdır yoksa onu o tarafa doğru iteleyen toplumsal güçler mi? Bir yanda empati yapıp kendiniz onun yerine koymanız lazım. Nazlı bana bütün bunları öğretti. Eşyanın hakikati derler ya, gözlerimizi açtı diyebilirim.

Mim Kemal Öke ile kızı Nazlı.

ANNE VE BABA ÇOCUKLARINA NE VEREBİLİYORLAR Kİ ONUN KARŞILIĞINI BEKLİYORLAR

Yeni nesil eski nesilden çok farklı. Yeni nesil için din ve milli değerlerden uzaklaştıkları yönünde büyük bir kesimden gelen eleştiriler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

Ellemeyin benim gençliğime. Ben gençliğimi, bütün öğrencilerimi çocuklarımı sokakta gördüm mü çok sevinirim. Ben onların yaşında daha serseriydim. Şimdi onlara bakıyorum, çok mazlumlar. Ben kendi oğluma bakıyorum. Oğlum bu ne biçim gençlik diyorum ya, ben kendim delikanlıyken neler yapmamışım. Şimdi bunları söylemek doğru değildir ama, ben gençliğimi seviyorum. Şunu da söylemek lazım: Anne ve babalar, toplum ne veriyor ki çocuklarında onun karşılığını bekliyorlar? Ben çocuklarıma küçük bir hardal tanesi kadar bir şey versem onlar bana koskoca bir sepetle iade ediyorlar. Sepetle iade ediyorlar. Mesela, Dersim’de aşiret reisi çocuğu, bir beyefendinin oğlu var. Sınıfa bile yanında hizmetkarıyla geliyordu, dönüyordu, “Not al” diyordu. Bazen gelmiyordu, “Hocam böyle şeyler bizi bozar” filan diyor. Derslerine çalışmıyor, neredeyse kalacak vesaire. “Oğlum biraz yüklen işine bak” diyorum filan. Yani dışarıdan birisinin çok rahat eleştirebileceği bir çocuk olabilir. Bir gün geldi, Nazlı bir ameliyat geçirecek. Ben bir şey söylemedim. Kapım çalındı, bu çocuk girdi içeri. Yanında 8 tane izbandut gibi adam. Korktum, beni dövecek zannettim. Durdu şöyle bir baktı, “Hocam, kanımız helal olsun Nazlı için, 8 tane çocuk getirdim hepsi kan verecek şimdi” dedi. Kalktım, sarıldım, öptüm. Benim için önemli olan müfredat değil, kalp.

BİZ SELAHATTİN EYYUBİ GİBİ DÜŞÜNENLERİ YAKALARSAK KENDİLİĞİNDEN OLUR

İçtimai konulara dönmek istiyoruz. Özellikle Filistin meselesi ile ilgili çok ciddi çalışmalarınız oldu. Bu meselenin nasıl çözüleceğine dair bir fikriniz var mı? Neler değişmeli, neler yapmalıyız, nerelerde hata yapıyoruz?

Nerede hata yapıyoruz? Kendi dinimizin temel ilkelerini ele alacağımız vakit, Kudüs-ü Şerif’e sahip çıkabilmek için, o dönem Hz. Ömer’in tıynetinde olmak lazımdır. Yani Hz. Davut’un değil de Hz. Süleyman’ın zihniyetinde ve davranışında olmak lazımdır. “Davut kan dökücü olmuştur, sana izin vermeyeceğim” denmiştir Hz. Süleyman’a. İşte yine insan meselesi. O kadar zaman geçiyor, BM filan vs..., ama biraz Filistin’in de Arap aleminin de İslam aleminin de dünyanın da BM’nin düşünmesi gereken bir noktadır bu: Biz o bakımdan Selahaddin Eyyubileri yakalarsak, olur. Kendiliğinden olur hem de. O tarzda ve gönülde bir Selahaddin eksik.

Şimdi dünyanın neresine bakacak olursak, sıkıntı var. Müslümanlar burada büyük ıstırap içindeler. Bu bize bir şey hatırlatmıyor mu? Bu terörle mi çözülecek? Bu Batı’yı topyekûn reddedip gerillacılıkla mı çözülecek? Yoksa bu temsil makamında Hz. Ebubekir gibi Efendimiz ne diyorsa doğrudur diyen Müslümanlar olmaktan mı geçecek? Biz temsil konusunda asr-ı saadeti yakalarsak o zaman bütün sorunların teker teker domino taşı gibi önümüzde düşeceğini ümit ediyorum, hatta ümidin de ötesinde böyle olacağına dair bir inancım var. Eğer biz dinimiz biliyorsak, Kudüs’e, Mekke’ye, Medine’ye de; oradaki insanlara, ashaba, Ensar'a da layık olma cehdini kendimize görelim, ondan sonra Allah bunu bize niye lütfetmiyor diye de düşünelim. Bir kendimizi murakabe altına alalım. Her dakika Batı’dan ve emperyalistlerden şikâyet etmek, üç beş kişinin konuştuğu komplo teorileri atlında kalmışız demek ayrıdır. Bakın ben tarihçiyim. Bizim en mukaddesatçı aydınlarımız dahi aynı hataya düşüyor: Allahsız tarih olur mu? Küresel şirketler, Siyonistler, Masonlar. Allah nerede? Allah’ın vekillileri nerede? O zaman siz faturayı başkasına çıkaracağınıza bir de aynayı kendimize tutalım. Kendi nefsimizi bir şekilde sorgulayalım. Ondan sonra öyle davranmaya çalışalım, derim ben.

Bize mesaj veriliyor. Verilen mesajların hepsi bizedir, Müslümanlaradır. Bakın dünyanın geleceği İslam dünyasının elindedir. İslam dünyası huzura kavuşmadan küresel toplum huzura kavuşmaz. Küresel toplumun huzura kavuşması da İslam iledir. İslam’ın en büyük düşmanı Müslümanlar olmak mecburiyetinde değildir.

SİNEMA FİMİNDE ROL ALMAM CAHİL CÜRETİYDİ

Sinemaya deneyiminiz oldu. Hattat ararken hattat olduğunuz bir deneyim. Bu deneyimin size kattıkları neler oldu?

Ben yerinde çok duramayan divane bir adamım. Bir garip aşık diyorsunuz ya. Hayatta insanın yapmak istediği çok şey vardır; televizyonculuk mesela. Amatör olarak tiyatro çok oynadım. Sinema teklifi geldiği vakit hemen atladım tabii. Kendimi de orada denemek istedim. Cahil cüretiydi. Fakat çok korktum. Eyvah dedim, oyuncular, teknik ekip vs., Kemal dedim sen ne yapacaksın, hattat rolü hem de. Yani arkada çaycıyı oynamıyoruz, çayı bırakıp gitmiyorum. En merkezi rol orada. Ama korku dağları beklerken de herkes şu an beğendi. Ama şöyle bir şey söyleyeyim: Siz kendinizi teslim ederseniz senaryo ve orada anlatılanlar sizi bir yere taşır. Aslında hat sanatı bizi oynattı orada. Demek ki hat sanatının böyle bir şeye ihtiyacı varmış. Yani burada önemli olan hat sanatı bizim üzerimize yeteneği de giydirdi, bizim de elimizden tutup al böyle oynayacaksın dedi. O bakımdan başka bir şey daha önemliydi, sıra dışı, ezber bozan bir şey vardı: Hattatın üstat olduğunu ve enteresan bir tasavvufi gelenekten geldiğini düşünürseniz, hala aşılması gereken nefis mertebelerinin olduğu filmde ortaya çıkıyor ve hattat o bakımdan zafiyeti olan bir adam. Klasik görüşün dışında, her şeyini tamamlamış, bütün merhalelerini aşmış bir adam değil. Hala aşması gereken nokta var. Demek ki seyir hep devam ediyor. Bunu bana çok güzel öğretti veya hatırlattı. O bakımdan filme de minnettarım. Bütün arkadaşlarla da hakikaten güzel bir şey çıkarmaya çalıştık. Size de tavsiye ederim, gidip görün.

Bu alanda çalışmalarınız devam edecek mi?

Bütün emelim şöyle tarihi bir dizide atın üzerinde oynamak. Hala içimdeki çocuk ölmedi ya. Küçüklüğümde Turgut Reis’e hayrandım. Tarih romanları çok severim. Tarih ile de çok meşgulüm. Yani bir tarihi diziye de çıkarsınlar ya, bir at üzerine çıkalım, elimizde kılıç biraz dolaşalım. Samimi söylüyorum. Siz de burada aracı olursanız çok sevinirim. Minnettar kalırım.

KAYNAK: HABER7
YORUMLAR 9
  • Veled 4 yıl önce Şikayet Et
    Dağları oynatacak gücünüz olsa kromozom a sözünüz geçmeyince neyleyim dünyayı çekmeyen anlamaz
    Cevapla
  • SAVAŞ KAPLAN 4 yıl önce Şikayet Et
    Adam çok güzel konuşmuş
    Cevapla
  • ümit*korku 4 yıl önce Şikayet Et
    hocanın beyanları çok samimice Allah yar ve yardımcısı olsun.
    Cevapla
  • Yusuf Emre 4 yıl önce Şikayet Et
    Kuruluş Osman da oynatsınlar o vakit...
    Cevapla
  • ibrahim 4 yıl önce Şikayet Et
    mim kemal bey teşekkür edriz size engellilere verdiğiniz destek için.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Mısır: Arap dünyasında Filistin için hareketlilik var
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı duygulandıran hediye!