Ecevit'in siyasetle geçen 52 yılı

Bülent Ecevit, siyasete 1954 yılında CHP üyesi olarak başladı. 1970'lerde Karaoğlan efsanesine dönüştü, 28 Şubat'ta 3. parti liderliğinden Başbakanlık Konutu'na taşındı.

Ecevit'in siyasetle geçen 52 yılı
Ecevit'in siyasetle geçen 52 yılı
GİRİŞ 06.11.2006 00:50 GÜNCELLEME 06.11.2006 00:50
Bu Habere 1 Yorum Yapılmış
ECEVİT'İN YÜKSELİŞİ

Derleyen: Meral ASLANKAYA



Ecevit, CHP'ye kaydolduktan kısa bir süre sonra ABD'ye uçmaya hazırlanıyordu. Yerel bir gazete 'misafir kalem' olarak Ecevit'i davet etmişti. Orada bulunduğu sürede ırkçılık karşıtı yazılarını bin bir güçlükle yayınlatmış, Türkiye üzerine konferanslar vermişti. Dönüşünde Ulus'un vefat eden yazı işleri müdürü Cemal Sağlam'ın koltuğuna oturdu. 1957 yılının başında bir kez daha ABD'ye gitti. Rockefeller Bursu ile Harvard Üniversitesi'nin Sosyal Psikoloji ve Ortadoğu Tarihi kurslarına devam ediyordu. Eşi Rahşan bu kez yanındaydı.

KİMDİR BU BÜLENT, HELE BİR DURSUN

Türkiye'deki gelişmeleri yakından izleyen Ecevit, erken seçimin ilan edilmesiyle, 'gazeteme daha faydalı olabilirim umuduyla' Türkiye'ye dönmeye karar vermişti. Ancak, ABD'deyken CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu'na gönderdiği kart sayesinde, vekil olacağını ise henüz hesaplamıyordu. Kamil Kırıkoğlu, Bülent'in kartını eşine teslim etmiş ve 'Seçim sırasında hatırlat' demişti.

Kırıkoğlu'nun önerisini, CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek de destekleyince İsmet Paşa'nın 'Kimdir bu Bülent, hele bir dursun' itirazlarına rağmen, Ecevit milletvekili listesine girmişti. DP'nin gerileyerek de olsa zaferle çıktığı 1957 seçimlerinde, Ecevit de Ankara Milletvekili olarak Meclis'e girdi.

Bir yandan da Ulus gazetesindeki yazılarını sürdüren Ecevit, 1958 yılı başında kurulan Partide genel sekreterliğe bağlı araştırmalar yapacak büroda görev aldı.

12 Ocak 1959 günü toplanan CHP 14. Olağan Kurultayı'nda Parti Meclisi'ne giren isimler arasında Bülent Ecevit de vardı.

DARBE SONRASI KURUCU MECLİS'TE

27 Mayıs 1960 sabahı Türkiye tank sesleriyle uyandı. Ecevit, o sabah İsmet İnönü'nün evindeydi. Kendi ifadesine göre Paşa, o sabah olan bitenden huzursuzdu. Ecevit ise 27 Mayıs'ı bir 'halk hareketi' olarak görüyordu.

İlerleyen günlerde darbenin ardından ülkeyi yönetin Milli Birlik komitesi ile CHP arasında 'ülke ve kültür birliği projesi' nedeniyle bir tartışma yaşandı. MBK, projenin uygulanmasını istiyordu, CHP Parti Meclisi ise buna karşı bir kampanya açmaya karar verdi. Ulus gazetesi de kampanyada yer aldı, görev Ecevit'indi.

Kampanya meyvesini verdi, 13 Kasım'da Milli Birlik Komitesi'nin dağıtıldığını ve yeni bir komitenin oluşturulduğunu duyuruyordu. Ecevit'in eleştirdiği aralarında Alpaslan Türkeş'in de bulunduğu 'radikal kanat' görevlerinden uzaklaştırılmıştı.

Yeniden şekillenen MBK, Meclis'in oluşturulmasına karar verdi. İlk toplantısını 6 Ocak 1961'de yapan Kurucu Meclis'in görevi yeni Anayasa'yı yapmaktı. Ecevit de aralarındaydı. Anayasa, darbenin birinci yıldönümünde kabul edildi. 12 Haziran'da da siyasi partilerin yeniden kurulmasına izin verildi. Seçimler 15 Ekim 1961'de yapılacaktı.

EN GENÇ BAKAN

Siyasi parti liderleri 31 Ağustos'ta askerlerin gözetiminde biraya geldiler ve 27 Mayıs'ın amaçlarını sorgulamayacakları, Atatürk reformlarını koruyacakları, İslam'ı siyasi amaçlarla istismar etmeyecekleri ve Yassıada Mahkemeleri'nin kararlarını seçim propagandası yapmayacaklarına söz verdiler.

15 Eylül'de Yassıada Mahkemesi kararları açıklandı: Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilecekti. Karar, 16 ve 17 Eylül'de infaz edildi.

Böylesi bir ortamda girilen 1961 milletvekili seçimlerinde hiçbir parti tek başına iktidar olacak kadar oy alamadı. Oyların yüzde 36.7'sini alan CHP, Adalet Partisi ile koalisyon kurdu. İnönü başbakanlığındaki hükümette, Ecevit Çalışma Bakanlığı'na getirildi. Bakanlık koltuğundaki Ecevit, 36 yaşındaydı.

20 Kasım 1961'de kurulan koalisyon hükümeti, 1 Haziran 1962'ye kadar işbaşında kaldı. Yaklaşık bir ay süren kriz döneminde, aralarında Ecevit'in de olduğu çoğunluk, CHP'nin hükümette yer almasına karşı çıkıyordu. Ancak İnönü, 25 Haziran'da CKMP ve YTP'yle birlikte hükümeti kurdu. Ecevit yine Çalışma Bakanı koltuğuna oturdu.

16 Kasım 1963'te yapılan ara seçimlerden Adalet Partisi birinci parti olarak çıktı. Seçimde oy kaybına uğrayan CKMP ve YTP hükümetten çekildi. Bu gelişmeler sırasında Başkan J.F. Kenedy'nin ölümü nedeniyle ABD'de bulunan İnönü, yurda döndükten sonra 2 Aralık'ta istifasını verdi. AP hükümeti kuramayınca görev yeniden İnönü'nün oldu. Diğer partilerle yaptığı görüşmeler sonuçsuz kalınca İnönü, bağımsızların desteğiyle 25 Aralık'ta üçüncü koalisyon hükümetin kurdu. Ecevit üçüncü kez Çalışma Bakanı'ydı.

CHP ARTIK SOSYAL DEMOKRAT

Parti içindeki muhalefetin güçlenmesine neden olan bu gelişmeler, aynı zamanda CHP'nin 1960'lar Türkiyesi'nde sarsılarak değişmesinin de zeminini oluşturuyordu. Değişim, parti içinde muhalefet, giderek hizip hareketleri, ihraçlar, toplu istifalar olarak baş gösteririyordu.
Dışarıda ise 1961 Anayası'nın sağladığı 'özgürlük' ortamının da etkisiyle yoksul kesimlerin ekonomik ve sosyal hak talepleri; TİP'in somut önerilerinin yaygın bir şekilde taban bulması; Amerika'ya duyulan güvenin sarsılması, CHP'yi saf belirlemeye zorluyordu.

1965'lere gelindiğinde CHP ile 'sosyal demokrat' kavramı yan yana ifade edilir olmuştu. 1965 genel seçimlerinin hemen öncesinde 29 Temmuz 1965'te Genel Başkan İsmet İnönü, CHP'nin çizgisinin 'ortanın solu' olduğunu ilk kez dillendiriyordu. İnönü, 'CHP, bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır. 1923'deki harap ülkede devletçilik nasıl tek, eşi ve yardımcısı olmayan bir kalkınma çaresi idiyse, bugün de ekonomik hayatımızın temel bir unsurudur' diyordu. Artık CHP'li yöneticiler, 'sosyal adalet', 'devrimcilik', 'devletçilik' kavramlarını sıkça kullanır olmuşlardı. Bir dönemeci geçen ve artık 'ortanın solu' olan CHP, 1965 seçimleri için hazırlanan bildirgelerde, 'ekonomik bağımsızlık, dış ticaret, petrol, madenler, yabancı sermaye' konularında beklenmedik cesarette politikalar savunmaktadır.

ORTANIN SOLU MOSKOVA YOLU

Ancak muhalefet CHP'deki değişimi sessizce izlemekle yetinmeyecektir. Sağ partiler, CHP'nin aşırı solcu, komünist olduğu yolundaki propagandalar ve 'ortanın solu Moskova yolu' gibi sloganlarla bir kampanyaya girişmiş, İnönü de 'ortanın solu'nu anlattığı konuşmalarında dolaylı olarak bunlara yanıt vermiştir:

'Devlet de, Anayasa da, CHP de ortanın solundadır... Okuduğum CHP seçim bildirgesi değildir, Anayasa'dır.'

CHP, ürkek, çekingen 'ortanın solu' anlayışıyla girdiği 1965 seçimlerinde tam anlamıyla hezimete uğradı. DP'nin mirasını sahiplenen AP, seçimlerden açık ara bir zaferle çıkıyor, Türkiye'de yeni bir dönem başlıyordu. Batı basının manşetleri durumu çok iyi özetliyordu: 'Menderes hayaletinin zaferi', 'Millet hala DP'ye sadık'.

'ORTANIN SOLU' GÜNAH KEÇİSİ

'Ortanın solu' kavramı parti içinde günah keçisi ilan edildi. İnönü ve Ecevit farklı yorumlarla bu kavramı dillendirmekte ısrar etseler de sistemli saldırılar karşısında, partide Ecevit dışında hiçbir parti yöneticisi bu kavramı ağzına alamaz oldu. 'Ortanın solu'nu savunmakta ısrar eden Bülent Ecevit, saldırıların boy hedefiydi artık. Ciddi fikir çatışmalarına, ayrılıklarına sahne olan CHP'de ilk kez 'ortanın solunda olanlar, olmayanlar', 'sağcılar-solcular' ayrımı yapılır olmuştu. Bu dönem, Ecevit'i Genel Sekreterliğe götürecek yolu da açan gelişmelere gebeydi.

18 Ekim 1966'da toplanan Kurultay, tekmeli, yumruklu, kıyasıya bir söz düellosuna sahne olmuş, alkışlanan adam ise Ecevit olmuştu.

YA HEP YA HİÇ

Genel Sekreterliğin en güçlü adayı Bülent Ecevit'tir. Ancak, İnönü bu fikre sıcak bakmıyordu. Ecevit, yıllar sonra Cumhuriyet gazetesinde şöyle anlatacaktı:

'Çetin bir mücadeleden sonra, küçük bir farkla da olsa 18. Kurultay'ı kazandık, 1966 güzünde... Fakat İnönü ona rağmen, bu mücadeleyi kazanan ekibin adayı olarak, benim Genel Sekreterliğimi erken buluyordu. Sayın Kemal Satır'ın Genel Sekreter olmasını istiyordu. Ben, gerçi, bu hareketin önderliği mücadelesine kendime rağmen sürüklenmiştim. Fakat, bir kez görevi kabul ettikten sonra, onun bütün sorumluluğunu yüklenmek ve o görevi sonuna kadar götürmek isterim. Bu durumda, bana güvenen, umut bağlayan arkadaşlarımın, beni uyarmalarına, bana ısrarda bulunmalarına gerek kalmadan yeni Parti Meclisi toplantısından önceki gece yarısı, Rahmetli İnönü'ye gittim. Ve, kendisine Genel Sekreterlikten başka görev kabul edemeyeceğimi söyledim. Öyle zannediyorum ki, İnönü, benden ilk defa karşılaştığı bu davranış karşısında itiraz edemedi.'

ECEVİT İKİNCİ ADAM

Ecevit'in CHP'de ikinci adamlığının tescillenmesi, parti içindeki ideolojik mücadelenin de alttan alta yürütülmesini beraberinde getirdi. 1969 seçimlerinde yüzde 46.6 oy oranıyla galip gelen AP'nin karşısında, yüzde 27.4 oy oranıyla CHP yine hezimete uğramıştı. Seçim sonuçları artık, parti içindeki mücadelenin iyice su yüzüne çıkmasına neden oldu. Artık parti içi mücadele alevlenmiş ve açıktan yürütülür olmuştu. Demirel hükümeti yönetimindeki ülke ise hızla 12 Mart'a doğru yol alıyordu. Bir yandan parti içi muhalefetle mücadele yürüten Ecevit, bir yandan da yaklaşan darbeyi sezmiş ve 20. Kurultay'ı izleyen günlerde 1970 Ağustosu'nda şunları söylemişti:

12 MART YANILGISI

'Türkiye'de bir dikta tehlikesi vardır ve bu ancak ordudan gelebilir. Bu, örneğin Yunanistan'daki gibi, yabancıların oyunu olur. Demokratik rejimde bile çok güçlü olan ekonomik çevreler, askeri diktada, daha da güçlenirler. Bir askeri müdahale mümkün gözükmektedir. Fakat, bu, ancak egemen zümrelerin yararına olur.'

Ecevit'in öngördüğü darbe 12 Mart 1971'de gelir. Toplumun çoğunluğu tarafından Demirel hükümetine karşı, dolayısıyla solcu-ilerici olarak algılanan Muhtıra, pek çok yanılgıyı aynı zamanda da ayrışmayı beraberinde getirecekti. Muhtıranın ardından Demirel Hükümeti istifa etmiş, darbeden birkaç gün sonra istifa ettirilerek 'tarafsızlaştırılan' Nihat Erim, asker tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilmişti. Bu, parti içi çatışmalarda bardağı taşıran son damlaydı.

GENEL SEKRETER KALAMAM

21 Mart'taki CHP grubunda hükümete katılıp katılmama konusu konuşulacaktır. Daha 10 yıl önce, 'Nihat, müşkül anında ülkeyi terk edecek karakterdedir' diyen İnönü, Erim hükümetine katılmak ve desteklemek gerektiğini savunuyordu, Ecevit ise böyle bir karar alınırsa istifa edeceğini duyurmuştu. Ecevit, yönetiminde bir gün önce yapılan MYK toplantısında hükümete katılmama, güven oylamasında CHP'li parlamenterleri serbest bırakma kararı alınmıştı ama İnönü, hükümete destek için gruptan bağlayıcı karar istiyordu. Artık ipler kopmuştu. Ecevit, İnönü'ye istifa mektubunu gönderdi.

'Sayın İsmet İnönü
CHP Genel Başkanı
Sayın Genel Başkanım,
Demokratik rejim için ve CHP için çok hayati saydığım bir konuda görüş ayrılığına düşmüş bulunuyoruz.
Bu kadar önemli bir konuda sizin görüşünüze katılmadan Genel Sekreterlik görevini yürütmeye hakkım olamazdı.
Onun için CHP Genel Sekreterliği'nden ayrılıyorum.
Bugüne kadar, eşsiz önderliğinizle bana yol gösterdiniz, değeri biçilmez desteğinizle bana güç kattınız.
Size sonsuz şükran ve minnet duygularımı yaşadıkça içimde taşıyacağım.
Yürekten saygılarımı sunarım.


Bülent Ecevit'

Ecevit ve Merkez Yönetim Kurulu'nun gerekçeli istifasından sonra İnönü, 21 Mart akşamı toplanan CHP ortak grubunda Erim'i öven ve hükümete bakan verileceğini duyuran bir konuşma yaptı. İnönü'nün 'Aksi halde kumandanlar idareye el koyacaklarını söylüyorlar...' diye biten konuşması beklenen etkiyi yapmış, gruptan Erim hükümetine destek kararı çıkmıştı. Ancak Parti Meclisi'nde Ecevit'in tartışmasız üstünlüğü sürüyordu.

BIRAKIN GİTSİN

İnönü, Ecevit'in 'ruhi ve hissi nedenlerle istifa ettiğini' iddia etmiş, 'bırakın gitsin' demişti. 25 Mart 1971'de örgüte gönderdiği bir genelgede de 'Parti içindeki bunalımın bittiğini ilan ediyorum' diyordu.

Nitekim Ecevit de 'Paşam ben sizin karşınıza çıkmak için değil, sizin karşınızdan çekilmek için istifa ettim' demişti ama, Ecevit'e rağmen 'Milli Şef'e karşı gemiler yakılmıştı bir kere, geri dönüş yoktu...

Erim Hükümeti'nin kuruluşundan itibaren yapılan CHP kongrelerinin çoğunluğunu Ecevitçiler kazanmıştı. Bunun anlamı, Parti Meclisi'nde kaba hesapla en az 230 Ecevitçi delegenin oy kullanması demekti. İnönü'ye ise Ecevitçilerin politikalarının parti politikasına dönüşmesine seyirci kalmak düşüyordu. Ama İnönü, bunun yerine tüzük dışına çıkmayı göze aldı. Nüfuzunu kullanarak bu il örgütlerini feshettirmeyi ve partilerin kadın ve gençlik kollarının oy hakkını kaldıran yasa değişikliğine destek vermeyi tercih etti.

İnönü'ye yanıt parti içinden geldi; Ecevit'in istifasından sonra, İnönü'ye rağmen Genel Sekreterlik görevine getirilen ve Ecevitçiliğiyle tanınan Şeref Bakşık'ın istifası 'parti içi savaş'ın da resmi ilanı gibiydi.

GEÇİCİ ATEŞKES...

Artık mücadelenin açıktan yürütülmesi gereken günler gelmiştir. İnönü'ye göre, 'İnönü'ye saygı perdesi oyunların üzerine düşürülmüştür. Ecevit'in ihtilafı İnönü'yledir. Bu perdenin kaldırılması ve oyunun örtüsüz oynanması zamanı gelmiştir.' İnönü'nü bu çağrısından sonra Ecevit, 'Perdeyi Kaldırıyorum' başlıklı bir broşür yazmaya girişir.

Ancak bu sırada dışarıdan CHP'ye yönelen bir tehdit, bir süre için kılıçların kınlarına sokulmasına neden olacaktır. Ankara sıkıyönetim savcısı Baki Tuğ, DEV-GENÇ iddianamesinde CHP'yi ağır bir dille suçlamış, parti için soruşturma açılması için girişim başlatmıştır. İddianamede, 'solun üçüncü sızma yolu da CHP'nin araladığı ortanın solu kapısıdır' denilmektedir.

Bir süreliğine tek yumruk olan CHP'den bu iddialara çok sert yanıt gelecek, savcıların bu tavrı 'tecavüz' olarak nitelenecektir.

İnönü ile Ecevit'i yakınlaştıran bir diğer olay ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarıdır. İdamların önlenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmak isteyen İnönü, ret cevabı alınca Parti Meclisi'nden medet umar. İnönü, bu sırada Ecevit'e 'Yanımda olacaksın, bu meseleyi birlikte çözeceğiz, aramızdaki bütün anlaşmazlık ve dargınlıkları kaldırıyorum' diyecektir. Ecevitçilerin ağırlığındaki PM, İnönü'ye 'evet' der ve idamların önlenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne CHP olarak başvurulur.

ECEVİT'İN ELİNDE OYUNCAK OLDUNUZ

İnönü sözünü tutar, 'Merkez Yönetim Kurulu'yla olan anlaşmazlığımı çözümlenmiş sayıyorum' diyerek bu durumu partiye de deklare eder. Ancak bu yumuşama havası kısa sürecektir.

O güne kadar il ve ilçe kongrelerini her türlü engellemeye karşın birer birer kazanan Ecevitçiler giderek güçlenmektedir, eğer Hazirandaki olağan kongre beklenecek olursa, Ecevitçiler partiyi kesin ve tartışmasız ele geçirecektir. İnönü, '5. Olağanüstü Kurultay'ın, 5 Mayıs 1972 günü ve 20. Kurultay delegeleriyle toplanacağını' ilan eder. İnönü, 'Kurultay'ı tüzüğe göre toplayacağım. Kurultay'ı kimlerin yöneteceğini de tek tek kendim belirleyeceğim. Amacınızı seziyorum. Ecevit'in elinde oyuncak haline geldiniz. Size güvenim olmadığını daha önce söylemiştim. Bu Kurultay'da çıkacağım, eski yeni bütün şikayetlerimi anlatacağım. Siz genel başkanınıza karşısınız. Bu meseleyi burada kapanmış sayıyorum dediğim zaman herşeyi bitti zannettiniz. Neler yaptığınızı teker teker Kurultay'da söyleceğim. Yumuşak olmaya çalıştım ama, size anlatamadım' diyordu.

İNÖNÜ ELDEN GİDİYOR...

CHP'li delegeler, 5 Mayıs 1972 sabahına büyük bir gerilim içinde uyanmıştır. Beş gün önce Kızıldere baskını yapılmış, arkasından bir uçak Sofya'ya kaçırılmış, bir gün önce de Jandarma Genel Komutanı bir suikast sonucu yaralanmıştır. Ordu teyakkuzdadır. Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idamı an meselesidir. Ülkedeki gerilim, Kurultay salonundaki delegeleri de etkilemişti...

İnönü'nün kalp krizi geçirdiği haberi bomba gibi düşer Kongre salonuna... Kurultay bir gün ertelenmiştir...

Öğleye doğru büyük bir gazetenin birinci sayfasında İnönü'nün hasta yatağındaki fotoğrafı sekiz sütuna manşettir. 'İnönü elden gidiyor' havasını besleyen son vuruş, ertesi günü İnönü'nün doktor ve hemşireler arasında kurultay salonuna girmesiyle sahnelenir. Sonradan ortaya çıkar ki İnönü'nün o fotoğrafı çok önceleri, uyurken çekilmiştir...

YA BEN YA BÜLENT

Açılış konuşması için kürsüye gelen İnönü, son kozunu oynuyordu, açıkça 'ya ben ya Bülent' demekten çekinmeyecekti.

Karşılıklı tehditlerle, meydan okumalarla süren Kongre'de söz, en çok tartışılan adama, Ecevit'te geldiğinde soluklar tutulur. Eski Genel Sekreter'in İnönü'ye yanıtı şöyledir:

'Aslında sorun, CHP'yi eski yörüngesine veya yeni yörüngesine oturtma sorunun da ötesindedir. Hatta sorun 'ya ben, ya Bülent' sorununun da ötesindedir. Tekrar söylüyorum, asıl öncelikle ölçülmesi gereken şudur: CHP'de buyruk mu işleyecek, hukuk mu işleyecektir? Buna karar vereceğiz. (...) Daha açık söylüyorum, vereceğiniz karar şudur: Demokratik bir partinin kanunlara saygılı özgür üyeleri mi olacağız, kapıkulları mı olacağız. Karar sizindir.'

Parti Meclisi, 507'ye karşı 709 oyla Kurultay'dan güvenoyu alacaktır. Tercih, Bülent Ecevit'ten yanadır.

İNÖNÜ DÖNEMİNİN SONU

İnönü'ye istifa yolu görünmüştür. İstifa mektubu son derece soğuk ve kısadır:

'CHP Merkez Yönetim Kurulu Başkanlığı'na,

CHP Beşinci Olağanüstü Kurultayı'nın 7 Mayıs 1972 toplantısında verdiği karar sonucu olarak, CHP Genel Başkanlığından çekildim.

Tüzüğün 28. maddesinin gerektirdiği işlemin kurulunuzca yapılması için saygılarımla arz ederim.


İsmet İnönü'

Bu satırlar, CHP'de 33 yıl, 4 ay, 11 gün süren İnönü döneminin sona erişini yeni bir dönemin Ecevit döneminin başladığını ilan ediyordu.

ŞEF PARTİSİ'NDEN HALK PARTİSİ'NE

İnönü, Yalova'da dinlenmeye çekilmiştir. Ancak İnönücüler iktidarı kolay teslim etmek niyetinde değildir. İnönü'nün genel başkanlık teklifini kabul etmeyeceği konusunda herkes hemfikir olduğu halde, İnönücüler, hiç olmazsa Ecevit'in başkanlığını töhmet altında bırakmanın yollarını arar. İnönü taraftarları, Ecevit'in genel başkanlığına engel olmak için 'ihtiyati tedbir' için mahkemeye dahi başvurur. Ancak çabaları sonuçsuz kalacak, 14 Mayıs'ta genel başkanlık seçimi için toplanan Kurultay'dan Ecevit Genel Başkan olarak çıkacaktır. 51 il başkanınca ortak aday gösterilen Ecevit, 913 delegeden 826'sının oyuyla Atatürk ve İnönü'den sonra CHP'nin üçüncü genel başkanıdır artık.

Ertesi günkü gazete manşetleri CHP'de Ecevit dönemini şu başlıkla duyuruyordu:

'Şef Partisi'nden Halk Partisi'ne...'

CHP'DE ECEVİT DÖNEMİ

Ecevit'in genel başkan seçilmesinden sonra istifalar birbirini izliyordu. Ecevit ise bir yandan kırgınlıkları unutma çağrısı yapıyordu, bir yandan da 'Partiden gitsem mi gitmesem mi diyenleri partili saymam' diyerek kapıyı gösteriyordu. İnönü'nün cihat açmasını umut edenleri ise bizzat İnönü hayal kırıklığına uğratıyordu. Malatya Kongresi'ne katılan İnönü, siyaseti bırakmayacağını ancak CHP'nin genel başkanının Ecevit olduğunu söylüyordu. İnönü, artık tarihi bir kişilik halini alan İnönü, 21. Kurultay'da da, 'Yeni Genel Başkana başarılı olması için elbirliğiyle yardım etmemiz gerekir' diyecekti.

HALK İÇİN DEĞİL HALKLA BİRLİKTE DEVRİM

21. Kurultay'ın en belirleyici özelliği ise, içtüzükte yapılan değişikliklerle Parti Meclisi'nin yetkilerini artırmanın yanı sıra partinin yeni politikalarının daha net bir şekilde ortaya konulmasıydı. Petrollerin ve yer altı kaynaklarının devletleştirilmesiyle ilgili bir önerge kabul edilmişti. 1085 delegeden 1032'sinin oyunu alarak yeniden genel başkan seçilen Bülent Ecevit ise partinin yeni yönelimini şu sözlerle özetleyecekti:

'Devrimin halka değil, halkın dışında ve üstünde ilerici aydın kadrolara dayanarak yürütüleceğine inananlar bizimle beraber olamazlar. Aydınların devrimin yürütülmesinde elbette önderlik görevleri vardır. Bu görev halka rağmen halk için devrim yapmaya kalkışarak değil, halktan hiçbir zaman kopmadan, devrimi halkla birlikte oluşturarak yerine getirilebilir. Devrimcilikleri bu halkçı anlayışa dayanmayanlar, bugünün CHP'sine yabancı kalan bürokratik devrimcilerdir.'

21. Kurultay'da parti politikalarının daha net ortaya konulması yeni istifaları da beraberinde getirdi. İstifacılar, 'CHP, Atatürk ve İnönü'nün kurduğu Parti olmaktan çıktı' diyordu.

CHP KAPATILACAK...

Parti içinde bu gelişmeler sürerken, Ecevit liderliğindeki CHP, Melen Hükümeti'ne bakan vermeyi kararlaştırmış ve güven oylamasında olumlu oy kullanmıştır. Ancak hükümete giren 5 CHP'li bakan, Ecevit'in karşı çıktığı üçüncü beş yıllık plana destek verince CHP'de yine sular ısınmaya başlar. Hükümetin anayasayı değiştirme girişimi ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurma girişimleri, hükümetten çekilme isteklerini daha da artırır. Tabandan, hükümetten çekilme yönündeki güçlü tazyike rağmen, Ecevit seçim hesabındadır. Tabandan gelen desteğe uzun bir süre direnir Ecevit. Ancak tabanın tepkisi ayyuka çıkmıştır ve Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Ferit Melen Ecevit'le görüşerek, CHP'nin hükümetten çekilmemesi için aba altından sopa gösterirler. Ortalıkta 'CHP'nin kapatılacağı' söylentileri dolaşmaya başlamıştır bile.

27 Ekim-3 Kasım 1972'de toplanan Parti Meclisi'nin tek gündemi hükümetten çekilmektir. Ecevit'e CHP'li Bakanları hükümetten çekme yetkisi verilir.

Ecevit 4 Kasım'da 'Yeraltı kaynaklarının yabancı sömürüsüne açılması ve ulusal ekonominin AET karşısında korunamaması, seçimlerin zamanında yapılması, Melen Hükümeti'nin fiilen bir AP-MGP hükümeti olduğu ve CHP'nin varlığının bir anlam taşımadığı, CHP'nin görüşlerine itibar edilmediği' gerekçeleriyle CHP'nin hükümetten çekildiğini açıklar.

49 YIL 1 AY 24 GÜN SONRA...

5 Kasım'da İsmet İnönü, CHP'den istifa eder. 'Ölünceye kadar CHP'li kalacağım' diyen İnönü'nün istifa gerekçesi ise kısa ama çok nettir:

'CHP Genel başkanlığına,
12 Mart şartlarının nazik mahiyetini ciddiyetle muhafaza ettiği bir zamanda, Parti politikasının memleket için sakıncalı gördüğüm şekil ve istikamette değiştirilmesi sebebiyle CHP'den ayrılmış olduğumu bilgilerinize saygılarımla sunarım.

İsmet İnönü'

CHP ile İnönü yolları, tam 49 yıl 1 ay 24 gün sonra ayrılmıştı. 6 ay önce zaten bitmiş olan bir dönem noktalanmış, CHP'de 'Milli Şef' dönemi kesin olarak kapanmıştı.

ORDU İLE CHP KARŞI KARŞIYA

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, CHP'de yeni bir dönemecin işaretini veriyordu. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın görev süresi 28 Mart 1973'te sona eriyordu. Yeni cumhurbaşkanının 15 gün önce yani, 13 Mart 1973'te seçilmiş olması gerekiyordu. Meclis'te hiçbir parti kendi adayını seçtirebilecek aritmetiğe sahip değildir. Ortalıkta ise Orgeneral Faruk Gürler'in ismi dolaşmaktadır. 27 Mayıs'tan sonraki cumhurbaşkanlarının hep asker olması, 'Genelkurmay Başkanları Cumhurbaşkanı olur' inancının kanıksanmasına yol açmıştır. Üstelik 12 Mart kabusunun sürdüğü günlerde Genelkurmay Başkanı'nın cumhurbaşkanlığına karşı çıkmak cesaret işidir...

Ancak hem AP, hem de CHP asker cumhurbaşkanı geleneğinin yerleşmesine karşı çıkarlar. CHP'deki görüş ayrılıkları ise bir kez daha su yüzüne çıkar. Bir grup CHP'li Gürler'in desteklenmesini ve böylece ordu ile CHP arasındaki buzların eritilmesini ister. Ecevit'in önerisiyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmama kararına karşın, CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu ve 32 CHP'li parlamenterin Faruk Gürler'e oy verdiği açığa çıkar. Cumhurbaşkanlığı krizi 6 Nisan 1973'te 6. Cumhurbaşkanlığına Fahri Korutürk'ün seçilmesiyle son bulur. Ancak, CHP'de yine bir yol ayrımına gelinmiştir. Genel Sekreter ve arkadaşları partiden istifa eder...

KARAOĞLAN EFSANESİ

14 Ekim 1973 seçimleri kapıya dayanmıştır. CHP, yeni kimliğiyle ilk kez halkın karşısında sınav verecektir. Ecevit'in daktilosundan çıkan 'ak günlere' adını taşıyan seçim bildirgesi, CHP'nin yeni politikalarının da özetidir:

CHP 'Geniş halk topluluklarını yoksullaştırmak ve sömürmek yoluyla sermaye birikimini hızlandırma ve tekelci sermaye gruplarının elinde yoğunlaştırma amacını güden bu çağdışı ekonomi anlayışı' yerine kalkınma modeli olarak, 'Köylü kooperatiflerinin, sosyal güvenlik ve yardımlaşma kurumlarının, sendikaların, yurtdışındaki işçi ortaklıklarının ve benzeri halk ortaklıklarının girişimlerinden oluşan sektör' öneriyordu. Yabancı sermayeye sınırlama getirileceği vaat ediliyordu.

Demokratik alandaki vaatler ise şöyleydi: 'DGM'lerin işçi haklarını ve sendikacılığını tehdit etmesinin önlenmesi, memur sendikalarının yeniden kurulması, tarım iş kanunun derhal çıkarılması, kıdem tazminatının bir yıla yarım aylık yerine, bir yıla bir aylık düzenden hesaplanması, işsizlik sigortasının kurulması, toplu sözleşme yetkisi için işçi referandumu uygulanması, KİT'leri doğrudan doğruya çalışanların yönetmesi, sosyal güvenlikten yoksun ev kadınlarının sosyal sigortadan yararlandırılması, kadınların daha erken yaşta emekli olabilmesi...'

'Ak Günlere' bildirgesinde CHP'nin klasikleşmiş 'dinsel konulardan kaçınma' eğiliminin terk edildiği de açıkça beyan ediliyordu. 'CHP Türk halkının dinsel inançlarının, dine bağlılığının, demokratik yoldan ve sosyal adaletle kalkınma için bir engel değil, tersine kolaylaştırıcı bir etken olduğu kanısındadır' ifadeleri dikkat çekiyordu.

Yoksulların koruyucusu Ecevit, artık 'Karaoğlan'dı. CHP ise Karaoğlan'ın partisi...

CHP İLK KEZ HALKIN OYLARIYLA İKTİDAR ADAYI

14 Ekim 1973 seçimlerinde yüzde 33.3'lük oy oranıyla 185 milletvekili çıkaran CHP, tarihinde ilk kez doğrudan halkın oylarıyla iktidar adayı oluyordu. Bir önceki seçime göre CHP oylarını yüzde 5.9 artırmış, kırsal alanda gerilerken kentlerde adeta oy patlaması sağlamıştır. Gerçi CHP, seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştı ama aldığı oylar tek başına iktidar olmasına da yetmeyecekti.

Ecevit'in 27 Ekim'de hükümeti kurmakla görevlendirilmesinden sonra, MSP ile ortaklık için sürdürülen çalışmalar sonuçsuz kalmıştır. Böylece Ecevit'in uzun mücadelelerden sonra kazandığı ilk başbakanlığı daha parlamentonun onayına varamadan sona ermiştir.

CHP-MSP KOALİSYONU

Ardından hükümeti kurmakla görevlendirilen AP lideri Demirel'in de benzer bir başarısızlığa uğramasıyla bu kez gündeme CHP-MSP koalisyonu gelir. Koalisyonun uzlaşı programında dikkat çeken belli başlı maddeler şunlardır:

'Düşünce ve inanç suçlarını düzenleyen TCK'nın 141, 142 ve 163. maddelerini de kapsayan genel af, 18 yaşa oy hakkı, tarım kredisi, kooperatifçilik hareketinin desteklenmesi ve kooperatif bankasının kurulması, küçük ve orta boy sanayi işletmeleri güçlendirecek bir politika gütmek, stratejik madenlerin hukuk kuralları içinde devletleştirilmesi, Köykentlerin kurulması, ilk ve orta okullara zorunlu ahlak dersleri konulması...'

Ecevit, MSP ile ortaklığın; dindarlıkla laikliğin ve dindarlıkla 'özellikle ekonomik alandaki ilericiliğin' çeliştiği yolundaki 'tarihsel yanılgı'yı gidereceği iddiasındadır...

Kağıt üzerinde birbirine yaklaşmak için ödün verilmesine karşın daha ilk aylardan itibaren anlaşmazlıklar patlak vermeye başlar. TCK'nın 163. maddesini kaldırmakta ısrar eden MSP, Meclis'te 141 ve 142'nin kapsam dışında tutulması için oy kullanır. Çatışma ancak Anayasa Mahkemesi'nce çözülür. MSP, protokolde yer alan 18 yaşa oy hakkı için de benzer bir tutum içine girer ve bunu seçim yasasında yapılmasını istediği bütün değişikliklerin gerçekleşmesi koşuluna bağlar.

KIBRIS'I OYA ÇEVİRMEK..

CHP ile MSP arasındaki çatışma sürerken 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs'ta Atina'daki askeri cunta tarafından desteklenen Milli Muhafızlar, Kıbrıs'ta Makarios'u devirdi. Hemen ardından Ecevit, Türkiye'nin Ada'daki çıkarlarını korumak için harekete geçeceğini duyurdu. 17 Temmuz'da Türkiye'nin tutumunu anlatmak için Londra'ya gitti. İngiltere, Türkiye'nin ortak müdahale önerisini reddetti. 20 Temmuz'da Türkiye Kıbrıs Barış Harekatı'na girişti. Artık gündem uzun bir süre için Kıbrıs sorununa kilitlenmiştir.

Ancak MSP'nin son gelişmeleri dikkate almadan, hükümet içindeki çatışma noktalarını körüklemesi karşısında Ecevit, 18 Eylül 1974'te hükümetten istifa eder. Kıbrıs Barış Harekatı'nı 'oya dönüştürmek' için 'bunalım politikası' izlemekle suçlanır.

Ecevit, MSP ile ortaklığın sona ermesiyle, erken seçim kampanyası başlattı. Hükümet bunalımının ancak erken seçimle çözülebileceğini savunuyordu. Ancak Türkiye, bütün sağ partilerin parlamento çoğunluğuna dayalı bir hükümet kurarak Milliyetçi Cephe dönemini başlatacağı günlere giriyordu...

DEMOKRATİK SOL, YERLİ SOL

CHP ise MSP ile koalisyonun bozulmasının ardından kendi içine dönmüş ve 28 Haziran 1974'te toplanan Tüzük Kurultayı ile gündemine, Ecevit'i genel başkanlığa taşıyan parti politikalarını kurumsallaştıracak düzenlemeleri almıştı. 1974 Tüzüğü'nün amaçlar bölümünün 2. maddesine, Ecevit'in deyişiyle 'Marksizmden kaynaklanmayan, yerli' bir kavram olan 'Demokratik Sol' ilkesinin benimsendiği eklenmişti.

CHP'de ortanın solu akımıyla başlayan sola dönüş hareketi, toplumsal dürtülerin de etkisiyle her geçen gün yeniden biçimlenmişti. 'Ortanın solu' kavramı yerini giderek 'Demokratik Sol' kavramına terk etmiş, tüzük kurultayında da bu belgelenmişti.

SESSİZ SEDASIZ, SİLİK MUHALEFET

1975 yılının ortalarına gelindiğinde Birinci Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti idaresindeki ülke de bunalım içindedir. Ekonomik bunalım doruğa ulaşmış, siyasi cinayetlere her gün bir yenisi eklenmektedir. Böylesi bir ortamda yapılan 12 Ekim Kısmi Senato ve Milletvekili Ara Seçimleri'nde AP birinci parti olmuş ancak ikinci parti durumundaki CHP de oylarını yüzde 8 arttırmıştır.

CHP içi çatışmalar ise artık nedeni, amacı ve bağlantıları iyice silikleşmiş bir halde ama büyük bir hızla sürmektedir. Çatışmaların tarafları da, aktörleri de sürekli yer değiştirmekte; kişisel kırgınlara parti yönetimi anlayışı, muhalefet biçimine yönelik eleştirilere ekonomik ve sosyal düşünce ayrımları karışmaktadır.

Parti içi çatışmalar derinleşirken dışarıya yansıyan CHP ise 'sessiz sedasız ve silik muhalefet' partisi görünümündedir. CHP yanlısı gazeteler veryansın etmektedir:

'Sokakları genç insanların kanlarıyla sulanan bir ülkede, iktidar ölçüsünde olmasa bile, muhalefet de sorumludur. (...) CHP, üzerindeki ölü toprağını silkmeli ve Cephe sorumlularından kanlı mezar taşlarının hesabını sormalıdır.'

HİZİPLER ÜSTÜ

CHP'ye yönelik tepkilere Ecevit de suskun kalamaz, 'CHP'nin bugünkü muhalefetini yeterli bulmayan halk çoğunluğuna hak veriyorum' der. Ancak 8 Mart 1976'da, aralarında Deniz Baykal'ın da bulunduğu 5 Yönetim Kurulu üyesinin istifası, parti içi soğuk savaşı iyice su yüzüne çıkaracaktır. Baykal ve Eyüboğlu gruplarının 'Parti'nin temel düşüncelerinde birleştiklerini' savunan Ecevit, çatışmanın dışında kalmaya özen gösterir.

'Kimse bir yerlere gelebilmek için bana ve genel merkeze yakınlığına güvenmesin' diyerek bağımsızlığını ilan eden Ecevit, parti içindeki bu çatışmaları durduramıyordu. Ecevit, Kurultay'dan hemen önce gruplara Sivas'tan mesaj yolluyordu:

'CHP içindeki çekişmeler konusunda benim gösterebileceğim hoşgörü sınırı, halkın göstereceği hoşgörüsüdür, hoşgörümü onun ötesinde sürdürme hakkına sahip olmadığımı bilerek hareket edeceğim.'

TAŞLI SOPALI KONGRE

Ancak Ecevit'in bu çıkışı da kar etmez, CHP yine tarihinde ilk kez, taşlı sopalı kongrelere sahne olacaktır. Ecevit, artık patlar:

'Yurtta herkes CHP'de neyin kavgasının yapıldığını bilmek istiyor, ancak anlayamıyor (...) Son olarak Çankaya Kongresi'nde düzenlenen saldırı, bardağı taşıran son damladır. Ülkede zorbalığa karşı mücadele eden CHP kendi içinde böyle zorbalıklara göz yumamaz (...) Benim tahammülüm geniştir. Parti içi konularda fazla tahammüllüyüm diye zaman zaman eleştirilmişimdir. Fakat bu sırada, CHP'nin yıpratılmasına, rejimin tahammülü yoktur, halkın tahammülü yoktur.'

BU PARTİYE ACIYIN

Ecevit'in bu çıkışı tansiyonu düşürmek şöyle dursun büsbütün sertleştirir. Ecevit, grup toplantısında şunları söyler: 'Buraya hep dedikodularla geliyorsunuz. Bu partiye vurmayın, acıyın...'

Ecevit'in 'Halk, CHP'yi iktidara getirmeye kararlıdır, gelmezsek bizim kabahatimizdir' ekseninde yaptığı konuşma, 'hizipler üstü' karma liste önerisiyle birleşince, Deniz Baykal'ın öneriyi reddetmesine karşın, Kurultay sağ salim atlatılır.

ECEVİT'E SUİKAST

CHP'de parti içi çatışmalar sürerken 'Milliyetçi Cephe' yönetimindeki ülkede, planlı saldırı ve cinayetlere her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Saldırılar, ana muhalefet partisinin liderini, Ecevit'i hedef alacak kadar ileri gitmiştir. Faili meçhul cinayetler, işgaller, boykotlar, yolsuzluk, rüşvet artık günlük yaşamın bir parçasıdır. Bunalım 1977'nin ortalarına gelindiğinde genel seçimi gündeme getirir. CHP'nin Taksim mitinginde Ecevit'e suikast yapılacağı ortaya çıkar. Bunu da bizzat Başbakan Demirel, Ecevit'e mektupla (1) bildirir. Ecevit, mitinge katılmaktan vazgeçmez (2). Mitingde şöyle konuşur:

'Halk, düzeni değiştirme kararını verdi. Dursam beni aşar...'

5 Haziran 1977 seçimlerinden CHP yüzde 41.4 oy oranı 213 milletvekiliyle birinci parti olarak çıkar ancak tek başına iktidar olmak için aldığı oylar yine kısa kalmıştır.

İKİNCİ MC, ÜÇÜNCÜ ECEVİT HÜKÜMETİ

Hükümeti kurmakla görevlendirilen Ecevit'in önünde azınlık hükümeti kurmak dışında bir seçenek yoktur. Ancak, AP Genel başkanı Demirel, CHP hükümetinin 'Kurulmasına, onaylanmasına ve icraatına karşı mücadele edeceklerini' açıkça ilan etmiştir. Demirel, Erbakan ve Türkeş'e göre 'CHP, hükümeti işgal etmiştir, Cumhurbaşkanı Korutürk de bu duruma göz yummuştur'. Birinci MC hükümetini oluşturan partiler, CHP hükümetine karşı iç çelişkilerini bir tarafa bırakmış, yeniden cephe ruhuna bürünmüştü. 21 Haziran 1977'de Ecevit tarafından kurulan CHP azınlık hükümeti, Meclis'te 3 Temmuz'da yapılan güven oylamasında 217 evet oyuna karşılık, 229 ret oyu almıştı. Ecevit hemen istifasını sunmuş, ardından da hızla ikinci MC hükümeti kurulmuştu.

Ülkede ikinci MC dönemi başlarken, seçimlerden birinci parti çıkmasına karşın hükümet olamayan CHP'de ise tartışmalar başgöstermekte gecikmez. Antalya Milletvekili Deniz Baykal öncülüğündeki bir grup, bu durumdan Ecevit'i sorumlu tutmakta ve olağanüstü kurultay önermektedir. Ecevit, partililerle gruplar halinde varolan tartışma toplantıları düzenleyerek, kısa sürede tepkileri sönümlendirir.

Nitekim 11 Aralık 1977 günü yapılan ve referandum niteliğindeki yerel seçimlerde CHP, 42 belediyeyi alarak ezici bir üstünlük sağlar. İkinci parti olarak çıkan AP ise sadece 15 belediyeyi alabilmiştir. Kamuoyu desteğini büyük ölçüde yitirdikleri ortaya çıkan İkinci MC hükümetini oluşturan partiler iç çatışmalara sürüklenmiş, Ecevit hükümetinin desteklenmesini savunan bazı vekiller partilerinden kopmuştu.

İkinci MC Hükümeti'nin istifasıyla, başını CHP'nin çektiği CGP, DP ve AP'den kopan bağımsızların oluşturduğu Üçüncü Ecevit hükümeti 17 Ocak 1978'de Meclis'ten güven oyu aldı.

HİZİPLERE AÇIK SAVAŞ

Ecevit, tarihi boyunca genel merkez-hükümet ve gruplar üçgeninde çatışmalara sahne olan CHP'de yeni bir dönem başlatmaya kararlıdır. Hükümette görev alanların parti yönetiminden ayrılmalarını ister. Ecevit, parti içi hizipleşmeleri ortadan kaldırmaya yönelik bu manevrayla yetinmeyecektir; 'Kurultay'a tek liste halinde gireceğiz.'

Hazırlıklar yetişmeyince Anayasa Mahkemesi'nden uyarı alan CHP, olağanüstü kurultaya gitmek zorunda kaldı. Sorunlar olağan Kurultay'a ertelenmişti.

Hemen sonra toplanan 24. Olağan Kurultay'a ise Ecevit'in istediği gibi 'tek liste' ile girilemedi. Çatışma, gruplaşma ve kadrolaşma hareketlerinin her zamankinden daha güçlü olduğu görüldü. Çatışmalar gücünü, hükümetin başarısızlığından alıyordu...

YALNIZ ADAM

Üçüncü Ecevit hükümetinin kurulduğu 1978'in başlarında, ülke ekonomik bunalım ve giderek tırmanan anarşiyle boğuşuyordu. Aradan geçen bir yıl içinde, tablo daha kötülemiş, hükümet ise çaresiz kalmış, kontrolü kaybetmişti. Günlük yaşamın parası haline gelen silahlı saldırı ve çatışmalar, Sivas, Çorum ve Kahramanmaraş'ta olduğu gibi toplu katliamlara dönüşmüştü. Korku içindeki halk bir yandan da yokluk, uzun kuyruklar ve zam yükü altında eziliyordu.

Dışarıdan ve hükümetin içinden eleştiri oklarına hedef olan Ecevit, partisinde de yalnızlığa itilmişti. Parti içi muhalefetin yelpazesi genişlemiş, hükümette bakan olanlar dahi bir muhalefet grubunun başını çeker olmuşlardı... 'Sorunları iletmek için Ecevit'i ulaşamıyoruz', 'Parti içindeki tek organ genel başkanlık' diyorlar ve Parti Meclisi'nin yeniden oluşturulmasını istiyorlardı.

İKTİDARSIZ HÜKÜMET

CHP'nin son olağan kurultayı ilkinden tam 60 yıl sonra Ankara'da toplandı. Ecevit, son kurultay olduğunu bilmeden yaptığı konuşmasında, 'İktidar olma uğraşı derken, yalnızca 1981 seçimlerinde CHP'nin Millet Meclisi'nde tek başına salt çoğunluğu sağlamasını belirtiyor değilim. Bu anlamda, yani siyasal anlamda iktidar olmanın yanı sıra, toplumsal anlamda iktidar olmak da, özellikle bir demokratik sol parti için yaşamsal önem taşır.
Önümüzdeki ilk hedeflerden birisi de, bu yıl Ekim ayında yapılacak olan Cumhuriyet Senatosu ve milletvekili ara seçimlerini kazanmaktır...
' diyordu. 24. kurultay, Ecevit'in muhaliflerini tüm ağırlığını koyarak alt etmesiyle sonuçlanmıştı ancak, Üçüncü Ecevit hükümetinin yönetimindeki ülkede iktidar boşluğu her geçen gün büyüyordu. '1981'de kesin iktidar olacağız' diyen Ecevit de bu gerçeği itiraf ediyordu.

Bir yanda hükümetteki bakanlara yönelik yolsuzluk iddiaları, öte yandan ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalım ve anarşi... TÜSİAD, tarihte ilk kez hükümeti peş peşe gazete ilanlarıyla uyarıyordu. Ticaret ve Sanayi Odaları Meclisi de hükümeti kamuoyu önünde uyarınca, Ecevit, 'Bu devlet, işadamlarının muhtırası ile hükümet kurmaz, hükümet düşürmez, bu ülkede halkın dediği olur, halkı sömürenlerin değil... TÖB-DER ve POL-DER siyaset yaparsa suç, sanayici kuruluşlar siyaset yaparsa suç değil, olmaz öyle şey. Hepsini savcılığa vereceğim...' diyecekti. Ancak, ilanlar durmadı. Üstelik esnaf da kepenk indirerek, kontak kapatarak bu halkaya eklendi.

Mecliste ise Ecevit hükümetinin bakanlarından Hilmi İşgüzar ve Tuncay Mataracı hakkında gensoru verilmişti. İşgüzar istifa etti. Hükümet dört bir yandan kuşatılmıştı.

12 EYLÜL'ÜN AYAK SESLERİ

1 Mayıs'ta İstanbul'da uygulanan sokağa çıkma yasağı, tüm bunların üzerine tuz biber ekti. Tepkiler çığ gibi büyüyordu. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, 'ordunun çıkar çekişmelerine alet edilmemesini' istedi.

Hükümet içinde de istifalar birbirini izlemeye başladı... 4 bakan arka arkaya hükümetten ayrıldı. 18 aylık iktidarın sonunda Ecevit, yenilgisini kabul etmek için son bir darbe bekler gibiydi... O da 14 Ekim 1979 ara seçimleriyle geldi. CHP son seçimlerde yakaladığı yüzde 41.4'lük oy oranından yüzde 29.1'e düşmüştü... 'Geleneksel oy oranı'na...

İki gün sonra 16 Ekim 1979'da Ecevit, istifa etti.

Hezimetin hesabı 4 Kasım 1979'da toplanan 8. Olağanüstü Kurultay'da görülecekti. Hiç kimse bunun CHP'nin son kurultayı olduğunun farkında değildi.

İNÖNÜ'NÜN İZİNDEN: YA BEN YA ONLAR

'Genel merkezciler', 'Topuzcular', 'Baykalcılar', 'Sol muhalifler' ve tek başına Bülent Ecevit... Gruplar, acımasızca eleştirdikleri Ecevit'in genel başkanlığında hemfikirdi, asıl çekişme parti yönetimi için yaşanıyordu. Ecevit'in buna izin vermeye niyeti yoktu. Son kozunu oynadı, 'Bir yanda katı hizipçiliği hak olarak gören liste, bir yanda da katı hizipçiliği reddeden bir anlayış bulunmaktadır. Ben katı hizipçiliği reddeden bir ekiple görev yapabilirim. Eğer Kurultay bana bu olanağı verirse Genel Başkan olarak görevimi sürdürürüm. Şayet Kurultay bu olanağı vermezse, görevimi genel başkan olmadan da Partimde sürdürebilirim.'

Ecevit, 'Ya ben, ya onlar' diyordu. Kurultay, Ecevit'siz CHP'yi göze alamamıştı...

Ancak 12 Eylül 1980'de ülke yönetimine el koyan askerler CHP'li delegeler gibi düşünmüyordu. Onlar, Ecevit, Demirel, Erbakan, Türkeş gibi siyasilerin siyasetten el çekmesinden yanaydı. Ecevit 13 Eylül sabahı, siyasi rakipleriyle birlikte Hamzakoy'a gönderildi. Yaklaşık bir ay süreyle Hamzakoy'da TSK'nın gözetiminde tutuldu ve siyasi rakipleriyle birlikte siyasetten yasaklandı. Atatürk'ün kurduğu CHP'nin üçüncü genel başkanı, 15 Eylül 1981'de de partisinin kapısına kilit vurulduğuna da tanık olacaktı.

YASAKLI YILLAR

Hamzakoy'da bir aylık 'zoraki misafirlik' dönemi sona eren Ecevit, siyasetten de yasaklanmıştı. Ancak, asker kışlasına dönünce yeniden siyaset yapacağına dair umutları, henüz tükenmemişti. Nitekim, Orgeneral Haydar Saltık'ın 28 Ekim 1980'de yabancı gazetecilerle yaptığı basın toplantısındaki esnek yaklaşımı, bu konudaki umutları beslemişti. Ancak asker, derhal bu türden yanlış anlamaların önüne geçecekti. (3) MGK Genel Sekreterliği'nce 29 Ekim'de yayımlanan ve özetle 'Bay Demirel ve Bay Ecevit bir daha partilerinin başına geçemeyecekler' diyen bildiri, Ecevit'in CHP'den istifa etmesine yol açacaktı. (4)

Görünürde CHP ile Ecevit'in yolları, askerin baskısıyla ayrılmıştı. Ancak, daha Hamzakoy'dayken kaleme aldığı bir yazıda, 12 Eylül koşullarında siyaset yapabilmesinin yolunun CHP genel başkanlığından ayrılmak olduğunu düşündüğünü ortaya koyuyordu (5).

CHP'lilerse Ecevit'in 12 Mart'tan sonra yaptığı gibi istifa etmesinden korkuyordu. Ecevit, Hamzakoy'dan Ankara'ya döner dönmez soluğu Or-an'da aldılar. Neyseki Ecevit de onlar gibi düşünüyordu:

'Evet. Durum farklıdır. 12 Eylül, Osmanlı dönemi dahil en radikal müdahaledir. Bunlar partileri de kapatacaklar. Sanılıyor ki, film koptu, koptuğu yerden bağlanacak ve devam edecek. Hayır, film devam etmeyecek. Vizyona yeni film sürecekler.'

ECEVİT BİR YANA, CHP BİR YANA

Ancak hesaplar alt-üst olmuş, Ecevit ve CHP'nin yolları ayrılmıştı. Ecevit, resmi sıfatlarından sıyrılıp mücadeleye karar verdiğinde CHP yönetimi ise İnönü'nün ünlü 'Asker başarılı olduğu zaman kışlaya döner' sözünün gereğini yerine getirmeyi bunu çabuklaştırmak için 12 Eylül yönetimine yardımcı olmayı benimsiyordu.

Ecevit bir yöne CHP başka bir yöne çoktan yönelmişti, istifa sadece bu süreci hızlandıracaktı.

SİYASİ PARTİLER KAPATILIYOR

15 Eylül 1981'de Milli Güvenlik Konseyi, 9 maddelik bir yasayla siyasi partileri kapatmıştı. CHP'nin mallarına da diğer partiler gibi el konulmuştu. Ecevit buna sessiz kalamazdı, Devlet Başkanı Kenan Evren'in kararı açıklamasından sonra 'yanıt hakkı'nı kullanarak bir yazı kaleme almış ancak bildirisi, ne TRT'de ne de basında yayınlanmamıştı. Ecevit, CHP'li arkadaşlarından da benzer tepkiler göstermelerini istedi. 'Sizinki dahi yayımlanmadı' gerekçesiyle kabul edilmedi. 'Anayasa Mahkemesi'ne başvurun' dedi, 'Tüzel kişi değiliz' dediler. Ecevit ısrar etti, 'Siz dava açın, onlar geri çevirsin.' Dinletemedi.Ve yollar bir daha kesişmemek üzere ayrıldı...

ARAYIŞ

Ecevit, siyaset yapmanın yollarını arıyordu. Bunu, 'Arayış' adını verdiği dergi aracılığıyla yapacaktı. 21 Şubat 1981'de yayın hayatına başlayan Arayış, bir yandan yeniden toparlanmanın aracıydı, bir yandan da 12 Eylül rejimine muhalefetin.

Ecevit'in Arayış'ın 7. sayısında kaleme aldığı ve 12 Eylül yönetimini işkence yapmakla suçlayan 'işkence' başlıklı yazısı, derginin kapatılmasına neden olacaktı. 30 Mayıs 1981'de çıkan 15. sayısında ise Ecevit, muhalefetin dozunu daha da yükseltecekti. 'Adalete Karşı Adaletsizlik' başlıklı yazıda Ecevit şunları söylüyordu:

'İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar. En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik ve ölçüde açığa vurabilir.'

Milli Güvenlik Kurulu'nun yanıtı ünlü 52 numaralı bildiriyle geldi, Ecevit'e 'yazı yasağı' konuldu.

CEZAEVİ GÜNLERİ...

52 numaralı bildiri aynı zamanda Ecevit'i cezaevine göndermenin de zemini olacaktı. CHP'nin kapatılmasından sonra Evren'in bu kararı savunmak için yaptığı konuşmaya yanıtını TRT'ye gönderen Ecevit, yayımlanmayan yazısı için 52 numaralı bildiriye aykırı davranmak suçlamasıyla cezaevine gönderilecekti. (6)

3 Aralık 1981'de cezaevine giren Ecevit, 'Cezaevine, oradaki yalnızlığa içerlemedim de' diyordu, 'Mahkemelerdeki tenhalık üzücüydü'.

2 Şubat 1982'de, yaklaşık iki ay sonra cezaevinden çıkan Ecevit'in, birkaç gün sonra Hollanda televizyonu NCRV'ye verdiği demeç de 52 numaralı bildiriye aykırı bulunmuştu. Bir de Alman Der Spiegel dergisine 'Atatürk'ün mirası ve Türk demokrasisinin Hali' başlıklı bir yazı yazmıştı. Hakkında dava açıldı. Mahkeme sürerken Danimarkalı gazeteci Jan Stage'nin Politiken gazetesine yazdığı makaleden ötürü 10 Nisan 1982'de Ankara'da Askeri Dil Okulu'nda gözaltına alındı. Ecevit, Danimarkalı gazeteciye demeç vermekle suçlanıyordu. Ecevit'in gazeteciyi kabul ettiği doğruydu, ancak 52 numaralı bildiri nedeniyle demeç veremeyeceğini söylemişti. Gözaltına alındıktan iki gün sonra Ankara 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, savcılığın iddiasını yerinde görmemiş ve Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığına karar vermişti. Ecevit'in Askeri Dil Okulu'ndan çıkması bekleniyordu ki, bu kez Hollanda televizyonuna verdiği bir başka demeç nedeniyle yeniden gözaltına alındı. Ecevit gözaltındayken, Sıkıyönetim Komutanlığı, Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığı yönündeki mahkeme kararına itiraz etti ve bir kez daha tutuklanmasını talep etti. Ecevit bu kez tutuklandı. Danimarkalı gazetecinin de tanıklığıyla Ecevit 3 Haziran 1982'deki ilk duruşmada beraat etti.

Ancak Hollanda televizyonuna verdiği demeç ve Der Spiegel'e yazdığı yazının davası sürüyordu. Ecevit, 'Türkiye hakkında görüş bildirdiği' gerekçesiyle 2 ay 27 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak ilk mahkumiyetinde tahliye süresi dolmadan ikinci kez suç işlediği için cezası bir ay artırıldı.

İCAZET PEŞİNDE

Milli Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanı Kenan Evren'in 1982 ortalarında Çorum'da halka hitap ederken, bir yıl sonra siyasi partilerin kuruluşuna izin verileceğini açıklamasıyla birlikte, mahkemelerdeki yalnızlıktan ötürü kırgınlık duyan Ecevit'in evi türbeye döner. Gelenler, yeni bir parti kurmak için Ecevit'ten CHP'nin mührünü istiyorlardı. Ecevit ise parti için onayını isteyenlere, 'Parti icazetle kurulmaz. Ne beş kişilik Güvenlik Konseyi'nden alınacak icazetle ne de genel başkanlardan alınacak icazetle parti kurulur. Hele bir sol parti, böyle bir yöntemle hiç kurulamaz. Ben, bana soranlara parti kurun veya kurmayın demem, sadece düşüncelerimi ifade ediyorum, bir de ben de mühür olmadığını ifade ediyorum' diyor, 12 Eylül koşullarında bu yolla parti kurulamayacağını, 30 yıl dahi sürse tabandan örgütlenilmesini, yani demokrasi mücadelesiyle parti kurulabileceğini vurguluyordu.

Mühür istemeye gelenlerin ardı arkası kesilmiyordu. 12 Eylül'ün başbakanı, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Başbakan Bülent Ulusu'nun müsteşarı ve İsmet İnönü'nün Özel Kalem Müdürü Necdet Calp de mühür istemek için Ecevit'in kapısını çaldı. Ecevit ona da aynı cevabı verdi. Ancak, Calp bu cevabı 'mührü aldım' şeklinde yorumladı. Diğer cebinde de Evren'in mührü vardı; Halkçı Parti'yi kurdu.

Parti için onay istedikleri Ecevit'e rağmen parti kurmakta kararlı olan CHP'den kalan, 'Sosyal Demokrat Güç', 'Lordlar', 'Dokuzlar hareketi' gibi irili ufaklı pek çok grup Ecevit'e rağmen, Ecevit'siz SODEP'i kurmaya girişmişti. Başlarında, yoğun ısrarlara daha fazla karşı koyamayan Erdal İnönü vardı.

Halkçı Parti'ye de SODEP'e de destek vermeyen Ecevit'in ne yapacağı ise merak ediliyordu.

ÇİLE ÇİÇEKLERİNDEN DSP'YE

1983 yılının baharıydı. Güneşli bir Pazar günü Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit, Türk-İş eski genel başkanı Halil Tunç'un Kazan'daki çiftliğine gittiler. Gazeteciler de peşlerinde... Gazeteciler ziyaretin amacını sordu, Ecevit güldü ve Tunç'un bahçesindeki çiçekleri gösterdi: 'Sayın Tunç'un bahçesine geldim. Gezdim. Bahçesinde çok güzel çiçekler var. Saksı çiçekleri sağlıklı olmuyor. Ama tarlada, bahçede yetişen, çilesi çekilen çiçek, çile çekilerek yetişen çiçek daha sağlıklı, daha güzel oluyor. Saksıda, dört duvar arasında yetişen çiçek bir ölçüde gelişebiliyor ama tarladaki çok rahat gelişip boy atıyor.'

O tarihte konuşması ve yazması yasak olan Ecevit'in Halil Tunç'un çiçekleri hakkındaki yorumu, sol kesimde 'beklenen mesaj' olarak algılandı ve siyasi literatüre yeni bir kavram girdi: Çile çiçekleri...

DEMOKRATİK SOL HAREKETİN LİDERLİĞİNİ ÜSTLENİYORUM

Kazan'a yapılan ziyaret, elbette 'bahçe ziyareti' değildi. Partiyi tabandan kurmaya özen gösteren Ecevitler, işçi kesiminin sevip saydığı, Türk-İş'in en güçlü liderlerinden Halil Tunç'u kuruluş çalışmalarına davet ettiler. Ankara dışına gitmesini işçilerle temasa geçmesini istediler. SODEP ve Halkçı Parti'nin önerisini geri çeviren Halil Tunç, Ecevitlerin önerisini kabul etti. Nitekim 28 Ekim 1983'te, seçimlerden hemen sonra DSP'nin kurulacağını kamuoyuna açıklayan Ecevitler'in yanındaki üç kişiden biri de Halil Tunç olacaktı.

Demokratik Sol Parti'nin kurucularına ve kuruluş biçimine ilişkin Ecevitler'in mesajı şöyleydi:

'Particiliğe kişisel çıkar amacıyla bulaşmamış, profesyonel politikacı olmayan, partiyi sıçrama tahtası olarak kullanmayacak, ideolojik takıntısı olmayan, çalışan, dar ve orta gelirli halk kesimleriyle mahallede, köyde, beldede başlayacak bir parti örgütlenişi...'

Ecevit'in deyimiyle 'çile çiçekleri' 1984 Nisan'ına gelindiğinde Demokratik Sol Parti'yi kuracak duruma gelmişti. Yasaklı Ecevit, 18 Nisan 1984'teki il temsilcileriyle yapılan ilk gayri resmi toplantıda şu mesajları verecekti: 'Hukuken değilse bile fiilen Demokratik Sol Parti kurulmuştur, köşeme çekilmeyeceğim, yasaklı olduğum için partinin genel başkanı olamasam da hareketin ve partinin liderliğini üstleniyorum.'

Ecevit'in 'sosyal demokrasi' yerine 'demokratik sol' kavramını kullanması dikkat çekiyordu. Gerçi bu yeni bir şey değildi, Ecevit 1965 sonrasında CHP içinde sürekli 'demokratik sol' (7) kavramını kullanmış ve programa, tüzüğe geçmesini sağlamıştı.

RAHŞAN ECEVİT EMANETÇİ BAŞKAN

Takvimler 1985 yılını gösterdiğinde soldaki Halkçı Parti, 'Sosyal Demokrat Halkçı Parti' (SHP) olmuş, SODEP ise kendini feshederek SHP'ye katılmıştı. DSP hala resmi olarak siyaset sahnesine çıkmamıştı.

Nihayet 14 Kasım 1985'te, DSP'nin kuruluş dilekçesi, 25 bin kurucu adayından 612'sinin imzasıyla İçişleri Bakanlığı'na verildi. Beklentilerin aksine Rahşan Ecevit, kurucular arasında değildi. Rahşan Hanım, zorunluluklar nedeniyle 25 bin adayın ikna edilerek, temsili 612 kişiye indirilmesi karşısında kendisinin kurucu üye olmayı içine sindiremeyeceğini söylüyordu. 23 Kasım 1985'te toplanan DSP kurucular kurulu, Rahşan Ecevit'i genel başkan seçti. Bülent Ecevit'in siyasi yasağı kalkana kadar DSP Rahşan Hanım'a emanetti.

Nitekim, Bülent Ecevit, 18 Mayıs 1986'daki 2. Kurucular Kurulu toplantısında, ilk kez kürsüden konuşmaya 'doğal genel başkanımız' sözleriyle davet ediliyordu.

Toplantıya ve Ecevit'in konuşmasına 1982 Anayasası ve siyasi yasaklar damgasını vuruyor, 'Demokratik solun doğal lideri', 'Demokratik sağın doğal lideri' Demirel'e ve SHP'ye Anayasa'nın değiştirilmesi konusunda çağrıda bulunuyordu.

DUDAKLARIM VAR OLDUKÇA...

Savcılık hemen harekete geçmiş ve Ecevit hakkında, siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesine muhalefet etmekten dava açıyordu. Ecevit bu davadan beraat edecek, Rahşan Ecevit'in yanında 'konuk' sıfatıyla tüm yurtta parti toplantılarına katılmayı sürdürecekti. 'Cezaevine girmeyi göze aldıktan sonra istediğim gibi konuşurum' diyordu, konuşuyordu da... Her konuşmasından sonra hakkında dava açılıyordu, ancak Ecevit meydanlara ısınmış, davalara alışmıştı. 'Dudaklarım var oldukça konuşacağım' diyordu...

DSP, sandıktaki ilk sınavını, 28 Eylül 1986'da, 10 ilde yapılan Milletvekili ara seçimlerinde verecekti. Kuruluşundan sekiz ay sonra, seçimlere giren DSP, yüzde 10 barajını aşamayacak ve yüzde 8.5'a yakın oy oranıyla Meclis dışında kalacaktı. Bu seçimin galibi görünürde ANAP'tı, ancak yasaklı Demirel'in doğal lideri olduğu DYP büyük bir sürprizle oy oranını yüzde 24.6'ya yükseltmişti. SHP ise 22.1 oy oranıyla üçüncü parti konumundaydı.

BİR BÖLEN

Ara seçimin hemen ardından DSP'ye eleştiri bombardımanı başladı: 'DSP, seçimlerde SHP'nin oylarını bölmüş, SHP'nin milletvekilliklerine engel olmuştu.' Ecevit, yine 'bir bölen' olmakla suçlanıyordu.

Ancak araseçim sonuçları SHP içinde de kazanların kaynamasına neden oldu. İnönü ve genel merkez yönetimini başarısız olmakla suçlayan bir grup HP kökenli milletvekili, istifa ederek DSP'ye katılma hazırlığındaydı. SODEP-Halkçı Parti birleşmesinden bu yana süren huzursuzluk artık çatlağa dönüşmüş ve 20 milletvekili istifa ederek Halk Partisi'ni kurmuştu. Ancak Anayasal engellerden ötürü 'hülle partisi' olarak kurulan Halk Partisi'nin ömrü sadece 76 saat sürmüştü. 29 Aralık 1986'da Halk Partili milletvekilleri partiyi feshederek DSP'ye katılma kararı aldılar. Beş istifacının da katılımıyla DSP'ye, 25 milletvekiliyle Meclis'in kapıları açıldı.

DSP KIŞLA, ECEVİT DE TANRI DEĞİL

1986'nın yazında DSP'de CHP'yi aratmayacak gelişmeler yaşanıyordu. MKYK üyesi Celal Kürkoğlu, ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edilmişti. Kürkoğlu, bölge toplantıları düzenledi ve parti içinde mücadele kararı aldı. 'Çoğunluk muhalefettedir. Ancak doğal lidere olan aşırı saygı, bütün arkadaşların susmasına neden olmaktadır' diyen Kürkoğlu, ihraç kararını tanımayacağını söylüyordu. Kürkoğlu, parti içi demokrasi olmadığını savunuyor, Ecevitler'in partiyi kışla gibi yönetmeye çalıştığını iddia ediyordu. Muhalif 230 üye, Kurucular kurulu'nun 14 Haziran'da toplanması çağrısında bulundu. Genel merkez, 'siyasi yasakların kaldırılması' konusunda 'ivedi' bir biçimde 31 Mayıs'ta toplanacağını duyurdu. Muhalifler ise alternatif toplantı için hazırlanıyordu. Rahşan Ecevit, bunun yasal olmadığını açıkladı. Celal Kürkoğlu ve arkadaşları 14 Haziran'da toplandılar ve kendilerini DSP'nin yasal yöneticileri ilan ettiler. Genel Başkan seçilen Kürkoğlu, 'Sayın Ecevit'in aklından geçti diye 233 parti kurucusunun kaydı silinemez. İhraç edilemez. Ecevit tanrı değildir. Yaptıkları hatadır, yaptıkları suçtur.'

Ertesi günkü gazete manşetleri şöyleydi:
Üç liderli parti: DSP
Bülent Ecevit: Doğal Lider, Rahşan Ecevit: Atanmış Lider, Celal Kürkoğlu: Seçilmiş Lider

Birkaç ay süren tartışma süresince Kürkoğlu ikinci kez genel başkan ilan edildi. Tartışma, mahkeme salonlarına taşındı, alternatif yönetim adli makamlarca geçersiz sayıldı. 2001'deki kurultayı geçersiz olduğu iddiasıyla bir kez daha çıkacak olan Kürkoğlu, 1957'de Ecevit'in milletvekili olmasını sağlayan Kamil Kırıkoğlu'nun yeğeniydi...

SİYASİ YASAKLAR 'KILPAYI' KALKIYOR

Ara seçimin bir başka sonucu daha vardı. DYP'nin ikinci parti konumuna gelmesi, SHP lideri Erdal İnönü'nün yasakların kaldırılması konusundaki ısrarlı talebi ve kamuoyu baskısı karşısında Özal giderek köşeye sıkışmıştı. Halkın, eski siyasileri ebediyen siyaset sahnesinden sileceğine inanıyordu. Siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesini referanduma götürmek için değişiklik önerisi hazırladı. Liderler konuyu enine boyuna tartışmak için arka arkaya zirvede buluştu. Özal'ın tek şartı vardı, değişikliği referanduma götürmek. İnönü'nün 'Meclis değişikliği yeterli' şeklindeki önerisini görmezden gelen Özal, 193 arkadaşıyla birlikte Anayasa değişikliği önerisini Meclis'e verdi. Görüşme ve oylama sonucunda, Meclis geçici 4. maddeyi kaldırmış ancak yürürlüğe girmesini, Özal'ın isteği gibi referandum koşuluna bağlamıştı. Ecevit'in ve diğer yasaklı liderlerin kaderi 6 Eylül 1987'de belirlenecekti. Sonuç kılpayı 'evet'ti... 'Evet' oyu kullananların oranı yüzde 50.26, 'hayır' oyu kullananların oranı ise yüzde 49.74'tü. Türkiye'nin nefesini tutarak izlediği referandum sonucunda liderlerin yasakları, 88 bin 251 oy farkla kaldırılmıştı.

13 Eylül 1987'de toplanan 6. DSP Kurucular Kurulu'nda Ecevit genel başkan seçildi. Ecevit'in 6 yıl 10 ay süren yasaklı dönemi geride kalmıştı.


YENİDEN DOĞUŞ

Özal, hesaplarını doğru yapmış, referandumdan hemen önce erken seçim tarihini açıklayarak, Ecevit ve Demirel'in toparlanmasına fırsat vermeden sandık başına gitmeye karar vermişti.

DYP ve DSP 'baskın seçim'i boykottan yanaydı, SHP ise bunu doğru bulmamıştı. Ecevit ve Demirel, yasaklarının kalkmasından sadece iki ay sonra 29 Kasım 1987'de seçim sınavına zorlanmıştı. Sonuçlar, Özal'ın hesapladığı gibi oldu:

ANAP- yüzde 36.1 oy, 292 milletvekili,
SHP- yüzde 24.7 oy, 99 milletvekili,
DYP- yüzde 19 oy, 59 milletvekili,
DSP - yüzde 8.5 oy oranıyla yüzde 10 barajının altında kalmış ve Meclis'e giremişti.

AKTİF SİYASETTEN ÇEKİLİYOR...

Seçimin ertesi günü, DSP genel merkezinde, Ecevitler TRT kameraları ve basının karşısında 'Partimizin ilk genel Başkanı ve şimdi Genel başkan yardımcısı olan eşim Rahşan Ecevit'le birlikte aktif siyasetten ayrılmaya karar verdik' diyordu. Ecevit kararlıydı... Çekildi...

Ecevit'in siyasetten çekilmesi dost-düşman her kesimde şok etkisi yaratmıştı. Kamuoyu Erdal İnönü'nün, babasıyla çekişmeleri sırasında arkadaşı Bülent'i desteklediğini bu vesileyle öğreniyordu. Demirel, Ecevit'in siyasetten çekilmesini 'büyük kayıp' sayıyordu. Erbakan ise bir adım daha ileri gidiyor ve 'Kararınızı gözden geçiriniz, geri dönünüz' diyordu.

İstifa açıklamasının ertesi günü İstanbul'dan gelen 60 kadar DSP'li genel merkez önünde 'ölüm orucu'na başlıyordu. Ecevit'ler ne kadar dil dökseler partilileri bu kararlarından vazgeçiremiyorlardı. 2 Aralık'ta istifalarını sunmak üzere genel merkeze gelen Ecevitleri, mahşeri bir kalabalık karşıladı. Sokakta geceleyen partililer 'geri dön' diyorlardı. Ecevit, partililere, 'Hep aranızdayım. Hep aranızda kalacağım. Aktif siyasetten ayrılmak, siyaseti bırakmak değildir. Perikles, 'Hiçbir şeye karışmayan yurttaş zararsız yurttaş değil, yararsız yurttaştır' demiştir. Allah beni yararsız yurttaş olmaktan korusun. Perikles, demokrasi uğruna ölen arkadaşlarına ağıt yakmadı. Artık yeterince ağladınız, şimdi demokrasi için görev başına. Ağlamak yok, ölüm orucu yok. Şimdi görev halkın' diye seslendi. İstifasını verdi, artık sloganlar 'Yurttaş Ecevit, aramıza hoş geldin' şeklindeydi...

YURTTAŞ ECEVİT

Ancak yönetim istifaları kabul etmedi. Gerek yönetim, gerekse Anadolu'dan gelen heyetler, Ecevit'in başkanlık görevini Birinci Olağan Kurultay'a kadar sürdürmesini istiyorlardı. Ecevit, 'kararım değişmeyecek' diyerek, ısrarlara boyun eğdi ve istifasını iki ay sonra toplanacak kongreye kadar askıya aldı.

Gözyaşları arasında toplanan 7 Mart 1988'deki 1. Olağan büyük Kurultay'da Ecevit, güvercin uçurarak genel başkanlık görevinden ayrıldı.

MEVZİ DEĞİŞİKLİĞİ

Ecevitsiz DSP dönemi başlamıştı. Herkes, DSP'nin dağılmasını bekliyor, SHP'den 'kendini feshet bize katıl' çağrıları yapılıyordu. DSP'liler ise Ecevit'in dönmesini istiyorlardı. Ecevit sonrası genel başkan seçilen Necdet Karababa, on ay sonra istifa etti. İstifanın Ecevit'e yer açmak için yapıldığı kanısı yaygındı. Ancak Ecevit, hemen dönmedi. 5 Ocak 1989'daki kongreyi bekledi. Tam bir yıl ayrıldığı DSP'ye yeniden genel başkan seçilen Ecevit, 'Neden çekildiniz, neden döndünüz?' sorusuna 'Aktif politikayı bırakmak politikadan tümüyle ayrılmak değildir. Ben mevzi değiştiriyorum. Benzetmek haddim değil ama Atatürk Kurtuluş Savaşı'nda Polatlı'ya kadar çekildi ama sonuçta savaşı kazandı...'

YEREL SEÇİM MUHAREBESİ

Ecevit'i bu kez 26 Mart 1989 Yerel Seçim muharebesi bekliyordu... SHP, 'Ecevit oyları bölecek' kampanyasına başlamıştı bile. Seçim yaklaştıkça üslubunu daha da sertleştiren SHP, Genel Başkan İnönü'nün ağzından Ecevit'i 'öç alma' (8) duygusuyla suçladı. Ecevit de aynı sertlikle yanıt verdi. (9)

26 mart 1989'da yapılan yerel seçimin galibi SHP, mağlubu ise ANAP oldu. Ecevit'in partisi, yerel seçimlerde kaybetmişti ama ülke barajına yakın oy oranı alması, genel seçimler için umut yaratmıştı. Ancak, 3 Haziran 1990'da 51 beldede yapılan Yerel Ara Seçimlerinde yüzde 5'te kalan DSP ilk gerçek zaferini yaklaşık üç ay sonra görecekti.

19 Ağustos'ta 13 beldede yapılan seçimlerin mutlak galibi ise DSP'ydi. İstanbul-Bayrampaşa ve Ankara Etimesgut'un odak olduğu seçimlerde, DSP en yakın rakibinin iki katı oy alarak büyük moral bulmuştu. Oysa, aynı seçim sonuçları SHP'de İnönü-Baykal mücadelesinin başlangıcı olacaktı.

YAKAMIZI BIRAKIN

Ortadoğu'da suların ısındığı ve gündemin Körfez Krizi'ne kilitlendiği günlerde SHP, içine kapanmış, parti içi iktidar kavgalarına sahne oluyordu. Yarışı Erdal İnönü kazandı. İnönü, yeniden genel başkan seçilince DSP'ye birleşme çağrısında bulundu. Ecevit yanıtını geciktirmedi:

'DSP koltuk değneği değil. Sayın İnönü benden yanıt bekliyormuş. Yanıtım şu: DSP'nin ve benim yakamı bırakın. Ve ANAP'la seçim ortaklığınızı bozup, demokrasiyi düşürdüğünüz çukurdan çıkarmaya bakın.'

Ecevit, İnönü'nün Baykal'a karşı kazanmasının SHP'nin sağlıklı bir yapıya kavuştuğu anlamına gelmediğini, SHP'nin ve DSP'nin iki ayrı parti olduğunun artık kabul edilmesini vurgulayarak tartışmayı kapattı.

1991 yazında ANAP'ın genel başkanlığını ve başbakanlığı Yıldırım Akbulut'tan devralan Mesut Yılmaz, liderliğini pekiştirmek için erken genel seçim kararı alınca, birleşme çağrısı, SHP'nin seçim politikasının da ana motifi olacaktı. Ancak, SHP'nin seçimlerde HEP'le işbirliği yapması iki partinin yollarını geri dönülmez biçimde ayıracaktı.

20 Ekim 1991 seçimleri, 'soldan ödünç oy' isteyen Demirel'e 12 Eylül'den sonra ilk kez başbakanlık yolunu açarken Ecevit de ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak Meclis'e girecekti. Türkiye'de Demirel-İnönü dönemi başlamıştı. Solda ise CHP'nin yeniden açılması tartışmaları...

DSP EVLADIM, CHP BABA OCAĞIM

Ecevit 'DSP evladım, CHP baba ocağım' diyen Ecevit, CHP'nin yeniden açılması tartışmalarına uzak duramamıştı. Ancak, SHP ve DSP'nin CHP'de birleşmeleri önerisine karşılık, CHP'nin DSP'ye katılmasını şart koşuyordu. (10) Ecevit'le CHP heyeti arasında yapılan beş görüşme sonuçsuz kalmış, CHP Deniz Baykal'ın genel başkanlık aradığı bir parti olarak şekillenmiş ve kurulmasının ardından da SHP'li milletvekillerinin katılımıyla Meclis'te grup kurmuştu. '94 seçimlerinde solun hezimeti bu iki partiyi CHP'nin çatısı altında toplayacaktı. Ecevit için ise 'baba ocağı'na dönüş gündemden kalkacak, siyasete 'evladı'yla devam edecekti.

17 Nisan 1993'te Özal'ın ölümü, siyasetteki bütün taşları yerinden oynatacaktı. Demirel'in Köşk'e çıkmasıyla DYP-SHP hükümeti dağılacak, siyaseti de bırakan İnönü, parti liderliğini Murat Karayalçın'a devredecekti. Yeni lider, yeniden birlik tartışmalarını açacak, Ecevit'in mesafeli tutumuyla süreç, SHP-CHP birleşmesiyle sonuçlanacaktı.

TRUVA ATI

Soldaki bu gelişmelerin ardından seçim sandığında girilen ilk sınav ise Türkiye'de yeni bir politik yön çiziyordu. 27 Mart 1994'teki yerel seçimlerden DYP ve ANAP ilk iki parti olarak çıkmış görünse de seçimin asıl galibi, yüzde 19.8 oranında oya ulaşan Refah partisi olacaktı. Solu hüsrana uğratan seçim sonuçlarını 'Sola gölge düştü' diye yorumlayan Ecevit, 'Laik cumhuriyet içimize salınan Truva atlarının tehdidi altındadır' diyerek yeni mücadelesinin de hedefini gösteriyordu.

Nitekim, Ecevit'in 'truva atı' olarak nitelediği RP, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden galip çıkacaktı. Seçimler öncesi, ANAP lideri Yılmaz'ın koalisyon ihtimali karşısında ilk tercihi

YORUMLAR 1
  • seyit 5 yıl önce Şikayet Et
    gayet güzel bir çalışma olmuş ama 95 senesinde yarıda kalmış sankim ama bende devamını görememiş olabilirim
    Cevapla
DİĞER HABERLER
'Berzeg Sendromu' mahalleyi boşalttı: ‘Köylerde nüfus kalmadı’
Irak'ta Haşdi Şabi karargahına hava saldırısı! İran ve ABD'den peş peşe açıklamalar