Paranın efendileri nasıl değişiyor?

Gazeteci- yazar Canan Barlas, konak kültüründen, eğlence kuşu haline dönüşen taklitçi burjuvaları göz önüne seren son kitabı ile gündeme oturmayı başardı.

Paranın efendileri nasıl değişiyor?
Paranın efendileri nasıl değişiyor?
GİRİŞ 02.07.2007 16:44 GÜNCELLEME 02.07.2007 16:44
Eğreti Burjuvalar adlı bir kitap yazan Canan Barlas, ülkemizdeki sermaye sahiplerini Batı’yı taklit ettikleri için eğreti burjuva olarak tanımlıyor. Gerçek burjuvanın ayrımcılık yapmayacağını söyleyen Barlas, “Nasıl eskiden solcular parka giyerdi, türbanı da öyle sanıyorlar.”diyor.

 

Gazeteci- yazar Canan Barlas, Eğreti Burjuvalar kitabında konaklarda kendi değerlerini yaşayan elit kesimden, sürat teknesiyle eğlenceye gidip alaturka davetlerde alafranga eğlenti düzenleyen taklitçi burjuvalara, paranın efendilerinin alışkanlıklarının nasıl değiştiğini anlatıyor..

 

Nuh Köklü'nün röportajı

 


Gazeteci - yazar Canan Barlas Merkez Kitaplar'dan çıkan son kitabı Eğreti Burjuvalar'da kendi hayatıyla, Türkiye'nin modernleşme sürecini iç içe geçmiş bir şekilde anlatıyor. Saray çevresinde büyüyen bin anneanne, Uşak'ta araba kullanan ve Türkiye'nin ilk kadın kimyagerlerinden olan bir anne, konaktan apartmana geçiş, modern Anadolu kentlerinden, taşralaşmış büyük kentlere o kentlerin statü peşinde koşan yeni zenginlerine kadar her şey Barlas'ın tezgâhından geçmiş. Bir zamanlar Niyazi Berkes'in sorduğu '200 yıldır Neden Bocalıyoruz?' sorusuna Barlas kendi deneyimleri ışığında cevap veriyor ve eğreti hayatlarımıza, eğreti burjuvalarımıza ilişkin görüşlerini sergiliyor.

- Mustafa Kemal'in bir büyükelçi ziyaretinde masaya hizmet eden bir hizmetlinin hata yapmasından sonra 'Bu millete her şeyi öğrettim ama uşaklığı öğretemedim,' dediği rivayet edilir. Bu anekdot sizin kitabınızda anlattığınız Türkiye'nin dönüşümüne dair bir örnek olabilir mi?
- O sözler milliyetçi anlamda bir vurgu içeriyor. Sofra adabıyla ilgili olduğunu sanmıyorum ama yine de dönüşüm olduğuna dair bir işaret var. İmparatorluğun mirası topraklarda hizmet etmeye alışmamış insanların varlığına işaret ettiği söylenebilir.

BATICILIK DEVLET POLİTİKASI
-Anneanneniz saray çevresinde büyümüş...
- Saray çevresinde büyüyüp Anadolu'ya gelin gitmiş. İstanbul'da o zaman Batılı yaşam tarzı var ama tabakalar halinde, toplumun geneline sirayet etmemiş. Bir de Atatürk, Osmanlı yaşam biçiminin önünü kesmek istediği için zaten belirli bir zümrenin alışkanlığı da Cumhuriyet'in kültürüne sokulmamış. Üretilen edebi eserlere bakın, yeni alfabe kullanıyor ve eski eserler anlaşılmaz hale geliyor. Dolayısıyla saray çevresinde yaşanan hiçbir görgü, adap sürekliliğini koruyamamış. İmparatorluk dağılıp, Atatürk Batıcılığı devlet politikası olarak kullanılınca, saray çevresinin dışındaki insanlara da görev veriliyor. Aydınlar, bürokratlar, askerler Atatürk'ün Batıcılık anlayışının misyonerleri durumunda. Kimse 'Neden Batıcılık?' diye sormuyor. Yine İttihat Terakki geleneği var, Üst düzey bürokratların yaşam biçimi halk tarafından kabul görmedi. Halk, Batıcılığa karşı çıkmadı ama içlerine de sindiremedi.

- Bahsettiğiniz Atatürk Batıcılığı, Cumhuriyet balolarında sergilenen bir şey. Ama bu tip Batıcı eğilimlere tepki de oluştu.
- Gelenek yok sayılıyor. Aslında Atatürk, Türk musikisini seviyor, sofrada musiki okunuyor ama belki aydınlar Batıcılığı içine sindiremedikleri için kolaycılığa başvuruyor. Bize uygun bir kültür yerine Batı'da olanları ithal etmekle yetiniyorlar. Modernleşme, demokrasi, giyim kuşam tarzı ithal edilmiş.

- Kitabınızın girişinde de her şeyin taklit olduğunu söylüyorsunuz zaten...
- Her şey taklit. Mesela bugün sosyete düğününde geline kaftan giydirilip kına gecesi yapılıyor. Kaftan sarayda giyiliyor ama kına gecesi Anadolu köylüsünün geleneği. Alaturka sofranın özü çeşitliliktir, evin zenginliğini, bereketini gösterir. Sosyete bugün alaturka davet veriyor ama ortada sosluklar geziniyor, alaturka yemekte sos zaten yemeğin içinde olur. Düğünlerimiz Batılı gibi görünüyor, pasta kesiliyor ama o da bizim adetimiz değil. Protokol oluşturuluyor mesela iki sanayi patronu bir medya patronu çağrılıyor. O kentin en büyük mülki amiri yok, sanat çevresinde seçkin insanı yok. Her şey gösteriş halinde yaşanıyor. Protokoldeki bu adamlar daha sonra vakıf kuruyor, üniversite açıyor, gayet güzel işleyen bir PR düzeni kurulmuş.

ALTTA NIKE ÜSTTE TÜRBAN

- Türban meselesi 1980'li yıllardan sonra ortaya çıktı. Belki de ilk defa bu dönemde 'Biz kimiz?' sorusu sorulmaya başlandı?
- Bu soru devamlı vardı. 'Biz Batılı mıyız? Kentli miyiz?' gibi. Nike marka ayakkabı giyip türban takılıyor. Davet veriyorlar dışardan catering hizmeti alınıyor, yenilen yemek ne Batı ne de Doğu'ya ait. Belirli bir adap, kültür oluşmayınca sorular da artar.

- Kitabınızda konakta başlayıp apartmanlara sıkışan hayatlardan da bahsediyorsunuz. Sizin kişisel deneyimleriniz yine Türkiye'nin modernleşme deneyimleriyle de paralel.
- Kiralık ev çok eskiden ayıptı, büyük bir konakta yaşanıyordu. Konak hayatının duygusal alanı daha gelişkin. 10 odalı bir evden apartman katına geçerseniz aile ilişkilerinden çevre ilişkilerine kadar her şey değişir. Eskişehir'de yaşarken apartmanda yaşayan birkaç aileden biriydik ama konserve hayatı yaşıyorduk. Apartmana geçince misafir odası icat edildi, televizyon devreye girince televizyon seyredilen oda haline geldi.

- Geldiğimiz nokta neresi?
- Eskiden konakta çalışanların kılık kıyafeti bile farklıydı, konağın çalışanı kendini oraya ait hissederdi. Şimdi evde bir örnek kıyafet giyen, sanki kiliseden çıkmış vaziyette insanlar var ortada. Alaturka mı, alafranga mı, ne olduğu belli olmayan yemekler yeniliyor. Her şey gövde gösterisine dönüşmüş, eskiden konakta evin sahibi misafirlerini kapıdan karşılarmış şimdi bazen ev sahibini görmeniz bile mümkün olmuyor. Zaten kendine ait değer yargısı olmayan burjuva kesim kendi köksüzlüğünü sürdürüp duruyor. Biraz kendimizi tanımamız gerektiğini düşünüyorum.





'Sermaye önce sivilleşip devletle göbek bağını kesecek'


- Turgut Özal döneminde dışarıya açık bir burjuva elit kesim oluştu. Tabii bu Türkiye'nin dış dünyaya daha açık olduğu döneme de denk gelmişti.
- Başka bir köksüzlük çıktı ortaya, sermayenin sahipleri değişti. Sermaye sahipleri zaten belirli bir kültür oluşturmadan bu kez de kendi dışlarındaki dünyanın rekabetiyle karşı karşıya kaldı ve köksüzlüğün getirdiği sorunlar ciddi bir hal aldı. Benim asıl kızdığım, üçüncü kuşak burjuva kesimin bu köksüzlüğü devam ettirmesi. Yalnızca para harcamayı, statü kazanmayı seviyorlar. Eğlenme biçimleri bile tuhaflaştı, davet veriliyor erkekler futbol konuşuyor, kadınlar bir köşede davetin bitmesini bekliyor. Batılı bir davet ama Doğulu davranış tarzı. Haklarını yemeyeyim, gerçek burjuvalar bir yaşam biçimi sundu. Nejat Eczacıbaşı, Jak Kamhi ilk aklıma gelen örnekler mesela. Para kazanıyorlar, para kazanıp harcarken siviller ama bir o kadar da devletçi ve bürokratlar. Sermaye önce sivilleşecek, hiçbir değer yargıları yok ya da olan değerlerini topluma aktarmayı denemiyorlar. Belki biraz da tüketim toplumunun getirdiği değer yargılarıyla statü, giyim kuşam gibi dertlerin peşine düşüyorlar.





'Sürat teknesiyle eğlenceye gidip modayı takip ederler'


-Eğreti burjuvalar nasıl yaşıyor?
- Batıcılığa oynuyorlar ama Doğulular. Geçmişle bağ kopmuş vaziyette. Eskiden beri bu durum değişmedi. Her şeyimiz taklit, kitabın girişinde küçükken Hollywood yıldızlarını taklit ettiğimizden bahsettim. Bizimki bir oyundu ama Türkiye'nin batılılaşması da taklide dayanıyor. Eskiden alaturka sohbet edip baloya gidiyorlardı. Şimdi sürat teknesiyle eğlenceye gidenler, yanında çalışanlara kilise görevlisi gibi giydirenler, alafranga bir davet hazırlayıp alaturka eğlence düzeni hazırlayanlar var. Herkes zenginlik, statü peşinde, kitap okumak, sanatçılarla ilgilenmezler ama yeni bir kıyafet çıktığında kıyafetin peşinde ilk koşan onlardır. Benim anneannemin bir yaşam tarzı vardı ve geleneğini bize aktardı. Türkiye'de asıl sorun kültürel sürekliliğin olmaması.

- Kitabınızın ismini de Eğreti Gelin filminden esinlendiniz sanırım.
- Kitabı bitirdikten sonra filmi gördüm ve tam da anlatmak istediğim duyguyu veriyordu. Eğreti olma, yani bulunduğu yere ait olmama halini anlattım. Şu sıralar Torunlarıma Anlatamadığım Karmaşık Masallar adında bir kitap yazıyorum.

- Bir gazetede çalışmayı düşünmüyorsunuz hâlâ?
- Kesinlikle, artık bir gazete çalışmak istemiyorum.




'Uşak'ta ilk araba kullanan kadın annemdi'


- Anneanneniz de Osmanlı'nın elitleri arasındaydı.
- Dedesi Mekke Mollası'ymış yani Mekke elçisi. Üç üniversite mezunu, gazete çıkarmış, divanı da olan bir aydın. Konakta yaşıyorlar, Doktor Remzi Bey'in konağında yemek, kadınların olduğu yere özel dönerli bir dolapla sunulurmuş. Anneannem daha sonra Anadolu'ya gelin gitmiş, dedemin ailesiyle kalmış. Annem de uzun süre Anadolu kentlerinde yaşamış. Uşak'ta yaşarken kentte ilk araba kullanan da annemmiş. İnsanlar tabii 'aaa kadına bak araba kullanıyor' derlermiş. Kentliler hiçbir şey öğretemiyor ama halk kendi geleneklerini kente dayatabiliyor. Lahmacunu kabul ettik, arkasından müziği geldi. Bir dönem elitler bu müziği sevmezdi ama artık davetlerinin başkonuğu olarak o müziği seçtiler. Canan Barlas röportajda sık sık geniş aileden yana olduğunu ve üzerine çalıştığı kitapta da geniş ailenin erdemlerinden bahsettiğini vurguluyor. Günlerini kızı Ela'nın oğlu Faruk'la geçiren Canan Barlas'ın anneannesi büyük bir konakta yaşayan İsmet Hanım. (Lezgi) İsmet Hanım Tevfik Bey'le evlendikten sonra Anadolu'ya taşınmış ama taşra hayatında yabancılık çekmemiş. İsmet Hanım'ın kızı Müzehher'in orman mühendisi Hasan Pertev Paker'le evliliklerinden Can ve Canan adlı iki çocukları olmuş. Canan ve Mehmet Barlas çiftinin ise Cemil ve Ela adlı iki çocukları var. Cemil'in oğlu Cem röportaj sırasında orada yoktu ama annenannesine makyaj yapan, dedesinin 'Schumaher' dediği Faruk evin neşe kaynağı.

 

(Sabah)

 

Kitapla ilgili teknik bilgiler ve sipariş şartları: Eğreti Burjuvalar

 
YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
İsrail'den ateşkes müzakeresine katılan Hamas lideri Halil el‑Hayya'ya suikast girişimi!
Trump'tan son dakika İran-İsrail savaşı açıklaması: Görüşme yapılıyor... Barış olacak!