Sonumuz Menderes gibi olabilirdi

AK Parti Milletvekili Aydın Ünal, 17-25 Aralık operasyonuna ilişkin ilginç açıklamalarda bulundu.

Sonumuz Menderes gibi olabilirdi
Sonumuz Menderes gibi olabilirdi
GİRİŞ 07.12.2015 09:59 GÜNCELLEME 07.12.2015 09:59
Bu Habere 3 Yorum Yapılmış

Başbakanlığından itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma metinlerini hazırlayan 7 Haziran’da ise Meclis’e giren AK Parti Milletvekili Aydın Ünal, 17-25 Aralık operasyonuna ilişkin ilginç açıklamalarda bulundu: “O saldırıyı yapanlar başarılı olsalardı bizi bu ülkeden jiletle kazıyacaklardı.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yıllarca birlikte çalıştıktan sonra siyasete giren AK Parti Ankara Milletvekili Aydın Ünal, 17-25 Aralık sürecinde ‘yok olmanın eşiğinden’ döndüklerini söyledi. Ünal “Eğer o saldırıyı yapanlar başarılı olsalardı bu ülkeden bizi jiletle kazıyacaklardı, bu idamla mı olurdu, hapiste çürütmekle mi olurdu, sürgünle mi olurdu bilemiyorum. Merhum Menderes’in akıbetine çok yaklaştırılmış bir kadroyuz.”

Başbakan olduğu dönemden itibaren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma metinlerini hazırlayan ekipte yer alan, 7 Haziran seçimleri ile siyasete giren AK Parti Ankara Milletvekili Aydın Ünal ile “çözüm sürecinin akıbeti”ni, vesayetle mücadeleyi, başkanlık sistemini, Erdoğan’ı, Erdoğan’a yöneltilen eleştirileri konuştuk. Erdoğan’a en yakın isimlerden biri olarak bilinen Ünal, yeni döneme dair de önemli ipuçları verdi.

Başbakanlık döneminden itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazdınız. O konuşma metinleri, ülkenin kutuplaşmasına mı yol açtı?

Cumhurbaşkanı’nın metin yazarı, ona istikamet çizen, ona yön veren, ona politika üreten birisi değildir. Metin yazarı, liderin önünden gitmez, liderin arkasından gider. Cumhurbaşkanımızla hem duygusal anlamda hem de fikri anlamda aramızda bir harmoni vardı. Metin yazarı ya da metin ekibi, kendiliğinden bir şey üreten, dil, üslup belirleyen aktör değildir. Metin yazarı, liderin hissiyatını kelimelere döken kişidir. Hem metin yazarı olduğum süreçte hem de oradan ayrılıp, siyasete girdiğim süreçte, bir kısım medya, “Cumhurbaşkanı konuşamaz, bir metin ekibi onu konuşturuyor” anlamına gelecek bir ifadeyi benden duymak istedi. Böyle bir fotoğraf görmek istedi. Üzgünüm, böyle bir fotoğraf yok. Bizim metin ekibi olarak yaptığımız,sadece onun işini kolaylaştırmaktı. Sayın Cumhurbaşkanımız bizim yazdıklarımızı okumadı. Biz sadece onun söyleyeceklerini kâğıda dökmeye çalıştık. Cumhurbaşkanımızın kullandığı üslup ve dil bize ait bir üslup ve dil değildir, kendisine ait bir üslup ve dildir. Orada öfke, merhamet, gözyaşı, kucaklama, mücadele varsa hepsi onun diline, üslubuna aittir.

Kutuplaştırma var mıydı?

Ben hiçbir zaman Cumhurbaşkanımızın kutuplaştırıcı bir dil kullandığına inanmadım. Toplumun siyasi anlamda kutuplaşması anormal bir şey de değil. İnsanlar, AK Parti’ye, CHP’ye, MHP’ye oy verebilir, o partilerin politikalarını savunabilir. Belli platformlarda insanlar karşı karşıya gelip, kutuplaşıp, bunları tartışabilir. Demokrasi de biraz böyle karşıt görüşlerin, “müsademesi” nden, yani çarpışmasından bir ışığın ortaya çıkmasıdır. Bu anlamda, kutuplaşma kötü bir şey değil. Kutuplaşma eğer şiddete varıyor ve toplumun hassasiyetlerini tahrik ediyorsa, işte o zaman tehlikelidir. Bu tür bir kutuplaşma, yani bir Alevi – Sünni, bir Türk – Kürt kutuplaşması Türkiye için tehdit teşkil ediyor. AK Parti de, Cumhurbaşkanımız da böyle bir kutuplaşmadan özenle sakınmış, kucaklayıcı olmuşlardır. Kutuplaşmanın kaynağı muhalefetin dil ve tavrında aranmalı.

Basın düşmanı mısınız? Gazetecilerden nefret mi ediyorsunuz?

Milletvekiliyim ama mesleğime bakıldığında, orada “gazeteci – yazar” yazdığı görülür. Gazetecilik, yazarlık, basın danışmanlığı yapmış birisiyim. Gazetecilerden, medyadan nefret etmek gibi bir şey söz konusu olamaz. Bakın, 17 -25 Aralık sürecinde biz, hepimiz yok olmanın eşiğinden döndük. Önümüzde merhum Menderes örneği var. Eğer o saldırıyı yapanlar başarılı olsalardı bu ülkeden bizi inanın jiletle kazıyacaklardı, bu idamla mı olurdu, hapiste çürütmekle mi olurdu, sürgünle mi olurdu bilemiyorum. Biz gerçekten yok olmanın eşiğinden, mutlak bir uçurumun kenarından döndük. Bunun içinde Cumhurbaşkanımız ve ailesi, yakın çalışma arkadaşları vardı. Şu anda yaşıyorsak, bu ülkede bulunuyorsak, bu ülkenin siyasetine hâlâ istikamet çiziyorsak, bu, kuşkusuz Allah’ın takdiridir, milletin duasının neticesidir. Yok olmanın eşiğinden dönmüş, Merhum Menderes’in akıbetine çok yaklaştırılmış bir kadro olarak hiç kimseden korkumuz yok. Onun için de doğruyu her yerde söylemekten çekinmiyoruz. Türkiye’de gazetecilik mesleğinin istismar edildiğini, gazetecilikle operasyonculuğun birbirine karıştırıldığını görüyoruz. Bizim bütün mücadelemiz, gazetecilikle operasyonculuğun birbirinden ayrılması mücadelesidir. Keşke bunu gazeteciler kendileri yapsa. Türkiye’de medya değişmek zorunda. 1950, 1960, 1970’lerde, 1990’larda darbelere zemin hazırlayan, Türkiye’ye içeriden, dışarıdan operasyon çeken medya düzeni artık değişiyor. Bu medya tekelleri sarsılıyor.

Dokunulmazlığı kalkan, iktidarı sarsılan medya tekelleri, normalleşmeyi basın özgürlüğüne müdahale olarak yansıtıyorlar. “Mütareke basını” diye bir kavram var, İstanbul işgal edilmiş, İstanbul basını işgalcileri savunuyor, Anadolu’da milli mücadeleye karşı yayınlar yapılıyor. Bugün, Rusya ile bir gerilim var, sınırlarımız ihlal edilmiş, defalarca uyarı yapılmış, sonunda uçak düşürülmüş. Hangi kutupta olursanız olun, böyle bir meselede Türkiye’nin yanında durmanız beklenir. Tıpkı mütareke basını gibi bazı medya kuruluşlarının Rusya’nın yanında durduklarını, tezlerini savunduklarını, o tezlerin dünyaya ulaşması için çaba sarf ettiklerini görüyoruz. Cumhurbaşkanımızın oğlu Bilal Erdoğan’ın İstanbul’da bir ciğercide çektirdiği fotoğraf, siyasetçiler ve bazı gazeteciler eliyle tüm dünyada Türkiye düşmanlarına malzeme yapıldı. Buna sebep olan gazeteci ve siyasetçilerin mahcup olmasını beklersiniz ama nerede… Medyayı eleştirmek, şiddete başvurmadan protesto etmek, hukukun gazeteciler için de işletilmesini istemek basın özgürlüğüne müdahale değil.

Türkiye’de otoriterleşmeye gidildiği, basın özgürlüğünün kısıtlandığı yönündeki kaygıları yersiz mi buluyorsunuz?

Otoriterleşme, yeni vesayetlerin kurulması, diktatörlük, basın özgürlüğü ve benzeri konulardaki iddialar ve kavramlar, son derece haksız ve dayanaksız kavramlar. Türkiye normalleşmeye doğru gidiyor, ama normalleşirken, iktidarları, saltanatları, tekelleri sarsılan vesayet odakları itiraz ediyorlar. Evet, birileri kaybediyor, eski tekeller, eski vesayet odakları kaybediyor ama bunların yerine asla yenileri kurulmuyor.

Vesayet odaklarının çarkını kırdı

AK Parti’nin 10 yılı aşkın iktidarında Türkiye vesayet odaklarından tamamen kurtuldu mu?

Şu aşamada, Türkiye’nin bütün vesayetlerden kurtulduğunu iddia etmek mümkün değil. Kimi zaman hesap edilemeyen bazı vesayet odakları ortaya çıkıp, sistemi zorlayabiliyorlar. Biz, 7 Haziran ve 1 Kasım öncesinde de bunu yaşadık. Sadece paralel yapı değil, paralel yapının PKK ile işbirliği veya başka ülkelerle işbirliği, PKK’nın diğer siyasi partiler ve medyayla olan işbirliği, bunlar birer vesayet kurumu oluşturmaya ve siyaseti dizayn etmeye çalıştılar. Bundan sonraki yıllarda da böyle vesayet sistemleri oluşturmaya yönelik girişimler mutlaka olacaktır ama 27 Mayıs 1960 darbesiyle kurulan ve kusursuz işleyen vesayet sistemlerinin çarkını kırdı Tayyip Erdoğan.

Dersim özrünün kaynağı Necip Fazıl

Erdoğan genellikle “Sünnilerin lideri” olarak takdim ediliyor, Alevilerin sorunlarına mesafeli mi yaklaşıyor?

Alevilerin sorunlarının çözülmesi ile ilgili Cumhurbaşkanımızın attığı adımlar Cumhuriyet tarihinde ilktir. Dersim’den özür dilenmesi, ders kitaplarındaki düzenlemeler, Alevi çalıştayları… Kürtleri, Türkleri, Alevileri, Sabahat Akkiraz’ı, Neşet Ertaş’ı, Şivan Perwer’i, Ahmed-i Hani’yi aynı cümle içinde kullanabilen başka bir lider oldu mu? Mesela, Dersim’i Türkiye’de herkes bilmez. Sol da çok iyi bilmez. Belki biraz Alevi-sol Dersim hikâyesini bilir. Necip Fazıl Kısakürek’in “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabında, Dersim meselesine geniş yer ayrılmıştır ve İslami kesim de, bu sayede Dersim meselesini öğrenebilmiş ve duyarlı olmuştur. Tayyip Erdoğan, Dersim’den özür dilerken, bunu bir siyasi araç olarak kullanmadı. O gün CHP’yi ezmek, zorda bırakmak için de kullanmadı. Tayyip Erdoğan, Necip Fazıl’dan ilham almış, yanında bulunmuş birisi olarak o meseleyi zaten bilen, gençliğinden itibaren de o meseleden haberdar olan bir liderdi. Erdoğan, sadece Alevilere değil, İslam dünyasındaki tüm mezheplere seslenebilen, Sünni - Şii kardeşliğini en cesur ve güçlü şekilde dile getirebilen bir liderdir.

Çözüm sürecinde bugün gelinen noktayı nasıl tarif ediyorsunuz?

 AK Parti de Tayyip Erdoğan da Kürtlerin Cumhuriyetimizin kurucu unsuru olduklarını her zaman hatırlarında tutmuşlardır. Cumhuriyeti kurarken Kürtleri azınlık olarak kabul etmedik. Kürtler, Türkler ile birlikte kurucu unsurdu. Cumhuriyet ilan edildikten sonra, taleplerine, ihtiyaçlarına cevap verilmedi. Kürtler bu ülkenin kurucu unsuru, Cumhuriyet’i birlikte kurduk, dolayısıyla bu ülkede bir üst kimlik altında, bir arada yaşamamız gerekiyor. Bunun da mutlaka formülünü üretmemiz gerekiyor. Kürt meselesinin çözümü için mücadele, AK Parti’nin kurulmasıyla birlikte başladı. “Açılım”, “Demokratik Açılım”, “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” gibi adlar aldı. 2013 yılına kadar bir yandan vesayet geriletildi, bir yandan Kürtler ile ilgili tarihi nitelikte reformlar yapıldı, özgürlükler genişletildi. Ret, inkâr ve asimilasyonun sona ermesiyle birlikte, “Kürtlerin meselesi” kavramı, “Kürt meselesi” kavramının yerini aldı. 2001’de AK Parti’nin kurulmasıyla başlayan süreç, 2013’te yeni bir safhaya geçti ve “Çözüm Süreci” ismini aldı. Artık silahların bırakılması gerekiyordu. 2013 Nevruz’unda Öcalan silahların bırakılması çağrısında bulundu, terör örgütü olumlu karşıladı. Beklenen, terör örgütünün silahlarını bırakmasıydı ama üzerinden aylar geçtikçe terör örgütünün bunu yapmadığı görüldü. 2015’e, Dolmabahçe mutabakatına kadar beklendi ama ondan sonra da terör örgütünün tavrı değişmedi. Teröristlerin şehirlerde farklı yapılanmaların içine girdikleri, süreci istismar ettikleri görüldü. Sonra da çatışmayı yeniden başlattılar, 2013’te başlayan çözüm süreci de böylece buzdolabına konulmuş oldu.

Yeniden başlar mı?

Ben o sürecin yeniden, aynı şekilde başlayacağını düşünmüyorum.

Bunun anlamı nedir?

2001’de AK Parti kurulduğunda zaten başlayan bir süreç vardı. 2001 – 2013 arasında muhatap Kürt halkının kendisiydi. Kürtlerin sorunlarını çözmeye yönelik, 2001’de başlayan o süreç sona ermedi, sona eren, buzdolabına konan, 2013’te başlayan süreçtir. Yeni bir muhatapla, bu doğrudan Kürt halkının kendisi de, değişmiş bir HDP de olabilir, kim olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz ama yeni bir muhatapla sorunu çözme mücadelesi devam edecek. Bundan vazgeçmemiz mümkün değil çünkü Türkiye’nin geleceği buna bağlı. Çözüm süreci, tekrar ediyorum, 2013’te başlayan süreçtir, buzdolabına alınmıştır, belki de bitmiştir. Ama 2001’de başlayan mücadele devam ediyor. Bundan sonra yeni bir süreç başlayabilir ve muhatabın kim olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.

 Yani Türkiye bu açıdan şimdi hangi yıla döndü?

 Şu anda 2013 Nevruzu’na döndük. Çözüm sürecinin bitmesi demek 2013 Nevruzu’na dönmüş olmak demek. 2013’e kadar zaten çok büyük reformlar yaptık, o devam edecek. Yeni bir anayasa mücadelesi, Doğu ve Güneydoğu’da kalkınma hamlesi, Kürtlerin kimliklerine ve kültürlerine ilişkin hakların teslim edilmesi aynı duyarlılıkla devam edecek. Kürtler ile inşallah ebediyete kadar bir arada, aynı çatı altında olacağız. Bunu sağlamanın da formüllerini üretmek zorundayız. Bu dönemin yeni bir anayasa yapma konusunda önceki dönemlere göre çok daha talihli bir dönem olduğunu düşünüyorum. Yeni bir anayasa gerçekten mümkün. 2019’a kadar Türkiye’nin yeni bir anayasayı yazabileceğini ve halkoyuna sunabileceğini düşünüyorum.

Seda Şimşek - YeniYüzyıl

YORUMLAR 3
  • Canlar 8 yıl önce Şikayet Et
    Türkiye de siyaset diğerini hain olarak görmek ve ifade etmekle hayat buluyor ve malesef dün olduğu gibi bu günde iktidar hain gördüğü muhalefeti cezalandırıyor. Mesele benim gördüğüm kadarıyla bundan ibaret. Sayın Ünal'ın demokratik tavrı açıklarken kullandığı dil ve yaklaşım kendisinin izlediğim bir kaç televizyon programında yoktu. Aksine kendi siyasetinden olmayanı hain gören bir tavrın sahibi gibi algıladım. Benim hatam olabilir.
    Cevapla
  • bağlı...bağlı 8 yıl önce Şikayet Et
    Evel ALLAH...yedirtmeyiz....100 canımın...101 i feda olsun....
    Cevapla
  • kemal kuru 8 yıl önce Şikayet Et
    aydın ünal ğelecek vadeden yazar ak partiye hoş ğeldiler
    Cevapla
DİĞER HABERLER
Türkiye'ye karşı ne yapacaklarını şaşırdılar: Erivan ve Atina’ya silah tedariği!
Yıldızların altında tarihi yolculuk