Hakan Çelik: Çocuk yapanlar çok cesaretli!

Gazeteci, Radyocu, Televizyoncu… Üç işini de üç ayrı kurumda yapıyor. Hepsinde de gözde. Medya öyküsünü anlatan Hakan Çelik'in bir endişesi dikkat çekiyor.

Hakan Çelik: Çocuk yapanlar çok cesaretli!
Hakan Çelik: Çocuk yapanlar çok cesaretli!
GİRİŞ 19.05.2011 10:30 GÜNCELLEME 19.05.2011 10:30
Bu Habere 1 Yorum Yapılmış

Nursel Tozkoparan'ın röportajı

Gazeteci, Radyocu, Televizyoncu…
Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar çok az gazetecilerden Hakan Çelik…
Kendisini Oylum Talu ile birlikte yaptığı hafta sonu programından beri takip ederim. Ekran duruşu, seçtiği konular ve konuklar, konuları ele alışı, sorduğu sorularla hep dikkatimi çekmiştir. Bunun yanında TRT Radyo'da yaptığı programları ve köşe yazılarını da göz ardı etmemek lazım…
Hakan Çelik’in diğer bir özelliği ki bence çok önemli, kamplaşmadan uzak; ‘yandaş’, ‘candaş’ ayrımı yapmaksızın, nehrin her iki kıyısında çok rahat bulunabilmesi… Polemik peşinde  koşmayan, insanları ötekileştirmeyen, küçümsemeyen, siyasi durumlara göre pozisyon almayan bir gazeteci.  Ciddi kutuplaşmaların yaşandığı şu dönemde hem TRT’de hem de 24’de program yapmak, ayrıca Posta Gazetesinin Ankara Temsilcisi ve köşe yazarı olmak herkesin başaracağı işler değil… Çünkü O sadece işini iyi yapmakla, bilgi birikimini ve yeteneklerini geliştirmekle meşgul…
Marjinal kişiliğinin yanında enteresan hobileri olduğunu da öğrendim bu sohbette… Türkiye’nin en büyük müzik arşivlerinden birine sahip…
Tüm ulaşım araçları ilgi alanında… Öyle ki otomobil ve uçaklardan oluşan büyük bir maket koleksiyonuna sahip..
Seyahat etmek vazgeçilmezi Hakan Çelik’in. Merak ve öğrenme duygusunu ancak böyle tatmin ediyor. Hobilerinin oluşmasında annesinin çok büyük rolü olduğunu, kendisini şekillendirdiğinin altını çiziyor…
Hakan Çelikle sohbet etmeyi çok önemsedim. Randevu yerimizi kendisine bıraktım. Farkını orada da gösterdi…Taksim’de bir kütüphane ortamı olan cafede buluştuk… Kitapların arasında, sıcak çayımızı yudumlarken sohbetimizi yaptık… Belki biraz uzun bir sohbet oldu ama okuduğunuzda değeceğini düşünüyorum.

TÜRKİYE’NİN GÜVEN VERMİYEN ŞARTLARI BENİ ENDİŞELİ YAPTI

- Ekranda çok cool bir görüntünüz var. Gerçekten öyle misiniz yoksa ekran duruşunuz mu böyle?
- Serinkanlı olduğum söylenebilir ekranda en rahat insanlardan biriyim. Kolay sinirlenmem. Ancak endişeli ve kaygılı olduğum yanlarım da var. Bunu ekran başındakilere ya da çevremdekilere hissettirmem. Endişelerim çoğunlukla ailem ve sevdiğim insanlarla ilgilidir.  Olası aksaklıklar ve alternatif çıkış yollarına karşı hep alarmda hissediyorum kendimi.  Her şeyi en ince detayına kadar düşünür ve planlarım. İsviçre saatleri gibi tıkır tıkır hatta fazla çalışan bir kafam var. Beni bu hale Türkiye’nin güven vermeyen, öngörülemeyen şartları getirdi galiba. Planlamadan nefret edilen bir ülkede yaşadığım için günlük hayatta çok zorlandığım anlar oluyor. Garsona yemek siparişi verirken bile istediğim şeyi üç kere tekrarlamak zorunda kalıyorum, çünkü adam not almadığı ve işine konsantre olmadığı için mutlaka yanlış getiriyor. 

kullan- Bu yapınızdan memnun musunuz?
- Çok memnunum. Bu yapısal bir şey. Hayat şartları ve ülkenin durumu insanı her an alarm durumunda olmaya itiyor.

- Bu biraz size has bir özellik, hayat herkesi bu hale getirmiyor.
- Tabi herkes bu halde değil.

- Peki, bu anlamda kendinizi beğeniyor musunuz?
- Beğeniyorum. Bizim mesleğimiz biraz gözlemlemeye dayalı. Eskiden her gittiğim yere klasik Moleskine defterimi götürürdüm. Şimdi onun yerine yedek telefon olarak iphone taşıyorum. İphone, gördüklerimi kaydetmek, fotoğrafını çekmek, not almak için yararlı bir multimedya not defteri gibi geliyor bana. Blackberry’yi ise günlük telefon olarak kullanıyorum. Medya özellikleri çok kötü ama klavyesi kullanışlı.

- KENDİSİ İLE DALGA GEÇEN BİRİYİM

- Özeleştiri yapar mısınız?
- Elbette. Kendisiyle dalga geçebilen biriyim. İnsanın kendini sorgulaması, eleştirmesi, kimi zaman tiye alması çok işe yarayan, aksayan yönlerini fark etme imkanı sağlayan bir şey. Uçaklarda ve otomobillerde seyahat bilgisayarları vardır, anlık olarak oluşan aksaklıkları gösterirler. Mesela otomobilde lastik havası indiyse sesli bir uyarı gelir. Bu durum size hemen kaza yaptırmaz ama onu makul bir zaman diliminde onarmazsanız tatsız şeyler olur, gider bir yere vurursunuz. Günlük hayatlarımızda da benzer şeyler olduğunu düşünüyorum. Aksayan yönlerimizi kabul etmek ve mümkünse onun üzerine gidip değiştirmeyi denemek lazım.

- En çok eleştirdiğiniz yönünüz nedir?
- Şimdi söyleyeceğim şey size biraz enteresan gelebilir. Çünkü çok yoğun ve işini iyi planlaması ile tanınan biriyim ama zaman yönetimini daha da iyi yapabileceğime inanıyorum. Bunu belki takıntılı bir mükemmeliyetçilik olarak da değerlendirebilirsiniz ama zamanı biraz daha verimli kullanabilirsem yaptığım işlerin kalitesinin ve çeşitliliğinin daha iyi olacağını düşünüyorum.

- BAŞARI KALİTELİ İŞLER ORTAYA KOYABİLMEKTİR

- Kendinizi başarılı buluyor musunuz?
- Eh fena sayılmam!

- Peki, başarı nedir sizce? Başarının ölçüsü nedir?
- Ben başarıyı kalite ile paralel çizgide görüyorum. Başarı kaliteli işler ortaya koyabilmektir. Bizim ürünlerimiz, radyo - televizyon programları ve gazeteler. Reyting ve tirajları önemsemekle beraber herşeyin bunlarla sınırlı olmadığını düşünüyorum. Çıtayı çok düşürmeden de bunları yapabilmek mümkün. Kaliteli olduğu için ses getiren işler peşindeyim. Gazete röportajlarımda, radyoda yaptığım müzik programlarında ya da televizyonda bunu yakalamaya çalışıyorum.

- Özel hayatınızı çok özel mi muhafaza ediyorsunuz? Hiç sansasyonel bir şey yaşamıyor musunuz?
- Şimdi üç beş tane mekan vardır ki oralara giderseniz mutlaka o kadrajlara girersiniz. Ben oralarda görünüp bir haberin unsuru olmak istemiyorum, ben haberi yaratan insanlardanım, fotoğraf karesinde ya da haberde benim olmam okuyucuyu çok da ilgilendirmiyor diye düşünüyorum. Oralarda olmak gibi bir önceliğim de yok.

- Oralara özellikle gitmemek gibi bir çabanız var mı?
- Sevmiyorum, çünkü gidilebilecek bütün mekanlar çok gürültülü. Ben yüksek volümlü sesten kaçan bir insanım. Eğlenelim ve biraz da müzik dinleyelim deyince karşınıza mutlaka bangır bangır müzik çalınan yerler çıkıyor. Öyle bir hale geldim ki, yemeğe gittiğim mekanlarda hiç müzik olmasın istiyorum. Sigara içmediğim için dumanaltı olmamak için eskiden kapalı mekanlara pek gitmezdim. Sağlık Bakanı Recep Akdağ benim gibilerin imdadına yetişti. Makul bir saatte evde olmayı tercih ediyorum. Gün içinde çok renkli ve sıra dışı ortamlarda oluyorum zaten. Bir de benim çok ağır bir tempom var, akşama kadar yoğun şekilde çalıştıktan sonra ‘eller havaya’ yapacak bir atmosferde hissetmiyorum kendimi. Evime gider Bach ya da Vivaldi dinler uyurum. Çok etkileyici birer sakinleştiri gibidirler. Fakat muhafazakar bir klasik müzikçi de değilim. Tarkan, Ferhat Göçer, Funda Arar hatta Orhan Gencebay’ı da çok severim.

BENİM KADAR SEYAHAT EDEN GAZETECİ YOK

- Siz nasıl eğleniyorsunuz?
- Hobilerim var ayrıca çok seyahat eden bir insanım. Hobilerimi günlük hayatımın içine yerleştirdim. Bir anda karar verip dünyanın herhangi bir yerine gidebilirim. Paris, Londra hatta Tokyo’da bulabilirim kendimi. Paris’e, Berlin’e garlara gider trenleri seyrederim. Posta’daki arkadaşlarım benim ne kadar titiz olduğumu bilirler, dünyanın en uzak noktasına bile gitsem yazılarımı, işlerimi aksatmam. Türkiye’de benim kadar çok seyahat eden gazeteci olduğunu sanmıyorum. Her an uluslararası dolaşımda olabilen bir insanım. Mümkün olduğunca bu tip kaçamaklar yaparak soluk almak, merak ve öğrenme duygumu tatmin etmeye çalışıyorum. Müzik benim için çok önemli, beni heyecanlandıran bir müzik etkinliği varsa dünyanın her hangi bir yerine üşenmeden gidebilirim. Bu aralar Dolly Parton, Philippe Jaroussky, Zbigniew Presner, Cristina Branco konserlerini kolluyorum…

- Hangi dünya şehirlerini seviyorsunuz?
- Lizbon, San Francisco, Belgrad, Stockholm, Saraybosna…

- ÇOCUK SAHİBİ OLMA KONUSUNDA CİDDİ ENDİŞELERİM VAR

- Aile kurumuna, evliliğe nasıl bakıyorsunuz?
- Aile kurumuna saygılıyım ve toplumsal hayata önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Ancak kabul edelim ki yürüyen evliliklerin sayısı çok az. Çocuk sahibi olma konusunda da ciddi endişelerim var. Okul servislerinin durumundan tutun da doğum anında çocukları karıştıran hastanelere kadar haberleri şaşkınlıkla okuyorum. ÖSYM’de yaşanan olaylar, dershane fenomeni ve daha başka onlarca şey var. Mesela çocuklara 20 senede doğru dürüst yabancı dil öğretemeyen bir eğitim sistemimiz var. Yani çocuk sahibi olmayı zorlaştıran ve insanı umutsuzluğa sevk eden birçok şey var bu coğrafyada. Çocuk için adeta her şey bir tarafa bırakmak, büyük bir fedakarlık yapmak ve hayatınızı yeniden kodlandırmanız gerekiyor. Evlilik fikrine karşı değilim ama çocuk konusu evlilikten daha uzun düşündüğüm bir konu. Çocuk yapanları çok cesaretli buluyorum.

-  Bu biraz da başak burcu titizliği herhalde? Mükemmeliyetçilik.
- Ben hayatı düzeltmek, iyileştirmek, aksaklıkları onarmak endişesi ve kaygısında olan bir insanım. Keşke imkanlar koşullar, şartlar, doğa, çevre daha iyi olsaydı da çocuk konusunda daha kolay karar verebilseydik. Bana İstanbul’un Avrupa yakasında bir tane park söyleyin. Kaldı mı? Giderek hayatımızı tüketen, doğal kaynakları yok eden bir yarış ve temponun içerisindeyiz. Evlerimizin çevresindeki yeşilden çok yeni inşa edilecek beton binalar ve AVM’lerle gelebilecek rantın peşindeyiz. Bu normal bir şey değil.

- Kardeşiniz var mı?
- Evet benden küçük bir erkek kardeşim var. Ali Çelik. Elektrik mühendisi, Bilgi Üniversitesi’nde iş idaresi alanında yüksek lisansını yaptı. Türkiye’de otomobilleri en iyi bilen insanlardan biridir. Doğuş Holding’de, Volkswagen’de çalışıyor.

- Sizin bir benzeriniz var mı bilmiyorum; hem görsel basındasınız hem yazılı basındasınız hem de işitsel basındasınız. Kendinizi en çok hangisine yakın hissediyorsunuz? Gazeteci misiniz? Radyocu musunuz? Televizyoncu musunuz?
- Aynı anda yoğun tempoda farklı mecralarda çalışan çok az gazeteci var. Bir elin parmaklarını geçmez herhalde. 1992 yılından bu yana aralıksız radyo programları yapıyorum. Türkiye’de birçok radyonun kuruluşunda bulundum ve radyocular yetiştirdim. Bugün radyolarda yayın yapan birçok kişiye benim en azından bir dokunmuşluğum vardır. Dolayısıyla gerçek manada radyocuyum. Fakat daha çok televizyoncu tarafımla tanınıyorum. 8 yıldır televizyon programları yapıyorum. Yayın yaptığım kanalın dışında her gün en azından iki üç kanalda konuk olarak programlara katılıyorum. Bu nedenle insanlar ekran yüzü olarak daha kolay hatırlıyor. Galiba bunların hepsi birbirini besleyen birbirlerini destekleyen mecralar. Bir tercih yapmak zor ama görsel- işitsel medyayı, televizyonu çok seviyorum.

SESİMDEN ETKİLENEN KADINLAR OLDU

- Neden televizyon desem?
- Anlatmaya radyo ile başlayayım. Radyo ortamı çok kendimi bulduğum bir yer. Yani beni hiç görmeyen insanlara mikrofon üzerinden sesimle, anlatımımla, bilgi birikimimle, hatıralarımla, hayallerimle bir dünya yaratıyorum. Sadece sesimi dinleyerek etkilenen kadınlar oldu. Yüzlerce aşk mektubu aldım, benim için yazılan onlarca hikaye geldi sadece sesimle yarattığım dünya nedeniyle. Radyonun hoş, güzel tarafları var. Bunu bir de görselliğin zenginliklerini ve avantajlarını getirip akıtabileceğiniz bir mecra olduğu için televizyon daha öne çıkıyor ve birçok şeyi yapmaya çok elverişli. Gazete yani yazılı mecra daha eski ve insanı bazı açılardan sınırlıyor. Yani televizyon özgürleştiriyor, gazete ise belli kalıplara hapsediyor...

- Ama yaşanılan çağ oraya götürüyor …
- Evet. Görüntü ve görselliğin zenginliği bizi sürüklüyor. Bir tek fotoğraf karesi bir tek videonun dünyayı değiştirdiğine o kadar şahit olduk ki, Çin’de Tiananmen meydanındaki olayda tek bir çocuğun tankın önünde durması, Romanya’da Çavuşesku’nun yere serilmiş cesedi, Saddam ve Bin Ladin’in görüntüleri... ABD’deki 11 Eylül saldırıları hepimizin aklında değil mi? Bu görsellik olmasaydı, dünyanın en iyi yazarını getirin, Shakespeare bugün hayatta olsaydı ve bunları anlatmış olsa bile etkisi ancak belli oranda kalacaktı. Görsellik öyle bir hafızamıza kazındı ki bir şekilde terörden bahsedildiğinde ya bir Usame Bin Ladin ya da bir 11 Eylül fotoğrafı. Diğer taraftan bütün bu anlattıklarım Batıda sorunlu bir algı yarattı. Çünkü İslam eşittir terör noktasına geldiler. 

ANNEMİN BÜYÜK ROLÜ BÜYÜK

- Herkesin çocukluk hayalleri vardır ” büyüyünce doktor olacağım “ gibi… Siz ne olmak istiyordunuz?
- Aynen öyleydi. Anneme kalırsa benim doktor olmam gerekiyordu.

- Olmak istediğiniz işi mi yapıyorsunuz?
- Hayalini kurduğum, istediğim işi yapıyorum. İlkokul ortaokul çağında önüme coğrafya kitaplarını açıp, kocaman haritalar önüme koyup onların üzerinden ülkeleri kategorize eden, bu ülkeler böyle bunlar böyle falan diye ciddi ciddi düşünen bir çocuktum. Yani strateji, uluslar arası ilişkiler, askeri kapasiteler, hangi ülkenin kaç tane uçak gemisi var, hangi ülke nereye ulaşabiliyor gibi o yaş grubu için garip sayılabilecek şeylerle meşguldüm.

- Sizin bir de uçak, otomobil hatta trenlere özel bir merakınız var…
- Bütün ulaşım araçlarıyla ilgileniyorum. TRT Radyo 3’deki müzik programımın adı  da Tren Yolculuğu. Her pazar saat 16.00- 17.00 arasında yayına giriyor.

- Ulaşım araçlarına merak nereden geliyor?
- Galiba bir yatkınlığım var. Tam kökenlerini bilmiyorum ama biraz annem beni yönlendirdi, şekillendirdi. Çocuk yaşlarda karşılaşılan deneyimler, oyuncaklar, fotoğraflar, okunan kitaplar insanda derin iz bırakıyor.

- Annenizin mesleği?
- Annem şu anda çalışmıyor, ev hanımı. Çok kültürlü, zengin birikimi olan, güzel resimler yapan, zevkli bir insandır, yeteneklidir. Estetik bakışımın ve eğilimlerimin şekillenmesinde annemin büyük rolü oldu. Küçük yaşta, o kadar güzel kitaplarla beni tanıştırdı ki, o kadar farklı bir görsellik açtı ki zihnimde, o zenginlik bu günlere kadar bende yer etti. Otomobil ve uçaklardan oluşan bir maket koleksiyonum var. Türkiye’nin sayılı ses, müzik arşivlerinden birine sahip olduğumu söyleyebilirim. Radyo programımı TRT’nin arşivini kullanmadan yapıyorum. Karşısına geçip izlemekten keyif aldığım bir müzik sistemim var.

- Nerede doğdunuz?
- Beyoğlu’nda. İstanbul’da doğdum.

- Nerelisiniz?
- Doğum yerim burası, annem babam da 1960’lardan beri burada yaşıyorlar. Köken olarakta annemin babası Urfa’dan, babamın ailesi ise Rumeli’den.

- Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerini yakından tanıyorsunuz, çocukluk yıllarınızı geçirdiğiniz yerlerin bunda etkisi oldu mu?
- Evet oldu. Çocukluğumuz birlikte geçti. Beyoğlu’nda doğudum, Kurtuluş’ta büyüdüm.

HİRİSTİYAN AZINLIKLARLA İLGİLİ OLUMSUZ YARGI VAR


- Yazılarınızda Patrik Bartholomeos’tan ve Rahmi M. Koç’tan çok sık bahsediyorsunuz.
- Evet her ikisi de iyi dost olduğum, saygı duyduğum insanlar. İlgilendiğimiz ortak alanlar var. Birlikte seyahatlerimiz oldu. Dünyadaki Ortodoksların dini lideri Ekümenik Patrik Bartholomeos’un İstanbul’daki varlığını Türkiye için büyük şans olarak görüyorum. Onun Türkiye doğumlu ve Türk vatandaşı olduğunu, askerliğini burada birçok kişi bilmiyor. Türkiye’de Hıristiyan azınlıklarla ilgili olumsuz yargılar var. Bunlar maalesef eksik ve önyargılı bilgilerden kaynaklanıyor. Nüfusumuzun büyük bölümünün bu insanlara hala şüpheyle bakıyor olması çok düşündürücü. Örneğin Başbakan Erdoğan çocukluğunda bu insanlarla yakından temas ettiği için onların ülkemize sağladığı zenginliği iyi bilen bir siyasetçi fakat Türkiye’deki muhafazakar sağ tabanın bu gerçekleri anlayabilmesi için hala bir sürece ihtiyaç var.

TELEVİZYONDA KAVGA ETSİN DİYE BELLİ GAZETECİLER SEÇİLİYOR

- Ertuğrul Özkök’ün deyimiyle nehrin bir karşı tarafında bir bu tarafında çalışıyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
- Bu aslında medyanın 7–8 yıllık bir gerçeği. Geçmişte böyle şeyleri çok hissetmiyorduk. Yani gazeteciler arasında dünya görüşlerinde yine keskin farklılıklar vardı mesela İslami görüşü ağır basan arkadaşlarımız, sağ görüşlüler vardı. Solcular vardı, daha burjuva görüntülü batıya yatkın aristokrat tiplemeler vardı. Türkiye’de bu son dönemdeki dinamiklerle beraber bu kez farklı eksenlerde ağır boyutlarda bir kamplaşmaya gitti. Bu kamplaşma hem sermaye hem medya boyutunda yaşandı. Ben bundan endişeliyim. Bir ülkenin en değerli şeyi insan kaynağıdır. Bu kaynağı sadece yaklaşımları, duygusal pozisyonları ve beklentileri nedeniyle öteki tarafa ya da bu tarafa çekiştirmek bize ağır fatura yükledi ve çok enerjimizi kaybettik. Ben bu işlerin dışında tutuyorum kendimi. Bir taraftan TRT’de çalışıyorum aynı zamanda Doğan Grubu’nda Posta Gazetesi’nin Ankara Temsilcisiyim. Son üç yıldır da Kanal 24’te programlar yapıyorum.

- Zor olmuyor mu sizin için?
-  İnanır mısınız hiç zorlanmadım. Rahatsızlık vererek dikkat çekmek gibi bir tarzım yok. Bu nedenle kişisel olarak da rahatsızlık duymadan işimi yapıyorum. Bana iki grupta da her hangi bir yönetici  “burada ol” ya da “orada ol” diye herhangi bir şey söylemedi. Bu da benim tarzımdan, yaklaşımımından kaynaklanıyor. Polemik peşinde koşan, insanları ötekileştiren, küçümseyen ya da bir tarafı poh pohlayan bir gazeteci portresi çizmiyorum. Bazı meslektaşlarımız bu kamplaşma oyununa kendilerini çok kaptırıyorlar ve maalesef bu durum mesleki değerlerinin çok önüne geçiyor. Bilgi birikimleri, yetenekleri çok geri planda kalıyor. Televizyon programlarında kavga etsin diye belli gazetecilerin seçilmesi meslektaşlarım açısından da talihsiz bir durum gibi geliyor bana.

kullan- Acaba popüler gazetecilik bunu mu gerektiriyor?
- Evet haklısınız. Bu kısa vadede getirisi olan bir şey. Size daha çok para kazandırabilir daha çok popüler olabilirsiniz, en çok okunan yazarlar arasına girebilirsiniz, bir yere daha yüksek rakamla transfer olabilirsiniz ama ben böyle bir şeyin peşinde değilim. Kısa vadeli gelir elde edeyim, köşeyi döneyim ondan sonra bakarız Allah kerimdir tarzım hiçbir zaman olmadım. Değişen siyasi durumlara göre pozisyon alan bir gazeteci de değilim. Allah ömür verirse sonuna kadar bu mesleği yapmaya çalışacağım. Mesleğin evrensel doğrularından uzaklaşmadan işimi yapmakla yükümlü görüyorum kendimi.

- Hiçbir olay yaşamadınız mı? Mesela 24’den demediler mi Posta’da niye böyle yazdınız ya da Posta’da demediler mi neden böyle söylediniz diye?
- Vallahi inanır mısınız hiç olmadı. Bakın bir örnek vereyim. Bundan bir sene evvel medya grupları arasında tansiyonun yüksek olduğu bir dönemde, Doğan Grubu’ndan benim çok saygı duyduğum Hanzade Doğan Boyner Kanal 24’teki televizyon programıma konuk oldu. Televizyon kanadından hiç kimse Hanzade Hanım’ın programa gelişine dair hiçbir olumsuz söz söylemedi ya da Doğan Grubu’ndan kimse “Bizim orada ne işimiz var?”, buranın televizyon kanalları var CNN Türk var, diğer kanallar var bunlar dururken neden 24’e çıkalım? gibi bir şey söz konusu olmadı. Hanzade Doğan da çok rahattı zaten, harika bir sohbet yaptık. Bu şunu gösteriyor aslında. Kanala gelen konuk bir anlamda sizin misafiriniz oluyor. Sizin konumunuz, duruşunuz, bir marka değeriniz, itibarınız ve saygınlığınız çalıştığınız yere de bir artı değer katıyor. Kendimi çalıştığım gazete veya televizyonun önünde görmedim hiç bir zaman. Nihayetinde ben o grupların bir çalışanıyım. Bana tanınan alanda, zaman diliminde en iyiyi yapmakla yükümlüyüm

- Görünen o ki bu ilginç yapınızı  programcılıkta da muhafaza ediyorsunuz…
- Bakın öyle ilginç bir konuk yelpazesi oldu ki Hanzade Doğan Boyner’den Loreena McKennitt’e, Bülent Arınç’tan Ertuğrul Günay’a, Yeni Akit Gazetesi yazarlarından Cumhuriyet yazarlarına kadar. Dünya çapında siyasetçi, sanatçı ve akademisyenleri ağırladım. TRT Radyo 1”de canlı yayını ilk defa Cumhuriyet gazetesinden yaptım. Bu bildiğim kadarıyla böyle bir şey ilk kez yaşandı. Gezici stüdyoyu aldım gittim Cumhuriyet Gazetesi’ne kurdum, Cumhuriyet’in bütün baba isimleri, Hikmet Çetinkaya’dan Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız’a, köşe yazarlarına kadar masanın çevresinde toplandık yayın yaptık. Demediler ki "kardeşim ne işimiz var bizim TRT’de" ya da TRT’ciler; "Ne işimiz var bizim Cumhuriyet’te…" diye...

- SİYASAL İKTİDARLARLA GELEN YA DA GİDEN BİR YAYINCI DEĞİLİM

 Ben gazetecilik mesleğini bir tür gladyatörlük olarak görmüyorum. Siyasal iktidarlarla gelen ya da giden bir yayıncı değilim. İyi bir yayın yapmaya çalışıyorum, Türkiye’de kimse benim yayın ahlakımı sorgulamaz, bu da benim için yeterli.

Önce izleyici, dinleyici ya da okur için çalışıyorum ancak diğer taraftan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, parti ayrımı olmaksızın MHP, CHP ya da iş dünyasının hatta askerlerin birer izleyici gözüyle de övgüsünü almışsam, bununla onur duyuyorum, mutlu oluyorum. Yaptığım programların Türkiye’nin tepe noktalarında takip edildiğini biliyorum. Bu da bana ayrı bir sorumluluk yüklüyor.

-  Nehrin iki tarafını karşılaştırır mısınız? Yönetim ve davranış olarak
- Kanal 24 televizyonunda Mustafa Hoş, Cengiz Er, Mustafa Karaalioğlu ve Akif Beki ile çalıştım. Her birinin farklı tarzları, beklenti ve öncelikleri var. Yaptığım işlerden ötürü hiçbirinin bir memnuniyetsizliğini hissetmedim, zaten olsa söylerlerdi herhalde. Tam tersine desteklediler ve yaptığım yayınları beğendiklerini hissettirdiler. Patronaj açısından da böyle oldu. Önceki dönemde Ethem Sancak’tan ve Fettah Tamince’den övgüler aldım, televizyondaki yeni patronumuz Tevhit Karakaya ile sohbet etme fırsatım olmadı.

DOĞAN GRUBU'NDA İYİ PARA KAZANAN KİŞİLER GENEL YAYIN YÖNETMENLERİDİR

- İki tarafın para politikasını karşılaştırır mısınız?
- Doğan Grubu televizyonları ya da gazetelerinde gerçek anlamda iyi para kazanan kişiler genel yayın yönetmenleridir. Bir gazeteciye “Acayip para kazandı, sağlam para kazandı, geleceğini garantiye aldı” diyebilmek için o kişinin bir iki istisna dışında Doğan Grubu’nda başyazar  ya da genel yayın yönetmeni olması gerekir. Doğan Grubu Türkiye’nin en kurumsal medya şirketidir diyebilirim ancak yine de bir ölçüde aile şirketidir. Tepedeki isimler dışında gruptaki maaş seviyesi Türkiye’de özel sektör standartlarındadır. “Doğan Grubu’nda çalışanlar parayı götürüyor” diye bir algı varsa bu bence yanlış. Çünkü maaşlar ancak makul seviyelerde diyebilirim. Kanal 24 için konuşmak gerekirse,  haber kanalları ortalamasında bir yerlerde sanırım. Yeni haber kanallarının sektöre katılmasının genel olarak kalifiye çalışanların lehine bir durum yaratacağını düşünüyorum.

- Türkiye’de çok televizyon kanalı var. Doğru buluyor musunuz?
-  Meslektaşlarımız için istihdam yaradan bir ortam, gayet güzel bir rekabet var aralarında. Avantajlı tarafı çok. Ancak makine ve cihaz yatırımı hala insanın çok önünde. Bir habere kamerayı ilk gönderen olmak için harcanan para ve emek kimi zaman öylesine yüksek maliyet getiriyor ki, kaynaklar bu süreçte biraz fazlaca çarçur ediliyor diye düşünüyorum. Türkiye televizyonculuğunda ekran yüzleri açısından bakınca, çok tanınmış anchormanler dışında maaşların Avrupa ve Amerika ortalamasının çok gerisinde olduğunu söyleyebilirim. Ben haber kanallarındaki iyi televizyoncuların hak ettikleri paraları aldıkları kanaatinde değilim. Çalıştığım kurumlardan bağımsız olarak genel bir şey söyleyeyim: Benim deneyim ve donanımımda biri bu çalışma performansıyla Amerika’da ya da İsviçre’de aynı işleri yapıyor olsaydı Manhattan’da bir ev alacak kadar parasal birikime sahip olabilirdi.

- ÇOK ÇALIŞMAK, BİRİKİMLİ OLMAK MAAŞ AÇISINDAN İNSANI UÇURMUYOR

-  Çok çalışmak, çok birikimli olmak, iyi ve kaliteli işler ortaya koymak maaş açısından Türkiye’de insanı uçurmuyor. Bu durum ancak belli bir kalitede yaşam standardınızı sürdürmenizi sağlıyor. Profesyonellik- gelir ilişkisine bakıldığında rekabet ettiğimiz dünya ülkeleriyle aramızda hala uçurumlar var. Türkiye’deki medya kuruluşlarının maaş bordrolarını alın elinize ve karşılaştırın, aynı katta, aynı işi yapan iki birim arasında bile ciddi farklar olduğunu görürsünüz. Türkiye’de patrona yakınlık, dışarda iş bitirme becerisi ya da diğer duygusal faktörler hala çok önemli.

- YAZILI BASIN TAMAMEN KAYBOLMAYACAK AMA PASTADAKİ PAYI KÜÇÜLECEK

- Siz yazılı basının bittiğine inanıyor musunuz?

- Yazılı basında eski alıştığımız format bitiyor. Üç beş yıllık zaman diliminde neredeyse bitme noktasına geleceğini düşünüyorum ama boyut ve şekil değiştirecek. Biz yine tekst dosyalarını göreceğiz ama bunu kağıt yerine ekranda iphone’dan, tabletlerden göreceğiz. Bu gün anladığımız yazılı basın tamamen kaybolmayacak ama pastadaki payı epey küçülecek.

- HAFTA SONU, YÜZÜ VE SIRTI HABERE DÖNÜK TEK KİŞİ BENİM

- Sizce gazetecilerin ve gazetelerin en büyük sıkıntısı nedir?

- Stres. Bir kere çok öngörülmedik bir ülkede yaşıyoruz. Her dakika beklenmedik gündemlerle karşılaşıyoruz. Ben yarın Türkiye’de ne olacağını bilmiyorum. Yarın neyi takip edeceğimi aşağı yukarı ne yazacağımı ya da ne hakkında haber yapacağımı bilmiyorum. Bilen olduğunu da sanmıyorum. Örneğin televizyonculuğa başladığımdan beri normal bir hafta sonu yayını yapamadım Ya bir çatlama oluyor ya bir patlama oluyor ya bir kaza oluyor. Zaten gündemin içinde olduğum için yayını yakaladığım yerden götürmem hiç sorun olmuyor fakat benimle rekabet eden haber kanallarında çoğunlukla gazetecilik kökeninden gelmeyen kadın programcılar daha soft içerikli yayınlar yapıyor. Hafta sonu yayını yapan diğer televizyoncu arkadaşlarım arasında yüzü ve sırtı habere dönük tek kişi de benim. Beklenmedik olayların çokluğu düşünülecek olursa bu Kanal 24 açısından büyük bir avantaj. Bir uçak kazası, bir terör saldırısı ya da flaş bir gelişme olduğunda ben yayını bir yerinden yakalayıp sonuna kadar götürüyorum. Moderatörlük yapan kişinin çok donanımlı olması ve esnek yayın formatlarına yatkınlığı önemli.

- Programınızda içeriği nasıl belirliyorsunuz?
- Tabi önce Kanal 24’ün bir yayın önceliği var, dünya görüşü var bu belirleyici faktörlerden bir tanesi. Bir de benim kendi ajandam ve önceliklerim var. Bunun dışında programa konuk olmak isteyenler... Hepsini harmanlayarak bir yol bulmaya çalışıyoruz.

- Kriteriniz nedir?
- Konu ve konukların mümkün olduğunca güncel ve ilgi çekici olması. Siyasetin çok ısındığı dönemlerde renkli konuklarla zengin içerikli yayınlar yapmak pek mümkün olamıyor. İster istemez belli tartışma konularını ve onların muhataplarını ekrana taşımak gerekiyor. Haber kanalları çeşitli derecelerde belli politik tavırlar benimsedikleri için konuk seçimleriyle de bunu izleyiciye ve kamuoyuna hissettiriyorlar.

- Bu güne kadar ağırladığınız konuklar içerisinde sizi zorlayan bir konuk oldu mu?
- Tam isim olarak hatırlayamıyorum ama bazı konuklar çok mutsuz geliyorlar. Kendisi ile çok barışık olmayan insanlarla karşılaşıyorum bazen mutsuz, kaygılı, endişeli, takıntılı, öfkeli, önyargılı çok insan var. Zaman zaman ekranda da karşıma çıkıyorlar. Ancak konuklarımın neredeyse yüzde 95’iyle uyumlu, saygılı ve hoşgörü sınırları içinde bir diyalog yaşadığımı söyleyebilirim. Benim yayınıma gelip mutsuz ya da hayal kırıklığıyla ayrılan biri olduğunu hatırlamıyorum. 

- Konuk mutsuz ise ne yapıyorsunuz?
- Yapacak hiçbir şey yok. Onu daha fazla mutsuz etmeden olabildiğince çabuk şekilde mesajlarını alarak uğurlamaktan başka bir şey yapamam. Negatif enerji anında izleyiciye yansır. Ekran başındakilerin canını sıkmaya hakkımız yok. Televizyon ekranı doğrudan insanın enerjisinin olumlu ya da olumsuz bir şekilde karşısına yansıdığı bir yerdir. İzleyici inanılmaz ölçüde dikkatlidir, hemen her şeyi hissederler. Söz verdikleri halde yayına gelmeyenler ya da son anda iptal edenler benim en kızdığım konuk tipidir. Geçen sene Zeynep Tunuslu bunu yapmıştı. Hasta olduğunu ilettikten 15 dakika sonra başka bir kanalda yayına çıktığını gördüm. Şık olmadı. Çok renkli ve birikimli kimi insanlar ekran karşısında çok konuşkan olamayabiliyorlar. Müşfik Kenter mesela böyledir. Bir de yayını nereye sürükleyeceği pek belli olmayanlar vardır, Ali Poyrazoğlu gibi. Yıllar önce bana pek de olumlu sonuçlanmayan bir radyo programı deneyimi yaşatmıştı. Cemil Çiçek, Bülent Arınç, Ali Sabancı, Ferit Şahenk, Haluk Şahin, Atıl Kutoğlu, Hanzade Doğan Boyner, ekranda sohbet etmekten çok keyif aldığım insanlar arasında… Emine Erdoğan ile bir televizyon röportaj yapmayı çok istiyorum ancak şu ana kadar bir fırsatım olmadı.

- Eski partneriniz Oylum Talu ile de röportaj yaptım. Ona da sormuştum. Yaklaşık bir buçuk yıl beraber çalıştınız. Birbirinizin programlarını takip ediyor musunuz?
- Oylum’un neler yaptığına zaman zaman bakıyorum. Habertürk önemli bir kanal ve bir izleyicisi var. Major kanallarla haber kanalları arasında bir yere konumlanmaya çalışıyor. Oylum Talu’yu çok severim, yakın dostumdur, güzel ve enerjik bir ekran yüzüdür.

- Tatlı bir rekabet var mı?
- Bütün haber kanalları ile bir rekabet içerisindeyiz tabi. Oylum ile farklı içeriklerde programlar yaptığımız için öyle bir rekabet duygusu hissetmiyoruz. Ama izleyici seçim yapıp o kanalı izlemişse dolayısıyla sizin için bir rakip hale gelmiştir. Geçmişte Habertürk’te Oylum ile birlikte yaptığımız yayınlar Türkiye’de televizyon yayıncılığının “kült” örnekleri arasında yer alır.

- HAFTA SONUNDA TEK ERKEK SUNUCU OLMAK AVANTAJ

- Sizin hafta sonu için tek erkek sunucu olmanız avantaj mı dezavantaj mı?
- Ben tam tersine avantaj olduğunu düşünüyorum. Gerçi erkek ve kadın olmanızdan ziyade ne yaptığınız birçok insan için önemli olabilir. Ama sizi görmek isteyenler, bakayım ne yapıyor Hakan bugün ne giymiş üzerine diye bakanlar var. Haberi ben O’ndan alayım, konuğuna sorduğu soruları ondan duyayım diyenler de var. Sonunda yaptığınız işin niteliği önem kazanıyor.

- AKŞAM KUŞAKLARINDAKİ EN İYİ HABERCİ CAN DÜNDAR

- Siz televizyon programlarına da çok sık konuk oluyorsunuz, son dönemde keyif aldığınız bir program oldu mu?

- Kanal A’da Esra Harmanda “Hadi Konuşalım” adıyla çok enerjik ve neşeli bir program yapıyor. Geçenlerde onun programındaydım. Esra gelecekte adını çok sık duyacağımız bir televizyoncu bence. Ersoy Dede, Erol Mütercimler, Tarık Toros… tarzlarını, yayınlarını beğendiğim isimler arasında. Akşam kuşaklarındaki en iyi haberi bana göre Can Dündar yapıyor.

- Siz Twitter ve Facebook’ta var mısınız?
- Twitter’da “hakanchelik” adıyla varım, kısa süre önce girdim, Facebook’ta ise şimdilik yokum.

BÜTÜN SEÇİM DÖNEMLERİ OLAĞANÜSTÜ DÖNEMLERDİR

- Biraz da gündemden konuşalım. Seçim sürecindeki terör olaylarını nasıl okuyorsunuz?
- Türkiye’de bütün seçim dönemleri olağanüstü dönemlerdir. Sanki Türkiye yıkılıyor ve yeniden kuruluyor gibi. Eski seçimlerle mukayese edersek bu dönem o kadar kötü değil. En azından parlamento belli bir dönem görev yaptı neredeyse sonuna kadar. Aksayan yönleri çok olsa da kurumlarda ciddi iş yapma iradesi oluştu. Parlamento tehditle kapanma gibi bir riskle karşı karşıya kalmadı. Dalgalanmalar olsa da ben Türkiye’de siyasetin normal bir yörgüngeye gitmekte olduğunu düşünüyorum. Ancak tehlikeli tarafı şu; bir taraftan da kutuplaşma çok derinleşti. O kutuplaşma görüntüsünü nasıl aşacağımız konusunda emin değilim ve kaygılıyım.

- SİYASİ AHLAKIN ŞEFFAFLAŞMASI KASET BASKISIYLA OLMAMALI

- Kaset skandalları hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Çok rahatsız edici bir şey. Yarın kimin hakkında kaset çıkacağını bilmiyorsunuz. Aşağı yukarı herkes hakkında bir kaset olduğunu anlıyoruz. Bunun insanları hizaya getirmek için bir araç haline gelmesi çok yaygın ve çok da meşru görünmesinden endişeliyim doğrusu. Deniz Baykal’ın başına gelenler unutuldu, kimse konuşmuyor. Beğenin veya beğenmeyin adamın siyasi kariyeri bitti.. Bunu bir siyaset mühendisliği gibi kullanmayı etik bulmuyorum. Türkiye’de hükümetler yıkılıyor, insanlar istifa ediyor, sistemler çöküyor bir kasetle. Bunun hayırlı bir gidişat olmadığını düşünüyorum. Siyasi ahlakın şeffaflaşması kaset baskısıyla olmamalı.

- Seçim tahmininiz nedir?
- Aşağı yukarı herkesin üzerinde hem fikir olduğu, Türkiye’de olağanüstü bir şey olmazsa seçime kadar Ak Parti’nin epeyce önde olacağı anlaşılıyor. Galiba temel belirleyici şey bu farkın ne kadar olacağıdır. Yani AK Parti’nin tek başına anayasa yapıp yapamayacağı noktasında çoğunluğu olacak mı olmayacak mı onu kestirmekte biraz zorlanıyorum. MHP yi barajın altında görmüyorum. CHP’nin oylarının artmakta olduğunu hissediyorum. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir rüzgarı var ama bu rüzgar CHP’yi iktidara yaklaştıramıyor, çünkü uzun yıllar boyunca halk kitleleriyle Cumhuriyet Halk Partisi arasındaki uçurum inanılmaz ölçüde açılmış. Diğer taraftan alınacak oyun oranı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve  yeni CHP vitrininin siyasal hayata devam edip etmeyeceğini gösterecek. Fakat siyasi tahminler yapmak için 24 saat bile çok uzun bir süre Türkiye’de. Siz bu röportajı yayına koyduğunuzda Türkiye’de bütün dengeler alt üst olmuş olabilir. Böyle şaşırtıcı bir ülkede yaşıyoruz.

kullan
- AK Parti 45’in altı mı üstü mü tahmininiz?
- 45’in altına düşeceğini pek tahmin etmiyorum. Ama öyle 50’lerde de görmüyorum doğrusu. 45’ler bandında görüyorum ancak unutmayalım ki iki dönem iktidarda kalmış bir parti için 45’ler de önemli bir başarıdır. 8-9 yıldır ciddi askerle mücadeleye giren, sermaye yapısını kökünden değiştiren, türlü şekilde şehirleri yeniden yapmaya soyunan bir iktidar var. Halkın yüzde 45’inin bir teveccühünü alacak ise bunu da bir başarı olarak görmek gerekir.

- BDP de oy artışı olacak mı?
- BDP çizgisinde ve Kürt siyasi hareketlerinde bir oy artışı gözleniyor.

- Bunu neye bağlıyorsunuz? AK Parti Kürt açılımında başarısız mı oldu?
- AK parti Kürt politikaları konusunda iyi niyetle yola çıkıp, bir dizi proje ortaya koyup bunları uygulamaya çalıştı. Bir takım hatalar yapıldı elbette. Arzu ettikleri şeyleri yapacak zaman da kalmadı. Terör ve etnik milliyetçiliğin baskıları AK Parti’yi köşeye sıkıştırdı. Bir taraftan tepenizde terör sopası ile sallanıyor, diğer taraftan Abdullah Öcalan cezaevinden örgüte direktifler veriyor ve uluslararası konjonktür sizden çözüm bekliyor. Bunları yönetmek kolay değil. Herhangi bir parti bu alanda AK Parti’den daha başarılı olamazdı. CHP Kürt meselesi konusunda bir girişim yaptı ama şu anda çok etkili olduğu görünmüyor. O bakımdan Ak Parti ile BDP arasında gidip gelen bir yapı var. İkili bir yapı üçüncüsü çıkmadı ortaya.



BÖLGE’DE AK PARTİNİN OYLARINDA BİR PATLAMA YA DA ÇAKILMA SÖZKONUSU DEĞİL

Bu AK Parti’nin sırtına ağır bir sorumluluk yüklüyor. Bir taraftan seçime doğru giderken hem sahillerden oy almak hem Türkiye’nin içinde oyunuzu muhafaza etmek diğer taraftan Güneydoğuda da oyunuzu arttırmak ipte cambazlık yapmak gibi bir şey. Sihirbaz olmak lazım bunu eş zamanlı başarabilmek için.Yani ne yaparsanız yapın Diyarbakır’da, Hakkari’de, Şırnak’ta AK Parti’nin oylarında bir patlama ya da çakılma da söz konusu değil. Oy dağılımı artık belli bir seviyeye oturmuş görünüyor.

- Başbakan “şu anda Kürt sorunu yok” diyor. Siz buna katılıyor musunuz?
- Seçim dönemine girdik artık. Bu seçim döneminde kullanılan sloganlar, ifadeler ve söylemler her zaman liderlerin söylemek istediği veya söylemek isteyeceği şeyler olmayabilir. Aslında daha başka şeyler de söylüyor olabilir ama bu seçimin dar bir sürece girdiğinden böyle oluyor. Dar demişken Kanal İstanbul projesi madem gündemde ona da buradan örnek vereyim, bir gemi dar bir kanaldan geçerken çok manevra yapma şansı yoktur. Yani hep ileri gitmek durumundadır.  Bu kanalı geçene kadar o gemiyi sağa sola vurdurmadan geçmek lazım yoksa içi petrol dolu tankeri patlatırsınız. O bakımdan şu andaki sloganları, söylemleri biraz bu günkü şartların getirdiği bir zaruret olarak görüyorum. Bir Güneydoğu sorunu var bunun adına ister Kürt meselesi deyin ister Güneydoğu sorunu diyelim ama orada çözüm bekleyen Türkiye’nin diğer bölgelerindeki sorunlardan bazı açılardan farklılık gösteren fotoğraf olarak bizim karşımıza çıktı. Nasıl çözülebileceğinden de çok emin değilim doğrusu.

- Evet çok karamsar bir tablo.
- Bana da sorulduğu zaman bu sorun nasıl çözülür diye benim planım a b c diye üç madde sıralayamıyorum. Çünkü öylesine zorlu bir iş ki bu Türkiye’de başbakanlık yapmanın, siyasi parti genel başkanlığı yapmanın zor taraflarından biri böyle bir sorun olması, çok yüksek bir engel var atlamak zorunda olduğunuz. Türkiye’deki bu hadisenin çözülme ya da çözülememe biçimi dünyanın geleceğini çok yakından ilgilendiren konulardan biri. Bakın Kıbrıs demiyorum veya başka bir şey demiyorum ama tıpkı İsrail - Filistin meselesinin çözümünün dünya barışına getireceği etkiler gibi Güneydoğu sorununun çözümünün istikameti de aynı oranda etkileyecek bir şeydir. Bu kadar küresel bir fenomen halini aldı yani. Daha fazla demokrasi ve insan hakları belli bir rahatlama yaratır ama etnik Kürt siyaseti daha fazlasını istiyor. Türkiye bunu verebilir mi, emin değilim.

- Maalesef iş gittikçe çetrefilli olmaya başladı Size de öyle geliyor mu?
- Çok karışık. Türkiye’nin camdan vitrini bu dışarıdan bir taş geldiği zaman bunun çatlama riski var. Kaşımaya ve provakatif neticeler almaya çok müsait. Çok şükür ki bizim en büyük şansımız Türkiye’de Kürtler ve Türkler hakikaten öyle etle tırnak gibi olmuşlar ki, hani MHP’nin bir sloganı var ya ben onu seviyorum ‘’Bin yıllık kardeşliği yaşa yaşat’’ diye. Öyle bir kardeşlik ki bu ben bunu ayıramıyorum. Türkiye’de herhangi bir şeyi belki ayırabilirsiniz de Kürt ve Türk diye nasıl ayıracaksınız Allah aşkına. Mümkün değil.

Haber 7

AK PARTİ PARTİ İÇİN 45’LER ÖNEMLİ BİR BAŞARIDIR

YORUMLAR 1
  • Selin Söylemezoğlu 12 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzel bir röportaj. Hakan Çelik, Türk basınında parmakla gösterilen çok yönlü, çok başarılı ve beyefendi bir insandır. Gerçek Hakan Çelik'in ilk defa özel hayatı ve yönleriyle de ortaya konduğu bir röportaj olmuş. Ellerinize sağlık..
    Cevapla
DİĞER HABERLER
Tam saha direniş: İşgal güçlerine hiçbir noktada rahatlık yok!
Bakan Şimşek: Kayıt dışılıkla amansız mücadele dönemi! Vergi kaçırana taviz yok