Kadın elinde pişmiş Türk polisiyeleri

Kadın yazarlar, türe pek ilgi göstermeseler de 90'lardan sonra polisiye roman üretiminde bir artış var. Kadın imalatı ilk Türkçe polisiye 1936'da yayınlandı. Polisiye roman yazan kadın yazarlar listesi ve son kadın polisiye romanına yönelik bir eleştiri

Kadın elinde pişmiş Türk polisiyeleri
Kadın elinde pişmiş Türk polisiyeleri
GİRİŞ 03.04.2006 12:15 GÜNCELLEME 03.04.2006 12:15

A. Ömer Türkeş'in incelemesi


Tespit edebildiğim kadarıyla, yüzlerce cilt tutan polisiye roman külliyatı içerisinde kadın yazarların kaleminden çıkanların sayısı -listeden de görüleceği gibi- çok az. Bunların büyük bir kısmı da 90'lardan sonra yazılmış.


İlk kadın polisiye yazarı Fahriye Şükrü, Pembe Evin Esrarı'nı yazdığı 1936 yılında -Erol Üyepazarcı'dan aktarıyorum- sadece 15-16 yaşlarındaymış ve romanı, babasının şahsi girişimi olarak yayımlanmış. Listemizde isimleri görülen diğer yazarlardan Peride Celal, Pakize Başaran, Lale Oraloğlu ve Melih Bayrı da doğrudan polisiye kurguya soyunmamış, aşk ve macerayı lezzetlendirmek için kullanmışlar kriminal vakaları.

Nihal Karamağaralı ismi üzerinde ise şaibeler var. B romanları Vala Nureddin'in yazdığı, N. Karamağaralı ismini müstear olarak kullandığı söyleniyor.


Va-Nu'nün kadın isimleri kullanmayı sevdiğini Hatice Süreyya müstearıyla yazdığı romanlarından da bildiğimiz için şaibeli iddiasına katılabiliriz. Ama ortada ne bir tanık ne bir delil var. Takdir sizin.


Sonuncu Oda, ilginç bir polisiye. Aşela adlı bir de tarihi romanı bulunan Zuhal Kuyaş, klasik polisiyelerin 'kim yaptı, nasıl yaptı' sorusu etrafında kurguladığı Sonuncu Oda romanı için Boğaz'da bir yalıyı seçmiş. Agahta Christie polisiyelerindeki İngiliz malikanelerini andırıyor. Verimli bir damar yakalımışken yazık ki polisiyelerin seri üretim geleneğine uymamış Zuhal Kuyaş.


Gülten Suveren ismini polisiye okuyucuları çevirilerinden tanıyorlar. Kardeşi Gönül Suveren ile birlikte polisiye klasiklerinin Türkçeleştirilmesinde büyük payı olan Suveren, nihayet kendi romanını yazmış; Makasçı. Gönül Suveren'in romanını bir sonraki polisiye yazımda ele alacağım.


Şebnem Şenyener'in ilk romanı Bir Türk Casusunun Mektupları (2001) post modern esintiler taşıyan bir polisiye parodisiydi. Romanın kahramanı Arap Mahmut ruhu aramızda dolaşan 16. yüzyılda yaşamış bir Türk casusuydu; yardımcısı acar gazeteci Muzaffer Mürüvvet sayesinde geride bıraktığı mektuplarının kötü kişilerin eline geçmesine mani olmaya çalışan çenesi düşük bir hayalet. Çekici kadınlar, bebek yüzlü katiller, saygın ama haris kişilikler, iyiler, kötüler, casuslar, gazeteciler; mektuplar ve mektuplardaki sırların peşinde, her türlü güvenlik önleminin alındığı müzayade salonunda geçen neşeli ve heyecanlı bir macera okumuştuk.

Dünyanın merkezine seyehat


Bu kez NewYork'a taşımış hikâyesini Şenyener. Her ne kadar arka kapak yazısında 'soluk soluğa okuyacağınız bir polisiye' iddiası varsa bile, aslında Dansözün Ölümü'nün polisiye kurgusu hikâyeyi sürüklemek için bir araç.


Şenyener, kadın bedeni üzerinden aşkın, arzunun, şehvetin, kıskançlık ve utancın sorgulamasını yapıyor. Kurgusundan ziyade diline, uslubuna ağırlık vermiş ve güzel bir roman çıkarmış ortaya.


Hikâye, çok güzel ve çekici bir kadın olan dansöz Mu'nun, 'Dünyanın Kökeni' tablosunun Brooklyn müzesinde -muhafazakar çevrelerin itirazlarına rağmen- sergilenmesi münasebetiyle yapılan açılış töreni sonrasında ölü bulunmasıyla başlıyor. Bilindiği gibi bu tablo gerçekçi Fransız ressam Gustave Courbet'in, Osmanlı diplomatı Halil Bey için yaptığı çıplak bir kadın resmiydi. Yeri gelmişken, bu tablonun yapılışı üzerine farklı yaklaşımlar halinde kurgulamış Elma (2001) romanını analım ve Enis Batur'un kitabının muzır kurullarınca takibata uğradığını hatırladım. Bir de not: O kitapta tablonun ismi 'Dünyanın Başladığı Yer' olarak Türkçeleştirilmişti.


Törende ünlü 'yedi tül dansı'nı yapan Mu'nun cesedine tablodaki modelin pozu verdirilmiştir. Olayın soruşturmasına edebiyat tutkunu, 'aşk dedektifi' Simontaut memur edilir. Yazdığı 'Asil Kan' adlı çok satan kitap sayesinde polise itibar kazandırıyor gerekçesiyle başkomiserin torpili ile dedektifliğe yeni terfi etmiş, yakışıklı, çarpıcı, kendisine hayran bir adam.


Cesedin aldığı renkten zehirlendiği, olayın hırsızlık olmadığı ve cesedin görüntüsü ile tablonun milimi milimine hesaplanmış bir mükemmellikle uyuştuğu tespit edilmiştir. Öyleyse bu pozda katilin ilettiği mesajın anlamını çözmeleri gerekmektedir. Ne var ki, 'kalçasını her oynatışında hadise yaratan bu kadın, insanlara önemli bir mesaj vermeye niyetlenen pek çok çılgının hedefi olabilir.' Yine de soruşturma derinleştiğinde şüpheli sayısını azaltmayı başaracaktır detektifimiz; biyolog Hircan'ı yazar Godolphin'i, menajer Şerif 'i, plastik cerrahı Leroy'u, oyuncakçı Testo'yu ve arzunun isimsiz filozofu Homunculi'yi sorgular. Uzun notlar alır. 'Soruşturma notları, edebi iddialardan uzak, çoğu kez 'sonuç alınamadı' ifadesinin tekrarı ile dolu, dolayısıyla kendine özgü tuhaf bir ritmi olan gül romanlarını hatırlatır bana' diyecektir Simontaut. İmkansız aşk cinayetlerinin gizinin soruşturma notlarının satır aralarında gizlendiğine inanmaktadır. Sonuca 'katilin değil, dedektifin itiraflarından' gidecektir.
Her bir şüpheli farklı bir hikâye anlatır. Aslında Mu'dan çok kendilerine dair sırları, kadının onlarda kışkırttığı duyguları fıslıdarlar. Şenyener bu bölümlerde insan psikolojisinin cinsel arzularla kışkırtılan karanlık alanlarında cesaretle dolaşırken etkileyici, vurgulayıcı, çağrışımlara açık imgesel bir dil kullanmış. Yukarıda da belirttiğim gibi, hikâyesi romanın bahanesi.


Olayı sonuçlandırmak için Mu'nun sırlarına ermek gerekir. Sırları dansındadır, bedeniyle hecelediği kelimelerinde, yedi tülün arkasına gizlenişinde, görünenin arkasında. Soyunmanın, çıplaklığın anlamını kavramış bir kadındır Mu ve ancak tülleri teker teker açıldığında kim olduğunu anlatacak, açana da bir ayna tuttacaktır. Ve yedi tülü teker teker açmaya başlar Simontaut; bir başka yedi tül dansçısına, Mu'yu evlat edinen Alia Verkulova'ya ulaşır. Büyük bir dansçı, muhteşem bir soprana, hayatı dilediğince yaşayan, değer yargılarıyla devrimci bir kadına...
Simontaut, birbirleriyle çelişen ifadelerin kararttığı cinayeti notlarına yazdığı 'kendi itiraflarıyla' aydınlattığında geriye insan hayatlarında fırtınalar yaratan tutkular kalacaktır. Şenyerin aydınlattığı da işte o tutkulardır.


TÜRKİYE'DE KADIN YAZARLARIN KALEME ALDIĞI POLİSİYE KİTAPLARIN LİSTESİ


Fahriye ŞÜKRÜ: Pembe Evin Esrarı - (1933)
Peride CELAL: Ben Vurmadım - (1941)
Nihal KARAMAĞARALI: Uğursuz Fotoğraf, (1962), Esrarengiz Çorap (1962)
Zehra AYSUN: K.M.:29? (1963), Bir Gönül Muamması (1963), Kadın Değil Şeytan (1963)
Emel DİLMAN: Henry Luther Matil mi? (1965)
Pakize BAŞARAN: Döner Koltuk (1967)
Zühal KUYAŞ: Sonuncu Oda (1970)
M.Melih BAYRI: Valizimi Arıyorum (1974), Vampir'in Kamburu (1974)
Lale ORALOĞLU: Kızım (1976)
Pınar KÜR: Bir Cinayet Romanı (1989) Sonuncu Sonbahar (1992)
Perihan MAĞDEN: Haberci Çocuk Cinayetleri (1991)
Piraye ŞENGEL: Gölgesiz Bir Kadın (1994)
Ayşe AKDENİZ: Ve Bir Erkeği Sevmek (1999) Rüzgar, Kan ve Kelebek (2002) Ateşle Tango (2004)
Nıhan TAŞTEKIN: Kertenkele'nin Uykusu (2000) Yağmur Başlamıştı (2002)
Meltem ARIKAN: Evet... Ama... Sanki (2001)
Şebnem ŞENYENER: Bir Türk Casusunun Mektupları (2001)
Esmahan AYKOL: Kitapçı Dükkanı (2001) Kelepir Ev (2003)
Şebnem İŞİGUZEL: Sarmaşık (2002)
Sibel ATASOY: Venüs Bağlantısı (2003)
Cahıde BİRGÜL: Ah Tutku Beni Öldürür müsün? (2004)
Havva Gulbeyaz COŞKUN: Mavi Gözlü Adam (2004) Mazideki Sırlar (2004), Arayış (2005)
Zuhal KALKANDELEN: Utanmış Sessizlik (2005)
Canan Parlar: Sıfır Baskı (2005)
Olcay ÖNDER: Gölgedekiler (2005)
Şule ŞAHİN: Kopmuş İp (2005)
Müzeyyen YILMAZ: Kod Adı Ceyda (2005)
Gönül SUVEREN: Makasçı (2006)
Şebnem ŞENYENER: Dansözün Ölümü (2006)


(Radikal Kitap)

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Trump'tan İran açıklaması: Anlaşma olmazsa daha acımasız saldırılar gelecek
İsrail’in İran’a saldırısı sonrası gözler Hürmüz Boğazı’na çevrildi