'İkna Odalarında' neler oldu?'

İkna odalarında neler oldu, başörtülü öğrencilere neler söylendi, ikna olan öğrenciler daha sonra rahat bırakıldı mı? Gülşen Demirkol Özer, ikna odalarının kapısını aralıyor:

'İkna Odalarında' neler oldu?'
'İkna Odalarında' neler oldu?'
GİRİŞ 10.05.2005 17:35 GÜNCELLEME 10.05.2005 17:35

Takdim

Başörtüsü yasağının uygulayıcıları ve taraftarları yasağın ‘kudsiyeti’ni ifade etmeye devam ederken, yasağın mağduru olan taraf da haklarını aramaya ve bu utanç verici uygulamayı belgelemeye devam ediyor. Gülşen Demirkol Özer de bunlardan biri. Özer, kısa bir süre önce çıkan kitabı “İknâ Odaları”nda, o odalara girmiş kızları, iknâcıları ve yaşananları bir belgesel tarzında anlatıyor. İknâ edilmeye çalışılan tarafla konuşma, röportaj yapma imkânı bulduğu halde iknacı tarafa ulaşma çabasının “Söylenecek yeni sözümüz yok” şeklinde cevaplandığını belirten Özer, onların da medyada çıkmış ifadelerini değerlendirmiş kitabında. Genelde başörtüsü yasağının, özelde ise iknâ odalarının üzerinin örtülmeye çalışıldığını ve başörtülü olarak okuma, çalışma hakkını taleplerine ‘bayatlamış bir konu’ olarak bakıldığını dile getiren Özer, “Siz aç iseniz, sürekli açlığınızdan bahsettiğiniz için suçlanamazsınız” diyor.


***Başörtüsü yasağının şiddetli bir şekilde başladığı yılın ertesinde ortaya çıkan ve artık ismi duyulmayan İkna Odaları’nı yedi yıl sonra yazmaya sizi götüren sebepler neydi?

Beyan Yayınlarının sahibi Ali Kemal Bey bu konudaki eksikliğe işaret ettiğinde ikna odalarının uygulanmaya başlandığı gün öğrencilerin perişan bir halde o odalardan çıktıklarını ama içeride ne olduğunu da anlatma fırsatları olmadığını fark ettim. Bu ihmali telafi etmek ve tarihe bir kayıt düşebilmek için bu konuyu incelemeye karar verdim. Kısa sürede birçok öğrenciye ulaşıp röportaj yaptım. Ancak bazı nedenlerden dolayı bir dönem bu çalışmaya ara vermek zorunda kaldım. Ama kızların dilinden bu olay anlatılmamış olduğundan gönlüm onları öyle bırakmaya razı olmadı ve bir sorumluluğu ifa etmek için bu kitabı hazırladım.

İkna odaları yaşandığı dönemde çok anlaşılamadı. Bir yıl öncesinde, 1997’de yasak başlamıştı. Yasak başörtülüleri okul kapılarında bırakırken doğal bir birliktelik ve itiraz söz konusuydu. Okul yönetimi bu eylemler nedeniyle yasağı bir yıl geri çekmek zorunda kaldı. Ertesi yıl ikna odaları projesini devreye soktuklarında artık öğrencilerin hem bedenleri hem zihinleri yorgundu. İlk etapta yeni gelen öğrencilere uygulanan bu proje için, kayıtlar merkeze uzak bir yer olan Avcılar kampüsüne alındı. Öğrenciler tek tek bu odalara alınıyor, psikolojik baskı yapılıyor dendi ama tam olarak neler yaşandı, içeride öğrencilerle ne konuşuldu, iknâcılar bu işlemle ne yapmak istediler bunlar derli toplu yazılmadı, konuşulmadı. Olayı bu yönüyle ele almak ve başörtüsü mücadelesine bir katkıda bulunmak istedim. Ayrıca, bu odalarda var olan bakış açısının yasakçıların mantığını ele veren boyutları olması dikkat çekiciydi.

***Bu kitap için kaç kişiyle görüştünüz?

İknâ odasına girmiş olan otuza yakın öğrenciyle yaptığım görüşmeler bu çalışmanın çatısını oluşturdu. Tekrar olması nedeniyle zikredilmemiş isimler olduğu gibi ikna odasına girmemiş ama bir biçimde süreci anlatan öğrenciler de bazı yaklaşımlarımda belirleyici oldu.

***İknâcı tarafla görüşebildiniz mi?

Çalışmaya başlarken iknacıların söyleyecekleri zihnimde en önemli noktalardan birisini oluşturuyordu. İknâ odalarına giren öğretim görevlileriyle görüşmek istedim. Ancak bu kişilerin kimlikleri gizli tutulduğundan ulaşmak mümkün olmadı. Kamuoyunda bu olayın sözcülüğünü yapanlar ise bu konudaki görüşme taleplerini reddettiler ve “Söyleyecek yeni sözümüz yok” dediler. Dolayısıyla onların sözleri basında o dönem söyledikleriyle sınırlı kaldı. Zaten şöyle de bir şey vardı; şu ana kadar aslında konuyla ilgili bakış açıları basına yansımıştı, konuşmayan öğrencilerdi. Nur Serter televizyonlarda sık sık çıkıp konuşmalar yaptı. Hatta konu artık bitti, kapandı diye bakılan yakın bir dönemde, 12 Şubat’ta CNN’de Oradaydım adlı programda da bakış açıları tekrar anlatıldı. Bu tek taraflı anlatı çalışma boyunca iknâcı bakış açısını anlamada referans odu. İki taraf aynı olayı nasıl algıladı, nasıl yaşadı, bunu anlama çabasındaki veriler iknacıların daha önce söyledikleri çerçevede şekillendi.

***Sizi nasıl etkiledi, ikna odalarında yaşananlar?


İşin doğrusunu söylemek gerekirse ben konuyu çalışmaya başlarken “tanıdık” bir tablo ile karşılaşırım diye düşünmüştüm. Ancak bu röportajları yaptıktan sonra bir başörtüsü mağduru olarak kendi sıkıntılarımın ağırlaştığını fark ettim. Anlatılan şeylere çok yabancı değildim, kararların arka planında yatan sebepleri anlayabiliyordum ancak tahmin etmediğim şey, bu tanıdık dertlerin konuyu soğukkanlı olarak ele almaya çalışan birisi olarak beni nasıl etkileyeceği idi. Her gün bir röportaj yapıp eve dönüyordum, sonunda zihnimde görüştüğüm kişiler oranında artan bir gerilim oluştu. Kendi dünyama öğrencilerin sorunlarını dahil ederek yaşamadığım dertleri içselleştirip, acısını çekmeye başladığımı fark ettim. Bu sebeple bir müddet ara verdim.

***Hikâyelerini dinlediğiniz kişilerden sizi en çok etkileyen hangisi oldu?

İknâcılarını psikolojik olarak güçlü duruşuyla çaresiz bırakan Nevin’in kararlılığı oldukça etkileyiciydi bence ama bir o kadar okula peruk takarak ve çok bol pardösüyle giden bir öğrencinin anlattıkları etkiledi. Çünkü ben sadece hayal ettiğimde bile bu görüntüyü kaldıramıyorum. Onun bu durumla nasıl baş ettiğini, ayakta kaldığını anlamak zordu. Bunun kendisi için kolay bir davranış biçimi olmadığını ama günaha alışmamak için, kendisinin hala başörtülü olduğunu göstermek için yaptığını ifade ediyordu. Bu benim için çok ilginç bir noktaydı. İnsanların kendisine bazen acıyarak bazen irkilerek baktıklarının farkında. Buna rağmen başındaki peruğu çıkartmıyor. Ve herkes gibi sıradan olmuyor, görünmez olmuyor. İnadına “Ben başörtülüyüm” diye haykırıyor.


Başörtüsü yasağının gerek yeni mağduriyetlerle gerekse ona karşı yapılan eylemlerle yeniden gündeme gelmeye başladığı bir dönem içindeyiz. Sizin kitabınızın bu dönemde çıkmasının bu gelişmeyle bir bağlantısı var mı?


Siz bir çalışmaya başlarsınız, ama nihayetinde gündemin nasıl olacağını bilemezsiniz. Belirleyemezsiniz de. Evet, benim çalışmamı bitirmeme yakın başörtüsü konusu tekrar gündeme geldi. Bu durum, kitabın, konunun kendi şansı. Ama benim böyle özel bir tercihimin olması mümkün değil. Hatta işin doğrusu çalışma bir gecikmişlik duygusu eşliğinde ortaya çıktı tekrardan başörtüsünün konuşulması bir tevafuk.


*** İkna odasına girenlerin sayısı hakkında bir bilginiz var mı?


Bu soruna bir kişi muhatap olmuş olsaydı bile bununla ilgili bir çalışma yapmaya değerdi. Ama şu varki, sayı az değil. İlk ikna odası kurulduğu yıl İstanbul Üniversitesine kayıt için gelen bütün başörtülüler o ikna odasına sokuldu. Aynı zamanda ara kayıtlardaki başörtülüler de alındı. Yüzlerce kişi olduğu muhakkak ama net rakamları iknacıların kayıtları ile bilinebilir. Ayrıca şimdilerde başörtülülere “hikâyelerini” anlatmaları yönünde sivil toplum örgütlerinin yaptıkları çağrılar sonunda da bu sayıya net olarak ulaşılabileceğini düşünüyorum.


*** İknacılar. ikna odalarının iyi niyetli bir uygulama olduğu şeklinde savunmalarda bulunuyor. Siz buna ne diyorsunuz?


Çok özet olarak, yasağın zaten uygulanacağı, ama onlara son bir fırsat tanıma anlamında, kızlara yol gösterip, danışmanlık yapmak, konuşarak ikna etmek istendiği ifade edildi. Başka bir uygulama için belki bunu iyi niyetli bir çaba olarak adlandırabilirdik. Ancak bu işlemde kızlara başka bir seçenek bırakılmamış olması, yapılan muamele, inançların değiştirilmek istenmesi ve propagandaya yönelik hesaplar yapılmış olması meseleyi masumiyet sınırlarından çıkarıyor. Bir kere uygulanan ikna yöntemi bu düşünceye kesinlikle saygı duyulmadığını ve reddedildiğini gösteriyor. İkinci olarak, bu uygulama biçimini toplamda değerlendirdiğimizde karşımıza kesinlikle örgütlü, bilinçli ve planlı bir uygulama çıkıyor. Eğer iyi niyetli bir çabaysa öncelikle şunların cevapları verilmeli; niçin öğrenci kayıtları Avcılar’a alındı? Ben İstanbul Üniversitesi mezunuyum. Hiçbir dönem kayıtların kendi bölümüm dışında bir yerde yapıldığına şahit olmadım. Üniversiteye yeni gelen her öğrencinin rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetine ihtiyacı olabilir. Niçin sadece başörtülüler? Ayrıca niçin tek tek aldılar başörtülü öğrencileri bu odaya? Diyelim ki bunlar da iddia edildiği gibi kendiliğinden ve rastgele gerçekleşti. Peki odadaki kamera da mı rastgele?

*** Yasakçılar bu ikna odalarında başarılı oldular mı? Araştırmalarınıza dayanarak bu konuda ne söylersiniz?


İkna odaları, iknacılar açısından ciddî bir işlev gördü. 97-98 yılında uygulanan yasak ciddî anlamda protesto edilince birçok fakülte bu yasağı geri çekmişti. Ama ikna odaları ve beraberinde bu kayıtları farklı yerlere almalarıyla bu protestolara engel oldular. Dolayısıyla yasağı uygulamada başarı sağladılar. Ama şunu söyleyemeyiz, ikna kavramının barındırdığı, kalbini teslim etme konusunda başarılı olduklarını söyleyemeyiz. Benim görüştüğüm hiçbir öğrencide bunu gözlemlemedim. Her birinin okula devam etme konusunda farklı sebepleri vardı ve hiç birisi bu uygulamadan hoşnut değildi.


*** İkna odasında öğrenciye ne vaad edildi?


Dediler ki sen başını aç ve diğer öğrenciler gibi okulunu bitir. Ancak başını açtıkları halde dışarıda başlarını örtüyor olmalarından dolayı tacize uğramaları söz konusu oldu. Başlarını açmaları karşılığında teklif edilen şey, öncelikle diploma ve bir meslek ile kolaylaşacak bir gelecek idi. Ama aynı zamanda burs ve derslerde iyi puanlar da teklif edildi.

*** Bu odalarda ikna olanlar sonrasında rahat bırakıldı mı?


Hayır, ikna odalarında okula devam kararı veren, bunu beyan eden öğrenciler gerçek anlamda başörtülerinden vazgeçmediklerinde ya da başlarına başörtüsünü ima eden unsurlar taktıklarında hiçbir şekilde rahat bir öğrencilik geçirmediler. Gerek hocaları tarafından gerek okul yönetimi tarafından sürekli sıkıştırıldılar ve tehdit edildiler. Görünür olarak onlar kendilerinden istenileni yapmışlarsa da bunu gönüllerinden yapmadıklarını ima ettikleri anda aynı şekilde bir başörtülü gibi baskılara maruz kaldılar.

Bu sebeplerden dolayı sürekli çatışma ve aşağılanma psikolojisinde olan birçok öğrenci psikolog kapısı aşındırdı. Bir çoğu da kendi yarasını kendi içinde, kendi dünyasında onarmaya çalışıyor.


*** Onları yargıya başvurmamaya, sessiz kalmaya iten en önemli sebepler neydi?


Tabiî önce yine psikolojik bir sebep var. Her şeye rağmen kendisinin de kabullenmediği bir fiil içerisinde bulunuyor. Başörtüsünü bir biçimde okul içinde açıyor. Dolayısıyla bunu açık yüreklilikle ifşa edip, “Ben bu okula devam ediyorum ama sizin baskılarınız da devam ediyor. Aynı zamanda siz bana zaten ikna odasında baskı yapmıştınız” diyemiyorlar. Çünkü bir eziklik içerisindeler. Bunun dışında kalanlar, okullarını bırakanlar ise ya ikna odalarını ciddiye almadıklarından ya da zaten kararlarını vermiş, hayatlarında başka şeylerle mücadele ediyor olduklarından başlarını kaldırıp, “Bu olayda bana psikolojik bir baskı yapıldı, ben bundan dâvâcı olayım” diyerek dâvâ açma gibi bir yol düşünmediler. Ama hâlâ böyle bir kapı açık ve geriye dönük olarak hâlâ bunun hesabının sorulabileceğini düşünüyorum ben.


*** Yargıdan hak ettikleri sonucun çıkacağına inanıyor musunuz?


T.C. hukukunda bu insanlar cezalandırılmasalar bile olay neticede kamuya mal olmuş olacak. Bu çok önemli. Yani bizim sorunlarımızı kendi özel dünyalarımıza hapsedip buralarda yaşamamız yerine kamuya mal etmemiz hem bugün bu sorunların aşılması anlamında hem yarın bizden sonra gelecek kuşaklara vereceğimiz mesaj anlamında çok ciddi bir önem taşıyor. Meselâ Leyla Şahin’in yaşadığı haksızlığı iç hukuku tüketerek AİHM.’e taşıması takdire şayan. Kişisel olarak buradan çıkan karar beni hiç şaşırtmadı, buraya dair de bir umut taşımıyorum, ama bu kurumun da çifte standardını belgelemek anlamında önem taşıdığı fikrindeyim.

Ben buna sadece ikna odasıyla sınırlı da bakmıyorum. Bizim muhatap olduğumuz her alanda dertlerimizin arkasına düşmemiz gerekiyor. Ne kadar sessiz kalırsak o kadar yeni bir adımla, yeni bir baskıyla, yeni bir köşeye sıkıştırılmışlıkla karşılaşıyoruz. Bunu en net biçimde şuradan anlayabiliriz; ilk yasak uygulanmaya başladığında bir bölümde uygulanıyordu. Hatta 28 Şubat öncesi hemşirelik bölümünde bu uygulanıyordu. Ama bu işten beş-on öğrencinin canı yanıyordu. Bu öğrencilere diğerleri sahip çıkmadığı müddetçe yasağın büyümesine bir dâvetiye çıkarılmış oldu. Tabiî tam tersi bir kanaat de var. “Bir yerde ki sorunu kaşımayın yasak daha da büyür.” Bu yanlış bir yaklaşım bana göre. Eğer siz sadece kaşıyıp bırakmıyorsanız, yani sürekli bunun peşinde koşuyorsanız ve gerçekten geri adım attıracak girişimlerde bulunuyorsanız bunun onurlu bir tavır olacağı kanaatindeyim. Beklenilen sonuç elde edilmese bile zulme karşı sessiz kalmamak bizim en nihayetinde Allah’a karşı bir sorumluluğumuzun parçasıdır.


*** Başörtüsü yasağına ve ikna odalarına muhatap olanlara kimlerden destek gelmesi gerekiyordu? Bu destek yeterince verildi mi?


En temelde aynı acıyı yaşayanlardan bir birini desteklemesi beklenebilir. Bu kısmen oldu ve devam ediyor. Daha sonra yasağı onaylamayan her ferdin destek olması beklenebilir. Ancak özelde dinî duyarlılıkları olan çevrelere yönelik böyle bir beklentiden söz edilebilir.“Hangi sıkıntılara talip oldular?” başlığı altında bu desteğin olup olmadığını da anlamaya çalıştım. İçinde bulundukları camiadan bu insanlara kapılarını açıp işveren birçok insan oldu. Ama vermeyenler de oldu. Başörtülü öğrenciler iş için gittiklerinde eş olma teklifiyle karşılaştılar. Ya da yarı maaşla çalıştırılma teklifiyle karşılaştılar. Karşılaşmaya da devam ediyor. Yalnız herşeye bunlar konuya canı gönülden katkıda bulunmak, destek olmak isteyen insanlar gibi sınırlı bir sayıyı oluşturuyor. Birçok kişi ise konunun dışında kalmayı, sessizliği tercih ederek kızları yalnız bıraktı.

*** Anketlerde başörtüsü yasağına karşı olanlar büyük bir çoğunluğu oluştursa da bugün gerekli duyarlılığı bulamıyor sanki halktan. Siz bu konuda ne düşüyorsunuz?


Evet, başörtüsü toplumun yaşadığı bütün sorunlar yanında çok ciddî bir sorun gibi görülemiyor. Çünkü bu ülkenin insanları başka alanlarda zaten sıkıştırılmış durumda. Dönüp de “Başörtülüler ne yaşıyor, nelerden mahrum edildiler?” diye düşünemiyor. Bu imkânları elinden alınmış durumda.

Ayrıca bu konuyla ilgili konuşmak istediğimiz zaman bayatlamış bir konu muamelesi yapılıyor. Sürekli bıkkınlık ve yılgınlık veren bir konu gibi algılanıyor. Ama böyle değil. Bu sıkıntıyı yaşamaya devam ettiğimiz müddetçe bunun gündem dışı kalması bir ayıptır. Çünkü sizin karnınız açken siz başka şeylerle ilgilenemezsiniz. Açlığınızdan bahsettiğiniz için de suçlanamazsınız.


*** Yasağa karşı olduğunu söyleyenlerden bazıları iki tarafında inadı bırakması, uzlaşılması gerektiğini savunuyor. Sizce böyle bir şey olabilir mi?


Bu kavramları biraz açmaları gerekiyor. Hangi şartlarda kimin neden taviz vererek uzlaşıya gidileceğini söylemeleri gerekiyor. Başörtülülerin, bu konuda olmazsa olmaz tek şartı başörtülü olarak okumak. Kastedilen, başörtü değil de Gürtuna’nın eşinin teklif ettiği gibi şapkalarsa bu cidden hakaret anlamını taşıyor. Çünkü hiç kimse başörtüsünü görünüşünü tamamlayacak bir aksesuar olduğunu düşünerek örtmüyor, inandığı değerlerin bir parçası olarak tercih ediyor. Yaşama alanlarının elinden alınma riskleriyle birlikte buna talip oluyor. Zira başlar üzerinde ki bir metre bez, karakterinin, kişiliğinin, kimliğinin, dünyaya bakışının bir parçası olarak kişiyle bütünleşiyor. Dolayısıyla bunu çıkartmasını istemek ya da başka biçimlere sokmaya çalışmak aynı zamanda o kişinin düşünce dünyasından da bir şeyler talep edilmesiyle birlikte gündeme gelmiş demektir.


*** Başörtüsü yasağının mağduru olan insanlar ve onların ailelerinin gözünde büyük bir ümit kapısıydı AKP. Ama henüz bu konuda hiçbir şeyi değiştiremedi. Siz onların yasağı çözmeye niyetli olduklarını ve çözebileceklerini düşünüyor musunuz?

Hükümetler umutsuzluğun oluştuğu bir nokta da bir çözüm getirirler umudunun yöneltildiği kurumlar. Ama burada ayrıştırılamayan nokta şu, iktidar ile hükümetler farklı bakış açılarına sahip olabilirler ve nihai karar da görünür hükümete değil, sistemin bütününe aittir. Özünde AKP yönetiminin tek tek bireylerinin başörtüsü konusunda olumlu kanaatleri olduğunu söyleyebiliriz. Ama iktidarın, yani Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri var olan modernleşmeci iktidarın bakış açısında ne başörtüsü ne de İslâmı sembolize eden herhangi bir kıyafet biçimi kabullenilmedi. Bu kabullenmeyiş hâlâ devam ediyor. Dolayısıyla hükümetler bu anlamda ciddî bir değişiklik yapmayı arzu etseler de her zaman karşılarında daha büyük güçler buluyorlar.

R.T. Erdoğan’ın niyetleri arasında gerçekten yasağa çözüm getirmek gibi bir şey var mıdır, yok mudur? Bunu bilemeyiz. Çünkü niyetleri okuma gibi bir kabiliyetimiz yok. Ama somut olarak ifadelendirdiği şey; bu sorunun öncelikli meselesi olmadığı ve “toplumsal mutabakat” ile bir çözüm olabileceğidir. Bunun gerçekte nasıl bir çözüm olduğunu izah etmiyor. Bu izahın da olduğunu düşünmüyorum. Bu sorunu çözmeye yetecek bir gücü yok. Nihayetinde kendi kızları için bulduğu yol da bunu işaret ediyor. Dün ‘Rektörler selâma duracak’ diyen bir hükümet, darbenin ayak sesiyle beraber dağıtılmıştı. AKP hükümeti “huzursuzluğa” yol açan konulardan uzak durmaktadır. Hükümet olmaya devam etmek için risk almayacaklardır.


*** Yani üniversitelerdeki ikna odalarından başka ikna odaları da var, hükümete yönelik olsun, topluma yönelik olsun. Öyle mi?


Yaşadığımız atmosferde aslında topyekûn bir iknaya tabi tutulmuyor muyuz? Üstelik bu ne 28 Şubat’la başlamıştır, ne başörtüsü yasaklarıyla başlamıştır. Osmanlının son döneminden başlayan bir süreçte biz bu ülkede var olan hakim anlayışı benimsemediğimiz sürece sürekli bir iknaya tabi tutuluyoruz. Sürekli hizaya getirilmeye çalışılıyoruz. Yani hizaya getirilmesi gereken insanlar olarak algılanıyoruz. İktidar vatandaşına bu şekilde bakıyor ve sürekli ehlileştirmeye çalışıyor. Dolayısıyla bu bakış sadece bir alana hapsedilecek bir bakış değil.

İkna odası da bütünün bir parçası. Ama bütünü çok iyi anlatan bir olay.


*** AKP ile ilgili cevabınızdan hükümetlerden çözüm beklemenin yararlı olmadığı gibi bir sonuç çıkıyor. Peki çözüm nerede?


Çözüm ne başörtüsü konusunda bir geri adım attırmayla sınırlı, ne kişisel kazanımlarla sınırlı. Çözüm, bu ülkede var olan yasaklar, haksızlıklar karşısında elbette ki suskun kalmamakta, sürekli sineye çekmemekte gizli. Ama bunun yolları nasıl olur, bu bizim sınırlarımızı aşan bir cevap. Ama yasak ve yasaklar karşısında sürekli sıkıntı çeken insanların öncelikle kendi dertlerinden haberdar olması, ciddî anlamda kafa yorması lâzım. Biz bu çözümü bu okullara devam etmeyerek de bulabiliriz, başka alanlar açarak da bulabiliriz.

Söyleşi: Naciye Kaynak

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
Kim daha güçlü? tek tek karşılaştırdık.. Dünya, İran ve İsrail yüzünden diken üstünde!
İsrail ordu sözcüsünün basın toplantısını yarıda kestiği anlar kamerada