Kirli savaşın yitik evlatlarına saygısı

Nefes filmi ünlü sinema eleştirmeni Ali Murat Güven'den tam not aldı ve Türk sinemasinda bir başyapıt ilan edildi. İşte takdire değer yönleri ve kusurları ile seyircilerin beğenisini kazanan Nefes:

Kirli savaşın yitik evlatlarına saygısı
Kirli savaşın yitik evlatlarına saygısı
GİRİŞ 21.10.2009 12:12 GÜNCELLEME 21.10.2009 12:12
Bu Habere 14 Yorum Yapılmış

Ali Murat Güven'in film kritiği

Bir yılı aşkın bir süredir sinemalarda yayımlanan fragmanlarıyla izleyicide uyandırdığı ilk izlenim 'hamasî duyguları okşayan militarist bir propaganda filmi' görümünde olan 'Nefes', ilk yarım saatinden itibaren en katı kalpleri bile yumuşatacak hikâyesi ve olağanüstü sinematografisiyle bu yanıltıcı görüntüyü yerle bir ediyor.

Son derece hassas bir konuyu ele almasına karşın, şaşılacak kadar dengeli ve sağduyulu bir çizgi üzerinde ilerleyen bu tüyler ürpertici hikâyeyi, 'askerliğini orduevinde yapmış olanlar'ın anlayabilmesi zor elbette… Anlatılanları, bizim gibi o tarihlerde 'oralar'da bulunmuş ve silah arkadaşlarını toprağa uğurlamış olanlar anlayabilir ancak…

PKK terörünün gemi iyice azıya aldığı 1993 yılı… Askerlik kariyeri pek çok kanlı çatışmayla dolu olan jandarma komando yüzbaşı Mete'nin tayini, 2365 metre yükseklikteki bir Güneydoğu sınır karakoluna çıkar. Burası, uzak birlikler arasındaki telsiz konuşmalarının aktarmalarının yapıldığı, toplam 40 asker mevcutlu bir röle istasyonudur.

Mete Yüzbaşı karakola ulaşabilmek için zorlu kış şartlarıyla boğuşarak ilerlerken yolda PKK'lılar tarafından pusuya düşürülür ve çok sevdiği bir astsubayıyla erlerinden birini kaybeder. Kahramanımız, bu saldırının şokunu atlatmaya bile fırsat bulamadan yeni görev bölgesine ulaştığında ise güvenlik zaafiyeti sergileyen bir toplulukla karşılaşıp iyice çılgına dönecektir.

İlerleyen günlerde karlar erir, dondurucu soğukların yerini baharın tatlı esintileri alır; bu süreçte Yüzbaşı ve askerleri de giderek birbirlerine kaynaşırlar. Ancak, yalçın dağların zirvesindeki Karabal Jandarma Karakolu'nun gözükara komutanı için, bir kaç ay önceki o kanlı pusuyu düzenleyen “Doktor” kod adlı teröristi bulup haklamak giderek bir sabit fikre dönüşecektir.

Yapım Yılı ve Ülkesi: 2009, Türkiye yapımı
Türü ve Süresi: Savaş draması / 127 dakika
Yönetmen: Levent Semerci
Senaristler: (Eski TSK mensubu Hakan Evrensel'in yazdığı, Alfa Yayınları'ndan çıkan “Güneydoğu'dan Öyküler” adlı kitaptan uyarlamayla) Hakan Evrensel, Mehmet İlker Altınay, Levent Semerci
Görüntü Yönetmeni: Levedo
Özgün Müzik Bestecisi: Fırat Yükselir
Kurgucular: Barış Kaya (Süpervizör), Levent Semerci, Erkan Erdem, Senem Bay
Oyuncular: Mete Horozoğlu (Mete Yüzbaşı), Birce Akalay (Mete Yüzbaşı'nın eşi), Barış Bağcı (Barış Üstteğmen), Okan Avcı (Barış Üstteğmen'in habercisi), Engin Baykal (Telsizci Çavuş Sedat), Rıza Sönmez (Tabip Astteğmen), Göktay Tosun (Göktay Çavuş), İlker Kızmaz (İlker Çavuş), Ozan Tekcan, Doruk Şengezer, Özgür Eren Koç, Koray Kaya, Utku Duman, Ekin Bulut ve (adlarını ne yazık ki bu bölüme sığdıramadığım) diğerleri…
Yapımcı Şirketler: Fida Film, Creavidi Film
Dağıtıcı Şirket: Medyavizyon Film
İçerik Uyarıları: Savaş şiddeti içermesinden dolayı, 13 yaşından küçükler ve bu tür temalardan hoşlanmayanlar için uygun bir yapım değildir.
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:
http://www.nefesfilm.com/
Yıldız Puanı: * * * *

Tıp fakültesini yarıda bırakıp dağlara çıktığı için bu lâkapla anılan “Doktor”, karakola oldukça yakın bir bölgede üslenmiştir ve “Te-Ce” üniformalı hasmı da bunun farkındadır.

Birbirinden bütünüyle farklı dünyalara mensup bu iki adam arasında, korsan telsiz konuşmaları üzerinden yoğun bir sinir savaşı başlar.

Ancak, her iki taraf sırayla bazı mevzî başarılar elde etse de, gerçekte kazananı olmayan kirli bir savaştır bu…

DİBİNE KADAR GERÇEK BİR DÜNYA

Ben, askerlik hizmetimi tam da bu filmin anlattığı dönemde, yani PKK'nın son derece cüretkâr bir biçimde “ayrılık provaları”na başladığı 1990'ların ilk yarısında ve anlatılan sıcak çatışma bölgelerinden birinde yaptım. Üstelik, yine bu hikâyenin kahramanlarının ana uzmanlık alanı olan “muhabereci” kimliğiyle…

6 ay olarak başlayıp (Tansu Çiller hükûmetinin marifetiyle) 9 aya uzayan görev süremin en kötü günü de genç bir astsubayın akşam saatlerinde kafeteryaya girip, “Arkadaşlar, bir kaç saat önce bir MG-3'çümüzün şehit olduğu haberini aldık. Televizyonu kapatsanız iyi olur” dediği o andır. Salonu bir anda derin bir sessizlik kapladı ve çelik bir kafesin içinde asılı duran köhne televizyon susturuldu. O saatten sonra da yatış saatine kadar hiç kimsenin ağzını bıçak açmayacaktı.

Sonraki yedi akşam boyunca, yemekhanedeki bir kaç erin gönüllü olarak pişirdiği “ölüm helvası” dağıtılıyordu bütün dinlenme salonlarına…  

Adını bile bilmediğim o “silah arkadaşım” için dilimin damağımın kuruduğu o geceyi 15 yıldır hiç unutmadım. Bu da çok doğal bir durum, çünkü “Nefes”in baş kahramanı Yüzbaşı'nın da dediği gibi “dağların yemini farklı...” Orayı, sivil hayatın kendine özgü kuralları ve gevşekliği içinde asla doğru düzgün tanımlayamazsınız.

Sinema salonundan çıkarken yalnızca benim değil, askerliğini benzer zamanlarda ve benzer yerlerde yaptığı anlaşılan pek çok orta yaşlı izleyicinin de gözlerinden süzülen yaşları utana sıkıla silmeye çalıştıklarını gözlemleyince, bu filmin bir kuşağın hayatını (aileleriyle birlikte) mahveden ve artık bitmesini gönülden dilediğimiz korkunç bir sosyal travmayı ne denli büyük bir başarıyla perdeye taşıdığına bir kez daha iknâ oldum. Hele de karakolun gönderinde dalgalanan Türk bayrağının parça parça olmuş ucu, o dönemin siyasal koşullarını ne kadar da güzel özetleyen bir metafor olmuş!

Hamasetin sığ sularında boğulmaya çok uygun bir konuyu ele alan “Nefes”, tek bir karesinde bile bu tuzağa düşmüyor ve -PKK'lı yerel komutan dahil- iç dünyalarını yansıtmaya çalıştığı bütün karakterlerine mümkün olan en âdil perspektiften yaklaşıyor. Yüzbaşıyla terörist arasındaki telsiz konuşmalarında, tarafların “sorun”a bakış açılarını yansıtan diyaloglar bunun en güzel örneği…

 

Onun dışında, geride bırakılan yavuklu hikâyeleri, telefon için beklenen sıralar, ahize eldeyken yaşanan büyük sevinçler ve hayâl kırıklıkları, yaptıkları şaklabanlıklarla monotonluğu dağıtıp ortamı şenlendiren deli-dolu arkadaşlar, daima ihtiyaçtan daha az olan mühimmat, yüreklere işleyen çatışma ve ölüm korkusu, hattâ nadiren de olsa patlak veren “Sen Kürtsün, ben Türk'üm” tartışmaları… Hepsi de insana o travmayı yeniden yaşatacak kadar gerçek…

Ve yönetmen Levent Semerci yıllarca kolay kolay unutulmayacak olan bu “dehşet hikâyesi”ne, Türk sinema tarihinde görülmüş en ürpertici silahlı çatışma sahnesiyle son noktayı koymakta… Öyle ki Mustafa Kemâl Paşa'nın kan ve toz içinde kalmış kırık büstünü tekrar kaidesine oturtmaya çalışan yaralı askerin görüntüsü, filmi izlediğim geçen cuma akşamından bu yana bir türlü gözlerimin önünden gitmiyor.

Ha, “nefes”i gören başka birileri de çıkıp pekâlâ şu -dikkate değer- eleştiriyi yapabilir:

“Ne yani, TSK bünyesindeki bütün komutanlar askerine bu kadar bağlı mı, onlara karşı bu denli müşfik ve korumacı mı? Eğer gerçek buysa, şimdiye kadar dinlediğimiz onca dayak hikâyesi, açlık, susuzluk, adam kayırmacılık, acil durumlarda tıbbî yardım ihmalleri, bit-pireyle boğuşmakla geçen perişan günler ne olacak? Daha, askerlerini pimi çekilmiş el bombasıyla ölüme gönderen ruh hastası teğmenlerin ya da komşu köydeki kız çocuğunu gayrıciddi bir roket atışıyla parçalayan askerî karakollara ilişkin berbat havadislerinin dumanı tüterken, bu senaryo ne kadar gerçek ve gerçekçi?

Ben de diyorum ki sapla samanı asla birbirine karıştırmamak gerek… Bu öykü de en az o -kraldan fazla kralcı- teğmen ve mensuplarının yaptığı akıl almaz hatadan üfürme bir bilirkişi raporuyla sıyırmaya çalışan o askerî karakol kadar gerçek… Onların da eleştirel filmleri yapılmalı elbette, ki günü geldiğinde mutlaka yapılacaktır.

Ancak, 30 küsur yıldır sürüp giden bu vahşi mücadelenin karanlık sayfalarına, sözgelimi askerleri uzaklardaki bir karakolda ardı ardına şehit düşerken katıldığı golf turnuvasını yarıda bırakmaya gerek duymayan kimi kocaman sıfatlı adamlara ilişkin eleştirilerimiz, o topraklarda hayatta sahip olduğu en değerli şeyi, canlarını vermiş olan binlerce, onbinlerce insanın hatırasına yönelik ölçüsüz bir saygısızlık dalgasının gerekçesi olamaz. Adlarını dahi bilmediğimiz birileri biz yaşamaya devam edelim diye canlarını vermişse, küstahlık edip ahkâm kesmek yerine -en azından onlara- minnet duymayı denemek çok daha şerefli bir davranış olacaktır.

“Nefes”, gerek sorguladığı olaylar, gerekse bu sorgulamayı yaparken ortaya koyduğu şaşılası soğukkanlılık ve yüksek sinema diliyle, kendi kategorisinde gerçek bir sinemasal çığırı simgeliyor. Kesinlikle izlenmesi gerek…

Hattâ, PKK sempatizanları tarafından bile!

* * *

FİLMİN EN DEĞERLİ UNSURU:

Hiç kuşku yok ki “sanat yönetimi”…

Öykünün odak noktasındaki karakterlerin tamamı, (bu kategorideki bir Türk filminde ilk kez görüldüğü üzere) kostüm tasarımcısının tezgâhından ütüsü bile bozulmadan gelen gıcır gıcır giysiler yerine, “cephe görmüş” gerçek kamuflaj üniformalar giyiyor ve yıpranmış G-3 tüfekler kullanıyorlar. Aynı şekilde, öykünün ana mekânı da gerçek bir sınır karakolunun genel atmosferine bire bir sadık kalınarak inşâ edilmiş. Öyle ki kırmızı boyalı dış kaplaması yıllar içinde bütünüyle aşınıp beyazlamış telsiz ışığına kadar!

* * *

FİLMİN ANAHTAR SAHNESİ:  

Diğerlerinin hakkını yemeden, hangisini sayabilirim ki… “Nefes”, bu başlığın altında anılmaya lâyık en az 10-15 ayrı sahne ya da plan içeriyor. Fakat, diğerlerini ana yazının içine saklayarak şunu özellikle anmak, belki de en isabetli karar olacaktır:

Kürt asıllı komandonun Kürtçe bir türkü söyleyerek karakolun gönderine Türkiye Cumhuriyeti bayrağı çektiği plan…

* * *

FİLMİN ANAHTAR CÜMLESİ:

1) Mete Yüzbaşı'nın birliğine yaptığı konuşmadan: “Nöbette uyursanız, hepiniz 45 saniyeliğine ünlü olursunuz. Çıkar süslü püslü bir karı ekrana, 'filanca er filan yerdeki çatışmada şehit oldu' der. 45 saniye! Ondan sonra da gelsin magazin haberleri!”

2) Barış Üstteğmen, çatışma bölgesindeki şehitlerin fotoğraflarını çekerken ayağı kayan savcıyı son anda kolundan tutar: “Dikkat edin sayın savcım, bu toprakların zemini çok kaygandır!”

* * *

FİLMİN TEKNİK KUSURU:

Benim yakalayabildiğim hiç bir önemli teknik kusur yok. Bazı konuşmalardaki “boğulma”nın ve bunun sonucunda ortaya çıkan anlama sorununun çekimlerdeki özgün ses kaydından mı, seslerin miksajından mı, yoksa filmi izlediğim sinemanın Dolby Digital çıkışı hatalı kullanmasından mı oluştuğunu tam olarak çözemediğim için, bunu bir kusur olarak anmıyorum. (Filmin ses miksajında, son yıllarda sinema dünyasının birbirinden önemli filmlerinin miksajlarını yapan İngiliz Graham ve Adam Daniel kardeşlerin imzası bulunuyor.)

* * *

FİLMİN MANTIKSAL KUSURU:

Doğrudan sıcak çatışmaya giden, dağlarda intikal görevine çıkan, yanı sıra da tehlikeli sınır bölgelerindeki küçük karakollarda görev yapan (askerlik jargonundaki deyimle “Allah'a en yakın adamlar”) komando birliklerinde, hiç bir subay ve astsubayın üniformasında apolet olmaz. Bunun da nedeni bir esir alınma durumunda, düşmanın kimin ast kimin üst olduğunu anlayamamasını sağlamaktır. Böylelikle, birliğin komuta kademesi o topluluğun içinde kamufle edilir. Hele de PKK terörünün tavan yaptığı 1990'ların başlarında bu uygulama Doğu ve Güneydoğu birliklerinde iyice yaygınlaştırılmıştı. Filmdeki dağ komando birliğinin bütün rütbeli mensuplarında ise apoletler açık seçik belli oluyor.

(Yeni Şafak)

YORUMLAR 14
  • Batu Han 15 yıl önce Şikayet Et
    Kirlimi?. Kirli savaşı temizlemenin yolu af etmekmi?
    Cevapla
  • muhsin yilmaz 15 yıl önce Şikayet Et
    Keşke. 1."shooter" filmini izlemişinizdir. Keşke biz de o filmdeki gibi teknolojik gelişmelerimizi gösterebileceğimiz filmler çeksek.Olmayan teknolojimizi nasıl göstereceksek. 2. Askere gidenler iyi bilirler bu tür filmleri.
    Cevapla
  • Batu Han 15 yıl önce Şikayet Et
    Kirli savaş derken. Terörle ve teröristle mücadele ne zamandan beri kirli savaş oldu?
    Cevapla
  • okur 15 yıl önce Şikayet Et
    hadi bunuda yasaklayın. tuzukurular izlemesin onların birşey anlayacağını zannetmiyorum onlar için bu ülke bir arpalık rahatça yaşamlarını sürdürdükleri bir yer
    Cevapla
  • KADİRUZUNKÖK 15 yıl önce Şikayet Et
    dünya çapında, içinde ruh var. al sana dünya çapında bir film işte bu film yaptımıydı dünya çapında yapacan.Tüm dünyada iz bırakacak onlarca yıl dünyada izlenecek.işte bu.böyle film yapacan.öyle televole maskaralarının rezillerinin yaptığı ve izlenmeden çöpe atıldığı filim gibi olmayacak.helal olsun .BİR MİLLET UYANIYOR.BİR DEVLET UYANIYOR.BİR TARİH UYANIYOR.YENİ BİR ÇAĞ AÇILIYOR.DURMAK YOK YOLA DEVAM
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Bayraktar TB3, TCG Anadolu gemisine 14 sorti gerçekleştirdi
Emeklilik maaşı sisteminde yeni düzen! Maaşı düşük olanlar dikkat...