Fikret Hakan sinemayı bombaladı!
'Yılmaz Güney'e kırgınım' oiyen Türk sinemasının efsane oyuncularından Fikret Hakan, çarpıcı açıklamalar yaptı: Tarık Akan yeteneksiz, Halil Ergün is aktörlük bilmez.

Tarık Akan yeteneksiz Halil Ergün aktörlük bilmez
Türk sinemasının efsane oyuncularından Fikret Hakan, Yılmaz Güney'e olan kırgınlığının nedenini Atilla Dorsay'a açıkladı. Hakan 'Yılmaz o günlerdeki en yeteneksiz insan olan Tarık Akan'a ve aktörlüğün a'sını bile bilmeyen Halil Ergün'e roller verdi. Ama beni çağırmadı' dedi.
Fikret Hakan... 1934 doğumlu sanatçı, 1953'de başladığı sinemada yarım yüzyılı geride bıraktı. O 1950'lerde parladı, 60'larda tam bir star oldu. 70'leri hasarsız atlattı, sonraları ise yine film, tiyatro, TV, kitap çalışmalarıyla hep gündemde kalmayı bildi. Onunla konuşmak Türk sinemasının tarihine bakmak gibi... Balıkesir doğumlu Hakan'a soruyorum: Balıkesir'e bağlı mı? 'Hayır. Çünkü memur çocuğuyum. Babam oradan oraya gitti ve Kastamonu'da doğmam gerekirken, kaza eseri Balıkesir'de doğdum. Herhangi bir yerde de doğmuş olabilirdim.' 1953'de ilk filmini çekiyor: 'Köprü Altı Çocukları.' Ardından unutulmaz filmler geliyor, Lütfi Akad, Memduh Ün, Atıf Yılmaz, Metin Erksan gibi en büyüklerle çektiği: 'Beyaz Mendil', 'Gelinin Muradı', 'Lejyon Dönüşü', 'Ak Altın', 'Üç Arkadaş', 'Zümrüt'... Ama illa da 'Üç Arkadaş'... Siyah beyaz dönemin belki en güzel filmi, bence kanallarda sürekli gösterilmesi gereken bir klasik. 'Çekerken çok güzel bir şey yaptığımızı anlamıştık daha senaryodan başlayarak. Düşün ki senaryoyu yazmak aylar sürdü ve Aydın Arakon'dan Metin Erksan'a, Atıf Yılmaz'dan Memduh Ün'e kimler katkıda bulunmadı... Memduh da bizim gibi alaylıydı, sinema eğitimi filan yoktu. Ama o filmle kendini aşmaya kararlıydı ve bunu başardı. Muhterem Nur, Salih Tozan, hepsi büyük oyunculardı.' Ama o başarıya rağmen, hatırladığı kadarıyla, Muhterem Nur'la bir daha birlikte oynamamışlar. 'Ne yazık' diye hayıflanıyor. 'Üzülme, sinemanın belki en ünlü ikilisi olan Humphrey Bogart'la Ingrid Bergman da 'Kazablanka'dan sonra bir daha birlikte çalışmadılar' diyorum.
HALA ÖĞRENİYORUM
1958-1960 arası askerlik dönüşünde, Hakan daha da parlıyor. Üstüste çektiği filmlere bakınız: 'Yılanların Öcü', 'Karanlıkta Uyananlar', 'Keşanlı Ali Destanı', 'Bitmeyen Yol', 'Muradın Türküsü', 'Ölüm Tarlası', 'Toprağın Kanı'... Hepsi de sinemamızın yüzakı filmler. Hemen hepsi dönemi için ilerici, hatta solcu filmlerdi bunlar. Hatta çoğu sansürle takıştı, örneğin 'Yılanların Öcü' ancak dönemin cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in kişisel ilgisiyle serbest kalabildi. Art arda tüm bu filmler, bir rastlantı mıydı? 'Bu kadar çok rastlantı olur mu? Ben oyuncu olmadan önce yazardım, şiir ve hikaye yazıyordum. 1949-50 yıllarında İstanbul Ekspres adlı gazetede öykülerim, röportajlarım çıkıyordu. O dönemin tüm oyuncuları arasında edebiyatı izleyen tek kişiydim. Bir adam kendini donatmışsa, bu yaptığı işlere de yansır. Ayrıca ben hep okudum, sordum ve öğrendim. Hayatım öğrenmekle geçti, hala da öğreniyorum. Bundan hiç gocunmadım.'
İDEALLERİNİ SATANLAR OLDU
Hakan, o filmlerin o dönemde yasaklanmasını 'cehalet eseri' diye yorumluyor: 'Örneğin 'Yılanların Öcü'ne komünist dediler. Oysa film mülkiyet hakkını savunuyordu. Bugün İstanbul niye bu hale geldi diye yakınıyoruz. 'Bitmeyen Yol', daha o zamandan göçün zararlarını gösteriyordu.' Hakan, o dönemde kendilerine 'Moskova'ya, Moskova'ya' diye bağıranların sonradan Moskova'dan para aldıklarının ortaya çıktığını da ekliyor. 'Karanlıkta Uyananlar' ise bizde işçi haklarını, sendika ve grevi savunan ilk filmdir. Şöyle diyor: 'Bütün o filmler Türkiye'ye, Türk halkına çok şey öğrettiler. Olaylara bakışımızı değiştirdiler. Adına 68 kuşağı denen kuşaktan az ölen olmadı, biliyorsun. Ne yazık ki onlar öldükleriyle kaldılar. İplerin başındakilerse sonradan köşeyi döndüler ve ideallerini sattılar.'
YILMAZ GÜNEY'E KIRGINIM
Yılmaz Güney'le birlikte onun 'Vurguncular' filminde başrol oynamışlardı. Nasıl hatırlıyor Yılmaz'ı? 'Daha önce de 'Korkusuzlar'ı çekmiştik. İyi dost olmuştuk. Güzel bir adamdı. Sonra 'Vurguncular'da bir araya geldik, ama nedense Kont'un (benim filmdeki adım) ölüm sahnesini kendi çekmedi, asistanı Şerif Gören'e bıraktı. O sahne çok güzel yazılmıştı, çok güzel olmalıydı. Ama olmadı.' Fikret devam ediyor: 'Aslında ona bir kırgınlığım var. En güzel filmleri için beni düşünmedi. O günlerdeki en yeteneksiz insan olan Tarık Akan'a, aktörlüğün a'sını bile bilmeyen Halil Ergün'e roller verdi. Ama beni çağırmadı. Ona çok kırıldım.' Ama sonra ekliyor: 'Yine de onu Paris'e gidip ölümünden önce görmeyi çok istedim. Ama mali durumum elvermedi. Hala pişmanım.'
ÜÇ GÜN KOMADA KALDIM
Fikret, 1970'lerdeki sinema krizinde 'sahneye çıkmayan' sayılı sanatçılardan: 'Şarkı önerileri geldi. Ama düşünmedim bile.' 70 sonlarındaysa yönetmenliği denemiş ve 5 film yönetmiş: 'Sürgün', 'En Büyük Patron' gibi... Erdal Öz'ün bir hikayesinden yola çıkan 'En Büyük Patron'u seviyor: 'Eleştirmenlerden filmi ciddiye alan iki satır bekledim. Ama sen dahil kimse yazmadı.' O yıllarda bir araba kazası geçirip üç gün komada yatması, hayata bakışını değiştirmiş. Her şeyini satıp bir tekne almış, Marmaris'e yerleşmiş ve üç yılını denizlerde geçirmiş. 12 Eylül'den sonra yeniden dönmüş. Ama artık ikincil rolleri veya küçük filmleri kabul ederek... Yeniden kürkçü dükkanına döndükten sonra TV dizileri için çalışmış. TRT için yaptığı üç diziyi unutmuyor: Özellikle 'Küçük Ağa' ve 'Duvardaki Kan'ı ve de 'Yalancı' adlı TV filmini... 'Set aşkları' konusunda şöyle diyor: 'Setlerde çıkan aşk hikayelerinin yüzde ellisi doğruysa, yüzde ellisi de palavra. Genelde seyirciye olan saygımızdan, hiçbir şeyin kokusu fazla çıkmazdı, halkın kafasındaki imajı incitecek bir şey yapmamaya çalışırdık.' Ve bir zamanların yürek yakan gerçekten yakışıklı oyuncusu, şöyle diyor: 'Ben set aşklarından olabildiğince uzak kalmaya çalıştım. Gençtim, yakışıklıydım, para da kazanıyordum, zaten dışarıda yüzlerce, binlerce sevgilin olacak insan vardı. Yetm e z mi?'
Atıf Yılmaz'la 20 yıllık küslüğün nedeni
Fikret en parlak döneminde hep Atıf Yılmaz'la çalıştı. Ama sonra ayrıldılar. Niçin? 'Atıf'la bir ara yapışık kardeşler gibiydik. Sonra o 'Delikan' adlı filmde bana Tarık'ın (Akan) yanında küçük bir rol teklif etti. Ben kızdım, sert tepki gösterdim. Ve koptuk. 20 küsur yıl sonra, ancak 'Eğreti Gelin'de buluştuk.' Fikret, 70'lerin başında Türkiye'de çekilen Amerikan filmi 'Paralı Askerler'de rol alıyor. O deneyimi hiç unutmuyor: 'Charles Bronson ve Tony Curtis'le çalışmak harika bir şeydi. Tam üç ay çalıştık: Ege'de, İstanbul'da, Karaköy rıhtımında. Öylesine profesyonel, ama öylesine sıcak kişilerdi.' Sonra ülkemizde bu film aleyhinde koparılan yaygarayı hatırlıyor: 'Bunun sebebi, Kelebek dergisinin başındaki İren Kaino adlı bir hanımdı. Ekip Topkapı sarayında filmi çekerken, pat diye gelip konuşmak istemiş. Onlar da işi aksatmamak için olmaz demişler. Kadın kızdı, Haldun Simavi'nin gazetelerinde filme iftiralar attı. Ve film bizde gösterilmedi.' Hakan, o yıllarda yapılan bu ve benzeri birkaç yanlışın yabancı filmcileri kaçırdığını, Türkiye yerine Malta, Tunus, Fas, Bulgaristan vb. ülkelere yönelttiğini ve bundan ülke olarak çok kaybımız olduğunu belirtiyor.
Fazla ödül alamadım çünkü sabote edildim
SİYAD gecesinde besteci Yalçın Tura'ya ödül verirken, onun ünlü 'Keşanlı Ali Destanı'nı Fikret'in Fatma Girik'le oynadığı Atıf Yılmaz filminden değil de, Gülriz Sururi-Engin Cezzar'ın sahne oyunu çevriminden tanıttık. Buna karşı şöyle diyor: 'Engin'le Gülriz benim arkadaşlarımdır. Ama yine de şunu söylemeliyim: O, Keşanlı'yı hep gururu ve dikbaşlılığı içinde oynadı. Bense onun zavallılığını verdim. Sanırım benim yorumum daha doğruydu.' Fikret 'Keşanlı'yla Altın Portakal beklerken alamamış, 'yolunu kesmişler.' Kimler mi? Şöyle diyor: 'Öyle karışık yıllardı ki... Solcular beni sağcı, sağcılarsa solcu sayıyordu ve ikisi de sabote ediyordu.' Peki Antalya'dan kaç ödülü var? Üç başrol, bir de yardımcı olarak 4 ödül. Yetmez mi? 'Hayır, yetmez. Aslında en az 10 ödül almam gerekirdi. Ama olmadı, vermediler
Semiramis Pekkan ve Hümeyra'yla evlenmem hataydı
Tam 5 kez evlenip ayrılmış Fikret. İlk üçünü 'art arda yapılmış üç büyük yanlışlık' diye niteliyor. Önce 'sosyeteden' Lale Sarı, ardından Semiramis Pekkan, sonra da Hümeyra. Daha sonra 'kızının annesi' Neşecan Taşmak'la evlenmiş. Sonra da Zeynep Hanımla. Hepsi boşanmayla biten 5 deneyim. 'Evliliği kesinlikle başaramadığın söylenebilir mi?' 'Elbette söylenebilir. Zaten ortada değil mi?' 'Peki, kabahatın yok muydu senin?' diye soruyorum. Şöyle diyor: 'Hiç dayanamadığım bir şey oldu: kadın dırdırı. Bügün bakıyorum da, elbette ben de kabahatliydim. Evlenirken dikkat edemedim, sonra da anlayışlı olamadım. Ama biliyor musun, artık bunca yıl sonra şöyle düşünüyorum, geriye bakmak yok. Pişmanlık yok. Olan olmuş, artık bugünü yaşama zamanı.' Fikret Hakan, Göztepe'de antika eşyayla dolu evinde asistanı olan bir hanımla yaşıyor.
Şiir, hikaye yazıyor, yeni roller bekliyor. Çalıştığı tüm yönetmenleri minnetle, sevgiyle anıyor. Çalışamadıklarından en çok Yavuz Turgul'u istiyor: 'Ama Şener Şen ona öyle bir el koymuş ki, bırakır mı hiç bizlere?' Sonra ikinci şiir kitabını imzalıyor: 'İmbikli Duvar'. 72 yaşındaki bu genç adamın kitabında şu dizeler yer alıyor: 'İşte oraya/ Resme bir bakın/ Beni göreceksiniz/ Ama çerçeveye/ Sığmaz yüreğim/ O, ben ve sığamayan/ Şiirin peşkircileriyiz.'