Fatih'in ruhu "Fetihnâmeler Sergisi" ile canlandı
İstanbul'un Fethinin 572. yıl dönümü anısına Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, Fatih Sultan Mehmed'in kudretli iradesini ve fetih coşkusunu anlatan "Fetihnâmeler Sergisi"ni açtı.

İstanbul, Fatih Sultan Mehmed tarafından fethinin 572. yıl dönümünde, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen "Fetihnâmeler Sergisi" ile bir kez daha tarihi bir yolculuğa çıktı. Sergi, kadim şehrin düşüş anlarını, askeri dehanın izlerini ve Fatih'in azmini yeniden gözler önüne seriyor.
Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen bu özel sergi, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethetme azmini, Türk milletinin kahramanlığını ve bu eşsiz zaferin tüm detaylarını günümüze taşıyor. "Fetihnâmeler Sergisi", geçmişten ilham alarak geleceğe ışık tutmaya devam ediyor.
SON HÜCUM: ŞEHİR DÜŞTÜ
Savaş naraları, top sesleri, kılıç şakırtıları, tekbirler ve gülbankların birbirine karıştığı o destansı anlar, zihinlerde yeniden canlanıyor. Hiç durmadan çalan mehter takımının askeri coşturduğu, şehirdeki bütün kiliselerin çanlarının ise canhıraş bir şekilde çaldığı o anlar, yer gök inliyordu. Padişah, gelişmeleri at üstünde takip ediyor, surların dibine sokularak ordusunu sevk ve idare ediyordu. İstanbul bir anda "şehir düştü, şehir düştü" feryatlarıyla çalkalandı. 21 yaşındaki hükümdar, Ayasofya'nın önünde atından inerek şükür secdesine kapandı.
Kuşatma tam 53 gündür sürüyordu. Bizans/Doğu Roma İmparatorluğu, İstanbul'u cansiperane bir fedakârlıkla savunmuştu. Ancak genç cihangir de "Ya ben İstanbul'u alırım ya İstanbul beni" diye ahdetmişti. Sultan II. Mehmed, son hücum için kurmay heyetiyle her türlü ayrıntıyı istişare edip, saldırı planını hazırladı. Bütün hazırlıkları gözden geçirdi. Mayıs'ın 28'ini bitip 29'unun başladığı gece, Osmanlı ordusu büyük coşkuyla şenlikler yapıp, etrafı mum donanmasıyla aydınlattı. Tacizâde Cafer Çelebi o geceyi şöyle tasvir eder: "Bütün ordu çadırları önünde bolca meşaleler ve mumlar yaktı, her köşeden tekbir ve tehlil sesleri göklere yükseldi. Belki bu mum şeklinde gözüken gökteki yıldızlardı da, kavga ve zaferden şaşırıp yeryüzüne dökülmüştü."
Gecenin üçte ikisi bitince etrafı ansızın bir sessizlik ve zifiri karanlık bastırdı. Nihai hazırlıklar tamamlanmıştı. Sıra Osmanlı hükümdarının hücum emrindeydi.
29 MAYIS 1453: FETHİN ŞAFAĞI
29 Mayıs 1453... Günlerden Salı... Gün ağarmadan Sultan Mehmed büyük bir heyecanla beklenen emrini verdi: "Asker yürüsün. Taşı toprağı, silah ve mühimmatı bana, geri kalan mal-mülk, esir, alet ve yiyecek her ne varsa, gazilere yağma olsun…" Son hücum başlamıştı. Toplar ateşleniyor, lağımlar kazılıyor, dev kuleler surlara yükleniyordu. Savaş naraları, top sesleri, kılıç şakırtıları, tekbirler, gülbanklar birbirine karışıyordu. Hiç durmadan çalan mehter askeri coşturuyordu. Bizanslılar da Osmanlı naralarını bastırmak ve müdafilere moral vermek için şehirdeki bütün kiliselerin çanlarını çalıyordu. Bir tarafta mehter, diğer tarafta çanlar ve birbirine karışan savaş naraları, canhıraş feryatları, top sesleri... Yer gök inliyordu.
Padişah, bütün gelişmeleri at üstünde yakından takip ediyordu. Sürekli hareket hâlinde emirler veriyor, orduyu yönlendiriyor, ileri atılarak, çarpışma alanına girerek askerini teşvik ediyordu. Kuşatmanın şahitlerinden Osmanlı tarihçisi Tursun Bey saldırı anını şöyle tasvir eder: “Mehter zafer nağmeleri vurdu. Toplar atıldı. Düşman top gürültüsünden kendisini toparlayamadı. Gaziler cenk türküleri söyleyerek ve Allah Allah diyerek düşmana saldırdı. Her taraftan ok yağmaya başladı. Sanki padişah, düşmanın üzerine bir bulut olup çöktü. İçeriden ve dışarıdan top-tüfek mermileri, gülleler, oklar Nisan yağmuru gibi yağmakta ve top yıkığı yarıklardan aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya kılıçlarla, mızraklarla ve kamalarla muharebe gayet çetin ve zorlu geçiyordu.”
Sakızlı Leonardo ise hücumun ilk anlarını İstanbul cephesinden şöyle tasvir ediyor: “Hücum başladı; Biz ateşli silahlar ve tatar yaylarıyla şiddetli bir direnç gösterdik. İki tarafta hemen hemen eşit zayiat verdi. İki tarafta da borular çalarken ve davullar vurulurken, yıldızlar sönükleşti, Venüs (Sabah Yıldızı) Güneş’in yükselmekte olduğunu haber verdi. Bu esnada, savaşa davet eden ‘İllallah, İllallah’ nidaları, o kadar yüksekti ki, diğerlerini bastırdı. Onları öldürücü ateş sağanağıyla ve silahlarımızı üzerlerine boşaltarak cevapladık. Hristiyanlar tarafından gösterilen direncin kuvveti, onların saflarında bozulmalara sebep oldu. Ancak naraları göklere yükseliyor, bayrakları hâlâ ihtirasla dalgalanıyordu. Orduları yok ediliyor, ancak onlar tekrar tekrar surlara tırmanmaya devam ediyorlardı.”
Osmanlı askerleri şehre dört taraftan durmaksızın hücum ediyordu. Kırılan bir hücum dalgasını yenisi takip ediyordu. Fatih, ilk olarak azepleri ve ordusundaki Hıristiyanları surlara saldırttı. Osmanlı ordusunda Alman’dan Macar’a, Hırvat’tan Sırp’a kadar çeşitli milletlerden Hıristiyanlar da vardı. Hatta ganimet almak umuduyla şehre saldıran bu Hıristiyanların içinde Rumlar bile bulunuyordu. Osmanlı ordusunun en seçkin birlikleri surlara saldıran askerlerin arkasında, düşmanın yorulmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Saatler süren çarpışmanın ardından II. Mehmed son darbeyi vurmak üzere yeniçerileri ve diğer seçkin birlikleri savaşa soktu. İstanbul’un içinden savaşı gözetleyen Nicola Barbaro bu sahneyi şu cümlelerle tasvir ediyor: “Yeniçeriler, onların subayları, belli başlı komutanları, hepsi cesur olan bu insanlar ve Türk sultan surlara yaklaştı. Zavallı kentin surlarına, on iki mil uzaktaki Anadolu yakasından bile duyulan, dünyada eşi görülmedik dehşetli savaş naraları, zalpara ve tef sesleri arasında, Türkler gibi değil ama aslanlar gibi saldırdı. Attıkları naralarla tüm kentte korku yarattılar, bizde cesaret bırakmadılar. Şehirdeki zavallı halk, kendisini çoktan teslim alınmış hissetti. Şehrin tümünde ve surlardaki görev yerlerinde tehlike çanları çalmaya başladı. Herkes avazı çıktığı kadar, ‘merhamet et tanrım! Şu Constantine İmparatorluğu’na göklerden yardım ihsan et ki, bu imansız halk imparatorluğa hakim olmasın’ diye haykırıyordu.”
Osmanlı askeri şahadet ve zafer coşkusuyla surları zorlarken, İstanbul halkı kendilerini meleklerin ve azizlerin koruyuculuğuna teslim etmişti. Ayasofya’ya doluşan halk eski bir kehanetin gerçekleşmesini bekliyordu. Düşman buraya geldiğinde karşısına çıkacak melekler kılıçlarını çekip kâfirleri cehenneme göndereceklerdi. Binlerce askerini arka arkaya şehit veren Osmanlı ordusunun bitip tükenmek bilmeyen saldırıları karşısında Bizans’ın dayanma gücü kalmamıştı. Şehre her taraftan saldırılıyordu. Ancak asıl savaş Topkapı-Edirnekapı arasındaki surlarda cereyan ediyordu. Fatih, şehrin en zayıf kısmı olduğunu anladığı Topkapı-Edirnekapı arasındaki surları günlerce süren top ateşiyle tahrip ettirmişti. Bu yüzden asıl hücum bu bölgeden yapılmaktaydı.
Topkapı civarındaki surlara çıkan Türk askerlerini gören müdafiler haykırarak şehrin iç kısımlarına doğru kaçmaya başladılar. Surlarda dalgalanan Bizans kartalı ve Aziz Markos’un aslanı bulunan bayrakların yerini Türk sancakları almıştı. İstanbul bir anda “Şehir düştü, şehir düştü” feryatlarıyla çalkalandı. Osmanlı askeri dört koldan Ayasofya’ya doğru ilerlemeye başladı. Bizans imparatoru Konstantin sokak çatışmalarında öldü. Öğle vakti geldiğinde Osmanlı ordusu şehre tamamen hakim olmuş, İstanbul feth edilmişti.
Fetih haberini alan 21 yaşındaki Sultan II. Mehmed, atından inerek şükür secdesine kapandı. İstanbul artık onundu.
SERGİDEKİ ÖNEMLİ ESERLER VE DETAYLAR
"Fetihnâmeler Sergisi"nde, Bertandon de la Broquiere seyahatnamesinde İstanbul’un fethini tasvir eden 1455 tarihli minyatür (Paris Bibliotheque National, nr. 9087) gibi o döneme ait önemli görsel ve yazılı eserler yer alıyor. Sergi, Fatih'in askeri stratejilerini, ordunun disiplinini, fethin dini ve siyasi boyutlarını gözler önüne sererek, ziyaretçilere adeta o tarihi anları yeniden yaşatıyor.