Irkçılık Turancılık davasının savunmaları

Muhalif düşüncelere yönelik baskı, zulüm ve davalar arasında yer alan 1944 -1945 Irkçılık Turancılık davasında yargılanan sanıkların İçişleri Bakanlığı ve Emniyet arşivinde bile bulunamayan savunma ve ifadeleri ortaya çıktı:

Irkçılık Turancılık davasının savunmaları
Irkçılık Turancılık davasının savunmaları
GİRİŞ 29.05.2010 14:12 GÜNCELLEME 29.05.2010 14:12
Bu Habere 31 Yorum Yapılmış

65 oturum süren dava Türk siyasi tarihi içerisinde büyük önem arz eden Irkçılık-Turancılık Davası, 7 Eylül 1944'te başlayan ve 29 Mart 1945'e kadar süren, Türk siyasetinin önde gelen 23 isminin yargılandığı meşhur davaydı ve Ülkücü Camianının bir bölümünün her yıl kutladığı Türkçülük Bayramı 'nı da doğuran süreçti.

Davanın gerekçeleri arasında yer alan Hüseyin Nihal Atsız ve Sabahattin Ali davasının 3 Mayıs 1944 tarihli duruşmasından sonra Ankara'da sergilenen gösterileri anmak amacıyla, ilk defa 3 Mayıs 1945 tarihinde Tophane Askerî hapishanesinde Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar ve Reha Oğuz Türkkan'ın başını çektiği 10 mahkum bu bayramın doğuşunu sağlamış, daha sonraki yıllarda süren toplantılar Türkçülük Günü zamanla da Bayramı adını aldı.

Yazar Yavuz Bülent Bakiler'in davaya getirdiği tanım ise şöyle: "1944 yılında, hem de bir askeri mahkemede oynanan oyu­na "Irkçılık-Turancılık Davası" dediler. Tev­kif edilen ve tabutluklarda, içinden lağım suları geçen kanal­larda zulüm gören vatansever kimseler suç işledikleri, suçlu oldukları için değil, Türk oldukları, Türkçü oldukları için bir Moskof öfkesiyle muhakeme edildiler"

Yavuz Bülent Bakiler, davada yargılanan isimlerden büyük kısmının verdiği savunmaları ilk kez yayınlayan isim oldu.

1944 -1945 Irkçılık - Turancılık Davasında sorgular ve Savunmalar adlı kitabı Türk Edebiyatı Vakfı yayınlarınca neşredilen yazar şunları söylüyor:  "Bu kitap, 1944 yılında, İstanbul'da Bir Numaralı Sıkıyöne­tim Mahkemesi'nde görülen utanç yüklü bir davanın özeti gibidir. Bazı vatansever kişiler, 1944 yılında suç işledikleri, suçlu ol­dukları için değil; Türk oldukları, Türkçülük idealine aşkla bağlandıkları için büyük zulümlerden, işkencelerden geçtiler. O dava ile Sovyetler Birliği'ne şirin gözükmek istediler. Ben de o davada yapılan sorguları ve savunmaları aynı isimle kitaplaştırıyorum: Irkçılık-Turancılık Davasında Sorgular - Savunmalar.

Bakiler, yargılanan sanıkların ifade ve savunmalarının bir kısmına güçlükle ulaşabildiğini, bir kısmına ise hiç ulaşamadığını belirtiyor.

Yazar, söz konusu savunmaların nasıl yayınlandığını şöyle özetliyor:

İFADELER NE İÇİŞLERİ BAKANLIĞINDA NE DE EMNİYET ARŞİVİNDE VAR!

1944-1945 Irkçılık-Turancılık Davasında Sorgular Savunmalar

Kitaptan...

Böyle bir dava Atatürk'ün sağlığında açılabilir miydi? Açılabilirdi diyenler, Atatürk'ü hiç okumayan, hiç bilme­yenlerdir.

Bir bardak suda bir okyanus fırtınası koparmak isteyenle­rin gafletleri ve ihanetleri ise hiç unutulmadı, unutulmayacak!

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs 1944'te Türk milliyetçilerini çok ağır ithamlarla suçladı. Bazı Türkçülerin id­dialarına göre İsmet İnönü, Sovyet Rusya'ya şirin görünmek için böyle bir yola başvurdu. İnönü'nün 19 Mayıs nutku, Türkçülerin mahkûmiyetini kolaylaştırmaya yaradı.

1944 yılının 19 Mayıs Bayramında yani bazı Türkçülerin tu­tuklanmalarından 10-15 gün sonra, İsmet İnönü, Cumhurbaş­kanı olarak çok sert, çok seviyesiz bir nutuk verdi. İnönü, o 19 Mayıs nutkuyla, hem Atatürk'ü, hem de ken­di başbakanlık dönemini çok ağır cümlelerle suçladı. Ata­türk, Türk ırkını yere-göğe sığdırmayan açıklamalar yapar­ken, İsmet İnönü başbakandı. Atatürk, Türk Tarih Kurumu çalışmalarında Türk ırkının kan yapısını, tırnak yapısını, saç ve göz özelliklerini incelettirirken, bunların yeni tebliğler hâ­linde sunulmasını yaptırırken İsmet İnönü başbakandı.

Prof. Şevket Aziz Kansu, Atatürk'ün emriyle, Konya'da Selçuklu Sultanlarının mezarlarını açtırır, onların kafatası ölçülerini ve bütün kemik boylarını milimi milimine ölçerek, Şahitlerini tarih kongrelerimize tebliğler hâlinde sunarken İsmet İnönü başbakandı.

Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk'ün emriyle düzen­lenen bütün marşlarımızda, Türk ırkının büyüklüğünü, kahramanlığını, üstünlüğünü göstermek mecburiyeti varken İsmet İnönü Başbakandı. Mesela Harp Okulu Marşımızda: "Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız." deniliyordu. Bir İs­lam şairi olan Mehmet Âkif bile, İstiklâl Marşımızda: "Kahra­man ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl" veya "Ebediyyen sa­na yok, ırkıma yok izmihlal!" diye haykırdığında ve bu marş mecliste kabul edildiğinde İsmet İnönü, Genel Kurmay Başka­nımızdı.

Atatürk, Almanların hediye ettiği bir pergelle birçok kişinin kafatasını ölçtüğü, hatta Agop Dilaçar'ın kafatasını ölçtükten sonra "Agop da bizdenmiş!" dediği zaman İnönü Başbakandı.

Atatürk'ün emriyle, onun en yakın arkadaşlarından Afet İnan Anadolu'da tam 64.000 kişinin kafataslarını ölçtüğü ve onların ırkî özelliklerini 38 soru sorarak 2 milyon 432 bin ka­yıtla tesbit ettiği zaman İsmet İnönü Başbakandı.

Afet İnan bu çok önemli çalışmasını 1947 yılında, Anka­ra'da Türk Tarih Kurumu Basımevinde bastırdığı zaman İs­met Önünü Cumhurbaşkanı idi. Üstelik Afet İnan bu tebli­ğinde diyordu ki: "Sınıflarda çocuklar boy sırasıyla değil makroskeli yahut brakiskeli (yani kafataslarının) yapılarına göre oturtulmalıdır."

"Ordu, kendisini teşkil eden fertleri, istenilen randıman­ların boşuna gayretleri azaltmak suretiyle arttırılmasını rnümkün kılacak tabii zümrelere doğru sevk edebilmelidir.

Spora gelince, antropolojik bakımdan rasyonel bir tarz­ca teşkil edilmiş takımların elde edecekleri istifadeler meydandadır."

Afet İnan’ın bu ırkçı görüşlerine İsmet İnönü'den hiçbir tepki gelmedi.

İnönü'nün bu çok farklı görüşünü, akıl sahibi hiç kimse izah edemez. İnönü, başbakanlık makamında oturmasına rağmen, Atatürk'ün hiçbir ırkçı tavrına itiraz edememişti.

"Bu kitapta, o dava dolayısıyla yapılan sorguların ve savunmaların hepsi yok. Niçin yok? Çünkü bana verilen dosyada yalnız bu sor­gular ve savunmalar vardı. Okuyacağınız savunmaları, ba­na, Nejdet Sançar'ın eşi Reşide Sançar verdi. Sançarlar, önce Ankara'da oturuyorlardı. Sonra İstanbul'a, Maltepe'deki evlerine taşındılar. Nejdet Sançar, 1975 yılında vefat etti. Ondan on ay sonra da Nihâi Atsız'ı toprağa verdik. Ben, her iki cenaze merasimine, Ankara'dan yola çıkarak katıldım. İstanbul'a her gidişimde, Reşide Sançar ablamızı da ziyaret ediyordum. Bir defasında bana bir dosya uzattı:

-Nejdet, bu dosyayı sana vermemi istemişti, dedi.

Baktım dosyada, 1944 yılında görülen o meşhur davanın sorguları ve savunmaları var. Ama tamam değil! Noksan olanları sorduğumda: "Bizdekiler bu kadar!" cevabını aldım.

Dosyayı alıp Ankara'ya döndüm. Sonra ben, hem gelecek ne­sillere hem de adalet tarihimize unutulmaz bir ibret belgesi ol­sun diyerek bu sorguları ve savunmaları bir kitap hâline getir­mek istedim. Teslim aldığım dosyada dokuz Türkçünün sorgu-su-savunması yoktu. Türkçülerin savunmaları dava dosyasında olmalıydı. Dava, sıkıyönetim mahkemesinde görüldüğü için dosyası da Millî Savunma Bakanlığında olabilirdi. Bu bakımdan, Sayın Bakan Vecdi Gönül'le bizzat görüştüm. Bakanlık arşivinde bir hafta araştırma yaptırıldı. Sonra bana denildi ki:

-Aradığınız dosya bizim arşivimizde yok. Emniyet Genel Müdürlüğünde olabilir. Bir de oraya baktırın!

Emniyet Genel Müdürü Sayın Oğuz Kağan Köksal'a da gittim. Onlar da beni bir süre sonra telefonla aradılar:

-Bizde böyle bir dosya yok. CHP'nin Halkevleri arşivinde olabilir.

Doğrusu çok şaşırdım. Sıkıyönetim mahkemesinde görü­len bir siyasi davanın dosyası Halkevleri arşivinde niçin ol­sun? Halkevleri, bu davanın taraflarından biri değil ki! Yine de milyonda bir ihtimali dikkate alarak çeşitli yerlere başvur­dum. Bana dediler ki:

-Halkevleri kapatıldıktan sonra bütün arşivi darmadağın oldu. Sonra öyle bir dava dosyasının bize gönderilmesi mümkün değil!

Yapılacak iş, 1944 yılında yargılanan kişilerin vârislerine başvurmaktı. Ben de öyle yaptım. Önce Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'm Ankara'da, Bilkent Üniversitesinde öğretim üyesi olan oğluna gittim. Prof. Dr. Sübidey Togan'la makamında ko­nuştum. Babasının savunmasından haberdar olmadığını söy­ledi. Sonra, merhumun kızı Prof. Dr. İsenbike Togan'la birkaç defa telefonla görüştüm. O da, evlerindeki, kitaplar ve dosya­lar arasında babasının savunmasını bulamadığını tekrarladı.

Ben, mahkeme kararında Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'm 10 yıl ağır hapis 4 yıl da sürgün cezasına çarptırıldığını okudu­ğumda bağıra bağıra ağlamıştım. Çünkü verilen cezanın hu­kukla, akılla, mantıkla, vicdanla... kıl kadar alakası yoktu. Karar tamamen siyasi idi. İnönü'nün dalkavuklarına göre Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, dört arkadaşıyla, evet tam dört arkadaşıyla birlikte CHP iktidarını devirecek, İnönü'yü ala­şağı edecek, Çankaya'ya yürüyüp Cumhurbaşkanlığı ma­kamına oturacakmış.

Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'ın savunması, Dr. Fethi Tevetoğlu'nun dosyalan arasından çıktı. Babasının ve Zeki Veli­di'nin savunmasını, çok uzun ve çok meşakkatli bir çalışma sonunda bulan kızı Filiz Tevetoğlu Ortaç hanımefendiye bin defa teşekkür borçluyum.

Merhum Sait Bilgiç'in savunmasını, muhterem Sait Bilgiç'in gayretlerine rağmen bulmak mümkün olmadı. Dava­nın diğer sanıklarının da öyle.

Prof. Togan hakkında çok yakın arkadaşlarından dinle­diklerimi önce benim kalemimden okuyacaksınız. Aradan 69 yıl geçmesine rağmen, Zeki Velidi'nin öğretim üyesi olan ço­cukları hâlâ o davadan rahatsızlık duymaktadırlar.

Okunduğu zaman görülecektir ki, bu kitapta yer alan sa­vunmalar çok mühimdir. Devrin zalimlerine, onların Türk­çülük düşmanlarına verilen cevaplar dün olduğu gibi bugün de geçerlidir.

Gerçi bir numaralı sıkıyönetim mahkemesinin kin yüklü, zulüm yüklü, vehim yüklü kararlarını, askerî temyiz mahke­mesi derhal bozmuş; cezaevlerine sokulan Türkçüler tahliye edilmişlerdi. Ama o dava yüzünden Türk vatanseverlerine uygulanan işkenceler hiç unutulmadı, hiç unutulmayacak!

Kitapta ifadeleri yayınlanan isimler

Nihal Atsız
Nejdet Sancar
Orhan Şaik Gökyay
Alparslan Türkeş
Zeki Velidi ToğaN
Reha Oğuz TürkkaN
Hasan Ferit Cansever
Hüseyin namık Orkun
Fethi Tevetoğlu
Hikmet Tanyu
Zeki Soğuoğlu
İsmet Tümtürk
Fehiman Tokluoğlu (Altan)
Heybetullah İtil'

İfade ve savunmaları bulunamayan isimler

Yavuz Bülent Bakiler, yaptığı tüm araştırmalara rağmen 10 Türkçü'nün savunmalarını ve ifadelerini bulamadığı için yayınlamadığını belirtiyor. Davada yargılanan ama savunmaları bulunamalyan isimler şunlar:  

Sait Bilgiç
Muzaffer Eriş
Fazıl Hisarcıklı
Cemal Oğuz Öcal
Hamza Salih Özbek
Nurullah Banman
Cihat Savaşfer
Saim Bayrak
Cabbar Şenel
Yusuf Kadıgil

Türkçü sanıklara yapılan işkelenceler

Yavuz Bülent Bakiler kitabına yazdığı uzun önsözde Türkçülüğün savunmasını ve övgüsünü yaparak, Türkçülüğe yönelik eleştiri ve saldırılarla ilgili yorumlarını da ortaya koyarken, yargılanan sanıklara cezaevinde yapılan işkenceleri de maddeler halinde şöyle sıralıyor:

"Tevfik edilen 24 Türkçünün en büyük suçları, sıkıyönetim savcısı Kâzım Alöç'ün zannına göre vatana ihanetti. Oysa her Türkçünün vatan-millet-devlet sevgisinin kırkta bir gölgesi bile, Kâzım Alöç'ü kırk defa tartacak ölçüdeydi. Hem İstanbul Emniyet Müdürlüğü hücrelerinde, hem de askerî cezaevinde, Türkçülere yapılan işkenceler, zulümler şöyle sıralanabilir:

1. Türkçülere yapılan en büyük işkence, en büyük zulüm Vatan hainliği..." ile suçlanmalarıydı.

2- İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde hapsoldukları hücreler' ancak bir karyolanın sığabileceği kadar küçük bir yerdi. Tavanı basıktı. Penceresi yoktu. Olabildiğince pisti.

3- Hücrelerde salgın hâlinde tahta kurusu, bit ve sivrisinek vardı.

Demir karyolalar üzerine kalın tahtalar konulmuştu. Türkçülere, bu tahtalar üzerinde yatacakları söylenmişti. Bazen bir karyolada iki kişinin yatması istenmişti,

5- Sanıkların birbirleriyle ve aileleriyle görüşmeleri yasaktı. Aileleriyle görüşmelerine aylarca izin verilmemişti.

6. Kitap ve gazete okumak, radyo dinlemek şiddetle yasaktı. Sanıkların üzerinde bir parça kâğıt ve bir küçük kale bulunması en büyük suçlardandı.

7. Otuzdan fazla kişi için sadece bir tuvalet vardı. Tuvalet ihtiyacı için 15 dakikalık bir zaman ayrılmıştı. Bazen 24 saatte, bir defa tuvalete gitmek imkânı bile yoktu.

8. Sanıkların tuvalete giderken birbirlerinin yüzünü görmeleri yasaktı.

9. Dışarıdan yiyecek almaları tam bir rezaletti. Binbir zorluktan sonra, bir sanığa, sadece 4 çeşit yiyecek almak imkânı tanınmıştı: Domates-salatalık-peynir ve zeytin.

10. Yağlı yiyeceklerini karyolaları üzerinde yemek haklan vardı; fakat ellerini ve ağızlarını yıkamalarına izin verilmiyordu.

11. Bulundukları yerde bir tek musluk vardı. Onun da suyunu kesmişlerdi.

12. Yıkanmalarına aylarca izin verilmemişti.

13. Sanıklar ifade vermeden önce, daha pis hücrelere alınıyorlar, orada 48 saat hiçbir şey yemeden ve uyutulmadan bekletiliyorlardı.

14. Prof. Zeki Velidi Togan, ifade vermeden önce, 48 saat hiçbir şey yemeden bekletilmişti.

15. Atsız, ifade vermeden önce, yerin beş metre altında içinden lağım suları geçen, kibrit bile yakılamayan pis bir hücrede yedi gün bekletilmişti.

16. Sanıklar, zaman zaman tabutlukların içine sokuluyorlardı. Tabutluklar, bir insanın içinde ancak ayakta durabilecek kadar çimentodan hücrelerdi. Orada oturmak, sağda sola, soldan sağa dönmek mümkün değildi. Çünkü sanıkla dizkapaklarından ve dirseklerinden tabutlukların içine sım sıkı bağlanıyorlardı. Başlarının üstünde beşyüzer mumluk üç elektrik lambası yanıyordu. Bir süre sonra beyinler âdeta haşlanıyordu. İnsanlar bayılıyorlardı. Tabutluklarda, bir başka işkence uygulaması şöyle yapılıyordu:

Türkçülerden biri tabutluğa sokuluyor, diz kapaklarından ve dirseklerinden başka, başı da bir çemberle beton duvara sımsıkı bağlanıyordu. Sonra, belirli aralıklarla, başının belirli bir kısmına yukarıdan su damlatılıyordu. Bir süre sonra, her su damlası âdeta bir balyoz gibi beyne iniyor, o durumda bulunan kimseler, çıldıracak gibi oluyorlardı.

17. İşkence konusunda dayak, hem de en şiddetli ölçülerle uygulanıyordu.

18. İfadeler alınırken zaman zaman tabancalar çekiliyor ve istenilen şekilde konuşulmazsa, kişiler ölümle tehdit ediliyordu.

19. Bu işkencelerden mahkeme huzurunda şikayet olundu mu Savcı Kâzım Alöç, Türkçülere akıllara durgunluk verecek tarzda yeni işkenceler yaptırıyordu.

20. Ve Kâzım Alöç, üzerindeki askerî üniformanın kutsiyetini çiğneyerek, bir büyük öfkeyle, mahkeme huzurunda sesini yükselterek diyordu ki: "Biz bunları huzurunuza vatan hainleri, caniler ve katiller olarak getirdik. Bunları Perepalas veya Tokatlıyan otellerinde yatıracak değildik. Onlar, müstahak oldukları muameleyi görmüşlerdir. Elbette onlara, her nevi zulüm yapılmıştır ve yapılacaktır."

21. Zulüm yapmaktan dehşetli bir zevk duyan bu askerî savcı vatanın tertemiz evlatlarını ağır hapis cezalarına çarptırmak için onların yazıları, evrakları, mektupları, konuşmaları üzerinde dehşetli değişiklikler yapmıştır. Mesela Prof. Zeki Velidi Togan, milletvekillerimize ve başbakanımıza yaptığı yazılı başvurularda, kendi evrakları, yazıları, mektupları üzerinde, Kâzım Alöç'ün doksan defa tahrifat yaptığını belirtmiştir. Bundan büyük ayıp olur mu?"

(Haber 7)

Kitapla ilgili teknik bilgileri görmek için bu linki kullanabilirsiniz

YORUMLAR 31
  • İdris Aziz 14 yıl önce Şikayet Et
    IRKÇILIK ENBÜYÜK İSLAM DÜŞMANI. Türk olmayan ya türkleşecek ya da köle olacak diyen,Ne mutlu Türküm Diyene diyerek Türkçülük üzerine kurulmuş bir devletin Türkçülük suçu(!) ile işkenceler etmesi acaba Türkçülük reklamı için mi yapılmıştır?!İslam düşmanlığı Türkçülük adı ile başlatılmış ki, bazı meşhur Türkçüleri araştırsanız bazıları Türk bile değildir?Bunların saf insanları ürkütmemek için vatansever-peygambersevgisi gibi sözleri tuzaktır.Peygamber ırkçılığı kaldırmıştır.İslamı saptırmadan kabuletmek lazım.Hak ile Batıl karıştırılmamalı
    Cevapla
  • Kürşat Durmuşoğlu 14 yıl önce Şikayet Et
    İnsan olmanın azami gereği.... Habur karşılamasına sesi çıkmayanlardan, bölücü hainlerin katlettiği şehitlerimize içi yanmayanlardan 1944 Turancılık ve Türkçülük davasının sanıklarını anlamayı zaten beklemiyoruz. Lakin terbiyeli olmak, sadece dedikodudan ibaret olan bir takım safsataları buraya yorum diye yazmamak da insan olmanın azami şartlarındandır. İnsan olmanın azami şartlarını bile yerine getiremeyenlerin kendilerini Müslüman diye lanse etmeleri ise diğer bir acı kaynağıdır.
    Cevapla
  • DADAŞ 14 yıl önce Şikayet Et
    ırkçılık. rahmetli başbuğ derki kendini türk hisseden türktür..müslüman olmayan islamla şereflenmeyen aramıza girmesin..başbuş ırkçılığı reddeder...bunlar yazılıdır isteyen ulaşır...rabbim bizi kavim kavim yaratmıştır...ancak hepimiz ikicihan padişahının ümmetiyiz...vesselam
    Cevapla
  • seyfettin gümüş 14 yıl önce Şikayet Et
    turancılık nedir?. üç cümle bilgin yok atıp tut sana ezberletilen laflar var onları tekrarlıyorsunuz başkada bir şey bilmezsin
    Cevapla
  • seyfettin gümüş 14 yıl önce Şikayet Et
    iğrenç yorumlar. burda yorum yazanlar sadece kin kusmayı bilirler siz zaten teröristlere gösterdiğiniz muhabbetin onda birini mhp lilere göstermezsiniz mhp liler o zamanlarda kominist ideoloji ile savaşırken siz sözüm ona çok dindar olduklarını söyleyen zatlar korkudan kaçacak delik arıyorlardı ve halada öylesiniz sadece internet başında atar tutarsınız zor durumda kalsanız yine kaçar gidersiniz
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
DİĞER HABERLER
Suriye Cumhurbaşkanı Şara'dan son dakika İsrail duyurusu! Tarihi anlaşma ihlal edildi
Uluslararası uyuşturucu ticaretine darbe: Film çekilince ortaya çıktı