Oğul Aydın Menderes'in dilinden Menderes
Milletin gönlünde yer eden eski başbakanlardan Adnan Menderes idam edilişinin 51. yılında dualarla anılıyor.15 yıl önce Aydın Menderes ile yapılan röportajdaki çarpıcı ifadeler:

Eski Başbakan Adnan Menderes'in oğlu merhum milletvekili Aydın Menderes, 15 yıl önce yazar Mehmet Emin Gerger'e verdiği röportajında babasının dine ve millete bakışını anlatmıştı.
Röportajdaki çarpıcı ifadeler:
"BABAM MERHUM ADNAN MENDERES;"MİLLETİMİZ MÜSLÜMANDIR VE MÜSLÜMAN KALACAKTIR!" DİYORDU!"
Mehmet Emin GERGER - Muhterem Aydın Bey, Siz; Merhum ADNAN MENDERES'in oğlu olmanız hasebiyle kendisini, kişiliğini, hayatını ve mücâdelesini herkesten daha iyi ve "doğru" bilirsiniz.
Temel özellikleri, felsefesi, tavırları, yaptıkları, hareket ve hedefleriyle "Millî Şef" İsmet PAŞA (İNÖNÜ) Devrenin genel bir değerlendirmesini ya da tahlilini yapar mısınız?
Aydın MENDERES - "1938-1946" yıllarının arasını değerlendirmek için 1920'lerden 1950'lere kadar geçen - aşağı yukarı -30 yıllık sürenin tamamına bakmak gerekir. Sorunuzda yeralan dönem bu, daha geniş bir zaman dilimi içerisine oturmakta ve onun bütün özelliklerini taşımaktadır. Bu 1920'lerden 1950lere kadar geçen 30 yıllık DÖNEM; TÜRKİYE İÇİN BİR BASKI DÖNEMİDİR! Toplum, yeni bir ''kalıba" dökülmek istenmiş, bu da geniş, kitlelerin katılımı sağlanarak değil, "tepeden inmeci usûllerle" gerçekleştirilmeye çalışılmıştır!...
Meselenin "manevî ve kültürel" boyutu budur... EKONOMİK yönden bakıldığı vakit; TÜRKİYE; son derecede FAKİR, birkaç büyük Şehrinin ortasında yeralan "avuçiçi kadar" yerler dışında, hemen hemen tamamıyla ORTAÇAĞ görüntüsünü veren bir TABLO içerisindedir!. Bu Dönemin simgesi hâline gelen iki tür görevli gözükür: Bunlardan birisi JANDARMA!. Diğeri de; TAHSİLDÂR'dır Halk mutsuz, baskı altında ve fukaralığın bütün zorluklarını yaşar bir durumdadır!..
- Aydın Bey; "Millî Şef" İSMET İNÖNÜ ve CHP'nin;genelde dini, özellikle de Türkiyedeki halkın çoğunluğunun dini olan "İSLÂM'a bakışı" bu konudaki politi-kası nasıl olmuştur?
İnönü Devrinde, Camiler Kapatılmış, Din Eğitimi Yasaklanmıştır!
- Bu Dönemin, İSLÂMİYET'e bakış açısının OLUMSUZ olduğunu sanırım ayrıca ifâde etmeye gerek yok,,. En tabii İBÂDET HÜRRİYETLERİ'ne kadar varan YASAKLAR, bu Dönem için sözkonusudur! Birçok yerde CAMİLER KAPATILMIŞ, ASKER KIŞLASI ya da TÜTÜN-TEKEL DEPOLARI hâline getirilmiştirL İnsanlar; çocuklarına DÎN EĞİTİMİ vermek isteseler, KUR'AN öğretmek isteseler, sürekli JANDARMA'nın takibi altında kalmışlardır!..
Bu konuda, 1950'lerden sonra SERBESTİYET'e ulaşıldığı vakit özellikle pek çok alanda Dînî görevlerini yerine getirecek insanların önemli bir kesiminin DOĞU ANADOLU ve KARADENİZ Bölgesinden olması bir rastlantı değildir! Bu bölgelerin Coğrafî şartları, bir ölçüde bu -o devirdeki - JANDARMA TÂKİBİ'ni zorlaştırmış, ve bu Bölgelerdeki İNSANLARIMIZ diğerlerinden daha fazla sayılabilecek bir fırsatı; (çocuklarına DÎNÎ BİLGİLER, Eğitimini verme, öğretme imkânı..) bulmuşlardır...'
Esas itibarıyla Dönem'in biraz önce ifâde etmeye çalıştığım; genel anlamdaki baskıcı karakteri bu alanda da bütün açıklığıyla kendini göstermiştir!..
- Bir de "İsmet İnönü; bildiğiniz gibi, Atatürk ölür-ölmez, O'nun resimlerini, pullardan ve paralardan çıkarıp, yerine kendi resimlerini yerleştiriyor!. Yoksa ismet Paşa, İkinci bir Atatürk mü olmak istiyordu?..
- İsmet Paşa'mn Atatürk'le gizli bir rekabeti olduğu zaman zaman ifâde edilmiştir! Netice itibariyle, Atatürk öldüğü zaman da; İsmet Paşa Başbakanlık görevinde değildi...
Uzun yıllar İsmet Paşa bu görevi (Başbakanlık) yaptıktan sora, 1937de bu göreve Celal Bayar getirilmişti.. Atatürk'ün ölümünden ve İsmet PAŞA, Cumhurbaşkanı olduktan sonra, sözkonusu ettiğiniz yolda "Uygulamaları" olmuştur! Ancak bunlar tarihin genel akışı içerisinde bence çok fazla önem taşımayan değişikliklerdir... Çünkü "İsmet Paşa Dönemi"; kendinden önceki "Dönem"e bir ALTERNATİF veya muhalefet olma niteliğini taşımaz.. Aksine; kendinden önceki dönemle bütünleşmiş, eklemlenmiş, ve onun bütün özelliklerini sürdüren bir dönemdir! Onun için TÜRKİYE, 1938'de bir "YOL AYRlMI"na gelmemiş, Türkiye'nin yolu 1938'de değişmemiştir. Öyleyse bu konuya daha ziyade münferit olaylar türünden bakmak ve öyle yaklaşmak gerekir, diye düşünüyorum..
- Demokrasi havarisi geçinen İsmet Paşa'nın; "Atatürk'ü Ebedî Şef, kendisini de "Millî Şef" olarak îlan ettiği, hatta bu konuda Basına'' baskı yaptığı" bir vakıa!. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? "Şeflik'Te "Demokrasi, Demokratlık" bağdaşıyor mu sizce?..
Türkiye'de 1946'dan Önce, "Demokrasi" Yoktur!..
- 1946'da "Demokratik Hayat'a" geçtik.. Bundan önceki Dönemde; DEMOKRATİK sayılabilecek herhangi bir uygulama yoktur!.. 1946'da Türkiye Demokratik hayata; Türk milletinin mevcut şartları, artık tahammül edecek takati kalmadığı için geçmiştir.. Demokrasi alttan yukarıya doğru yükselen bir baskı sonucunda ortaya çıkmıştır!. Mevcut yönetim Demokrasi dışında Türkiye'yi yönetmeyi mümkün görseydi, "Demokrasi dışı yönetim" Türkiye'de devam ederdi!.. 1946 yılında Demokrasi "yukarıdan aşağıya" doğru gerçekleşmemiş, daha açık bir ifâdeyle Demokrasi; kimsenin bir ÂTIFET'İ olarak "Türk Milletine" bağışlanmamıştırl. Tam tersine, o günkü toplumun "egemen güçlerine" karşı Demokrasiyi Türk toplumu diretmiş ve çok partili Siyasî hayat'a da bu şekilde geçilmiş, 1950'de de tarihimiz içerisinde ilk defa Halkm-Milletin- OYU ile KANSIZ, DARBESİZ bir şekilde bir "İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ" mümkün olmuştur.. Bunun dışında bir düşünce, bir kabul hem TARiHI GERÇEKLER'e zıttır, hem de Milletimize karşı - bir bakıma -O'nu küçük gören, küçük görmeye devam eden bir TAVIR ve düşüncenin devamı sayılması gerekir!..
- Aydın Bey, İsmet İnönü'nün; (gerek ferdî yaşayış planında gerekse Devletin başı ve icraat olarak) Dîn'e, Câmî'ye, Ezan'a, Dîn bilginlerine kısacası İslâmî kavram ve kurumlara, toptan İslam dinine karşı bir FOBİSİ olduğunu görüyoruz!. Bu neden ve nereden kaynaklanmaktadır sizce?..
- Bunun kişisel boyutlarını bilemem! Kişisel planda tarihte yer almış, önemli görevler, üstlenmiş kişilerin neler duyup-düşündüklerini de bilemem. Bilmek de çok zordur! Ancak zaman içerisinde, nasıl bir İŞLEVİ üstlendikleri, nasıl bir ROL OYNADIKLARI'nı görebiliriz..
Cumhuriyet Dönemi ve Yabancı Kültür!..
Tüm "Cumhuriyet Dönemi"ni kendinden önceki Dönemlerin dışında tutamayız! Aşağı-yukarı 19. Yüzyılın başlarından diyebileceğimiz hatta daha gerilere götürebileceğimiz, bir "BATILILAŞMA cereyanının genel şartları dışında söz konusu ettiğiniz dönemi de düşünmemiz mümkün değildir! Türkiye'de giderek, bir başka kültürün sunduğu MODELLER'e göre, toplumu düzenlemek, hatta hayatın "günlük alışkanlıklarına" kadar, bu dışarıdaki - YABANCI - kültürün özelliklerini yansıtmak gibi bir yol izlenmekte olduğunu biliyor-görüyoruz! Dolayısıyla o gün toplumda EGEMEN olan eğilim bu idi! Ve sözkonusu ettiğimiz DO-NEM'de GÖREV üstlenmiş olan kişiler de; bu yolda ADIMLAR atmışlar, bu YOL'da uygulamalarda bulunmuşlardır!.. Ben temel neden olarak bunu görüyorum,
- Aydm Bey, biliyorsunuz "İNÖNÜ Dönemi" dendiğinde akla ilk gelen unsurlardan biri de; "KÖY ENSTİTÜLERİ!.” Bu kurumlarda, KÖY ENTSİTÜLERİ'nde hangi metotlar ve nasıl bir Eğitim politikası, müfredatı uygulanıyordu?.. Bu "Okullarla" hedeflenen, umulan neydi ve sonuçta ne bulunmuştu?
- "Köy Enstitüleri" ile ilgili çok ayrıntılı bir değerlendirmeye girmeyi düşünmüyorum.. Esas itibariyle bu konuda çok yazılmış ve söylenmiştir!
CHP, "Resmî İdeoloji ve İslâm Karşıtlığı!..
Ancak, başlangıcından beri DEVLET; kendi taşıdığı değerleri topluma kabul ettirecek bir "EĞİTİM POLİTİKASI'nı amaçlamış, hem genelde bu uygulanmış, hem de bu yolda bir takım ÖZEL eğitim kurumlarına da ihtiyaç duyulmuştur! "KÖY ENSTİTÜLERİ'ne de herhalde bu kapsamda bakmak gerekir, diye düşünüyorum.
Esas itibariyle, RESMİ İDEOLOJİ'nin; çeşitli toplum kesimlerinde YENİ UYGULAYICILARI (ve bir bakıma) O'nun YENİ BEKÇİLERİ'ni oluşturmak için başvurulmuş tedbirler olarak görüyorum!
- "Yakın Tarihi" gerçek bir biçimde öğrenmek isteyen gençlerimiz ve milletimizin konuyu daha iyi anlaması açısından; şöyle söylenebilir mi: bir vakıa olarak İsmet İnönü'nün uygulamak istediği, kurumlaştırmak ve yerleştirmek istediği bu "KÖY ENSTİTÜLERİYLE" İslam'a yabancı hatta İslam karşıtı bir zihniyetteki insanlar mı yetiştirilmek istenmişti?..
- Evet, zaten o zamanki "Resmî İdeoloji", sâdece İslam dışıI değil, İslam'a da karşıdır!. Yani onun dışında hiç bir alanda başka birşey olması da mümkün değildir. Bahsettiğiniz böyle "Özel bir MİSYONU da, bu kurumların (Köy Enstitülerinin) üstlenmesi de, üstlenmiş olması da son derece akla yatkındır. Muhtemelen gerçek de budur!..
- Peki CHP ve İnönü'nün bu politikaları başarıya, hedefine-ulaşmış mıdır?!. Yoksa Milletimizin Dini değerleri bunu yenmiş midir?..
- Hayır!. Bu politikaların hiçbiri başarıya ulaşamamış, mevcut yönetimin CENDERELERE gevşedikçe, Demokratik açılım sağlandıkça; toplum, ASIRLAR'dır taşıdığı MANEVİ DEĞERLERİ'ni ve Dini duygularını "günlük hayata" geçirme başarısını elde etmiştir!.
Dolayısıyla bu POLİTİKA toplumun tamamını bir başka noktaya götürmek açısından başarılı olamamış, toplum tarafından REDDEDİLMİŞ, ama bu "gerçek" aradan geçen çok uzun zamana rağmen öyle zannediyorum ki, bütün açıklığıyla de görülememiştir!. Ya toplum bu gibi duygularını yaşattığı için bazı çevrelerce kınanmış, ya da bunların "engellenmesi yolunda" çeşitli arayışlar söz konusu ettiğimiz dönemi takip eden dönem içerisinde ortaya çıkmıştır! Bunları özellikle, çeşitli ASKERİ müdahalelerde hep birlikte toplumumuz bir kere daha yaşamıştır!. Neyi yaşamıştır?.
Toplumun DİNİ duygularını yaşatmak yönündeki karalılığı ve en tabii hakkına karşı duyulan TEPKİLER, özellikle "Demokrasi dışı" davranışlarda çok belirgin biçimde ortaya çıkmış hatta bu, MÜDAHALELER'in gerekçesi olarak ifâde edilmiştir!..
Demokrat Parti'nin; Doğuşu, Gelişmesi ve İcraatları
- Aydın Bey, ben buradan DEMOKRAT Parti hareketine gelmek istiyorum ve bu konuda sizin özel bilgilerinize başvurmanm-o dönemleri araştıran biri olarak gerekli, hatta zarurî olduğuna inanıyorum!. DP Hareketi nasul ve niçin doğmuştur?. Temel özellikleri, felsefesi, tavırları, yaptıkları, hareket ve hedefleriyle, politikalarıyla Demokrat Parti ve merhum ADNAN MENDERES Devri'nin genel bir değerlendirmesini ya da tahlilini yapar mısınız?..
- DEMOKRAT PARTİ, toplumun içinden doğmuş bir harekettir. DP'yi kuranlar vardır.. Bunlar bir bakıma o yıllarda halkın önüne düşmüşlerdir. Ama DP'ye rengini ve karakterini veren Demokrat Parti'nin ulaştığı geniş halk desteğidir. Bunun içindir ki DP yukarıdan aşağıya bir siyasal Parti oluşumu şeklinde değil, bütün toplumun birikmiş TEPKİLERİNİN VE ÖZLEMLERİ'nin (hem Tepkilerinin önemle altını çizmek gerekir hem özlemlerinin) ODAK noktası haline gelmiş bir siyasal oluşum şeklinde ortaya çıkmıştır.
İlk sorunuzda o dönemle ilgili TÜRKİYE'nin genel bir PANORAMASFnı çizmeye çalışmıştım.. BASKI vardı!.. Bu baskıdan Türk Milleti muzdariptü. Ve yoğun bir çaresizlik ve fukaralık hüküm sürmekteydiîOyleyse o an için halkın arzusu bunlardan KURTULMAK olacaktı!..
- Neydi bunlar?.. DEVLET BASKISINDAN kurtulmak olacaktı!. (Birçok alanda.. Birincisi bu..) İkincisi de; mevcut maddi şartların içerisinde yaşadığı fizik ortamın belirli bir iyileşme göstermesi olacaktı.. DEMOKRAT PARTİ; bu tepki ve özlemlerin kanalize olduğu bir siyasal oluşum olarak ortaya çıktı., 1950'de; bu ihtiyaçlara cevap verdiği için, toplum DP'yi bu ÖZLEMLERİ'ni gerçekleştirecek nitelikte gördüğü için İKTİDAR oldu.. DP; 10 yıllık iktidarı Döneminde de, manevî mânada milletin serbestleştirilmesi, her alanda kendisini ortaya köymüş olan DEVLET BASKISI'nm hafifletilmesi, azaltılması ve maddî şartların da geniş kitlelerin lehine düzeltilebilmesi için gayet hızlı, istikrarlı ve tempolu bir İCRAATIN sahibi hâline geldi.. Ve gerçekten de TÜRKİYE'nin görünümü çok kısa bir zamanda değişebilmiştirL Bir çok yerde (ki bunların arasında bugün Türkiyenin enmün-bit ovaları da vardır) bir çok insan sıtmalıydı, birçok çocuk sıtma dolayısıyla ŞİŞ KARINLARIYLA "hasta vaziyette" dolaşırlardı!.. İki üç yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde sıtmadan Türkiye temizlenebilmiştir. Verem, çok büyük bir "sosyal afet" noktasındaydı... Bununla da ciddî mücadele yapılmış ve netice alınmıştır.. Türkiyenin çiftçisinin durumunda hızlı değişiklikler ve iyileştirmeler yapılmıştır.
Devlet, ilk defa 1950'den sonra kendi (tarihimiz içerisinde) "geniş ve yaygın" hizmet programlarıyla vatandaşın kapısını çalmış, ülkenin her tarafında Devlet; yol olarak, su .olacak gitmiş, Okul olarak ve hizmet olarak gitmiştir! Böylece bir bakıma, Devletin niteliği de değişmiş, hiçbir şey vermeden almaya bakan, her gün topluma yeni yükümlülükler yükleyen Devlet yerine, kendisini topluma karşı sorumlu (hizmetle sorumlu) hisseden bir DEVLET anlayışı, bu Dönemde ortaya çıkmıştır. Bu da gerçekten bizim Devlet hayatımızda, siyâset hayatımızda gerçek İNKILAB olarak değerlendirilebilecek çok köklü ve büyük bir değişimdir! Bu değişimin izlerini, devamını TÜRKİYE, 1950'den bugüne kadar geçen 41 yıl içerisinde hissetmiş, farklı arayışlar olmasına rağmen Devletin üstlenmeye başladığı bu yeni görev anlayışı herşeye rağmen tersyüz edilememiştir!..
“MENDERES SEVGİSİ BÜYÜK BİR SEVGİDİR!”
Menderesin Dîne (İslâm'a) Bakışı sayfa 2'de
“MENDERES SEVGİSİ BÜYÜK BİR SEVGİDİR!”
Menderesin Dîne (İslâm'a) Bakışı
- Peki Demokrat Parti ve merhum babanız Adnan MENDERES'in genelde DÎN'e özellikle de İSLÂM Dİ-Nİ'ne bakışı, bu konudaki politikası nasıl olmuştur?. Açık ve belirgin bir biçimde bahseder misiniz?..
- Bu noktada isterseniz Türkiyedeki, bu dönemde gerçekleşmiş olan İGRAAT'a bakalım.. Ve bu noktada ifade edilmiş sözlere bakalım.. Ve böylece biz bir yorum yapmak yerine, tarihin tanıklığına başvuralım.. Ve somut bir takım değişmeleri ve olayları, bu vesile ile gündeme getirelim..
DEMOKRAT PARTİ'nin ilk icraatı; "EZAN'ın, milletin arzu ettiği dilde okunmasını" mümkün kılması olmuştur... 1950'ye kadar bir Kanun Maddesine göre; "Ezan türkçe okunacaktı!.' Esas itibariyle DP'nin ilk icraatı; "isteyen Ezanını istediği dilde okur" şeklinde değiştirmek olmuş, ama o günden bugüne kadar Türkiyenin hiç bir noktasında, "BİLAL- İHABEŞI'nin okuduğu EZAN" dışında bir Ezan da okunmamıştır. Bu, hem "icraatın anlamını, önemini gösteriyor, hem aksi uygulamanın yani "illa Türkçe okunacaktır şeklinde yasalaştırmaların, toplum tarafından ne kadar "hiç benimsenmediğini" ortaya koymuş oluyor..
İkincisi DP Devrinde; KUR'AN Kurslarına ve İMAM -HATİP OKULLARI'na hız verilmiştir!... Vatandaş, çocuklarına kendi DİNİNİ öğretmesinden dolayı alıkonulmamıştır. Öyle bir serbesti getirilmiş, bunun yanısıra Türkiye'de bir-Cami onarılmıştır. "Tarihî Eser" hüviyetinde, yıkılmaya terkedilmiş Camiler onarılmıştır.. Ve, Türkiye'de pek Cami yapılmıştır.
Menderes: "Milletimiz Müslümandır ve Müslüman Kalacaktır!.."
O gün en zaruri ihtiyaçları olan köylerde bile köylülerimiz ihtiyaçlarını üçünçü plana iterek, hızla bir Cami'ye kavuşmak için o günkü dar imkanlarını seferber etmişlerdir.Türkiye'de 1950-1960 arasında yapılan Cami adedi, Anadolu'da 1071'den 1950'ye kadar yapılan Camiler'den çok daha fazla olmuştur!.. Bu da Milletimizin bu alandaki özlemlerini gösteriyor! Ve Demokrat Partinin bu alanda da gerçekleştirdiğini gösteriyor.. Dînî hayatta tam bir canlanma, uyanma serbesti meydana gelmiştir. 1952'de İzmir'de Devrin Başvekili (Başbakanı) ADNAN MENDERES: -Türk Milleti MÜSLÜMANDIR VE MÜSLÜMAN KALACAKTIR!. Bunun da bütün gereklerini yerine getirecektir” demek suretiyle, DEMOKRAT PARTİ'nin "Dînî hayata kaşını ve burada nasıl bir görev üstlendiğini de zannediyorum en belirgin bir şekilde ifâde etmiştir!..
- Muhterem Aydın Menderes, bizzat görüştüğüm gerek DP'nin kurucuları, mebusları, gerekse CHP'li Mebuslar olsun; babanız merhum Adnan MENDERES'in Dîne - İslâm'a - Bakışı ve Dînî yaşayışı konusunda farklı şeyler söylediler; bazıları "oy kaygısı"nı öne sürerken bazıları da "Menderes ibâdetler konusunda ihmalkâr davranırdı!” şeklinde değerlendirmelerde bulundular!. Siz, babanız Merhum Menderesin Dînî yaşayışı hakkında neler söyleyeceksiniz?. Hayatından bir - iki kesit - bizlere - sunmanız mümkün mü?.»
- Benim 45 yıllık ömrüm içerisinde rastladığım RAB-BFNA en yakın en Mü'min insanlardan birisiydi!. Hatta başta geleniydi!.. Çok hızlı bir hizmet temposu içerisinde, - ki bugün maalesef hepimizin de ibâdetlerini eksiksiz yerine getirmede noksanları vardır - ibadetlerini eksiksiz yerine getirmede Onun da bir takım noksanları ortaya çıkmış olabilir. Ama attığı her adımda ben RABBİYLE BERABER olduğunu - O duygu içerisinde olduğunu - biliyorum.
Her sabah çok erken evden çıkarken, "başucundaki KUR'AN-I KERÎM'i üç (3) kere öpüp - başına koyarak" çıktığını gördüm!. Hatta bir seferinde Anneme; - " Sabah ben evden çıkarken, kapıda lütfen bana bir şey söyleme!.. Ben sana - o sırada- dönüp - cevap veremiyorum! Çünkü o sırada, DUA EDEREK evi terkediyor oluyorum! Bu şartlar içerisinde, sana cevap verememem,orada bulunanlar tarafından yanlış anlaşılabilir! Onun için, sen lütfen o noktada, o sırada bana bir şey söyleme!.." dediğini hatırlıyorum..
Ayrıca ben İstanbul'da talebe idim.. Ortaokul'da talebeydim. Benim DÎN DERSİ almamı istediğini ve bu ölçüler içerisinde yetişmemi arzu ettiğini biliyorum... Her zaman Allah'ına İNANMIŞTI!.. O'na teslim olmuştu... Buna her şeyden önce ALLAH şahittir! Yakınları olarak bizler şahidiz ve Milletimiz şahittir ki; ömrünü bu teslimiyet, bu duygu ve bu anlayış içerisinde tamamlamıştır.. Ama herkes,önemli bir kişiye baktığı vakit, "farklı" bir şey bulur. Kendinde bulunana âit bir şey görmek ister!..
O günkü KADROLAR da, çeşitli tercihlerdeki insanlardan meydana gelmişlerdi!. O'nun için farklı şeyler görmüş olabilirler. Ama benim her şeyden önce bir yakını, evladı olarak gördüklerim; netîce itibariyle bu ifâdeye çalıştığım özelliklerdir. Ve 1960 senesi YILBAŞI Günü bir KANDİL'e rastlamıştı..
Beraat Kandili miydi, Mîraç Kandili miydi Onu tam kestiremiyorum ama KANDÎL Gecesiydi.. O akşam kendisi de (Merhum Menderes) İstanbul'daydı.. Ve beni alarak - "ger bakalım AYDINI İstanbullular, acaba YILBAŞI'** mı rağbet edecekler yoksa bu KANDÎL dolayısıyla CAMİLERE mi rağbet edecekler/'' diye, beni de yanma alarak, epey Camileri (İstanbul'da) gezdiğini ve akın akın O soğuk KIŞ GÜNÜ; İstanbulluların CÂMÎ'lere doğru gittiğini; ibâdet etmek, Mevlîd dinlemek için Camileri TERCİH etmeleri sebebiyle de sonsuz mutluluk duyduğunu, yüzünün ne kadar aydınlandığını da çok taze bir hatıra olarak hatırlıyorum! Bunun da ben şahidi oldum!. Netice itibariyle bu konuda benim gözlemlerim budur, benim tanıklığım budur!.
Bayar-Menderes İlişkisi ve Bayar'ın Dîn'e Bakışı..
- Evet, teşekkür ederim! Aydın Bey bu konuda DP'nin kurucularından biri olan Celal Bayar/m Dîne - İslâm'a -bakışı da Türkiye'de hala tartışma konusudur! Kimileri, Bayar için; "MASON'dur! Dîne bakışı olumsuzdur!/' derken kimileri de (Mesela benîm bizzat kendisiyle görüştüğüm DP'liler ve damadı Dr. A. Gürsoy:) "Hayır, kesinlikle Mason değildi!./' diyorlar.. Bu tartışmalara siz nasıl bakıyorsunuz? Bayar'ın İSLÂM'a bakışı nasıldı?. Bir de "Demirkırat Dizisinde "Ezan" konusunda Bayar-Menderes anlaşmazlığından "sözedildi. Bu konulardaki görüşlerinizi öğrenebilir miyim?..
- BAYAR, Tek Parti (CHP) Döneminden geliyordu!. Kendisinin kişisel plandaki Dînî inançlarının ne olduğunu, ne düzeyde olduğunu ben bilemem. Esas itibariyle kimsenin-kini de çok fazla bilemeyiz! Bu bir bakıma, belki de bir yerde toplum hayatının önemli yerlerinde görev yapmış insanlar i«çin sözkonusu da değildir! Say m BAYAR'm Türkiyede 1950-6s0 arasındaki manevî, Dîni duyguların kazanmış olduğu serbestî karşısında TEPKİLERİ olduğu ifâde edilmiştir! Tabi bunların böyle olup - olmadığını araştırmak ve irdelemek bir Tarihçi için bir görevdir! Ancak sayın Bayar'ın geldiği şartlar göz önüne alınırsa bu tepkileri yadırgatıcı değildir.
Çünkü bu konularda, geceyle gündüz kadar 1950 öncesiyle '50 sonrası Türkiyesi birbirinden farklıdır! Netice itibariyle o dönemden gelen, 1950 öncesinde önemli sorumluluklar almış bir kişinin; belki kendisi o günkü iktidarın başı olarak, o günkü MUHALEFET kadar tedirgin olmasa da, belirli ölçüde bu değişimden dolayı, tedirginlik yaşayacağını ve bir TEPKİ duyabileceğini düşünmek çok fazla yanlış olmaz diye düşünüyorum. Ancak şunu da konuşmamın burasına oturtmak mecburiyetindeyim: Ben sizinle görüşürken iki yönüm var.. Belki belirli olayların - O Dönemi yaşamış biri olarak - 1. Derecede tanığıyım! Bunlar somut olaylardır. Bu konuda bildiklerimi ben her vesileyle TOPLUM'a açıklamaya ve tarih'e emanet etmeye çalıştım..
Ancak bunun dışında da belirli bir yaşa gelmiş, bu OLAYLAR'm içinde yaşamış ve daha sbraki dönemde yaşamış bir insan olarak; belki fikrime; YORUMUM'a da müracaat edilebilir!. Ben; bu "YORUM"la, "Tanıklığı" birbirinden ayırmak durumundayım. İkisini birbirine karıştırırsam, "yanlış bir şey" yapmış olduğumu düşünürüm!. Bu yolda benim 1. derecede tanıklık etmiş olduğum bir OLAY sözko-nusu değildir. Ama benim o devire ait izlenimim : BAYAR ve MENDERES'in "ortak" özellikleri olmaktan çok, birbirinden "FARKLI" özellikleri ağırlıkta olan iki mizaca sahip olduklarını bugün rahatlıkla ifâde edebilirim!. "Ama bu "mizaç ayrılığı" 10 veya 14 sene içerisinde "hangi somut olaylarla" kendisini hissettirmiştir, neler olup-neler bitmiştir?.." Bu konuda benim doğrudan doğruya atıfta bulunacağım bir OLAY olmuş olsaydı, sorunuzun cevabı mâhiyetinde burada, Onu da size sunmuş olurdum..
GERGER - Muhterem Menderes, dilerseniz biraz da şu "malum dizi"ye gelmek istiyorum.. Televizyon'da Dizi olarak gösterilen DEMIRKIRAT BELGESELİ denen programı, nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu Belgeselin "objektif" olduğuna, "Belgelere" ve sağlam delillere dayandığına inanıyor musunuz? Bu Belgesel ile hedeflenen neydi ve kamuoyuna ne gibi mesajlar verilmek istendi?..
AYDIN MENDERES - Ben bu belgesel'e belki biraz farklı biçimde yaklaşıyorum., O da şudur: Bu Belgesel; gerek Televizyon ve Radyo Tarihimiz açısından önemli bir olaydır, hem de toplumumuz açısından önemli bir olaydır!..
Türkiyenin KADERİ'ni değiştirmiş bir 14 YIL var! (1946-1960 arası.. ) Ve, aradan geçen 30-31 yıla rağmen, Demokrat Parti'nin hâtırasından kopmamış milyonlar ve milyonlarca insan var!... Ve, he an rahmetli MENDERES ve iki kader arkadaşı rahmetli ZORLU ve rahmetli POLATKAN için gözyaşı döken insanlar var!. Türkiye'nin bir takım "temel gerçekleri" vardır! MENDERES SEVGİSİ, bu Türkiye'nin temel gerçekleri arasında göz ardı edilemiyecek kadar büyük bir yer kaplar!.
Devlet; ya bunu (bu sevgiyi) 1960'tan sonra bastırmaya çalışmış, ya da buna tamamen kayıtsız kalmaya çalışmıştır!. Bu şartlar içerisinde Demokrat Parti'nin, lehinde olsun veya olmasın, maksatlı olsun veya olmasın bir DİZÎ'nin yapıla-rak,EKRANLAR'a getirilmiş olmasını ben olumlu bir "girişim" olarak değerlendiriyorum..
- Yani bu yolda, bu konuda bir ÇIĞIR mı açılmıştır?..
- Evet bir çığır açılmıştır!. Bu henüz 3-5 ay oldu.. (Yayın-lanalı..) İster istemez, bu Dizi; gerek KİTAP -Araştırma boyutunda gerekse bu tür TV Belgeselleri boyutunda olsun, çok yeni ve önemli araştırmaları da "tahrik" etmiş olacaktır.. Onların da "doğmasına" fırsat vermiş olacaktır!.. Ben bu yönüyle Demirkırat Dizisini olumlu buldum. Dizi'yi yapan insanların belirli tercihleri vardır!.. Onun ötesinde böyle bir Dizi, Türkiye'de ilk defa oynuyordu!. Bu DİZİ karşısında TRT'nin belki de DEVLET'in belirli tutumları oluşacaktı..
"sansür" konusunda, programla ilgili olarak!.. Netice itibariyle bu Belgesel çok büyük bir alâka gördü!,.
Yaşanan olaylar bilen-bilmeyen herkesin önüne serilmiş oldu.. Burada bu BELGESELİ eliştirmek durumunda olanlara bir görev düşmektedir. Kendi imkânlarıyla, GERÇEKLERin ne olduğu yolunda neşriyatta bulunmak!..
Ama ben bu DİZİ'yi olumlu bir ADIM olarak düşünüyorum. Müsvedde bile olsa.. Bu Dizi'yi yapanların da ellerin-»den geldiği kadar iyi niyetli olmaya çalıştıklarını ve bu yolda birşeyler yapmak istediklerini de gördük - yaşadık..
Bu tabi, bu DİZİ'de bir takım önemli ciddî eksikliklerin ve yorum hatalarının yapılmadığı anlamına gelmez! Ama şunu da kabul etmek gerekir ki, TÜRKİYE'de yeni bir şey yapılıyorsa; ona biraz hoşgörülü davranmamız gerekli, aksi takdirde hiçbir şey yapamayacak hâle geliriz ki bu da olumsuz bir durumdur!
- Aydın Bey izninizle ben bu Demirkırafla ilgili bir soru daha sormak istiyorum./'Bu Belgesel ile kamuoyuna ne gibi MESAJLAR verilmek istendi?." şeklindeki sorumu tekrarlıyorum!. Bir de "Demirkırat Programında" gerçekten o dönemleri bilen uzmanlar, araştırmacılar, işin ehli yer aldı mı?. Yoksa bir torpil mi geçildi yani bir tarafgirlik mi yapıldı?. (CHP lehine.) Mesela; İsmet İnönü Devrini Gazeteci olarak yaşamış, hatta Gazetesi GHP tarafından defalarca "haksız"ca kapatılmış bir muhterem araştırmacı olan Ziyad EBÜZZİYA bir kez bile konuşturulmazken, Millî Damat Toker, "Gazeteci" diye en fazla bir şekilde, defalarca konuşturuldu?. Yoksa Birand ve arkadaşları; ZİYAD Bey'i duymamışlar mıydı?. Bunun "Özel" bir anlamı mı vardı.. Ne dersiniz?.
- Şimdi bu DİZİ'nin belki birden fazla mesajı var.. O mesajları da Dizi içerisinde açıkça görüldü.. Bu noktaya sorunuz içerisinde geleceğim. Önce şunu belirteyim; ben bu DİZİ yayınlandığı vakitte bunu ifâde ettim. Hatta bu Dizi'yı yapanlara da bu görüşümü söyledim! DİZİ'nin bir temel YANLIŞLIĞI vardı: '50-'60 hatta 1946 -'60 DÖNEMİNİ; sadece iki Parti'nin ilişkileri mihveri etrafında -bu DİZİ- oluşturmuştu!. Halbuki siyasal hayat; toplumsal hayatın bir parçasıdır! "1950- '60 arasında; TÜRKİYE'de ne oldu, ne bitti, ne değişti?'' Bir takım siyasî mücâdeleler vardı, bu mücâdeleler Türkiyenin önüne bazı sıkıntılar da koydu!. "Ama acaba toplumun tamamı mı, bu SİYASI GERİLİM'd en sıkıntı içerisindeydi?!. Türkiye 1950 öncesine göre '60Tarda (27 Mayısta ve sonrasında) daha HÜR BİR TOPLUM muydu?,. Yoksa daha BASKI altında bir toplum muydu?. Türkiye'nin maddî hayâtında ne gibi değişiklikler olmuştur?. Ve bu değişikliklerin hangisi o dönemden ibaret kaldı?. Hangisi '60 sonrasında bütün olumsuz şartlara rağmen devam etti?." gibi, bu DONEM; geniş bir perspektiften, geniş bir açıyla ele alınmamıştır!.. Olaya sadece iki Parti (CHP-DP) arasındaki MÜCÂDELE etrafında bakılmıştır!.
Bu bir bakıma, DEMOKRAT PARTİ Belgeselinden çok, daha dâr anlamda Türkiye'de 1946-60 arasındaki siyasî faaliyetler kapsamında düşünülebilecek bir DİZİ olarak ortaya çıkmıştı!.. Ve bu yapılırken de söylediğiniz gibi TELEVİZYON1 ela bu DİZİ'de konuşanlar bana GÖRE ÇOK CİDDÎ bir SEÇİM SONUCUNDA ortaya çıkmadılar!. Bu konudaki ELEŞTİRİLER doğrudur!. O dönemi; hem BASIN'dan, sizin ismini verdiğiniz gibi yakından bilenler vardı.. Daha niceleri vardı.. Hem Demokrat Parti Döneminde; bugün hayatta olan birçok insan vardı ki, daha aydınlatıcı, daha faydalı, farklı bilgileri zannediyorum bu BELGESEL'de ortaya koyabilirlerdi!,.
Bu eleştirilerinizde haklısınız..
“YASSIADALARIN, DARBELERİN OLMAMASI İÇİN, TÜRKİYE DEMOKRASİDEN, İNSAN HAKLARINDAN VE ÖZGÜRLÜKLERDEN TAVİZ VERMEMELİDİR!” Sayfa 3'te
“YASSIADALARIN, DARBELERİN OLMAMASI İÇİN, TÜRKİYE DEMOKRASİDEN, İNSAN HAKLARINDAN VE ÖZGÜRLÜKLERDEN TAVİZ VERMEMELİDİR!”
Menderes... Hizmet... ve Darağaçları!..
- Ne gibi mesajlar verilmek istendi Demirkırat'ta?.
- Mesaj, (verilmek istenen mesajlardan birisi;) Çok Partili siyâsî hayata geçişte -o günkü yönetimin-âdeta toplum Demokratik bir hak beklemezken, ondan önce davranarak Türk Milletine bir DEMOKRASİ verdiğidir!,. Ama temas ettik, bu tür mesajlar YANLIŞTIR! İkincisi 1950-1960 arası yoğun ve gergin bir siyâset ortamının yaşandığı ortaya konulmuş, belirli oranda İKTİDAR da, MUHALEFET de tenkitedilmiştir.. "Burada denge kurulmuş mudur? Onun üzerinde durmuyorum..
DİZİ'nin (toplumun benimsediği, arzuladığı) mesajı ise "ne olursa olsun SİYÂSÎ HAYATIMIZ, ASKERÎ MÜDAHALELERLE kesilmesin"! Milletin seçtikleri, Askerî darelerle işbaşından uzaklaştırılmasın!.. Ve Millet reyiyle işbaşına gelmiş insanlar; Millete hizmet etmiş insanlar; itilmesin kakılmasın, DARAĞAÇLARINA gönderilmesin!.. Türkiye böyle faciaları böyle büyük acıları bir daha yaşamasın!” şeklinde ortaya çıkmıştır ki, tabi bu yönüyle, bu noktadatoplumumuzun bir İTTİFAK kurmuş olmasını, büyük birmemnuniyetle karşılamak gerekiyor!.
Gerçekten bu konuda, Türkiye için benim de temennim "böyle acıları ALLAH bir daha yaşatmasın!" şeklinde olacaktır..
- Muhterem Aydın Menderes, şimdi soracağım soruya kısmen cevaplar verdiniz konuşmanızda!. Ancak daha net ve toplu bir cevap vermeniz için soruyorum: CHP ve İnönü ile DP ve merhum MENDERES arasında nasıl bir mücâdele vardı?. Bu mücâdelenin siyasî, ekonomik, fikri vesosyo-kültürel boyutları ya da kökleri var mıydı?. Varsa nelerdi?. Bu konudaki görüşlerinizi - özetle - öğrenebilir miyim?.
- Türkiyede Cumhuriyet Halk Partisi 1949'lardan sonra, her şeye rağmen bir seçimi kendisinin kazanacağını varsayıyordu! Kazanmasa bile işbaşına gelecek Demokrat Parti iktidarının başarılı olamayacağını, kısa sürede ayağının tökezleyeceğini ve bu sefer çok büyük bir teveccühle, Milletin CHP'ye döneceğine adeta bir îman mertebesinde inanmışlardı!..
Halbuki 14 Mayıs 1950'den sonra böyle bir tablo ortaya çıkmadı.. Kuruluşundan itibaren halkla bütünleşmiş adeta halkın yönetime kadar yükselen bir uzantısı olan Demokrat Parti; 1950'den sonraki dizi İCRAATLARIYLA-bunlara daha önce değindim.. - bu kapsamdaki icraatıyla çok geniş ve yoğun bir HALK DESTEĞİ elde etmişti.. CHP; Türkiye'yi 1920,1930'lardaki gibi düşünüyor, DP ise Türkiye'yi 2000'li yıllara taşımanın gayreti ve endîşesi içerisinde yaşıyordu!.
CHP; o gün, "gelişmeye ve yeniliğe karşı" tutucu bir zihniyetin en belirgin ifâdesi halindeydi!. 1950'de iktidarı elinden kaçırmış bulunan Devlet Kadroları; bir başka ifadeyle ASKER ve SİVİL BÜROKRASİ'nin değişen Türkiye karşısındaki direnişini temsil ediyordu!. Onun için bir "çatışma" kaçınılmazdı!.. CHP; seçim'le işbaşına gelmeyi, "ister gözükmüş" ama hesabını; seçimle işbaşına gelemeyecek şekilde yapmış, Demokrat Parti'nin sahip olduğu "geniş desteği" görmezlikten gelmemiş. (MENDERES SEVGİSİ'ni görmezlikten gelmemiş) ve Türkiye'yi bir SEÇİM'den çok bir ASKERÎ MÜDAHALE'ye götürmek için (CHP); o dönemdeki muhalefetini oluşturmuştur!..
Bu da az önce ifade etmeye çalıştığım bu "çatışma ortamını" büsbütün ısıtmıştır!.. Burada Demokrat Parti de; karşılaştığı bu oyunu bozabilecek çâreyi de geliştirememiştir!
Bu oyunu bozamamıştır! Bunu da burada ifâde etmiş olayım. Neticede Türkiye 27 Mayıs 1960 noktasına gelmiş, ama 1960'tan sonra geçip "30 yıl"a baktığımız vakit, bugün Türkiye'de "27 Mayıs" yoktur, 27 Mayısın getirdiği Anayasa yoktur. 27 Mayıs'ın kadroları yoktur. Hatta 27 Mayısla o gün bütünleşmiş olan CHP yoktur! Ama Demokrat Partinin yaptıkları ve söyledikleri bugün Türkiye'de vardır. Ve DP ve MENDERES hâtıraları en taze, en canlı bir şekilde ve milletimizin her vakit sinesinde taze bir ÇİÇEK gibi yaşatılacak şekilde günümüze kadar da ulaşmıştır!..
- Bir de kamuoyunda ''Atatürk'ü Koruma Kanunu" olarak bilinen 5816 sayılı Atatürk hakkındaki Kanun, malumunuz - DP iktidarı zamanında zannedersem Temmuz 1951'de çıkarılıyor.. Bu Kanunun çıkarılma gerekçesi amacı konusunda neler söyleyeceksiniz?. Böyle bir kanunun bugün - gerekliliğine inanıyor musunuz?. Bu kanun Demokratiklikle ve DP'nin Demokrasi iddiasıyla bağdaşıyor mu?.
- Şunu söyleyeyim.. 1950 Hükümet Programında DEMOKRAT PARTİ; İnkılaplar'ın tutanları var, tutmayanları var!. Tutmayanları, bundan sonra benimsemek gibi bir görevi olmayacaktır.Bunda ısrarlı olmayacaktır.Tutanlar ise zaten demokratik bir kabul görmüş anlamına gelir.
1920-1950 Dönemi için "siyaset sahnesinde söylenmiş, hâla (aradan 40 yıl geçmesine rağmen) en cüretkâr sözlerdir bunlar!.
İkinci noktaya geliyorum; ATATÜRK hakkındaki Kanunu DP'nin "Atatürk'ü Koruma altına almak" gibi daramaçla yani "Atatürk hiç tartışılmasın" diye değil, Atatürk netice itibariyle birtakım provokasyonlar neticesinde (tahrikler neticesinde) küçültülecek, belki hakaretamiz sözler söylenecek ve bunun neticesinde de Türkiyede'ki belirli güçler harekete geçecek, böyle bir oyunu bozmak, böyle bir OYUN'a fırsat vermemek için çıkarmış olduğuna inanıyorum..
Ve eğer "O Kanunun" müzâkeresi; Meclis (TBMM) Zabıtlarından okunacak olursa, Devrin başvekili merhum MENDERES: "Bu Kanunun amacının, Tenkit hürriyetini ortadan kaldırmak olmadığını, hatta Atatürk demokratik inkılâbı gerçekleştirmediği için O'nu tenkîd edeceklerin başında kendisinin geleceğini söylemek suretiyle.." zannediyorum bu amaç da belirtilmiştir.
O Kanun; bugün için ANTİ-DEMOKRATIK bir Kanundur! O gün için de şu ortaya koymaya çalıştığım maslahatın dışında düşünecek olursak; o gün için de Demokratik bir Kanun değildir!..
Ama o gün için belki bir takım insanların istemeden ÂLET olabilecekleri bir fitne kapısını kapatmak gibi bir amacı vardı.. Bugün artık bu yönü üzerinde de duramayız!.. Türkiye o günlere nazaran, bugün daha DEMOKRATİKLEŞTİĞİ iddiâsındaysa; bu KANUNU KALDIRMAK suretiyle bunu belgelemelidir! Sadece bununla da kalmamalı, T.C. Devleti artıkideoloji kabul ettiren bir Devletten, her türlü ideolojinin ifade edilmesine serbestçe imkân ve fırsat veren modern demokratik bir DEVLET Anlayışına da geçmelidir! Bu geçişin de önemli bir dönemeç noktasını bu Kanunun Kaldırılması teşkil edecektir!.
CHP, İnönü ve "27 Mayıs İhtilali!..
- Peki 27 MAYIS 1960 ihtilâline nasıl gelindi?. Bu konuda benim bizzat görüştüğüm DP'liler - özellikle - çok farklı görüşler öne sürdüler!. Demirkırat Dizisinden edindiğim izlenim: "Kamuoyuna, İsmet Paşa (İnönü)'nm ihti-lal'de hiçbir rolünün olmadığı mesajı verilmek istendi../' İnönü'nün ihtilale ve DP'lilere ilişkin sözlerini burada tekrarlamayayım çünkü vakit çok dar!. Siz, İNÖNÜ'nün İHTİLAL'deki rolü konusunda ne düşünüyorsunuz?.
- Türkiye'de - o zaman - dördüncü SEÇİMİ de Demokrat Parti kazanırdı. 27 Mayıs olmasaydı, 1960 veya 1961'de seçim yapılmış olsaydı, o seçimi de DP kazanırdı!.. Eğer "4. Seçimi" de Demokrat Parti kazanamayacak olsa Türkiye'de 27 Mayıs da olmazdı!. Az önce ifâde etmeye çalıştım: CHP; sandığı ve SEÇİMİ esas alan bir ÇÖZÜM düşünmemiş, OLAYLARI tırmandırarak; bir "Askerî Müdahale'yi" devreye sokabilecek bir vasatın oluşmasına yardımcı olmuştur!..
27 MAYISLA, Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP'nin) organik bağı nedir?. İsmet Paşa'nm 27 Mayıs'la Organik Bağları nedir?. Onu bilemem... Ama genel "manzara" budur!.
Bir Askerî Müdahale'yi CHP, kendi aleyhine kabul etmemiştir! Önemli olan da budur! Eğer İKTİDAR ve MUHALEFET; "Askerî Müdahalenin" olmaması noktasında İTTİFAK içerisinde olamıyorlarsa, o zaman ortaya TOPAL, KÖR, çolak bir DEMOKRASİ çıkar!. Bir tarafı iyi, bir tarafı kötü bir Demokrasi çıkar!. İşte Türkiye'nin 1950-1960 arası yaşamış olduğu TEMEL ÇIKMAZ da budur!.
Bir "Askerî Müdahale'yi" CHP; - o zaman - en azından kendi aleyhine kabul etmemiştir!. Ve, -"ya bu İKTİDARI bana gönülleriyle bıraksınlar, ya da Askere bıraksınlar!.” şeklinde bir düşünce, netice itibariyle hakim olmuştur CHP'ye!.. Görünen manzara budur!.. Ama, yine aynı noktaya dönüyorum: "Demokrat Parti de bu OYUNU çözememiş, bu OYUNU çözebilecek, mukâbil bir siyaseti zaman içerisinde üretememiştir! Bu DP'nin mazlum ve MAĞDUR olması niteliğini değiştirmez! Demokrat Parti kendi umdelerine, kendi inancına bağlı kaldığı için, MİLLET'in kendisine vermiş olduğu emânete bağlı kaldığı için (buna ihanet etmediği için) bir yerde; "27 MAYIS Darbesiyle" karşı karşıya kaldı!.. Bu gerçek değişmez..
Ama acaba Siyasî yönde neler yapılabilir?. Ve böyle bir kendi etrafındaki KUŞATMA HAREKETİ'ni, Demokrat Parti nasıl yarabilir, nasıl çözebilirdi?.Siyâsî mânada neler yapması gerekirdi?. "Bunlar tabi ayrı bir "tartışma" konusudur.. Bunu sadece belirtmekle yetineceğim. Olayın tabi böyle bir boyutu vardır!. Maksadım Ona ayrıca işaret etmektir...
- DARBE ile ilgili bir sorum daha var sayın MENDERES.. O da şu; "27 Mayıs İhtilâlini" destekleyip, idamlara fetva verebilen o dönemdeki Profların bu tavırlarını nasıl buluyorsunuz?. Rusya'da bile halk DARBECİLER'e karşı çıkıp-Darbeyi akamete uğratırken Türkiye'de AYDIN, ilerici, çağdaş, bilimsel ve Demokrat geçinen çevrelerin DARBECİ kesilmesini ahlâkî, kültürel, hukukî ve Demokratik açılardan nasıl değerlendirmektesiniz?.
27 Mayıs Darbesi ve Türkiye'nin "Darbeci" Aydınları!..
- Türkiye'de "Aydınlarımız" o dönemde sıkı sıkıya devletin kadroları içerisinde yer almış ve devletin değerleriyle bütünleşmiş insanlardı!. Halk'la - Millet'le bütünleşmiş aydınımıza (ister sağdan, ister soldan olsun) daha yeni yeni kavuşuyoruz!. Tabi umuyoruz ki bundan sonra Aydınlarımız hep Milletle beraber ve Milletin içinden çıkmış kimseler olacaklardır.. Devletçi bir çizgide bulunmayacaklardır.. Bunu umuyoruz.. Ve bunun işaretlerini görmekten de memnunuz! Ama O dönemdekiaydın kadroların özelliği de buydu!. Ve tabi bu da Türkiye adına büyük bir şanssızlıktır!. Aydınlar genellikle Devletin yanında değil, halkın yanında yer alırlar ve böyle bir özellikte olup-böyle bir fonksiyonu yerine getirirler.
Ama bizde (Türkiye'de) bu, tamamen farklı olmuştur!. Bu da tabi ''Türk düşünce ve siyaset hayatı adına" söylemek gerekir ki bir KAYIP olmuştur!.. Ama Türkiye'de aydınlar, bu noktada da takılıp - kalmamışlar, geçtiğimiz 30-40 yıl içerisinde bence ciddî - önemli değişiklikler olmuştur. Bunu da kaydedelim.. İşte bu değişiklik yönünde, ben aydınlarımızın ve fikir hayatımızın da gelişeceğine inanıyorum.. Ve bunu bekliyorum..
Yassıada'daki Zulümler, Tamamen İnsanlık Dışıdır!
- Gelelim YASSIADA'ya!.. Yassıada'da DPlilere yapılan İŞKENCELER'in; Demirkırat Belgeselinde (TV'de) ye-ralmamasının ya da üstünkörü geçilmesinin arka-planında ne vardır?. Başta babanız Merhum MENDERES'e ve DP'lilere yapılan işkenceleri; insanî, hukukî, ahlâkî ve Demokratik açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?..
- Evet, tamamen İNSANLIK DIŞIDIR!. Sadece O insanlar, o acıları çektiler diye değil, (ki o insanlar içerisinde çeşitli düzeylerde benim şahsen yakınlarım vardır) sadece bu duygunun tesiri altında söylemiyorum, keşke bunlar toplum hayatında; hiç YAŞAMADIĞIMIZ OLAYLAR OLSAYDI!.
Türk Tarihi "27 Mayıs'larla, Yassıada'larla, İmralı'larla zenginleşmemiştir!. Ve, Türk Milleti hiçbir şey kazanmamıştır!. Bunun sorumlusu da; "27 Mayıs ve ondan sonra ortaya çıkan 27 Mayıs'la ilgili şartlardır!" Netice itibariyle, şunu belirteyim ki, normal hayatı bir Askerî müdahaleyle noktalarsanız; ortaya denetimsiz bir dönem çıkar ve o denetimsin dönemlerde; toplumlar için ileride kabul edilemiyecek; son derece ıstırap - üzüntü verecek; her insanın şiddetle reddedeceği durumlar çıkar!.. Bunu şunun için ifade ediyorum: Türkiye ne yapıp-yapıp, bundan sonraki dönemde de kendi normal hayatını kendi işleyişi içinde tutmaya gayret etmelidir ki insanlık onurunun çiğnendiği birtakım dönemler, tekrar ortaya çıkmasın!..
Basın'ın ve "Akis'in" Yassıada'daki Rolü?
- Tabi bu bir araştırma konusudur! O dönem içerisinde ben Bir de şu meşhur "AKİS" Dergisi'nin idamlardaki rolü, etkisi nasıl olmuştur?. Çünkü ben "Yassıada Mahkemeleri gerek devam ederken, gerekse CHP-DP Mücadelesinde; açık bir biçimde CHP ve İsmet Paşa yanlısı bir yayın yaptığını" Kütüphanelerdeki eski kolleksiyonlarma bakarken - açıkça gördüm!. Siz bu konuda, gerek AKİS'in gerekse öteki Basın'ın "27 Mayıs ve Yassıadadaki" rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?.
- Tabi bu bir araştırma konusudur.O dönem içerisinde ben tekrar dönüp -"AKİS ne yapmıştır?" diye bakmadım.. Onun için bu konuda etkisi vardır - yoktur gibi bir sözü söylemek durumunda değilim. Dediğim gibi, bu bir İNCELEME konusudur! Ben ayrıca "şu yada bu Basın'ın rolü ne olmuştur?" diye dönüp - bakmadım;. Bunu açıkça ifâde etmek gerekiyor.. Çünkü olup - bitenlerde yer alanlar adına, OLUMLU bir TABLO değildir!.. Ortaya çıkan neticeden Türk Milleti memnun kalmamıştır!.
Netice itibariyle, bence önemli olan; "bunları - "Yassıada'yı idamları" - Türkiye yaşamalımıydı, yaşamamalımıydı?. Türkiye'de; yaşamamalı gerektiği noktasında bir İTTİFAK meydana gelmiştir!.
Bence önemli olan da budur,
- Sayın MENDERES, Televizyondaki "Demirkırat Açıkoturumunda", konuşmacılar; "Bir Belgeselle kalınmamalı, bir çiçekle bahar gelmez!." Şeklinde temennilerde bulunuyorlardı.. Sorum şu: Öyleyse, NEDEN, bütün yönleriyle bir "Atatürk Devri Belgeseli, bir İsmet, İnönü Devri - CHP(Tek Parti) Belgeseli bir İstiklâl Mahkemeleri Belgeseli, bir inkılaplar nasıl topluma yerleştirildi Belgeselleri yapılmaz veya yapılmamaktadır?. Bu konudaki düşünce ve tenkidleriniz nelerdir?.
- Yapılması, tabi mutlaka gerekir! Yapılması gerekir çünkü, kendisini eleştirmeyen Devlet de eksik Devlettir!..
- Aydın Bey, Türkiye'de "yakın Tarihin" bütün yönleriyle Belgelere dayanılarak ortaya çıkarıldığına ve öğretildiğine inanıyor musunuz? Yoksa gerçek Tarih" ve Tarihi-siyasi hadiseler hala bir tabu ve hala "Resmi İdeolojinin" sansüründe mi?..
Toplum, Resmî İdeoloji'nin "Tarihine Teslim Olmamalı!..
- Türkiye'de "Tarih Eğitimi" yanlı-taraflıdır!. Ve, Devletin dışında, Türkiye'de bir BİLİMSEL bağımsızlık da yok
tur! Bunlar tabi, bizim toplumumuz adına eksikliklerdir! Fakat bu yolda yapılmış çalışmalar var..
Bu çalışmaların bir kısmı ise, kendi tercihleri itibariyle Türkiye'de 1920Terden sonra yapılanlara ters düşmeyen o hayat felsefesini de benimsemiş insanlar arasından da gelen (bu yolda yapılan) aydınlatıcı çalışmalar var...
İnsan merakını hiçbir şey yenemez! Hiçbir şey insan merakını baskı altında tutamaz!. İnsan merakı elbette ki "göç-misine" de yönelecektir! Onun için ben bu durumu, geçici bir durum olarak görüyorum.. Ama Türk Toplumlu adına da şunu, insan özlüyor; Devlet, işte böyle bir noktada, (artık bütün dünyada çok farklı rüzgarların estiği bir dönemde) belirli konularda daha Demokratik davranabilmek alışkanlığını, bir takım başka şartları beklemeden, kendisi bir adım atarak kazanması inanıyorum ki Türk Toplumu için çok faydalı olacaktır! Ve doğru bir adım olacağını düşünüyorum. Netice itibariyle esasında "Resmi İdeoloji"-Resmi tarih, ne olursa olsun, toplum, kendisini - bilinmelidir ki -sadece bu kaynaktan beslemez!. Sadece bunları doğru kabul ederek bir ömrünü bu şekilde tüketmez!
Türkiye-ABD İlişkileri ve Menderes'in Dış Politika Anlayışı
- Aydın Bey, benim çokça tartışılan bir sorum var!. Ö da şu; babanız merhum MENDERES hakkında; DIŞ POLİTİKA açısından yapılan bir eleştiri var: İşte diyorlar ki; - "Menderes Amerikancıydı!. Dış politikamızı Amerikanın güdümüne soktu v.s. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?. Bizi aydınlatır mısınız?.
- Türkiye (1946 sonrasında) Harp bitmiş, Kars-Ardahan, o zamanlar Stalin tarafından istenmiş, SOVYETLER; Doğu Avrupa'yı yutuyorlar!..
Bu şartlar içerisindeydi.. O dönemde Türkiye SOVYET TEHDİDİNİ görmezlikten gelemezdi!. Bunun için, Sovyet Tehdidi karşısında oluşan ittifaklarda, yer alarak kendi "güvenliğini" sağlamayı düşünecekti Türkiye!.
Ayrıca, Türkiye'nin tarihine bakacak olursak, Türkiye (Osmanlı İmparatorluğu) sadece, "Çarlık Rusyasızdan" zarar görmemiştir. Bu günkü BATILI GÜÇLER'den de ZARAR görmüştür!. Türkiye'nin NATO'da yeralmasmm bir amacı da; bir MASA etrafında eşit şartlarda, hep galip (alacaklı) diye oturmuş, bu DÜVEL-Î MUAZZAMA (Büyük Devletler) ile eşit şartlarda bu defa oturmayı gerçekleştirdi. Tercihini bu noktada yapmıştır.. Bu tercihin doğurmuş olduğu birtakım vecibeleri de yerine getirmiştir. Ancak "Demokrat Parti" gerek yürüttüğü EKONOMİK politikaları, gerekse siyasi politikaları itibarı ile ve gerekse Türk Toplumundaki tercihleri itibariyle BATI'nm bir UZANTISI OLMAMIŞ, BATIYLA BÜTÜNLEŞMEMİŞ, hatta bir yerde Batıyla ÇATIŞMIŞTIR!.
Esas itibariyle o döneme bakılacak olursa, Türkiye'deki DP Aleyhtarı neşriyatın simetriğini (aynısını) BBC'nin yayınından, Ingiltere'sinden AMERİKA'sına kadar görmek ve adeta o muhalefet noktalarında da enteresan BENZERLİKLER tesbit etmek mümkündür!. Ayrıca Demokrat Parti, kesinlikle; ORTADOĞU Politikasnı; belirli bir Batılı gücün uzantısı olmak için yürütmemiş, TÜRKİYE manevi ve maddi "Bağları" (bulunan bu bölgede varlığını duyurabilmek) için yaklaşmıştır. Bir bakıma bunu DP'nin, Türkiye'nin yapabilmesi için belirli bir KILIF'a (organizasyona) ihtiyacı vardı. Yani o gün mevcut şartları değerlendirmesi gerekiyordu!. O gün için de mevcut şartlar buydu!.
Bir bakıma DP Dönemi; bütün DIŞ POLİTİKA itibariyle; "Yurtta Sulh, Cihan'da Sulh!" gibi, tutucu bir dış politikanın dışına çıkmış, Ortadoğu'da belirli arayışlar içerisinde olmuş, bu arayışlarını yeknesak bir Coğrafya üzerinde yeniden birtakım yakm-sıcak bağların ihyası şeklinde düşünmüş, ve aynı zamanda Türkiye'ninn öteki "Milli Meselelerini" çok dikkatli bir şekilde takib etmiş ve neticede KIBRIS Konusu da 1959'da herkesin bildiği gibi; çok olumlu bir şekilde çözülmüştür ki, DP Döneminin İç ve Dış Politikasının başarısının da çok ciddi bir göstergesidir! Ve o zamanlar DP ile Türkiye'nin kazandığı bu ağırlık ve güç Batı için memnuniyet verici olmamış, "ürkütücü" olmuştur! Ve böylece bir bakıma 1950-60 arası Türkiye'nin Dış Politika siyasetinin, dış dinamikleri de mevcut İKTİDAR lehine değil, aleyhine bir şekilde - böylece - oluşmuştur!
DEMOKRAT PARTİ Batı ittifakına girmekle bazı avantajlar sağlanmıştır.. Ama Türkiye'de birçok gerçek "çarpıtıldığı" gibi, o dönemde de bazı şeyler çarpıtılmıştır, zamanla da farklı yorumlanabilmiştir.. Bence "bağımsız" bir dönemdir!. Ayrıca DP Dış Politikada farklı bir tutum izlemiştir.. Bunlardan bir tanesini ben burada nakletmek istiyorum!.
1954 sonrasmda AMERİKA gezisinde devrin Başvekili (Başbakan) Adnan MENDERES'e, Eisenhover ile görüşmesinde; "Devalüasyon konusunun" gündeme getirileceği söylendiği vakit; MENDERES: - "Bu konu bizim içişlerimize müdahaledir!. Bunu ben kesinlikle görüşmem! Eğer böyle kesin görüşme gibi bir niyetleri varsa, bir uçak bulun, ben TÜRKİYE'ye döneceğim!., demiştir.. Ve işte, Türkiye bu şartlar içerisinde ilişkilerini geliştirmiştir.
-
ekrem kehribar 12 yıl önce Şikayet Etaydın menderesin. sözüne inanmam çünkü pazara kadar değil mezara kadar sözü yalan çıktı.Beğen Toplam 2 beğeni
-
Muhammet Ali 12 yıl önce Şikayet Etteşekkür. merhum başbakanımız adnan menderese allah'tan rahmet diliyorum. yazar m.emin gerger'e ve haber 7'ye teşekkür ederim.Beğen Toplam 3 beğeni