Anneler Günü'nün annesiz ünlüleri
Anneleri, hayatlarındaki en büyük destekçileriydi, ardından üzüldüler, pişmanlık duydular... Medyadan sanata, siyasetten spora ünlü isimler, ölümlerinin ardından ‘anne’lerini anlattılar.

Esin Kaya'nın haberi
Anneler Günü, her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü tüm dünyada kutlanıyor. O gün, büyüğünden küçüğüne her evlat annesine hediye verme yarışına giriyor. Öyle ki bu ritüel, her anne ve çocuğu için zorunlu hâle geliyor. Annelere sorarsanız, bugünü özel kılan bir durum yok. Ama o gün, çocuk için âdeta sorumluluğu yerine getirme hazzına dönüşüyor.
Anne, Allah’ın insanı yaratma safhasında, onu dünya hayatına ulaştıran en emektar sebep. O, sonrasında da insanın her zaman minnet duyması emrolunan dünyalık varlık. Peki, onun gönlünü her zaman hoşnut edebiliyor muyuz, beklentilerine karşılık verebiliyor muyuz? Hayatımızdan ve bu dünyadan kopup gittiğinde ‘keşke’lerimiz oluyor mu hiç?
Önümüzdeki Anneler Günü’nde annemize alacağımız hediye kadar aramızdaki ilişki, sevgi ve muhabbet üzerine de düşünmeye ne dersiniz? Bunu yaparken de başkalarından kendi ‘anne’lerini dinlemeye Üstelik bu ‘başkaları’; yazar, oyuncu, siyasetçi, iş adamı ve sporcu kimliğiyle tanıdığımız simalar.
ALİ BULAÇ
Sosyolog-yazar Ali Bulaç ile başlayalım isterseniz. Bulaç’ın sevenleri, annesinin vefatını gazetedeki köşesinden öğrendi. Bulaç, “10 dakikada yazdım.” dediği duygu yüklü yazısında annesinin ölüm anını okurlarıyla paylaştı. Sonrasında yazar, Devlet Bakanı Sait Yazıcıoğlu’ndan bir telefon alır. Bakan, yazısını gözyaşlarıyla okuduğunu aktarır ve annesini daha sık görmeye gideceğini söyler.
Tek göz evde dünyaya gelen Emine Hanım’ın oğlu Mardinli Ali Bulaç, ailenin en büyük çocuğu. ‘Ümmi ama arif’ diye tanımladığı annesi, Arap asıllı bir Türk vatandaşı. 18 yaşına kadar yaşadığı çok kültürlü Mardin’de gayrimüslim komşularına, farklılıklara karşı ona ‘ihtiram’ duygusunu öğreten yine annesidir. Yazarın annesi esprili, pozitif, sevecen kimliğinin yanında bir o kadar da disiplinlidir. Evde yalnızca üç öğün sofra hazırlar. O günkü menüyü beğenmeye herkesi mecbur eder, yemek saatini kaçıranlara bir daha yemek hazırlamaz. Kendini dünyanın en güzel kadını ve en iyi aşçısı görecek kadar da öz güven sahibidir. Bulaç’ın eğitimindeki en büyük destekçisi de annesidir. “Zeki, okuması lazım.” dediği oğlunun, babası gibi işçi veya esnaf olmayıp iyi bir eğitim görmesi için elinden geleni yapar. Onun için oğlunun ne okuduğu önemli değildir. Onun ne okuduğunu soran komşusuna, “Bilmiyorum ama iki okul birden okuyor. Birinden imam, diğerinden müftü çıkacak.” diye cevap verir. Bulaç, İstanbul Üniversitesi’nde sabahları Sosyoloji, akşamları ise İslam Enstitüsü’nde okur. Oğlunun yazar olmasına rağmen yazılarını okuyamamak annesini üzer; ama oğluyla iftihar etmek ona yeter de artar.
Bulaç, annesinin ölüm haberini duyduğu anı şöyle tanımlıyor: “Sanki varlıkta bağlandığınız merkezden kopmuş gibi oluyorsunuz, boşlukta yuvarlanıyorsunuz. İlk anda insan o derinlemesine acıyı hissetmiyor, sonradan anlıyor.”
Bulaç’ın annesiyle ilgili unutamadığı iki anı var. Vapura binmekten korkan annesiyle Haydarpaşa Garı’na gitmek için karşıya geçmeleri gerekir. Kardeşler etrafını sararak annelerini araca bindirir. Emine Hanım vapur iskeleden ayrılıp sallandığı vakit, herkesin içinde sinirinden oğlu Ali’nin yüzüne tükürür. Bu duruma o zaman da bugün de gülüp geçen yazar, aynı tepkiyi, babasının vefatından sonra annesine “Evlenmek ister misin?” teklifi götürdüğünde alır.
Emine Hanım çok dindar bir kadındır ve oğlunun dinî eğitimine de önem verir. Bulaç, iki cenahlı bir eğitim sürecinden geçtiğini, bunun büyük çoğunluğunu da annesine borçlu olduğunu ifade ediyor. Sayesinde ölüme tevekkülle yaklaşmayı öğrendiğini belirten Ali Bulaç, annesinin ardından tek bir şeye içerliyor: “Keşke onunla daha çok vakit geçirebilseydim.”
FENERBAHÇELİ DEİVİT
Çoğu futbolsever, Fenebahçeli Deivid’in annesini kaybettiğini, geçtiğimiz ekim ayındaki Bursaspor maçında öğrendi. Futbolcu, ağustosta Avusturya kampında herkesin ‘futbol hayatı bitti, sezonu kapattı” dediği bir sakatlık geçirir. Hemen Brezilya’ya gidip ameliyat olmak ister. Fakat teknik direktör Luis Aragones, 13 saatlik uçak yolculuğunun sakatlığını etkileyeceğini düşünerek uçuşa izin vermez. Ameliyat için onu Münih’e gönderir. Ameliyatını olan Deivid hemen sonrasında annesinin vefat ettiği haberini alır. Büyük bir yıkım yaşar. Cenazeye yetişmek için uçak bileti ayarlanır. Fakat kalkışa 5 saat kala, ameliyatı yapan doktor, acısını anladığını ama bu kadar uzun yola giderse futbol hayatının biteceğini söyler.
Yaşadığı derin acıyla sakatlığını yenmek için var gücüyle çalışır Brezilyalı oyuncu. Kimsenin ihtimal vermediği kadar erken bir zamanda yeşil sahalara döner. Çıktığı ilk maçta attığı golde gözyaşlarına boğulur. Yaşadıklarını bir duygu patlaması diye adlandıran futbolcu, “Saha içine girdiğimde, geçirdiğim zor günler aklıma geldi. Golü attığımda da annem... Zaten sahaya girerken annemin yanımda olduğuna ve golü atacağıma inanıyordum.” diyor.
İHSAN KALKAVAN
Geçtiğimiz yıl dünya turuna çıktığında annesinin isteği üzerine Cebeli Tarık Boğazı’ndan geri dönen armatör İhsan Kalkavan da yakın zamanda annesini kaybetti. Rizeli zengin bir ailenin oğlu olan iş adamı, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandıktan sonra 60’lardaki siyasi kargaşadan uzak durmak adına İstanbul Üniversitesi’ne geçiş yapar. Aynı zamanda Denizcilik Yüksekokulu’ndan aldığı diplomayla uzak yol kaptanıdır Kalkavan. Denizden kopamayacağından kaymakamlık yapmak yerine baba mesleğini seçer. Çocukluğunun bir kısmını İskenderun’da ‘şato’ gibi bir evde geçirir. Bu evde tıpkı anneannesinin evindeki gibi günün her saati yemek pişer. Ev, ihtiyacı olanlara her daim açıktır. İhsan Kalkavan, çok varlıklı bir aileden geldiği hâlde annesinin sayesinde bu zenginliklerinin çoğu zaman farkında değildir. Annesi, yeni aldıkları hiçbir kıyafeti, kendilerinden fakir bir çocuğun yanında giymelerine izin vermez. Yakınındaki çocuklara da aynı giysilerden almaya çalışır. Evde hizmetliler bulunduğu hâlde çocuklar yataklarını kendileri toplar, elbiselerini kendileri asar.
İhsan Kalkavan’ın babası her zaman çok yoğun çalışır. Bu yüzden tüm kardeşler babalarını çok nadiren görür. 1977 yılında meydana gelen bir kazada İhsan Bey kardeşini ve babasını kaybeder. Bundan sonra annesine iyice bağlanır. “Bize hem annelik hem babalık yaptı.” dediği annesini anarken hâlâ duygulanıyor.
Anneleri, en çok büyük ağabeylerini yetiştirirken ihtimam gösterir. Hatta İhsan Bey’e göre, annesi en çok onu sever. Ama diğer kardeşlerine bir modeldir büyük ağabeyleri. O içki ve sigara içmez, kardeşler de O çalışkandır, kardeşler de O sportmendir, kardeşler de... Sabahları anneleri ayakta olsa dahi en büyük ağabeyi kahvaltılarını hazırlar. Âdeta askerî disiplinle yetiştirildikleri evde, ağabeyleri öğretmenleri gibidir.
Evlendikten sonra dahi günde iki kez annesini ziyaret ettiğini belirten İhsan Kalkavan, bir anısını şöyle anlatıyor: “Annem Anadolu yakasında oturuyordu. Sırf köprüyü hızlı geçmek için motosiklet almıştım. Bir keresinde annem arkadaşlarıyla Oylat kaplıcasına gitmeye hazırlanıyordu. Ziyarete spor kıyafetlerle gitmiştim. Ama düzenin ölçüsünü kravat ve takım elbise giymekte gören annem beni böyle görünce kovdu, arkadaşlarının beni o hâlde görmesini istemedi.”
Kalkavan, annesi vefat ettiğinde hastanede yanındadır. İhsan Bey, ölümünden 10 gün önce yaşadıkları bir olaya ise çok şaşırır. Annesi hiç konuşamıyordur. Kur’anı Kerim’de Yasin ve küçük sureler dışında hiçbir sureyi ezbere bilmiyordur. O hâldeyken Kutsal kitapta hiç bilmediği yerlerden ayetler dahi okur. Annesinin daha iyi bir yere gittiğine inanan İhsan Kalkavan, “Babama doyamadım ama annemin son nefesine kadar yanındaydım.” diyor.
HÜLYA KOÇYİĞİT
Türk sinemasının büyük isimlerinden Hülya Koçyiğit de bundan üç sene önce annesini kaybeder. Onun derinliklerindeki sanat eğilimini fark eden, ona her türlü kapıyı aralayan annesi, daha 8 yaşındayken onu konservatuar sınavına kendisi götürür. Koçyiğit, babasının iç güveysi geldiği dedesinin evinde ailenin ilk çocuğu sıfatıyla dünyaya gelir. Annesi o çağlarda öğretmen lisesinde talebedir. Doğuşu annesi için hayattaki en güzel şeydir. Adını ‘Hülya’ koymuştur; çünkü o, annesinin rüyasıdır, dünyasıdır. Annesi onu, Zeki Müren’in ‘Koklamaya kıyamam / benim güzel manolyam” şarkısıyla sever. Bu büyük sevgiye rağmen, aralarında belli bir mesafe vardır. Annesinden korkar ama bu saygıdan ötürüdür. Evlerinde her daim şarkılar söylenir, tiyatro ve sinemaya gidilir, gazete okunur.
Bulgaristan göçmeni babası, derin tarih bilgisini; anneannesi, hadis ve Peygamber Efendimiz’in hayatını; annesi ise sanata dair pek çok şeyi çocuklarıyla paylaşır. Bu yüzden sanatçı, meslek hayatına 1-0 önde başlar. Koçyiğit’in küçük yaştaki konservatuar (Ankara Devlet Konservatuarı) macerası başladıktan sonra annesi diğer iki kardeşini ihmal etmeye başlar. Uzaktaki kızını sık sık ziyaret eder, küçük Hülya’nın kendini yalnız hissetmemesi için elinden geleni yapar.
Hülya Koçyiğit, henüz 16 yaşındayken babasını kaybeder. 30 yaşında genç bir anne ve üç kız kardeş tek başlarına kalır. Ama o zaman en büyük kardeş, çoktan “Hülya Koçyiğit” olmuş ve ‘Susuz Yaz’ filmiyle çok büyük başarılar kazanmıştır. Babalarından geriye maddi hiçbir birikim yoktur. Meslek kariyerinde iyi bir noktaya yükselen Hülya Koçyiğit, ailede bir nevi babalık görevini üstlenmek zorunda kalmıştır. Zaten onu diğer kardeşlerinden üstte tutan annesi, her zaman onu kardeşlerine bir model gibi yetiştirmiş ve bu sorumluluğu da erken yaşta vermiştir.
Koçyiğit, ‘mükemmel bir anne ama mutsuz bir kadın’ diye tanımladığı annesinin vefatı anında yanında değildir. 20 sene önce felç olup bilincini kaybeden annesi, uzun zamandır hayatında yoktur aslında. Onu çok önce kaybetmiştir. Koçyiğit’i, annesinin ölümünden ziyade, onun gibi güçlü, yıllarca zorluklara karşı dik duran bir kadının yardıma muhtaç hâle gelmesi üzer. Bu yüzden ölümü içini çok acıtsa da yaşadığını dahi fark edemeyen annesinin sıkıntılarından kurtulup yaratıcısına kavuşmasını tevekkülle karşılar.
Koçyiğit, 8 yaşındayken annesiyle birlikte Ankara Devlet Konservatuarı’nda yatılı okumaya giderken orada yaşadıklarını hâlâ unutamıyor: “Annem çiçek yaptırdı. Okuldan önce Anıtkabir’e gittik. Annem orada “Ben meslek hayatıma bugün adım atıyorum. Bale öğreneceğim ama bu ülkenin en iyi balerini olacağım. Yaptığım işin en iyisini ben yapacağım. Her zaman bu millete layık bir evlat ve sanatçı olacağım.” diye yemin ettirdi. Sonra okula gittik. Kapıdan içeri girer girmez ben kendimi kaybettim tabii. Müzik sesleri, koşuşturan tiyatrocular, balerinler ‘Annem haklıymış. Ben yerimi buldum.’ diye düşündüm hemen.”
Hülya Koçyiğit, her dakika annemizin ve babamızın hayatta olduğuna şükretmemiz gerektiğini söylüyor. Çünkü onlar bilgi, tecrübe, sevgi demek. Dolayısıyla onlara her zaman ihtiyacımız var: “Annenin ve babanın her zaman duasını almaya muhtacız. Onların gönlünü her zaman hoş tutmak gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum.”
MUSTAFA SARIGÜL
Son yılların popüler siyasi kişiliklerinden Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül de anne acısını iki sene önce hissetmiş. Annesi, Erzincan’ın bir dağ köyünde sonbaharda armut çırparken doğurmuş onu. Şoför babasının İstanbul’a çalışmaya gitmesiyle uzun süre annesiyle kalmış. Daha sonra annesi de babasının yanına gidince Sarıgül köyde babaannesiyle yaşamaya başlamış. Ataerkil ve gelenekçi bir ailede yetişen Sarıgül’ün annesiyle ilişkileri daha yakın, babasıyla ise mesafelidir. Geceleri “Halkçı Ecevit”, “Bağımsız Türkiye” afişlerini dahi annesiyle birlikte hazırlamışlar. Annesinin vefatında da yanındaymış Sarıgül. O anı şöyle anlatıyor: “Annemin doktoru onu hastaneye yatırmış. Bana telefonla haber verdi. Fakat ben bir okul açılışı yapacağımı ve daha sonra geleceğimi söyledim. Ama doktor, ‘Hemen gelmeniz gerekiyor.’ dedi. O an annemi kaybedeceğimi hissettim ve her şeyi bırakıp apar topar hastaneye gittim ve sonra onu kaybettik.”
Başkan Sarıgül’ün içindeki en büyük ukde, annesine yeterince vakit ayıramaması. Ve bazen bunun farkına dahi varamaması. Sarıgül, bununla ilgili bir anısını anlatıyor: “Milletvekili Hasan Aydın, bir gün bana annemi sordu. Ağır astım hastası olduğunu, başında her zaman doktorun beklediğini, ihtiyaçlarını karşılayacak yardımcıların bulunduğunu söyledim. Aydın, ‘Anneni ziyaret edebiliyor musun?’ diye sormaya devam etti. ‘Fazla uğrayamıyorum’ dedim. Bu cevaptan sonra kendi kendime üzüldüm.”
Başkanın annesine dair unutamadıklarından biri de onu kaybetme korkusu yaşadığı bir andır. 20 sene kadar önce haccın en büyük faciası yaşanır. İzdiham olur ve yüzlerce hacı hayatını kaybeder. Annesi de o grubun içindedir. Haberi ilk duyduğunda onu kaybettiğini zanneder. Kıl payı kurtulmuştur annesi. Mustafa Sarıgül, bugün geldiği noktayı ‘Önce Allah’a, sonra da anneme borçluyum’ diyerek özetliyor, annesinin ardından babasını ihmal etmemek için daha çok çaba sarf ettiğini ifade ediyor.
(Aksiyon)