Huzursuz Bacak için 2 yorum birden

Ünlü hikayeci Mustafa Kutlu'nun Huzursuz Bacak adlı son kitabı için bugün Milli Gazetede iki yazar birden yorum yaptı. İşte Osman Toprak ve

Huzursuz Bacak için 2 yorum birden
Huzursuz Bacak için 2 yorum birden
GİRİŞ 08.10.2008 13:06 GÜNCELLEME 08.10.2008 13:06

Osman Toprak'ın köşe yazısı

Mustafa Kutlu’nun bulduğu huzur

Hikâyemizin yaşayan ustalarından Mustafa Kutlu’nun Huzursuz Bacak adlı eseri Dergâh yayınları tarafından yayımlandı.

Kitap bir hikâyenin bütün sınırlarını ve imkânlarını kullanarak olay örgüsünü, kahramanlarını, zamanı ve mekânı fikirler manzumesi içinde karşımıza çıkarıyor.

Hikâye tadının yanında resmi çizilen Türkiye manzarası okuru taddan öte bir sorgu sürecine davet ediyor. Kutlu, bu kitabında gözlerini, kalbini ve kalemini Türkiye üzerine yoğunlaştırmıştır. Psikolojiden sosyolijiye insanı ve toplumu ele alan argümanlar sanatın sınırları dâhilinde bir tahlil ve tenkit tarzını da karşımıza çıkarmaktadır.

Bugüne kadarki hikâyelerinde, eserlerinde insanımızı anlatmaktan hiç taviz vermeyen, insanı çevresi ile birlikte ele alan, içimizden birilerini daima kahraman veya karakter olarak seçen Kutlu, bu hikâyesi ile işin ciddiyetini bir kez daha vurgulamak istemiştir. Ciddiyet başlığı altında bugünün Türkiyesinde yaşanmakta olan hayal kırıklıklarını, dağılışları, dönüşümleri, uzaklaşmaları hatta savrulmaları son derece soğukkanlı bir üslûpla getirip gözlerimizin önüne sermiştir.

Bu eser bir hikâyenin yekûnundan daha başka bir anlam ve derinlik ifade etmektedir. Her ne kadar hikâyenin ve sanatın şemsiyesi açık kalsa da bu şemsiye altında görülen ve gösterilen Türkiye’yi okumak, anlamak, yorumlamak daha bir ince dikkat gerektirmektedir.

Huzursuz Bacak, anakahramanı Ömer Faruk’un yıllar sonra memleketine dönmesi ile başlamakta, bu dönüşte karşılaşılan manzara ve devam eden süreç bir kimlik problemini, bunalımını, kaymasını, değişmesini, kaybolmasını ard ardına gelişen hadiselerle okura sunmaktadır.

Memleketin manzarası hiç de iyi durumda değildir. Kahramanın yaşadığı, gördüğü veya tanık olduğu her hadise şaşkınlığını bir kat daha arttırmaktadır. Tezatlar adeta insanların, toplumun, gündelik hayatın bir parçası haline gelmiştir. Herkes bundan nasibini alınca her adımda garip ama Türkiye gerçeğinden de öte daha derin bir çelişki bir anda tebarüz edebilmektedir.

Kahramanın babası bir tıp profesörü annesi de arkeoloji doçentidir. Fakat bu ailenin, evin temelinde Yasin’ler, ilahiler, dualar vardır. Babası ve onun nesli, muhafazakâr kesim,  kolejleri vatanın bağrına saplanmış bir hançer olarak görmektedir ama kahraman iyi bir öğrenim görmesi için bir koleje yazdırılmıştır. Üstelik bu muhafazakâr kesim, sonraları kendi kolejlerini kurmuş, açmış düşmanın silahıyla silahlanmak için bir kolejin bütün sistemini benimsemişlerdir.

Ömer Faruk’un gençliği sıkı fikir cereyanları içinde geçmiştir. Kendisi aktif militanlığa kaymamış, bağımsız, inançlı bir tip olarak çıkmaktadır karşımıza. Onun bu kimliği, gençliğinde sahip olduğu, inandığı, savunduğu bütün değerler hayatının bundan sonraki her safhasında adımlarını dahi etkiler, düzenler bir haldedir. Ülkede fikir çatışmalarının yaşandığı bir dönemde kahraman bütün gücü ve çevresi ile, bu çatışmada yer almış, safını belirlemiş, bir grubun ya da cemaatin sözcülüğünden çok ilkelerin savunmasını yapmıştır. Elden giden bir memleketi, gücü, inancı ve gençliği ile kurtarmak azmindedir. Fakat yıllar sonra memlekete dönüşünde görür ki, kendisinin hâlâ inandığı, savunduğu değerlere ve ilkelere bağlı, aynı fikir dünyasında yer alan pek kimseler kalmamıştır. Hikâyenin sonunda büyük bir hayal kırıklığına dönüşen bu durum, kahramanın kendini tabiata vermesi ile, çileğin, çiçeğin içine atması ile bir ruh ferahlamasına ve arınmasına dönüşür.

Tek sığınak, tek liman, tek fikir, tek sadık yâr topraktır, toprak kalmıştır.  

Huzursuz Bacak fikri, hayali, gücü, inancı olan birinin yıllar sonra gördükleri karşısında yaşadığı şaşkınlığın, travmanın yansıması, tezahürüdür. Bu ıztıraba artık bacağı da dayanmamakta bir anda tıklamakta, huzursuzlanmaktadır.

Kutlu adeta, o güne kadar hayattan biriktirdiği, bir kenara not aldığı kimi küçük veya büyük olayları bu hikâyede ustalıkla kullanmış, kahramanına zengin bir hayat coğrafyası çıkarmıştır.

Muhafazakârlık ve bilhassa Türk muhafazakârlığı kavramını hikâye boyunca canlı misallerle tartışmaya açmış, anakahramanı Ömer Faruk’a bu konuyu da derin derin sorgulatmıştır. Yılbaşı kutlaması yapan bir aileyi gavur âdetini uygulamakla itham eden komşunun ganyan bayisi olması gibi... Gelişen bir şehrimizi “Doğu’nun Paris’i” olmakla övmemiz gibi...

Eserin her bölümü neredeyse bir kimlik meselesini ele almakta, işlemekte, yeniden gündeme getirmektedir. Mücahidlerin müteahhitliği, imzanın ve markanın çatışması, Türk İstanbul’unun çekilip gitmesi İstanbul’dan ve şehirlerimizden, fikir kulüplerinin gece kulübü, bar olması, evdekilerin kıymetsiz dışarıdan gelenlerin gözde olması, kanaat ekonomisine geçmemiz gerektiği gibi daha onlarca mesele bir büyük mesele etrafında ve bir hikâye tadında sunulmaktadır okura. 

Yaşanılan yılların, günlerin bizlerde oluşturduğu travmayı Kutlu’nun eserinden, tespitlerinden okumak hepimizi bu memleket ve bu mesele üzerinde bir daha düşündürecektir.

ostoprak@hotmail.com

Ayhan Demir'in köşe yazısı

Mustafa Kutlu’dan Huzursuz Bacak

Türk hikâyeciliğinin modernle verdiği en sahih mücadele cephelerinden biri olan Mustafa Kutlu’nun Huzursuz Bacak adlı eseri Dergâh yayınları tarafından yayımlandı. Uzun Hikâye ile başlattığı eylül kitapları geleneğini, Beyhude Ömrüm, Mavi Kuş, Tufandan Önce, Rüzgârlı Pazar, Chef, Menekşeli Mektup ve Kapıları Açmak ile devam ettiren Kutlu, bu kez eylül ayını beklemedi.

Huzursuz Bacak’ı Kutlu’nun daha önceki hikâyelerinden ayıran tek özellik elbette bu değil. Her şeyden önce Huzursuz Bacak, Mustafa Kutlu’nun bundan önceki kitaplarının arasından ayrılarak, “fikri yönü ağır” bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Kutlu’yu yakından takip edenlerin hemen fark edebileceği ve yazarın da hikâyenin en başında söylediği bu cümleyi söylemeliyiz: “Siz bu hikâyeyi daha önce okumuştunuz.” Kutlu’nun, Sır isimli kitabının yayınlandığı 1990’dan bugüne söylenecek çok şey olduğunu düşünüyor olmalı ki, Huzursuz Bacak’a, Sır’daki “Satılık Huzur” hikâyesinin ilk bir buçuk sayfasıyla, daha doğrusu, bu hikâyenin kahramanına benzer birinin yıllar sonra memleketine dönmesiyle başlıyor.

Hikâyenin genç kahramanı Ömer Faruk’un, Türkiye’nin geleceğine dair ciddi tereddütleri var. Akademik kariyerini yurt dışında tamamlayan Ömer Faruk, baba ocağına döndüğünde, üniversitelerden siyasete, ekonomiden sosyal hayata uzan birçok alanda esasa dair pek çok meselenin hala çözülemediğini görüyor. Ancak genç adamın, ülke insanının içinde bulunduğu ruh halinin aksine, umutsuzluğa kapılmaya niyeti yok. Aksine mevcut tabloya karşı isyanını her fırsatta yüksek sesle dile getiriyor.

İnsana ve hayata dair bir fikri ve duruşu olan Ömer Faruk’un yıllar önce ayrıldığı topraklara geri döndüğünde yaşadığı şaşkınlık ve isyan tüm bedenine yansımıştır. Öyle ki, kalbindeki ve zihnindeki huzursuzluğun maddi göstergesi haline gelen, bacağı zaman zaman tıklamaktadır.

Adı uzun hikâyelerle bütünleşen Mustafa Kutlu, Huzursuz Bacak’ta bizleri, bugüne kadar pek de alışık olmadığımız bir başka hususla; akışı bozmadan ve paralel hikâyeler eklemeden metne soluk aldıran ara başlıklarla tanıştırıyor. Her başlıkta farklı bir mesaja ulaşılabilen kitapta, Ömer Faruk’un gezdiği İstanbul sokakları, eskiden bir dava etrafında bir araya geldiği arkadaşları ve toplum düzenindeki değişimin bir çerçeve içinde toplandığını görüyoruz.

Hikâyeleri içinde fikirlerini, midyenin içindeki inciler gibi, açıkça belirtmekten kaçınan Kutlu, artık bu incilerden kolye yapma vaktinin gelmiş olduğunu düşünmüş olmalı ki, Huzursuz Bacak’ta her şeyi açıktan söylüyor. Ülkenin ve insanların yaşadığı kırılmayı, sosyal hayatın karmaşalarını çarpıcı örneklerle dile getiriyor. Ancak yalnızca mevcut durumdan dert yanan, yalnızca eskiye özlem belirten bir metin sığlığına da düşmüyor. Ülkemizin içinde bulunduğu durumdan kurtuluşuna dair bazı öncelikli çözüm önerilerini de bir çırpıda sıralıyor: Düzen, hukuk, özgüven, hareket ve dert edinme…

Kapitalist dünya düzenin ‘muhafazakârlık’ ve ‘markalaşma’ gibi beylik kavramlarını yeniden tartışmaya açan Mustafa Kutlu; muhafazakârlık yerine modern hurafelerden sıyrılmış dindarlığı, markalaşma yerine imzayı, ‘tüketim ekonomisi’ yerine ‘kanaat ekonomisini’ öneriyor.

Türkiye’nin 80 sonrası siyasi ve ekonomik dönüşümlerin yanında, Mustafa Kutlu’nun gündeminde yer tutan ve Huzursuz Bacak’ta yansımalarını gördüğümüz bir başka konu yine Dergâh yayınlarından çıkan Tanpınar’ın Günlükleri’dir. Kutlu, hikâyenin genç kahramanı Ömer Faruk’un ağzından Ahmet Hamdi Tanpınar’ı şu şekilde anlatıyor: “Onu biraz Ahmet Hamdi Tanpınar’a benzetiyorum. Lakabını biliyorsunuz: ‘Kırtıpil’dir. Devrinde kıymeti bilinmemiş olsa da, sonradan ülkenin en parlak edebiyat adamı diye kabul edildi. Kendi isteği dışında ‘Edebiyatçılar Birliği Başkanı’ seçmişler, galiba yurtdışındaymış kendisi, ‘Dönünce ilk işim istifa etmek olacak’ diyor, hatıralarında.” (Sayfa 56)

Ağza bir parmak bal çalan şehir tasvirleriyle Kutlu, Huzursuz Bacak’ta, okuyucunun hafızasını da tazeliyor. İstanbul, onun başlıca derdi ve sevdası. Bu sebeple Gedikpaşa’dan Çifte Gelinler’e, Süleymaniye Kütüphanesi’nden Kumkapı’ya, Laleli Camii’nden Merkez Efendi’ye, Edernekapı’dan Eğrikapı’ya uzanan hızlandırılmış bir İstanbul turunu ihmal etmiyor. Ancak “adaletin yanında zarafet ve incelik” timsali bu güzide şehrin yol arkadaşlarını da unutmuyor. Semarkant’tan Buhara’ya, Mostar Köprüsü’nden Blagay Tekkesi’ne uzanan o muazzam coğrafyayı lirik bir üslupla okuyucunun zihnine taşıyor.

Huzursuz Bacak’ta okuyucularını birçok yönden şaşırtan Mustafa Kutlu, “her yol Mekke’ye çıkar” dercesine, Kapıları Açmak’ta ilahi çağrının huzur verici ferahlığı ile baş başa bıraktığı kahramanını bu sefer “beyaz iplik siyah iplikten ayırt edildiği” bir vakitte abdest alıp namaz kaldıktan sonra güneşin doğuşunu seyrederken bırakıyor. Artık bacaktaki tıklama durmuş, kalp tıklamaya başlamıştır.

Son söz olarak umudumuz o dur ki, Mustafa Kutlu külliyatı içinde farklı bir yere sahip olacağı ve çok konuşulacağı muhakkak olan Huzursuz Bacak, okuyucularına “Nereye bu gidiş” sualini sorduracaktır.

Mustafa Kutlu:

1947 (Erzincan doğumlu. 1968-74 yılları arasında Tunceli ve İstanbul'da edebiyat öğretmenliği yaptı. 1974 yılından itibaren kuruluşuna katkıda bulunduğu Dergâh Yayınları’nda çalışmaya başladı Sanat hayatına İstanbul’da çıkan Fikir ve Sanatta Hareket dergisinde yayımladığı hikâyeler ile girdi. Mart 1990’dan itibaren Dergâh dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yürütmektedir.

Hikâye kitapları: Ortadaki Adam (1970), Gönül İşi (1974), Yokuşa Akan Sular (1979), Yoksulluk İçimizde (1981), Ya Tahammül Ya Sefer (1983), Bu Böyledir (1987), Sır (1990), Arka Kapak Yazıları (1995), Hüzün ve Tesadüf (1999), Uzun Hikâye (2000), Beyhude Ömrüm (2001), Mavi Kuş (2002), Tufandan Önce (2003), Rüzgârlı Pazar (2004), Chef (2005), Menekşeli Mektup (2006), Kapıları Açmak (2007), Huzursuz Bacak (2008)...

Kitapla ilgili teknik bilgi ve internet şartlarını görmek için bu linki kullanabilirsiniz

Deneme: Şehir Mektupları (1995), Akasya ve Mandolin (1999), Yoksulluk Kitabı (2003)

ayhan_demir@hotmail.com

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Küçükbaş veya büyükbaş fark etmiyor! Türkiye Avrupa'nın çok ilerisinde
Elektronik eşyalarda gizli kamera skandalı! 55 bin görüntü kaydı ortaya çıktı