Ağlayan çocuğun sırrı

Ağlayan çocuk resmi 1978'de yayın hayatına atılan 'Sızıntı'nın kapağında kalmadı. Ülkenin dört bir yanına dağıldı, hemen her mekana asıldı. Etkisini bugün dahi sürdürüyor...

Ağlayan çocuğun sırrı
Ağlayan çocuğun sırrı
GİRİŞ 29.12.2004 10:14 GÜNCELLEME 29.12.2004 10:14

Fethullah Gülen 1970'lerde klasik Nurcular'dan ayrılmaya, kendi cemaatini kurmaya başladı. Bunun sonuçlarından biri 1978'de 'Ağlayan Çocuk' kapağıyla piyasaya çıkan ve büyük ilgi gören 'Sızıntı' dergisiydi.

Gündemden düşmeyen bir resim
Ağlayan çocuk resmi 1978'in şubat ayında yayın hayatına atılan 'Sızıntı'nın kapağında kalmadı. Ülkenin dört bir yanına dağıldı. Minibüslerin, otobüslerin arkasına poster olarak asıldı. Etkisini bugün dahi sürdürüyor. Mesela Şubat 2001'de Fazilet Partisi Şişli örgütü bu resmi duyurularında kullandı. Galiba Türk halkının ikircikli duyguları bu resimde kristalize oluyor.

Dizinin dünkü bölümünde Fethullah Gülen'i 1960'ların sonlarında İzmir'de bırakmıştık. Hoca, Ege halkının dine karşı ilgisizliğinden şikayet ediyordu. Bu yakınmada kendi açısından haklı olabilir. Ancak İzmir yılları aynı zamanda onun dini-toplumsal- siyasal arenada ortaya çıkış dönemidir. Hatırlarsanız, 'klasik' Nurcu cemaatin geçirdiği evrelerden söz ederken... Yani 1960'lardan, 70'- lerden bahsederken, 'Bu yıllara tekrar dönüp Gülen'in neler yaptığını göreceğiz' demiştik. Nurcular ortanın sağındaki tüm partilerin iştahını kabartan bir gruptu. Demokrat Parti'nin devamı saydıkları Adalet Partisi'ne oy veriyorlardı. Ama mesela katı Türkçülük'ten uzaklaşan, siyasi ideolojisine İslami temaları da ekleyen Milliyetçi Hareket Partisi de Nurcular'ın oylarına talip olmuştu. Bu arada Milli Nizam Partisi'nin kuruluş çalışmaları da sürüyordu.

KASETLE YAYILAN VAAZLAR

Bunlar olurken Fethullah Gülen; yakın arkadaşları Mehmet Birlik ve Mehmet Metin ile faaliyetlerini sürdürüyordu: Eskiden 'medrese' denilen, artık 'dershane' adı verilen bir örgütlenmeyle 'talebe' yetiştiriyorlardı. Bu dönem aynı zamanda yeni bir 'iletişim aracının' ortaya çıkmasına sahne olmuştu: Kaset teknolojisi gelişmiş ve ucuzlamıştı. Mesela 1969 yılı arabesk müziğin patlamasına şahit olmuştu. Önce Orhan Gencebay, ardından Ferdi Tayfur büyük kent varoşlarının hissiyatını dile getirmeye başlamışlardı. Kaset plağa göre çok daha pratik ve ucuzdu. Desoto, Buick marka dolmuşlarda 45'lik plak çalan cihazlar vardı. Kent merkezinden varoşlara yolcu taşıyan minibüslerde ise teypler...

MHP'LİLERE SAHİP ÇIKTI

Bu yeni teknolojiden İslami gruplar da yararlanıyordu. Bunlar arasında Fethullah Gülen de vardı. Onun çevresinde toplananlar Hoca'nın vaazlarını kasete çekiyor ve çoğaltıp dağıtıyordu. İşte Fethullah Gülen ilk çıkışını böyle bir ortamda yaptı. Sadece 'dindarlığı zayıf' İzmir ve çevresinde 'yeni kentliler'den oluşan Müslüman kulaklar bulmakla kalmadı... Aynı zamanda siyasi tavırlar koymaya da başladı: Klasik Nurcular'dan Zübeyir Gündüzalp ile Avukat Bekir Berk, Alpaslan Türkeş'i eleştiren bir broşür bastırıp dağıttıklarında... Fethullah Hoca bu davranışı eleştirdi. Üstelik bu konuda yalnız değildi; klasik Nur cemaatinin içinde de, Abdullah Yeğin, Bayram Yüksel, Said Özdemir gibi onun fikrinde olanlar vardı.

YENİ BİR CEMAATİN DOĞUŞU

Ancak klasik Nurcular'la Gülen'in arasına kara kedi girmişti. İzmir'e gittiklerinde, derslerinde Risale- i Nur okumasına rağmen Fethullah Hoca'ya uğramamaya başladılar. Gülen hakkında 'Nurculuğun dışında bir akım oluşturuyor' iddiası ilk kez bu dönemde ortaya çıktı. Derken Silahlı Kuvvetler 12 Mart 1971'de bir 'Muhtıra' verdi. Yani 'buçuklu' bir darbe yapıldı. Süleyman Demirel iktidarı bıraktı. Ordunun güdümünde sivil bir hükümet kuruldu. 12 Mart yönetimi hemen 'hücuma' geçti. Öncelikli hedef solculardı. Hem devletteki, hem de sokaktaki solcular tutuklandı. İstanbul Erenköy'deki Milli İstihbarat Teşkilatı'na ait Ziverbey Köşkü bir işkence merkezine dönüştürüldü. Dönemin solcu aydınlarına burada çok eziyet edildi. En hafif uygulama uyumayı engellemekti. Falaka, elektrik verme, kerpetenle tırnakları çekme gibi işkencelerle solcular itirafa zorlandı.

CEZAEVİNDE YEDİ AY

'Öncelikli hedef' olmasalar da, solcular kadar acı çekmeseler de sağcılar bu dönemde 'paylarına düşeni' aldı. 12 Mart cuntası kamuoyunun desteğini yitirmemek için 'sureti haktan' görünmek istiyordu. Nisan 1971'de Fethullah Gülen, İzmir Güzelyalı'daki evine geldiğinde içeride emniyet görevlileri vardı. Sanki hırsız girmiş gibi bütün ev darmadağındı. Görevliler Gülen'i görünce, 'Hoş geldin' deyip aramayı sürdürdüler. İşleri bitince de Hoca'yı alıp götürdüler. Merkeze vardığında Şaban Düz, Harun Reşid Tüylü ve Mustafa Birlik ile karşılaştı. İrtica suçlamasıyla yedi ay boyunca tutuklu kaldı. Sonunda salıverildi.

1970'lerde kamp kurmak modaydı

Solcuların, ülkücülerin kamp kurarak 'silahlı' eğitim yaptığı dönemde Gülen de 'silahsız' yaz kampı düzenledi.

Kasım 1971'de cezaevinden çıkan Fethullah Gülen tekrar göreve başlamak için Diyanet'e başvurdu. Ancak askerler onun İzmir'de kalmasını istemedikleri için Şubat 1972'- de merkez vaizi olarak Edremit'e atandı. İki yılı aşkın bir süre Edremit'te çalıştıktan sonra bu kez Manisa'da görevlendirildi. Onun aklı ise bir zamanlar çekine çekine gittiği İzmir'- de kalmıştı. Çünkü hem en yakın çevresi İzmir'- deydi, hem de burada dine duyarlı bir damar, bir kitle yakalamıştı. O arada 1973 seçimleri yapıldı. Fethullah Gülen, Milli Selamet Partisi'ne oy vermişti. Bu sebeple MSP'liler Gülen'e sempati duyuyordu. Tabii burada önemli bir nokta daha vardı: Gülen, İslami çevrede Yeni Asya grubuna dahil sanılıyordu. Yeni Asya ise AP'yi destekliyordu. Gülen'in MSP'ye oy vermesi burada bir çatlak oluştuğunu gösteriyordu. Zaten MSP'nin kendi iktidar programı dışında bir 'misyonu' daha vardı: Oyları bölerek Demirel'e engel olmak. 12 Mart'tan sonra sağlık sorunlarını bahane ederek İsviçre'ye giden Erbakan, askerlerin verdiği teminatla ülkeye dönmüştü: 'Gel, partini kur, sana dokunmayacağız ama bizimle didişme.'

YAZ KAMPINA BASKIN

1974 Fethullah Gülen için kötü bir yıl oldu. Çünkü babası Ramiz Efendi Erzurum'da vefat etmişti. Halbuki daha bir hafta önce oradaydı. Son dakikalarında babasının yanında olamadığı için vicdan azabı çekti. Bu yılların ön önemli olaylarından biri Edremit'te ve İzmir Kemalpaşa'da kurduğu yaz kamplarıydı. 13-15 yaşlarındaki 'talebeler' bu kamplarda ders görüyordu. 1975'te emniyetgüçleri Edremit kampına baskın düzenledi.Bu olay daha sonra Gülen'i yerden yere vuranlar tarafından defalarca gündeme getirildi. Aslında bu kampların evlerde ya da cami civarındaki 'dershaneler'den farkı yoktu. Her ikisinde de Nur risaleleri okutuluyor, dini bilgiler öğretiliyordu. Tek fark birinin 'kent'te, diğerinin 'doğa'da olmasıydı.

YENİ ASYA'DAN KOPUŞ

Ayrıca 1970'li yıllar aynı zamanda 'kamp' dönemiydi. Ülkücüler yaylalarda 'komando kampları' kurup silahlı talim yapıyordu. Solcular ise 'kır gerillası' planları geliştirip Filistin kamplarında eğitim alıyordu. Gülen'in kamplarında elbette rejim İslami açıdan eleştiriliyordu ama diğerlerinden önemli bir farkı vardı: Silah yoktu. Kamp olayı Yeni Asya gazetesinde haber olmuştu: 'Nurcu kampı basıldı.' Gülen bu habere bozulmuştu. Bunun üzerine Mehmet Kutlular ve Erzurumlu Mehmed Kırkıncı Hoca, Gülen'i ziyaret etti. İddialara göre aralarında şöyle bir diyalog geçti: Fethullah Hoca, 'Niye Nurcu kampı diye yazdınız' diyordu. Kutlular bozulmuştu: 'Biz sizi Nurcu biliyorduk.' Gülen de kızgındı: 'Bilmeniz, ilan etmenizi gerektirmez. Ben geniş kitlelere ulaşabilmek için bu kimliğimi kullanmıyorum.' Kutlular da taviz vermemişti: 'O zaman Nurcu olmadığınızı açıklayın. Biz de size bir saldırı olduğunda olup bitene karışmayalım.' Bu ayrılıkta kaybeden Gülen değildi. O yükselen değerdi. Ülkenin dört bir yanından insanlar onun vaazlarını dinlemeye geliyordu. Birçoğu Gülen'in; 'İslam'ı canlandırmak için eğitime önem verelim' şeklinde özetlenebilecek 'projesini' destekliyordu. Böylece partilerin ve Nurcular'- ın ötesinde bir 'Gülen cemaati' oluşuyordu.

Görüntü yabancı gözyaşları Türk!

Fethullah Gülen kent kent dolaşıyor... Ankara'ya, Çorum, Malatya, Diyarbakır, Konya, Antalya, Aydın'a gidiyor... Buralarda konferanslar veriyordu. Böylece onun vaazlarını dinlemeyenlere de ulaşmış oluyordu.

Anti-Darwinist!

Kuran, bilim, Darwinizm'in eleştirisi, toplumsal adalet gibi konuların yanı sıra işlediği temalardan biri de bir 'Altın Nesil' yetiştirmekti. Kabaca söylersek, 'altın nesil' kavramı; zeki, yetenekli, terbiyeli, dinine bağlı ve aynı zamanda pozitif bilimlerle de donatılmış bir kuşağın yetiştirilmesine ilişkin projesinin genel adıydı. MSP'nin de sempatisi sayesinde Fethullah Gülen cemaati daha da büyümüştü. Yıldızı giderek parlıyordu. 1976'da Manisa'dan İzmir Bornova'ya tayin edildi. Hoca'nın cuma vaazları dolup taşıyordu. Artık açıkça belli olmuştu: Fethullah Hoca klasik Nur cemaatinin içinde yer almayacak... Mesela Yeni Asyacılarla birlikte hareket etmeyecek... Onun yerine kendi çizgisini, kendi tarzını oluşturacaktı. Diğerlerine danışmadan, kararlarında bağımsız davranacaktı.

Selam İstanbul

1977'de Fethullah Gülen görevli olarak Almanya'ya gitti. Burada da konferanslar verdi: Berlin, Frankfurt, Hannover, Hamburg, Münih... Bu yıl önemli bir olay daha oldu: Fethullah Hoca ilk kez İstanbul'da, Eminönü'ndeki Yeni Cami'de vaaz verdi. Ağustos ayındaki o vaazdan sonra eylül ayında bu kez Sultanahmet Camii'nde bir vaaz daha verdi. Onu dinleyenler arasında Başbakan Süleyman Demirel ve Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil de vardı. Fethullah Gülen artık İstanbul'a gelmeyi; Türkiye'nin siyasi değil ama ekonomik ve kültürel 'başkentinde' faaliyet göstermeyi düşünmeye başlamıştı. Cemaatinin büyümesi için buna mecburdu. Hem yurtiçi gezilerinde, hem de Almanya seyahatinde gördüğü ilgi onu iyice cesaretlendirmişti. Edirne'den İzmir'e giderken duyduğu tedirginliği artık geride bırakmıştı. 1978'de önemli bir olay daha oldu. Şubat ayında Gülen cemaati bir dergi çıkarmaya başladı: Sızıntı. Sızıntı dergisi genel olarak 'Nurcu' çizgideydi. Yani İslami bilgilerin dışında, Bediüzzaman'ın yaptığı gibi Kuran ile evren arasında paralellikler kuruluyordu.

Ah O Gözyaşları!

Fethullah Gülen'in de 'M. Abdülfettah Şahin' takma adıyla yazdığı Sızıntı dergisinin ilk sayısı büyük ilgi görmüştü. Bunun en önemli nedeni kapağında yer alan 'Ağlayan Çocuk' resmiydi. Bu resim hem Gülen cemaatinin, hem İslami kesimin, hem de Türkiye'- nin o dönemki ruh halini çok iyi yansıtıyordu. Gülen'in kaleme aldığı başyazı, 'Bu ağlamayı dindirmek için yavru' başlığını taşıyordu. İşin ilginç yanı bu resim yurtdışından alınmıştı. Gözyaşı döken oğlanın ortalama bir Türk çocuğuyla bir alakası yoktu. Bu tema, yani 'Türk'e ya da Anadolu insanına benzemeyen, sarışın, mavi gözlü insanlara duyulan ilgi' daha sonra da devam edecek... 1983'teki Özal iktidarından sonra adeta patlama yapacaktı... Hâlâ da özellikle reklamlarda bu imge, bu hayal, bu arzu varlığını devam ettiriyor. Biteceği de yok! Neyse... Bunlar olurken ülkede 'anarşi' adı verilen dönem başlamıştı. Herkes herkesle kavgalıydı. Her gün birileri öldürülüyordu. Eğimli zeminde ülke 12 Eylül 1980 darbesine doğru gidiyordu.

SABAH

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
THY ve Pegasus'tan İsrail kararı! Slot haklarından vazgeçtiler
Derbi Kartal'ı Kadıköy'de Fener'i yıktı!