Beyrut Limanı patlaması ve Lübnan’ın yakın geçmişi: Siyasi ve ekonomik kriz ne durumda?

Lübnan, etnik, din ve mezhep çeşitliliği nedeniyle kırılgan yapıya sahip bir ülke. Geçtiğimiz yıl gerçekleşen Beyrut Limanı’ndaki patlama sonrası ekonomik ve siyasi krizin derinleşmesi ise halkı her geçen gün olumsuz etkiliyor.

GİRİŞ 03.08.2021 16:29 GÜNCELLEME 07.08.2021 10:39
Bu Habere 12 Yorum Yapılmış

Haber7 / Seda Vurucu

“Ortadoğu’nun Paris’i” olarak bilinen Beyrut’un başkentliğinde, Arap coğrafyasının incisi olarak nitelendirilen bir yerdi Lübnan.  

Yaşanan siyasi ve toplumsal istikrarsızlıklar, iç karışıklıklar ve ekonomik krizler, Lübnan’ı bambaşka bir yazgıya sürükledi. 

Lübnan’ın yakın tarihindeki kırılma noktalarını, siyasi ve ekonomik krizin boyutlarını, Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay ve Anadolu Ajansı Beyrut muhabiri Mahmut Geldi’nin katkılarıyla derledik. 

SİYASİ BELİRSİZLİĞİN SON PERDESİ 

Lübnan’daki siyasi belirsizliğin son perdesi, geçtiğimiz yıl 4 Ağustos’ta gerçekleşen Beyrut Limanı’ndaki patlama sonrasında yaşandı.

Patlama sonrası istifa eden Hassan Diyab hükümetinin ardından “yeni hükümet kurma” konusunda hâlen anlaşmaya varılamadı.

Hükümet kurma görevi ilk olarak Lübnan’ın Berlin Büyükelçisi Mustafa Edib’e verilmiş; birkaç hafta sonra Edib, “görevi aldığım sıradaki mutabakat artık yok” diyerek görevi iade etmişti.

Geçtiğimiz Ekim ayında eski Başbakan Saad Hariri’ye verilen hükümet kurma görevi de sonuç vermedi. Hariri’nin 9 ay süren hükümet kurma çabaları sonuçsuz kaldı ve Hariri, görevi iade ettiğini duyurdu.  

Bu durum, Lübnanlı uzmanlarca “ülkenin belirsizliğe sürükleneceği” şeklinde değerlendirildi.

Bunun üzerine Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, yeni hükümet kurma görevini eski Başbakan Necib Mikati’ye verdi. 

LÜBNAN’DA SİYASİ DENGELERİ BELİRLEYEN UNSURLAR  

Lübnan, Ortadoğu’nun dini ve etnik açıdan en karışık ülkelerinden biri.  

Ülkede Müslüman kesimi Sünni, Şii, Alevi ve Dürziler temsil ederken; Hristiyan kesim ise Maruni, Rum Katolik, Ermeni Ortodoks, Ermeni Katolik, Süryani Ortodoks, Süryani Katolik, Keldani, Aşuri, Kıpti Ortodoks ve Kıpti Katolik gibi mezheplerden oluşuyor. 

Osmanlı’nın ardından Fransız Manda Yönetimi altına giren Lübnan, 1943 yılında bağımsızlığını kazandı. 

Ülkedeki siyasal sistem, etnik ve dini kimlikler üzerinden şekillenen Ulusal Pakt ile oluşturuldu. Dolayısıyla bugünkü siyasi istikrarsızlığın kökleri de bu yapıya dayanıyor. 

Ülkenin cumhurbaşkanının Maruni Hristiyan, başbakanının Sünni Müslüman ve meclis başkanının Şii olması gerekiyor. 

Parlamentoyu oluşturan 128 milletvekilinin ise yarısının Müslüman, yarısının Hristiyan olması şartı bulunuyor. Bunların içinde yine mezheplerin oranlarına göre sandalye sayısı mevcut. 

Öte yandan mevcut yapının bozulması ihtimaline karşın 89 yıldır nüfus sayımı bile yapılmıyor; 1932 yılının nüfus sayımı esas alınıyor. 

1975-1990 yılları arasında iç savaşa sahne olan Lübnan’da, siyasi grupların yeni bir sistem üzerinde anlaşamamaları nedeniyle ülke, eski sistemle yönetilmeye devam ediyor. 

‘LÜBNAN, HERKESİN KENDİ GRUBUNU DAHA FAZLA GÖZETTİĞİ BİR YER’ 

Her ne kadar bu sistemin “çoğulculuğu" sembolize eden bir yapı oluşturması bekleniyorsa da getirilen kotalar, koltukların belirli gruplara zimmetlenmesine; rant alanlarının garanti altına alınmasına ve hesap sorulmasının önünün kapatılmasına neden oluyor. 

Bu konuya ilişkin sorularımızı yanıtlayan Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay, Lübnan’daki durumu, “sistemin ülkeyi getirdiği doğal bir sonuç” olarak değerlendiriyor: 

“Lübnan’daki durum, kurulan sistemin ülkeyi getirdiği doğal sonuç. Dinlere göre, mezheplere göre, ırklara göre yönetimde belli kotalar vererek kuvvetler ayrılığını bir bakıma bu ayrıma göre inşa ettiğiniz zaman devlet içerisinde farklı dokunulmaz alanlar oluşuyor. Bu durumda yolsuzluğun had safhaya vardığı, gözetimin, kontrolün ve hesap verilirliğin olmadığı alanlar oluşuyor.   

Lübnan’da belli makamlar belli dinlere, mezheplere ve belli etnik gruplara dağıtılmış durumda. O görevi üstlenen insanların alanında herhangi bir yolsuzluk, yanlışlık ya da hukuksuzluk söz konusu olduğunda bunun üzerine gidebilecek bir yargı konusunda da aynı mezhepten bir yargı olması isteniyor.  

Aynı mezhepten ya da dinden bir yargıcın önünde yargılanma lüzumu, ister istemez bu dinlerin kendi insanlarını kayırmak, dindaşlarına ya da etnik soydaşlarına karşı bir koruma duygusu oluşmasına yol açıyor ve aslında ülke içerisinde farklı devletler oluşmasına sebep oluyor. Birbirinden bağımsız, yeri geldiğinde birbirine rakip olarak çalışan durumlar oluşturmuş oluyor. Serbest bir rekabet ortamıyla serbest bir demokratik şeffaflığın, hesap verilebilirliğin ve kontrolün oluşmamasına yol açıyor. 

Lübnan’da böyle bir durum, ilk etapta bir çözüm gibi görünse de zamanla ülke içerisinde herkesin birbirinden ayrı, kimsenin Lübnan bütünlüğüne uygun davranmadığı, Lübnan devleti lehine davranmadığı, herkesin kendi etnik grubunu daha fazla gözettiği bir yer.” 

YENİ HÜKÜMET UMUDU: ESKİ BAŞBAKAN NECİP MİKATİ 

Beyrut Limanı patlaması sonrası yeni hükümet kurma ile görevlendirilen isimlerden herhangi bir sonuç alınamaması, siyasi istikrarsızlığı tetikleyen unsur olarak karşımıza çıkıyor.  

Lübnan’da ülke başbakanının Sünni Müslüman olması gerekiyor.  

Mustafa Edib ve ardından Saad Hariri’nin “hükümet kurma” görevini iade etmesi sonrası yeni hükümet kurma görevi, geçtiğimiz günlerde eski Başbakan Necib Mikati’ye verildi.

Saygın bir iş insanı olarak tanınan ve 2005-2011 yılları arasında başbakanlık yapan Mikati, 2009 yılından bu yana milletvekili olarak parlamentoda bulundu. 

Mikati, Cumhurbaşkanı ile iş birliği halinde Fransa'nın girişimi doğrultusunda yeni hükümeti kuracaklarını ifade etti. 

HRİSTİYANLARIN TEMSİLCİSİ MİŞEL AVN 

Cumhurbaşkanının Maruni Hristiyan olması gerekliliğinin bulunduğu Lübnan’da Mişel Avn, bir başka belirleyici unsur olarak karşımıza çıkıyor. 

Hristiyanların temsilcisi konumundaki Mişel Avn, Lübnan’ın en önemli askeri ve siyasi isimlerinden biri.  

Saad Hariri, 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı koltuğunun boş kalması üzerine kendisinin “hükümet başkanı olması” şartıyla Mişel Avn’ı desteklemişti. 

İran destekli Hizbullah ile iş birliği yapan Mişel Avn, 2 buçuk yıl boş kalan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna 2016 yılında oturdu. 

86 yaşındaki Mişel Avn, bugün hükümet kurma krizinin de merkezinde bulunuyor. 

LÜBNAN’IN DEVLET DIŞI AKTÖRÜ HİZBULLAH 

Lübnan’da siyasi yapıyı belirleyen bir diğer unsur, devlet dışı aktör olarak ön plana çıkan Hizbullah.  

İran yanlısı bir tutum sergileyen Hizbullah, İsrail karşıtlığı ve Suriye’de Esed rejimine verdiği destekle biliniyor.

Lübnan’da 1970’lerden sonra ideolojik temelleri atılan Hizbullah, ülkenin etkili Şii hareketi olarak faaliyet gösteriyor. 

İran’dan aldığı ya da Lübnan’da geliştirdiği füze gücüyle dikkat çeken Hizbullah’ın askeri gücü, 2016 yılı verilerine göre 65 bin askerden oluşuyor. 

Coğrafi yakınlık, füzelerin menzilleri ve askeri gücü ile Hizbullah, bölgede İsrail’e karşı önemli bir güç olarak görülüyor. 

ÜLKEDE YAKIN GEÇMİŞTEKİ KIRILMA NOKTALARI 

Lübnan’daki siyasi aktörlerden bir diğeri ise hükümet kurma görevini iade eden, Sünnilerin temsilcisi konumundaki Saad Hariri’ydi. 

Siyaset sahnesine, babası Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin 2005 yılında suikasta kurban gitmesi sonrası çıktı. 

İş dünyasında başarılı bir konuma sahip olan, 2005 yılında Forbes dergisinin dünya zenginler sıralamasında 548'inci sırasında yer alan Hariri, babasının mirasını devralarak Lübnan’da Sünnilerin liderliğini üstlenmiş oldu. 

2009’da kurduğu ilk hükümet, Ocak 2011’de düştü ve görevi bırakmak zorunda kaldı.  

İkinci başkanlık dönemi Mişel Avn’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile Ekim 2016’da kendisine verildi.  

HARİRİ’NİN BEKLENMEYEN İSTİFASI 

Saad Hariri, göreve başlamasından yaklaşık 1 yıl sonra Suudi Arabistan’ın Riyad şehrinde, Al Arabiya televizyonu aracılığıyla istifa ettiğini duyurdu. 

Karar, Lübnan’da büyük şaşkınlık ve şok etkisi oluşturdu.  

Hariri, Hizbullah’ı suçlayan ifadeler kullanarak “suikasta uğrama” kaygısı nedeniyle bu adımı attığını ima etmişti. 

İSTİFA KARARINDA MUHAMMED BİN SELMAN PARMAĞI 

Hariri’nin istifasında Suudi Arabistan’da kraliyet ailesinde yaşanan çekişmeler, kritik rol oynadı. 

Veliaht Prens Muhammed bin Selman, gücünü artırmak amacıyla “yolsuzlukla mücadele” adı altında ülkedeki zengin iş adamları ve prensleri hedef aldı. 

Suudi Arabistan’da vatandaşlığı bulunan ve iş dünyasında etkin bir isim olan Hariri de Selman’ın hedeflerinden biri oldu. 

Saad Hariri, bir toplantı için Riyad’a çağrıldı ve pek çok Suudi prens ve iş insanıyla birlikte alıkonuldu. Hariri’nin istifa kararı da bu olayın ardından açıklandı.

Cumhurbaşkanı Mişel Avn ise Hariri’nin Riyad’da alıkonularak istifa etmeye zorlandığını iddia etti ve ülkeye iade edilmesini istedi. 

Olay, Lübnan ve Suudi Arabistan arasında diplomatik bir kriz haline geldi. 

KRİZ MACRON’UN ARAYA GİRMESİYLE ÇÖZÜLEBİLDİ 

İki hafta Suudi Arabistan’da kalan Saad Hariri, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un girişimi ile ilk olarak Fransa’ya götürüldü; ardından Lübnan’a geri döndü.

Mişel Avn ile gerçekleştirdiği toplantı sonrası Saad Hariri, istifa kararından vazgeçtiğini açıkladı; alıkonulduğu iddialarını da reddetti. 

Suudi Arabistan'daki şirketlerini kaybeden Hariri, maddi ve siyasi açıdan güç kaybetti. 

2018 yılında gerçekleşen seçimlerde koltuk kaybetse de Sünniler arasında hükümet kurabilecek tek isim yine Saad Hariri’ydi.  

9 ay sonunda hükümeti kuran Hariri, 31 Ocak 2019 tarihinde üçüncü kez başbakan olarak göreve başladı. 

PROTESTOLARDA ‘HEPSİ GİTSİN’ SLOGANLARI 

Hariri öncülüğünde kurulan hükümetin ömrü yine uzun olmadı. 

Lübnan’da kötüye giden ekonomi, aşırı yolsuzluk ve herhangi bir çözüm üretemeyen siyasi sisteme karşı başlayan halk ayaklanmaları devam etti.  

Din ve mezhep ayrımı üzerinden şekillen siyasi yapının yetersizliği, sokak protestolarına “hepsi gitsin” sloganlarıyla yansıdı. 

‘ÇÖP KRİZİ’ İLE BAŞLAYAN GÖSTERİLER 

Pek çok siyasi ve ekonomik sorunla baş eden Lübnan, 2015’te “Çöp Krizi” ile başlayan bir dizi sokak protestolarına sahne oldu. 

Altyapı yetersizliği, çöp toplama hizmetlerinin gerçekleştirilmemesi, şehirlerde çöp yığınlarına neden oldu. 

Ekonomik sıkıntılar ve siyasi krizlere dair rahatsızlıklar, halkın sokağa dökülmesiyle bir kez daha gündeme geldi.

2019 yılında protestolar, çeşitli vergi kararlarının ardından devam etti ve reform taleplerinin siyaseten karşılık bulduğu ilk olay, Hariri hükümetinin istifası oldu. 

LÜBNAN’DA YENİ BİR YOL ARAYIŞI: TEKNOKRATLAR YÖNETİMİ 

Hariri hükümetinin ardından sokak protestolarını yatıştırmak amacıyla “siyasi elitler” yerine teknik uzmanlıklarıyla ön plana çıkan, ülkenin ekonomik sorunlarını çözebilecek yeni bir “teknokratlar hükümeti” kurma girişiminde bulunuldu. 

Geçtiğimiz yıl 4 Ağustos’ta gerçekleşen Beyrut Limanı patlamasının ardından, felaketten sorumlu tutulan hükümetin istifa etmesi amacıyla Beyrut’ta pek çok gösteri düzenlendi. 

Patlamaya 6 yıldır Beyrut Limanı’nda bir depoda tutulan 2 bin 750 ton amonyum nitrat yol açmış; yaşanan felakette 207 kişi yaşamını yitirmiş; yaklaşık 15 bin kişi yaralanmıştı.  

Başbakanlığı Hassan Diyab’ın üstlendiği bu hükümet, bu olayın ardından istifa etti. 

Teknokrat: Uzmanlığı nedeniyle devlet yönetiminde söz sahibi bulunan, uzmanlığı kuramdan çok tekniğe, uygulamaya dayanan üst düzey devlet görevlisi. 

Lübnan’da parlamento seçimlerinin ise planlandığı üzere 2022 Mayıs’ında yapılması bekleniyor. Yönetimde söz sahibi olacak hükümet kurma girişimleri ise hâlen sürüyor. 

‘HİZBULLAH’IN SİYASETİ BELİRLEYİCİ OLACAKTIR’ 

Hükümetin kurulamaması üzerine Lübnan’da önümüzdeki süreçte gerçekleşecek muhtemel durumları değerlendiren Yasin Aktay, bu konuya ilişkin şunları söyledi: 

“Hariri, hükümet kurma aşamasına geldiği halde onun sunduğu listeyi Cumhurbaşkanı Avn onaylamadı. Çünkü Cumhurbaşkanı kendisine tayin edilmiş olan kotanın daha da ötesinde başka bir kontrol sağlamak istiyor hükümet üzerinde, bu da ayrı bir krize dönüşmüş durumda.

Tabi ki Hizbullah’ın ortada silahlı bir güç olması dolayısıyla sistem üzerinde ayrı bir yozlaştırıcı etkisi olmuş oluyor. Çünkü silahlı bir gücü olduğundan, seçimlerden istediği sonucu elde edemediği zaman hemen silahlı mücadeleye, suikastlara, başka insanların iradelerini silah zoruyla etkilemeye dönük çalışmaların içerisine giriyor. Bu da sistemi yine yozlaştırıcı başka bir etki ve toplamda tüm bu yozlaştırıcı etkenler ülkeyi yönetilemez bir hale getirmiş oluyor.   

Netice itibariyle orada şeffaf, denetlenebilir, hesap verebilir bir yönetimin oluşması; bunun için de belki de kota sisteminin kaldırılmasından başka bir senaryo görünmüyor. Tabi ki bu biraz daha kapsamlı bir reform gerektiriyor ancak buna Hizbullah’ın izin verip vermeyeceği meçhul. Çünkü Hizbullah’ın öyle bir derdi yok; öyle görünüyor ki Hizbullah şu anda gidişattan çok da şikayetçi görünmüyor. Kriz şartlarında belki de Lübnan’a daha fazla sahip olacağını düşünüyordur.

Hizbullah’ın siyasetinin ne olacağı da bu konuda belirleyici olacaktır ama onun da kendi cemaati merkezli bir hesap yerine Lübnan merkezli, bütün Lübnan’ı merkeze alan, bütün Lübnan vatandaşlarını eşit vatandaşlık temelinde birleştiren bu çerçevede kurulabilecek olan bir Lübnan projesine hazır olması gerekiyor. Aksi takdirde Lübnan’da durumlar kolay gözükmüyor.” 

TEMEL İHTİYAÇLAR DAHİ SAĞLANAMIYOR 

Siyasi istikrarsızlığın sokağa yansımaları ise sürüyor.

Halkın temel ihtiyaçlara erişiminin her geçen gün kötüye gittiği Lübnan’da, eczaneler, ilaçların tükenmesi sebebiyle “zorunlu kapanma” kararı aldı.

Elektrik kesintilerinin yaklaşık 22 saate ulaştığı ülkede, su şebekesinin de 1,5 ay içinde çökeceği uyarısı yapıldı.  

UNICEF'ten yapılan açıklamada, 4 milyondan fazla insanın güvenli içme suyuna erişimini kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğu belirtildi. Bu sayı, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 71’ine tekabül ediyor. 

Lübnan Enerji Bakanlığı tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamaya göre ise yakıt tedarikinde stokların büyük bir kısmı tükendi.  

Stratejik stokun korunması gerektiği vurgulanan açıklamada, acil ve istisnai durumlar için çok sınırlı bir miktar korunacak ve mazot dağıtımı durdurulacak. 

Temel ihtiyaçlara erişim konusunda yaşanan sıkıntıları, Anadolu Ajansı Beyrut muhabiri Mahmut Geldi şu sözlerle anlattı: 

“Yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Necib Mikati’nin göreve gelmesiyle birlikte dolar biraz geriledi. Ancak elektrik, su, ilaç konusunda halen sıkıntılar sürüyor. Aslında ülkede altyapı zaten yoktu. Vatandaş zaten eskiden beri mahalle jeneratörlerinden hizmet alıyordu. Devletin verdiği 12 saat 15 saat elektrik varsa geriye kalan zamanlarda mahalle jeneratöründen ya da özel jeneratörden elektrik sağlanıyordu. 

Bir aydan fazla süredir bazı günler elektrik hiç yok. En iyi olduğu gün, 2 saat elektrik veriliyor.  

Mevcut santrallerde yakıt yok. Karadeniz Holding’in Türk enerji gemileri var. Bunlar mazotla çalışıyorlar ve şu anda ülke döviz likidite sorunu yaşadığı için ülkeye yakıt ithal edilemiyor. Son olarak geçen ay Irak’la bir anlaşmaya vardılar. Irak’ın yakıtı da buradaki santraller için uygun değil. Onu başka bir yakıt ürünüyle değiştirmeleri gerekiyor ki santraller faaliyet gösterebilsin. Dolayısıyla Irak yakıtının da Ağustos’tan sonra, Eylül başı itibariyle ülkeye gelmesi bekleniyor. Şu şartlarda elektrik konusunda bir çözüm yolu görünmüyor. 

İlaç konusunda kriz devam ediyor. Geçen ay Sağlık Bakanı Hamed Hasan, Türkiye’ye bir ziyaret yapmıştı ve Türkiye’den birtakım beklentileri var şu anda. Ama tabi ki tüm ihtiyaçları Türkiye’den karşılamak söz konusu değil. Sağlık Bakanı bunu sık sık dile getirdi. Hükümetin kurulmasıyla uluslararası yardımların gelmesi beklentisi var ancak bunun da olması pek mümkün görünmüyor. 

Çünkü Suudi Arabistan aslında 2017’den beri, Mişel Avn ittifakından rahatsız. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri 2017’den bu yana pek elini uzatmıyor. Yeni hükümetin kurulmasıyla da pek bir beklenti yok ancak Fransızların, Amerikalıların baskılarıyla ya da 4 Ağustos’ta Paris’te Lübnan’a destek konferansı düzenlenecek. O konferansta tekrar bu vesileyle birtakım yardımlar toplanması bekleniyor. 

Arap ülkelerinin Mısır üzerinden Lübnan ordusuna birtakım gıda yardımı oldu. Bizim Türk Silahlı Kuvvetlerimiz birkaç ay önce 260 ton gıda yardımında bulundu. Durum şu anda bu vaziyette ve ülkede pek çözüm yolu da yakın zamanda görünmüyor. Hükümet iki üç gündür saraya çıkıyor, olumlu mesajlar veriyor ama vatandaş güvenmiyor.” 

ÜLKE ELEKTRİĞİNİN YÜZDE 25'İNİ TÜRK GEMİLERİ SAĞLIYORDU 

Lübnan’ın ihtiyacı olan elektrik enerjisinin bir kısmı, 2013 yılından bu yana Beyrut’ta bulunan Türk gemileri aracılığıyla sağlanıyordu. 

Karadeniz Holding’in enerji gemileriyle sağlanan elektrik, ülke elektriğinin yüzde 25’ini karşılıyordu. 

Yaşanan ekonomik kriz nedeniyle Lübnan hükümetinin yakıt temin etmemesine rağmen elektrik tedarikine devam eden Karadeniz Holding’e ait gemiler de üretimi durdurmak zorunda kaldı.  

'ALTYAPI TESİS ETMEK İÇİN HARCANAN PARA, O İŞ İÇİN KULLANILMIYOR' 

Ekonomik sorunların temelinde, ülkedeki siyasi yapı itibariyle kronikleşen yolsuzluğun olduğu, gücü elinde bulunduran grubun keyfi uygulamalara yer verdiği belirtiliyor. 

Lübnan’da altyapı için harcanması gereken maddi kaynakların gerekli yatırımlar için kullanılmadığına Yasin Aktay şu sözlerle vurgu yapıyor: 

“Şu anda Lübnan elektriksizlikten yakınıyor. Oysa verilen rakamlara göre bütçeden elektriğin altyapısı için harcanmış olan para 45 milyar dolar. 45 milyar dolar Türkiye’nin kendi elektrik altyapısını oluşturmak için harcadığının çok üstünde bir para ki Türkiye’de şu an çok iyi işleyen elektrik altyapısı ve sistemi var.  

Türkiye şu anda başka ülkelere elektrik ihraç edebilecek bir ülke konumuna geldiği halde, Lübnan şu anda elektriksizlikten yakınıyor. Çünkü elektrik altyapısını tesis etmek için harcanan paralar, o iş için kullanılmıyor. O para hangi gruba tahsis edilmişse o grup adeta o parayı istediği gibi kullanma imtiyazı eline geçirmiş oluyor. Ki elektrik bahanesiyle bu parayı bir bakıma paylaşmış oluyorlar ve çok az bir miktar gerçekten ihtiyaçlara harcanmış oluyor. 

Yani gruplar arasındaki ayrım, daha güçlü bir ülke için dayanışma içerisinde bir iş bölümü ve iş birliği mantığından ziyade pastadan kimin daha fazla pay kapabileceğine göre tanzim edilmiş gibi bir anlayış hâkim. Ne yazık ki şu anda yüzde 95 oranında yolsuzluğun olduğu bir durum söz konusu.” 

Lübnan’daki altyapı yetersizliğine Mahmut Geldi ise şu sözlerle işaret ediyor: 

“Lübnan’da ulaşım yok, toplu taşıma yok. Herkes kendi aracıyla işine gitmek ya da ulaşımını özel sağlamak zorunda. Elektrik yine özel, su konusunda şebeke yok, tankerle almaya çalışıyorlar. 

Sağlıkta ise hastaneler ne yazık ki çok kötü durumda ve hizmet veremiyor. Dolayısıyla hayat, Lübnan vatandaşı için zor.“ 

EKONOMİK SIKINTILAR NE ZAMAN BAŞLADI? 

Siyasi açıdan oldukça kırılgan bir yapıya sahip olan Lübnan'da ekonomik sıkıntılar, yaşanan iç krizlerle paralellik gösteriyor. 

  • 2005 yılından bu yana parlamentoda genel kamu bütçesi kabul edilmediği için bütçe faaliyetleri geçici olarak yürütülüyor. 
  • 2008 yılındaki küresel finansal kriz ve petrol fiyatlarındaki gerileme nedeniyle Körfez ülkelerinin Lübnan’a sağladığı ekonomik destek azalmış durumda. 
  • 2011 yılında Suriye’de yaşananlar sebebiyle mültecilerin Lübnan'a göç etmesi, ekonomik sıkıntıları tırmandırıyor. 
  • Son dönemde yaşanan siyasi istikrarsızlık, Covid-19 salgınının olumsuz etkileri ve ülkenin önemli gelir kaynağı olan Beyrut Limanı’ndaki patlamanın sonuçları, krizi daha da derinleştiren unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. 
  • Siyasi güçler ve aktörler, Lübnan halkı tarafından ekonomik krizin en önemli nedeni olarak görülüyor. 

Uzun yıllar iktidarı paylaşan mezhepsel siyasi partilerin olmadığı, teknokratlardan oluşan bir hükümetin kurulması talep ediliyor. 

‘İÇ SAVAŞ TECRÜBESİ NEDENİYLE OLAYLAR ŞİDDETE DÖNÜŞMÜYOR’ 

Halkın hükümete karşı tepkisinin şiddete dönüşmeyen sokak eylemleri ile sınırlı olduğuna, bu durumun Lübnan’ın yakın tarihteki iç savaş tecrübesinden kaynaklandığına Mahmut Geldi, şu sözlerle dikkat çekiyor: 

“17 Ekim 2019’dan beri meydanlar hareketli. Dünyanın herhangi bir ülkesinde birtakım olaylar bir süre devam edince şiddete dönüşüyor. Burada hiçbir zaman olaylar şiddete dönüşmedi. Olaylar sırasında hep sahada ve göstericilerin içerisindeydim. Biber gazlı müdahaleler oldu ama hiçbir zaman şiddete dönüşmedi.

Lübnan, dini inançlar ve mezhep bakımından renkli bir ülke. Meydana indiklerinde o renkleri hayatlarının her yanına yansıttıkları gibi sahaya da yansıtıyorlar.   

4 Ağustos Beyrut Limanı patlamasının yıl dönümü. 4 dakika boyunca bütün kiliselerden çan sesleri, bütün cami minarelerinden ezan sesleri yükselmesi için sosyal medyadan çağrı yapılıyor.

Dışarıdan bakıldığında Sünni, Dürzi, Şii, Hristiyan vesaire diye 18 farklı grup görülüyor.

Siyasiler de aslında hiçbir zaman birbirine karşı aşırıya kaçıp sınırları aşmadılar. Her zaman sınırlarını çok iyi biliyorlar. Çünkü siyasi grupların başındaki liderlerin tümü de iç savaştan, iç savaş sırasında cephelerde bulunmuş kişiler.

Hristiyan ya da Müslüman fark etmeksizin Hariri’nin dışındaki bütün isimler, birebir cephelerde savaşmış ve o cephelerden sonra parlamentoya, yönetimi paylaşmaya geçmişler 1990’da.

Dolayısıyla şiddet, çatışma, savaş dönemini çok iyi biliyorlar, onun acısının çok iyi farkındalar. Bu nedenle hiçbir zaman olayların şiddete dönüşmesine müsaade etmeyen de kendileridir aslında.   

Hem vatandaş hem de siyasi liderler, iç savaş dönemindeki olayların, o acıların farkındalar. Ülkenin yeniden öyle bir duruma çekilmesine müsaade etmiyorlar; o anlamda olumlu bir yönü var bütün olumsuzluklara rağmen.” 

NÜFUSA ORANLA EN FAZLA SURİYELİ MÜLTECİNİN SIĞINDIĞI ÜLKE 

2011 yılında başlayan Suriye’deki iç savaş sonrası Lübnan, 1,5 milyon Suriyeli mülteciye kapılarını açtı.  

Birleşmiş Milletler verilerine göre, bu sayı 1 milyonun altında olsa da Lübnan, nüfusa oranla yoğunluk açısından en fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan ülke. 

Öyle ki yaklaşık 1 milyona yakın mülteci sayısı bile ülke nüfusunun da yüzde 25’ine tekabül ediyor. 

Mahmut Geldi, pek çok krizin yaşandığı ülkede mevcut aksaklıkların dahi giderilemediğine şu sözlerle değiniyor:

“Tabi ülkedeki kriz büyük. Şu anda Filistin mültecileri var, Suriye mültecileri var. Her gelen kriz, her çöken kurum veya projenin yerine yenisi gelmiyor.  

Beyrut Limanı’ndaki patlamanın yıkımı halen olduğu gibi duruyor, imara yönelik hiçbir adım atılmadı. Ülke tamamen kaderine terk edilmiş diyebiliriz.“ 

BEYRUT LİMANI ÜLKE EKONOMİSİNİN CAN DAMARIYDI 

Lübnan’ı son dönemde ekonomik açıdan sarsan en büyük olay, Beyrut Limanı patlaması oldu. 

Beyrut Limanı’ndaki patlamada maddi hasarın 15 milyar doların üzerinde olduğu tahmin ediliyor. 

Patlama nedeniyle 300 bin kişi evsiz kaldı; bölgede lüks otellerin yüzde 90’ı kullanılamaz hale geldi. Binlerce konut ve ticari işletmede hasar meydana geldi.

Beyrut’ta yaşanan facianın ekonomik etkisi, ülkenin 15 yılını tüketen iç savaş ile kıyaslandığında ve “İç savaş bile Beyrut’u böyle yıkamamıştı” şeklinde yorumlanıyor.

Zira Beyrut Limanı, Doğu Akdeniz’in en büyük ve en işlek limanlarından biri olmasının yanı sıra Lübnan ekonomisinin de can damarıydı. 

2017 yılı verilerine göre limandan elde edilen net kâr, 124 milyon dolardı. 

PATLAMA SONRASI İZLENEN SİYASET 

Beyrut Limanı patlaması sonrası gerçekleştirilen siyasi manevralarla ülkenin durumunun daha kötüye gitmesinin önüne geçildiğine Mahmut Geldi şu sözlerle dikkat çekti: 

“Beyrut Limanı’ndaki patlamadan sonra aslında parlamento da çöküyordu, nitekim Cumhurbaşkanı’na kadar uzanıyordu konu. Ancak siyasiler hemen çok bilinçli olarak, zaman kazanmayı çok iyi biliyorlar.  

Patlamadan sonra vatandaş anında harekete geçip sokağa indi; 4 bakan, 9-10 milletvekili istifa etti ve bunlar tek tek istifalarını açıklıyorlardı. Saatler içerisinde bu oldu. 10 Ağustos günü milletvekili istifasında sayının 9’a, bakan istifa sayısının 4’e çıkması üzerine anında Başbakan çıkıp istifasını sundu ve bir senedir o hükümet devam ediyor, bu yöntemle zaman kazanmış oldular.  

Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah, hükümetin istifasından bir gün sonra çıkıp konuşma yaptı. Konuşmasında devleti hedef gösteren bir girişim vardı. Birileri vatandaşları kışkırtıyordu ve devleti çökertmeye çalışıyorlardı; Hasan Diyab’ın istifasıyla bunun önüne geçilmiş oldu. Bunu resmen açık açık söyledi. Siyasi manevralar konusunda çok iyiler.”

DÖVİZ KURU EKONOMİYİ ZORA SOKUYOR 

Öte yandan sabit döviz kuru rejiminin bulunduğu Lübnan, 2019 yılının sonları itibariyle ciddi bir döviz sorunu yaşıyor.  

Hal böyle olunca dolar bazlı işleyen ekonomik faaliyetlerde önemli sorunlar yaşanıyor. 

Merkez Bankası’nın belirlediği resmi kur 1507, bankalardaki geçerli kur 3 bin 900 lira iken karaborsada dolar geçtiğimiz hafta 23 bin 300 lira üzerinden işlem gördü. 

Döviz kurunun yol açtığı sorunlara Mahmut Geldi, şu sözlerle işaret ediyor: 

“Ürünlerde pahalılık söz konusu. Dolar resmi kurda 1500 lira, kara borsada geçtiğimiz hafta 23 bin liraya çıktı ve şu anda 18 bin lira. Ürünlerin yüzde 80-90'ı da ithal. Dolayısıyla ciddi bir pahalılık var. 

Maaşlarda hiçbir iyileştirme olmadı. 1,5 sene önce 600-700 dolar maaşı olan bir devlet memuru, şu anda 60-70 dolar bile alamıyor yani. Ciddi bir pahalılık var ama bir taraftan da bu son krizle birlikte orta tabaka kayboldu; yoksulluk payı arttı diyebiliriz.   

Ekim 2019’dan beri, yani yaklaşık 2 yıldır vatandaş bankalardan parasını alamıyor. Vatandaşın parasına el konulmuş ve vatandaş hiçbir şey yapamıyor.  

Önceki ay Merkez Bankası bir açıklama yaptı; “1 Temmuz itibariyle vatandaş bankalardaki parasını 400 dolar olarak çekebilir; Lübnan parasıyla da 12 bin üzerinde çekebilir” şeklinde bir genelge yayınladı. Ancak 12-13 maddeden oluşan bir anlaşma sundular, “bunu imzalarsan o parayı alırsın” dediler. “Karaborsadaki resmi kur vesaire kalksa bile ben bu şekilde paramı çekmeye devam edeceğim” şeklinde bir anlaşma imzalatmaya çalıştılar. Vatandaş vazgeçti ve şu anda hala kimse parasını çekmiş değil. 

Hükümetin kurulmasıyla da çok bir şey değişmeyecek ama en azından dolar 17-18 bindeydi, Hariri’nin görevi iade etmesiyle birlikte 23 bine çıktı; hükümet kurulamazsa belki dolar 30 bine çıkacak. Şu an marketlerde hiçbir ürünün fiyatı yok. Bir ürün alıyorsunuz 10 bin liraya, bir saat sonra 20 bin lira oluyor. Artık vatandaş durumu kestiremiyor ve maaşlarıysa hala doların fırlamadığı döneme göre devam ediyor. Günün yarısı ya da haftada 3 gün çalışıyorlar, diğer günlerde farklı bir iş yapıyorlar ama yine de yetmiyor.” 

Dünyada borcu en fazla olan ülkeler arasında yer alan Lübnan’da ekonomi büyük ölçüde dışarıdan gelen sıcak paraya dayanıyor. 


 

KAYNAK: HABER7
YORUMLAR 12
  • Misak-ı Milli 2 yıl önce Şikayet Et
    Haçlılar orada Hristiyan devleti kurmak istiyor, ikinci bir İsrail yani..
    Cevapla
  • Haso 2 yıl önce Şikayet Et
    Hic de uzulmedim hepsini kendileri istiyor daha beterini alsinlar bunlar gibi musluman olacagina hic olmasin daha iyi
    Cevapla
  • Deniz 2 yıl önce Şikayet Et
    Ama hepsi Türkiye ye geliyir haso!
    Cevapla
  • Ahmet öztürk 2 yıl önce Şikayet Et
    Beyruta atılan bomba ile Türkiyede ki yangınlar bende aynı yerden bağlantılı emir alıp yapılıyor bence.
    Cevapla
  • AYYILDIZ1453 2 yıl önce Şikayet Et
    Devleti Aliye'yi Türkiye 'ye sığının hatta bağlanın.Fransız acımasızlığı bu işte sizi birbirinize düşürür sonuç perişanlık.
    Cevapla
  • Yaşar dede 2 yıl önce Şikayet Et
    Orta doğunun en ahlaksız bolgesi idi günün gördü layık olduğunuz gibi yönetilirsiniz
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Merkez Bankası anketi açıkladı: İşte yıl sonu dolar ve enflasyon tahmini
Son dakika: İsrail'den İran'a misilleme saldırısı