İngiliz arşivlerinden çıkan çarpıcı detaylar: Misyoner İstihbaratçılar
Osmanlı topraklarında “din”, “arkeoloji” ve “bilimsel keşif” perdesi altında yürütülen İngiliz misyonerlik ve istihbarat faaliyetlerini açığa çıkaran Misyoner İstihbaratçılar, gizli ağın arşivlerde saklı yüzünü gün ışığına çıkarıyor.
Raflardaki yerini alan Misyoner İstihbaratçılar, tarihçi Dr. Berna Çaçan Ongun’un uzun soluklu arşiv çalışmasının ürünü. İlk bakışta Doğu’da dolaşan misyonerlerin hikâyesi gibi görünse de, kitap aslında başka bir tabloyu işaret ediyor: Osmanlı topraklarının dört bir yanında “din”, “arkeoloji” ve “bilimsel araştırma” etiketiyle yürütülen Britanya’nın çok katmanlı istihbarat faaliyetleri.

Londra arşivlerinde yıllara yayılan taramaların ardından ortaya çıkan eser, Hayat Yayınları’nın Deşifre X Kitaplar dizisinde yayımlandı; editör koltuğunda gazeteci Kamuran Akkuş var. Ongun’un çizdiği çerçeve açık: 19. yüzyılın büyük güç oyunu içinde İngiltere, Osmanlı’yı bir yandan destekliyor görünürken öte yandan “kaleyi içeriden fethetme” stratejisi yürütüyordu. Araçları ise oldukça tanıdık: öğretmenler, doktorlar, gezginler, arkeologlar ve tabii ki din adamları.

JEOPOLİTİK BİR SATRANÇ TAHTASI
1400–1922 arasında Osmanlı, üç kıtayı buluşturan coğrafi konumuyla Avrupa’nın iştahını kabartıyordu. İngiltere’nin Hindistan yolunu koruma ve Rusya’nın güneye sarkmasını engelleme çabası, onu bölgede görünür bir müttefik haline getirdi. Ancak Ongun’un aktardığına göre, perde arkasında daha karmaşık bir mekanizma vardı.
Anadolu’dan Mezopotamya’ya uzanan hat boyunca dolaşan misyonerler, yerli halkla güven ilişkisi kurup etnik, dini ve ekonomik yapı hakkında ayrıntılı notlar tutuyor; merkezdeki politika yapıcıların masasına her ay raporlar bırakıyordu. Çoğu “Tanrı’nın hizmetkârı”, “bilgin seyyah” ya da “arkeoloji meraklısı” kimliğiyle çalışıyordu—en azından görünen o kadardı.
GERTRUDE BELL: ARKEOLOG MASKESİNİN ALTINDAKİ SİYASET MÜHENDİSİ
Kitabın merkezindeki isimlerden biri kuşkusuz Gertrude Bell. İngiltere’nin ilk kadın istihbarat subaylarından olan Bell, sadece kazı yapmadı; Irak’ın modern siyasi yapısını tasarlayanlardan biri haline geldi.
1909’da Babil kazılarında çekilmiş fotoğraflar, onu tozlu höyüklerde çalışan bir arkeolog gibi gösteriyor. Oysa Ongun’un incelediği raporlar, Bell’in esas olarak aşiret yapıları, enerji kaynakları ve bölgesel güç ilişkileri üzerine çalıştığını ortaya koyuyor.

Bell’in yakın dostu T.E. Lawrence—namıdiğer Arabistanlı Lawrence—da benzer bir güzergâh izledi. 1910’da “arkeoloji” bahanesiyle çıktığı yolculuklarda, Mezopotamya’dan Mısır’a kadar petrol bölgelerini, kabile ilişkilerini ve stratejik geçiş noktalarını haritalandırıyordu.
1921’de Winston Churchill’in Giza Piramitleri’ne yaptığı ziyaret sırasında Bell ve Lawrence’ın aynı heyette bulunması, kitabın ifadesiyle, “arkeolojinin diplomasi ve istihbaratla iç içe geçtiği dönemin sembolik fotoğrafıdır.”

AGATHA CHRISTIE'NİN GÖLGE ÇEVRESİ: MALLOWAN, BELL VE İNGİLİZ ARKEOLOJİ OKULLARI
Ongun’un dosyasında şaşırtıcı bir başka başlık da polisiye edebiyatın devi Agatha Christie. Christie, eşi Sir Max Mallowan ile birlikte Orta Doğu’daki kazılara katılmış; bölgede kurulan İngiliz arkeoloji okullarıyla yakın temas hâlinde bulunmuştu.
Bu okulların kurucusu yine Gertrude Bell. Başkanlık koltuğunda ise dönemin Sömürge Ofisi yöneticisi Tümgeneral Percy Cox oturuyordu. Ongun, bu kurumları sadece akademik merkezler olarak değil, İngiliz dış politikasının sahadaki stratejik uzantıları olarak değerlendiriyor.

MİSYONER HATLARININ MERKEZİ: MALTA
Kitapta geniş yer verilen bir diğer profil ise rahip William Jowett. 1815–1820 yılları arasında Malta’dan yürüttüğü faaliyetler, sadece kutsal metin dağıtmakla sınırlı değildi. Jowett’in Osmanlı’nın etnik ve kültürel yapısına ilişkin raporları, dönemin İngiliz bürokrasisi için adeta saha el kitabı niteliğindeydi.
Ongun’un Türkçeye kazandırdığı Christian Researches in the Mediterranean, İngiltere’nin Ermeni, Süryani, Keldani, Arap ve Bulgar toplulukları üzerinde kurmaya çalıştığı nüfuz ağının belgesel kaydı olarak öne çıkıyor.
Malta matbaasının İstanbul’dan İzmir ve Ayvalık’a, Sakız Adası’ndan Atina’ya uzanan ağın merkezi haline gelişi; misyoner okulları, yerel dini liderlerle temaslar ve eğitim kurumları üzerinden yürütülen stratejiler, kitabın altını çizdiği kritik başlıklar arasında.
SESSİZ VE DERİN BİR OPERASYONUN MİRASI
Ongun’un çalışması, misyonerliği sadece tebliğ faaliyeti olarak görmeyen; onu modern istihbaratın erken versiyonu sayan bir bakış sunuyor. Arkeolojik kazılar, sağlık hizmetleri, okul açılışları, seyahatnameler ve bilimsel raporlar, Britanya’nın emperyal politikasında birbirini tamamlayan parçalar olarak yerini alıyor.
Charles Dickens’ın misyonerleri “nerede bulunurlarsa bulunsunlar işleri daha kötü hale getiren baş belaları” diye nitelemesi, bu sessiz operasyonların yerel toplum üzerindeki etkisini özetleyen çarpıcı bir cümle olarak kitapta yer buluyor.
Ongun’un değerlendirmesine göre arkeoloji, sadece toprağın altındaki geçmişi ortaya çıkaran bir disiplin değil; bilgi, güç ve hâkimiyet üretiminin aracı olarak da işlev gördü. Bu nedenle Osmanlı coğrafyasında üretilen arkeolojik bilginin niteliği, bugün hâlâ süren “bağımlı bilgi üretimi” tartışmasının tarihsel kökenlerine ışık tutuyor.
KİTAPTAN ÖNEMLİ BAŞLIKLAR
Osmanlı’nın uzun 19. yüzyılı ve İngiltere’nin emperyal yayılımı üzerine yapılan araştırmalar, dönemin misyonerlik faaliyetlerinin aslında birer “ruhani çalışma” olmanın çok ötesinde, Avrupa merkezli istihbarat–siyaset–kültür üçgeninin görünmez damarları hâline geldiğini gösteriyor. Kitap, bu yapıyı üç ana eksende inceliyor:
İNGİLTERE'NİN ALTIN ÇAĞI: İMPARATORLUK STRATEJİSİNİN GÖRÜNMEYEN UNSURLARI
Eserin ilk bölümü, İngiltere’nin sanayi devrimi sonrası hızla “dünya sistemi”nin hakimi hâline geldiği dönemde, misyoner örgütlerinin neden ve nasıl öne çıktığını ele alıyor. Burada öne çıkan bulgular:
İngiltere’nin süper güç hâline gelmesi, Londra merkezli örgütlerin dış politika adına daha agresif rol üstlenmesini beraberinde getiriyor.
Misyonerler, dönemin tipik devlet görevlilerinden farklı olarak, toplum tabanına temas eden, bilgi toplayan, yerel yapıları çözen aktörler olarak tasvir ediliyor.
Balta Limanı Antlaşması, Osmanlı ekonomisinin kapılarını açan bir dönüm noktası olarak sunuluyor; misyoner raporlarının bu süreçte diplomatik kararlara zemin hazırladığı vurgulanıyor.
Tanzimat ve Islahat fermanları, reformların ardındaki dış baskıların, özellikle de “Şark Meselesi” fikrinin, dönemin batılı gözlemcileri tarafından nasıl şekillendirildiğine dair yeni değerlendirmeler içeriyor.
İngiliz belgeleri üzerinden Sultan Abdülhamid’in misyoner–istihbarat ağını fark ettiği, buna karşı çeşitli tedbirler geliştirdiği aktarılıyor.
21. yüzyıla uzanan 10/40 paralel hattı misyonerlik stratejisi, bu çalışmaların günümüz jeopolitik hattıyla ilişkisini kuruyor.
WILLIAM JOWETT: İNGİLİZ MİSYONER AĞININ SAHADAKİ MİMARLARINDAN BİRİ
İkinci bölüm, kitabın merkezindeki isim olan William Jowett üzerinden misyonerlik faaliyetlerinin “nasıl işlediğini” mikro ölçekte takip ediyor. Haber dosyasında öne çıkarılabilecek ayrıntılar:
Jowett’in toplumlara “üstten değil, içten” temas eden yöntemi; mahalle, okul, kilise ve gündelik yaşamda kurduğu temas ağları.
Kendisine yön veren akıl hocaları, Jowett’in saha stratejisinin Londra merkezli bir akıl birliğine dayandığını gösteriyor.
Orient Express anlatısı, dönemin Avrupalı seyyah–bürokrat–misyoner üçlüsünün kontrol ettiği kültürel pazarın bir sembolü olarak kullanılıyor.
Jowett’in odaklandığı iki araç:
1) İncil ve kutsal metinlerin çok dilli dağıtımı,
2) Lancaster eğitim sistemi ile yerel toplumların “yeni nesil” üzerinden dönüştürülmesi.
Müslümanlara ulaşmanın yolu olarak Doğu kiliselerine yönelişin arka planı açıklanıyor.
Jowett’in raporlarında görülen Müslüman toplum algısının nasıl çarpıtıldığı, bunun diplomasiye nasıl yansıdığı aktarılıyor.
DOĞU AKDENİZ OPERASYONLARI (1815-1820): GİZLİ AĞIN SAHADAKİ HARİTASI
Üçüncü bölüm, Jowett ve ekibinin Osmanlı topraklarında yürüttüğü operasyonların coğrafi bir haritasını çıkarıyor. Haber dosyası için kritik görünen noktalar şunlar:
Malta, Akdeniz misyoner ağının lojistik ve matbaa üssü olarak öne çıkıyor. Burada basılan yayınların kimlere, nasıl dağıtıldığı ayrıntılandırılıyor.
İzmir, bölgede “stratejik merkez” olarak tanımlanıyor; Rum okulları bu sürecin en önemli araçları.
Ayvalık Akademisi ve Sakız Adası Rum Koleji, dönemin Rum milliyetçiliğiyle misyoner faaliyetlerinin nasıl simbiyotik hâle geldiğini gösteren iki kritik durak.
Jowett’in kısa süreli gözaltına alınması, Osmanlı’nın faaliyetlerden haberdar olduğuna dair çarpıcı bir veri olarak öne çıkıyor.
Atina ve Rum okulları üzerinden Ege hattının bütünleştiği anlatılıyor.
Mısır operasyonları, Jowett’in faaliyetlerinin zirve noktası.
- Nil Deltası’nda yürütülen çalışmalar,
- Mehmet Ali Paşa yönetimiyle kurulan sınırlı–riskli temaslar,
- El-Ezher’e uzanan “akademik–dini keşif girişimleri”,
- Jowett’in sahadaki abartı ve çarpıtmalarını ortaya koyan raporları…
Jowett’in çalışma arkadaşı James Connor’ın raporları, dönemin Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika faaliyetlerinin perde arkasını belgeler nitelikte aktarılıyor.