Bin yıllık gizli inanç

Suriye’nin Suveyda şehrinde yaklaşık bin yıldan bu yana korudukları gizli inançlarıyla yaşamaya devam eden Dürziler, tıpkı Müslümanlar gibi Kur’an okuyor, oruç tutuyor ve cuma günlerini ‘makam’da ibadetle geçiriyorlar.

Bin yıllık gizli inanç
Bin yıllık gizli inanç
GİRİŞ 24.09.2004 16:50 GÜNCELLEME 24.09.2004 16:50

Ülkü Özel Akagündüz'ün Aksiyon Dergisi için kaleme aldığı Dürzi izlenimleri.



Ancak, peygamberliğini ilan eden Hamza bin Ali’nin yazdığı El Hikmet-ül Şerife’ye inanmaları onları İslamiyet'in esaslarından ayırıyor.



Dürzileri, kendilerine mesken olarak dağlık bölgeleri seçen ve dini inançları konusunda ser verip sır vermeyen bu esrarengiz insanları, doğruluğu asla ispat edilememiş söylencelerle tanıdık. Onlar, birçoğumuza göre tuhaf adetleri olan tehlikeli insanlar... Gizemli görünümlerinin ardında çok şaşırtıcı, hatta dehşet verici bir hayat saklıyorlar. Kimse onlar hakkında yeterli bilgiye sahip değil. Böyle olunca kışkırtıcı bir merak duygusu, bilinmeyene duyulan korkuyla birlikte yürüyor.



Şam’da Dımeşk Üniversitesi’nde Edebiyat doktorası yapan ve kendisi de bir Dürzi olan Ranya Şelgin, her zaman en iyi ve en vefalı dostlarının Türkler olduğunu söylemeseydi biz de bir Dürzi köyünü ziyaret etmeyi düşünemezdik. İtiraf etmeli ki, yolculuğumuz, tedirgin olmamızı gerektiren hiçbir sebep olmadığı halde, sırf o kulaktan dolma tatsız Dürzi hikâyeleri yüzünden biraz sıkıntılı sürdü.



Bütün gözler üzerimizdeydi



Üstelik dağlık Dürzi köylerinden başka bir yere uğramayan bir minibüste iki Türk’ün (Yol arkadaşım, Dımeşk Üniversitesi’nde İslam hukuku okuyan Hüsniye, Ranya’nın en iyi arkadaşlarından biri) ya da oralıların deyimiyle ‘ecnebi’nin bulunması alışılmadık bir şey olmalıydı ki, bütün gözler üzerimizdeydi. Biz onları merak ediyorduk, onlar bizi... Yol boyu, birçok insanın yaklaşmaya cesaret edemediği bir topluluğa mensup insanların görünürde nasıl da ‘tabii’ olduklarını konuştuk; “İşte, çocuğunu seven bir Dürzi anne, ne farkı var ki bizim annelerimizden. Bak, şu genç, tıpkı bizim yeni yetmeler gibi saçlarını jölelemiş.



Bu arada, bizdeki kötü çağrışımlarından dolayı, ‘Dürzi’ kelimesi yerine ‘arkadaş’ kelimesini kullanmaya karar verdik. Böylece Türkçe konuşmaların içinde her Dürzi kelimesi geçtiğinde meraklı bakışları üzerimize çekmeyecektik. Dürziler, bu kelimenin Türkiye’de hafif yollu küfür niyetine kullanıldığını bilmiyor; ama yabancılar tarafından sevilmediklerinden eminler...



Suriye’nin Suveyda şehrine bağlı dağ köylerine yerleşerek gizli inançlarını yaklaşık bin yıldır korumayı başaran Dürzilerden şehir hayatını tercih edenler, Şam’ın Coramanî mahallesinde yaşıyor. Suriye’de azınlıkların kendilerine ayrılan mahallelerde yaşadıkları, kimi zaman merkeze karışsalar da gün bitiminde kendi mekanlarına çekildikleri düşünülürse Dürzilerin sadece gizliliği korumak üzere ayrı bir mahallede yaşamadığı anlaşılır. Ancak Dürzi mahallesi Coramanî, eski şehrin kalbinde yer alan Hıristiyan mahallesiyle kıyaslandığında bir kenar mahalle olmaktan öteye gidemiyor.



Okuma-yazma öğrenen Dürzi kadınlar



Ranya ile Güzel Sanatlar Fakültesi’nin bahçesinde buluşup Coramanî’ye gidiyoruz. Burası, Şam’ın diğer semtlerine benziyor; farklılık caddelerde geleneksel giysileri içinde dolaşan Dürzilerin çokluğunda... Yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculuğun ardından Ürdün sınırına yakın Suveyda’yı geçiyor ve Ranya’nın köyü Sımeyd’e varıyoruz. Sımeyd, “güçlü, dayanıklı” anlamlarına geliyor. Bu isim, volkanik bir oluşum üzerine kurulan köye de yakışıyor doğrusu. Yolların kıyısı kömürleşmiş taşlarla bezeli ve köydeki binaların birçoğu bu siyah taşlardan yapılmış.



Hafta sonu tatilini Sımeyd’de geçiren Ranya, evinden önce, Dürzi kadınlar için açılan bir okuma-yazma kursunu görmemizi istiyor. Orta yaşın üzerindeki kadınlar, yazları boşalan köy okulunda, ana dilleri olan Arapça’yı öğrenmeye çalışıyor. Sımeyd köyünde okuma-yazma oranı yüzde 50’lerde. Ranya, köyün üniversiteyi bitiren ve doktoraya başlayan ilk genç kızı. Kızlar, 18-19 yaşlarında evlenmeyi tercih ediyor; Ranya’nın açtığı yoldan yürüyenlerin sayısı ise bir elin parmaklarını geçmiyor.



Peşpeşe söylenen ‘Ehlen ve sehlenler’



Ranya’nın ailesinin yaşadığı ev, köyün diğer evleri gibi siyah taştan inşa edilmiş. Dürzi arkadaşımızın annesi Gaziyye Ümmü Semir ve ablası Rima Şelgin bahçede karşılıyor bizi. Uzun zamandır görüşememiş dostlar gibi birbirimize sarılıyoruz. Peş peşe söylenen ‘ehlen ve sehlen’ler, sadece ilk karşılaşma anında söylenen ‘hoş geldiniz’den başka anlamlara bürünüyor burada... Geniş salonu çepeçevre saran yer minderlerine oturduktan sonra, Ümmü Semir hatırımızı soruyor ve hemen ardından ziyaretimizden hoşnut olduğunu belirtmek için ‘ehlen ve sehlen’ diyor. Biz, köyü ve evi beğendiğimizi söylüyoruz, o bu kez, bir memnuniyet ifadesi olarak ‘ehlen ve sehlen’ diyor... Yavaş yavaş alışıyoruz; ‘ehlen ve sehlen’, iyi niyet ve emniyet elçisi gibi dolaşıp duruyor aramızda...



Ümmü Semir, kırk yaşına ulaşan her dindar Dürzi kadın gibi, uzun siyah bir elbise ve beyaz bir örtü kullanıyor. Yabancılar için bir Dürzi’yi ayırt etmenin en kolay yolu ve belki de onlar hakkında doğruluğundan emin olunan tek konu bu; kadınlar ve erkeklerdeki siyah giysiler... Böylesi bir hüküm yürütme, Dürzileri yolun karşı tarafında yürürken gördüğünüzde yeterli sayılabilir; ancak onların köyüne gittiyseniz ve bir Dürzi evinde, oturduğunuz minderden, içtiğiniz kayısı şerbetine, duvardaki resimden, çeyiz sandığına kadar gündelik hayatın tüm teferruatlarını inceleme ayrıcalığına sahipseniz, ‘gizli inancın yolcuları’yla ilgili daha çok şey bilmek zorundasınız. İşte bu noktada sabırlı olmak gerekiyor. Biz, evin kızının, köyü ziyarete gelen arkadaşlarıyız; fakat Dürzilerin nasıl yaşadığını görmeye ‘can attığımız’ ve onlara tam olarak neye inandıklarını sormak için uygun zamanı beklediğimiz de öyle aşikâr ki...



Sohbete başlamanın ve insanları tanımanın en kolay yolu şüphesiz, aile albümlerine bakmak ve duvarda asılı objeler üzerine konuşmaktır. Ümmü Semir’in oturma odası, yatak odası ve misafir odası olarak kullandığı geniş salonunun duvarları, uygun bir girizgâh için çok elverişli. Yüklüğün üzerine dizili hasır sepetleri Ümmü Semir, evi süslemek, kızlarına çeyiz hazırlamak ve misafirlerine hediye vermek için yapıyor. Duvardaki aile fotoğraflarında pala bıyığı ve heybetli görünümüyle boy gösteren adamın bir de büstünü görünce merakımız artıyor. Bereket versin, Ümmü Semir, o heybetli adamla ilgili ketum davranmak yerine fotoğrafı duvardan indirip yanımıza oturmayı tercih ediyor.



Sultan El Atraş, Dürzilerin milli kahramanı; ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin ya da Sütçü İmam gibi... Fakat hatırası, sıradan bir Dürzi kadını heyecanlandıracak kadar taze ve her evde bir büstü ya da fotoğrafı bulunacak kadar kutsal bir isim. 1920 yılında Fransızlar’ın Suriye’yi işgal etmesi üzerine oluşturulan Suriye Ulusal Grubu’nun (El Kutla El Vataniyye) iyi ilişkiler kurduğu Dürzi lider El Atraş, Fransızlara karşı yapılan ayaklamayı başlatan kişi olarak biliniyor. Suriye’de ders kitaplarında okutulan tarihi bilgilerin detayını Ümmü Semir anlatıyor: “Bizim geleneklerimizde, misafirin can ve mal emniyetinden ev sahibi sorumludur. Vaktiyle, Ethem Hancar adında biri, El Atraş’ın evine sığınıyor. Fransızlar da, Ethem Hancar’ı evden kaçırıp öldürüyorlar. Misafirinin öldürülmesini ‘onur’ meselesi olarak gören El Atraş, Fransızlar’a karşı savaş başlatan ilk kişi oluyor.”



Köyü gezmek, insanlarla tanışmak, ibadet mekanlarını görmek ve Dürzi inancıyla ilgili daha detaylı bilgiye sahip olmak için sabırsızlanıyoruz; ancak bir ‘araştırmacı’ gibi değil, anlayışlı misafirler gibi davranmalı ve beklemeliyiz. Burada yemek sofrasına oturmadan sokağa fırlamak isteyen misafire pek hoş bakılmıyor olmalı... Salonun ortasına yerleştirilen diktörtgen masanın üzeri fırında pişirilmiş tavuk, patates, pilav, çoban salatası ve lavaş ekmeğiyle donatılıyor. Yemekler oldukça leziz ve Ümmü Semir, çatal ve bıçak olmadığı için parçalamakta zorlandığımız tavuk etini, elleriyle lime lime edip tabağımıza bırakacak kadar sevecen ve ilgili!... Üniversite öğrencisi Hüsniye fısıldıyor; “Dikkat ettim, ‘arkadaşlar’ yemeğe besmele ile başlıyor. Rahatça yiyebiliriz.”



Ölüleri derine gömemiyorlar



Ranya’nın öğretmen ablası Rima, güneş batmadan önce mezarlığı ziyaret etmemizi öneriyor. Kabristana giden patika yolun sonu, aşinası olduğumuz selvili kabirlerden birine açılmıyor. Zemini kayalık olduğu için ölüleri derine gömemeyen Dürziler, mezarları taştan ördükleri odacıkların içinde muhafaza ediyor. Ağaçların serin gölgeliğinden mahrum mezarlıktaki her oda bir aileye ait ve içeride yeni mezarlar, ailenin diğer fertlerinin geleceği günü bekliyor. Üzerinde asma kilitler asılı her odacığın kapısında bir ailenin ismi yazılı. Yabancılar, defin işlemlerini yapmak ya da dua etmek üzere odaya giremiyor; sadece kapıya çiçek bırakabiliyor. Ranya’nın küçük yeğeni, ellerini mezarlardan birine yaslayarak duvarı öpüyor; bu onun büyüklerinden öğrendiği bir saygı gösterisi...



Mezarlık dönüşü, taş döşeli patika yolda bir kadın bekliyor. Niyeti bizi evine götürmek. İşin aslı sonradan anlaşılıyor; köyün en eski evini görmek istediğimizi öğrenen Esaf Şalğin, geleneğe daha uygun düştüğü için ziyaretimizi beklemek yerine, bizi olduğumuz yerden alıp evine götürmeyi istiyor. Böylesi samimi bir karşılama ve evin kapısında değil, köyün ortasında başlayan ‘ehlen ve sehlen’ler kimin hoşuna gitmez ki... Böylece ‘Aman efendim, bizi şereflendirdiniz’ sözü hakiki anlamını bulmuş oluyor.



Roma döneminden izler taşıyan bu eski köy evinde görülecek çok şey var. Evdekiler, oyuncaklarını gösteren bir kız çocuğu edasıyla, ‘yabancı’nın ilgisini çekebilecek herşeyi ortaya dökme telaşındalar. Bir müzeyi gezer gibi, önce evin taş kapısını görüyoruz. Menteşeleri de taştan yapılan ağır kapıyı binbir zahmetle açan Esaf, “Acuzeyim; ama bakın yine de başardım” diyor. Daha sonra avludaki su kuyusu ve fırın hep birlikte geziliyor. Ardından, ‘sahte bir tarihi eser’e sıra geliyor. Evin oğlunun taş üzerine oyduğu insan yüzü ve yılan figürünü, köye gelen askerler Romalılara ait bir eser sanmışlar. O gün bu gündür taşı ters çevirerek saklıyorlar. Evin avlusunda bizimle birlikte dolaşan Esaf Şalğin’in kocası, tam da biz bu ilginç eser üzerine yorum yaparken, yüksek sesle çıkışıyor; “Bize 400 yıl hükmettiniz. Niçin tarihimizi bilmiyorsunuz?”



Zehirli değil, içebilirsiniz



Sonra, bu tatlı-sert öfkeyi, misafirlerine mırra ikram ederek savuşturmaya çalışıyor. Fincandan ilk yudumu o alıyor, sonra bize uzatıyor. Yabancıların tuhaf bulduğu bu adet, bir tür emniyet garantisi; “Zehirli değil, içebilirsiniz.”



Köyün en eski evinden sonra bu kez, rebap ve şebbabe dinleyeceğimiz bir eve davet ediliyoruz. Dürzilik üzerine henüz kimseyle konuşmuş değiliz; ama gündelik hayata dair küçük ipuçları yakalamamıza imkan veren bu ev ziyaretleri merakımızı biraz törpülüyor doğrusu. Üstelik içimiz rahat; Ranya, ablası Rima ve annesi Ümmü Semir, akşam çayında bütün sorularımızı cevaplama sözü veriyor. Hava kararmak üzere; bahçede yün eğiren kırmızı elbiseli kadının evinde, taş sedirlerin üzerinde oturmuş, Edhem Zaur’un rebap çalmasını bekliyoruz. Rebap çalmayı ve şebbabe (ney) üflemeyi babasından öğrenen Edhem, Suriye genelinde açılan bir yarışmada üst üste üç yıl birincilik kazanmış. Rebap çalarken oturmayı tercih eden gençler, şebbabeyle birlikte dans etmeye başlıyor. Köy sakinleri, neşelenmek için birileri gelsin diye bekliyor olmalı...



Cuma gecelerinin ibadet yeri ‘makam’



Akşam çöktü; köyün dindar kadınları ve erkekleri mübarek cuma gecesini ibadetle geçirmek üzere ‘makam’a doğru yol alıyor. Bizdeki cami, Hıristiyanlardaki kilisenin karşılığı olan makamın adı, Hudur Ebu Abbas... Dini inançlarını gizlemekte epey mahir olan Dürzilerin mabedine girmekte tereddüt yaşıyoruz. Rima, erkekler bölümüne fazlaca yaklaşmadan içeriyi gezebileceğimizi söylüyor. Kapının eşiğinde yanan mumların üzerinden atlayıp kırmızı bir perdeyle ayrılan kadınlar bölümüne geçiyoruz.



Roma döneminde kilise, ardından cami ve son haliyle bir Dürzi makamı olan bu tarihi yapının içi, köylülerin hediyeleriyle yamalı bir bohçaya benzemiş. Kurban Bayramı öncesinde kızların elbirliğiyle temizlediği makam, Fransız işgali sırasında sığınak görevi üstlenmiş. O günlerle ilgili hikâyeleri büyüklerinden dinleyen Rima; “Çatışmalar sırasında makama bir bomba isabet etmiş; ama tavandaki iki taş, insanlar çıktıktan sonra yere düşmüş. Böylece makamın kutsallığına olan inanç perçinlenmiş” diye anlatıyor. Mabed, perşembeyi cumaya bağlayan geceleri, bayram günleri ve ramazan ayında açılıyor. Erkekler, dine adım attıkları kırkıncı yaş günlerini de ibadethanede geçirmek zorunda.



Farklı bir tefsir okuyorlar



Makamın sütunlarına sırtını yaslayıp oturan yaşlı kadınlar ne kadar suskunsa, perdenin diğer tarafındaki erkekler o kadar gürültülü. Seslerin şiddetinden, mühim bir konu hakkında tartıştıkları hatta kavga ettikleri hükmüne varıyoruz ve bu tahmin ürkekliğimizi artırıyor. Önce uzaktan, girişte yanan mumların ardından bakıyoruz; bir sehpa etrafında oturan siyah giyimli, pala bıyıklı erkekler, Kur’an-ı Kerim ve tefsir okuyorlar. Ramazan ayını oruçla geçiren ve Kur’an okuyan Dürziler, tefsirleri ve elbette dini kendilerine göre yorumlamalarıyla dinin ana çizgisinden ayrılıyorlar. Aslında, bir kez daha itiraf etmeli ki, tamamen ayrı bir yolda olduğuna inandığımız Dürzilerin Kur’an-ı Kerim okuyor oluşları, yemeğe besmele çekerek başlamaları, Peygamberimizin adı anıldığında salavat getirmeleri ve ısrarla, “Biz Muhammed’in dinindeniz” demelerini şaşkınlıkla karşılıyoruz. İnançlarından dolayı Müslüman olmadıklarına hükmedilen bu topluluğun kendilerini ‘Müslümanların en doğru inançlısı’ ve ‘Allah’ı birleyen Dürziler’ olarak tanımlaması da hayli ironik...



Bir inanç olarak ortaya çıkışı



Dürziliğin bir inanç olarak ortaya çıkışı, Fatımi halifesi Hakim Biemrillah’ın kendisinin tanrı olduğunu ileri sürdüğü 1017 yılına tekabül ediyor. Bu yeni inancı yayma görevini üstlenen Hakim’in veziri Hamza bin Ali, iki risale kaleme alarak, Allah’ın yedi imamın şahsında insan biçimine büründüğünü, Hakim’in özünde Allah’ı bulunduran son imam olduğunu ve kendisinin de peygamber olduğunu ileri sürüyor. Dürziliğin Suriye’de yerleşmesi, Hamza bin Ali tarafından görevlendirilen ve Dürziliğe adını veren Anuştegin ed-Derezi’nin bu topraklardaki başarılı propagandaları sonucunda gerçekleşiyor. Ancak, dini inançlarını yayarken gizliliği bir kenara bırakan Hamza’nın Kahire’deki bir camide her şeyi açıkça konuşması hem onun hem de önderi Hakim’in sonunu hazırlıyor. Önce büyük bir ayaklanma başlıyor, sonra her ikisi de esrarengiz bir biçimde ortadan kayboluyor.



Dürziler, 1021 yılında ansızın görünmez olan Hakim’in, geri dönmek üzere gizlendiğine inansa da, genel kanaat, kardeşleri tarafından öldürüldüğünden yana. Hakim’in Mısırlı yandaşları, bu olayların ardından ülkelerini terk ederek Anuştegin ed-Derezi’nin Suriye’de oluşturduğu topluluğa katılmak zorunda kalmışlar. Hakim’den sonra gelen Fatımi Halifesi, onun doktrinlerinin suç olduğunu ilan edince içine kapanan Dürziler, yaklaşık bin yıldan bu yana varlıklarını sürdürüyor. Fransız seyyah Gerard de Nerval, ‘Doğuya Yolculuk’ adlı seyahatnamesinin birinci cildinde, ‘Müslüman ortaçağının en tuhaf kahramanlarından biri’ olarak gördüğü Halife Hakim için şöyle diyor; “Bizim yaşlı oryantalistlerin Chacamberille dedikleri Hakim, Afrika halifelerinin üçüncüsü, fetih yoluyla Harun Reşid’in hazinelerinin mirasçısı, Mısır ve Suriye’nin mutlak efendisi olmakla yetinmez, azamet ve zenginliğin meydana getirdiği baş dönmesi onu bir tür Neron ya da daha çok Heliogabal’a (Suriye kökenli Roma İmparatoru) dönüştürür.”



El Hikmet-ül Şerife’nin hikmeti



Dağlık köylerdeki mabedlerinde, gizli ibadet ettikleri için kutsal kitapları ve duaları hakkında bilgi sahibi olamadığımız Dürziler, ‘makam’larına bir yabancının girmesine izin veriyorlar; ancak Kur’an-ı Kerim’in ardından okudukları tefsir kitabını göstermeye yanaşmıyorlar. Rima sadece kitabın adını söylemekle yetiniyor. El Hikmet-ül Şerife, peygamberlik iddiasında bulunan Hamza’nın kaleme aldığı kitaplar dizisinin ortak adı. Altı kitaptan oluşan bu seri her zaman inanç önderlerinin elinde bulunuyor. Kitabı okuyanlar, gerektiği kadarını diğerlerine anlatıyor.



İbadet halkasının en ucundaki yaşlı adam, bir el işaretiyle yaklaşmamızı istiyor. Rima, dışarıda kalıyor; çünkü saçlarının bir kısmı açıkken ve üzerinde pantolon varken erkekler bölümüne girmesi hoş karşılanmıyor. Fotoğraf makinamızı elden ele dolaştıran adamlar kendi görüntüleriyle karşılaşmaktan memnun mırıldanıyorlar. Her şey yolunda görünüyor; fakat yabancıların yanında ibadeti bırakan bu haşin görünümlü adamları daha fazla rahatsız etmemeli. Dürzileri, üzerinde mumlar yanan sehpanın etrafında, sabaha kadar sürecek ibadetleriyle başbaşa bırakıp Ranya’nın evine gidiyoruz.



Şimdi sıra, daha önceden sözünü aldığımız üzere, Ranya, Rima ve anneleri Ümmü Semir ile birlikte Dürzilik hakkında konuşmakta... Yer minderlerinde, çay ve kurabiye eşliğinde başlayan sohbetin ardından elimizde kalanlar şöyle:



Dürziler, kendilerini ‘El-muvahhidun-ul Duruziyyun’ yani Allah’ı birleyen Dürziler şeklinde tanımlıyorlar.



Dinden sorumlu oldukları yaş, 40; ancak, isteyen Dürzi, bütün sorumlulukları üstlenmek şartıyla daha genç bir yaşta da dindarlığı seçebiliyor. Ancak gençler, şartları ağır buldukları için özellikle de sigarayı bırakmak zorunda oldukları için geri dönüşü olmayan bu yola vaktinden önce girmek istemiyor. (Ranya, “Uygulaması zor bir din, bu yüzden gençler dini araştırmaktan ve bu alanda derinleşmekten çekiniyor” diyor.)



Dindar Dürzi erkekler siyah şalvar ve beyaz sarık takmak zorunda. Sigara ve alkollü içki içmek, yalan söylemek ve küfür etmek yasak. Bu zorunluluklar 40 yaşından önce dine giren erkekler için de geçerli. (Dürzilerin dini kurallara eskisi gibi uymadığını söyleyen Ümmü Semir, erkeklerin haram olmasına rağmen yalan söylemelerinden yakınıyor.)



Kadınlar, dindar olsun olmasın, asla sigara, içki ve nargile içemiyor. Tıpkı erkekler gibi 40 yaşında dine giriyorlar. Siyah tennure ve beyaz başörtü takıyor, yakın akrabalar dışındaki erkeklerle tokalaşamıyorlar. Aynı şartlar, dine yönelen genç kızlar için de geçerli. (Ümmü Semir, kızları Ranya ve Rima’yı göstererek; “Aslında gençlerin de başını örtmesi gerekiyor; ama yeni nesil kurallara uymuyor” diyor.)



Dürzi erkeklerin ikinci bir eşle evlenmesi yasak. “Size helal olan kadınlardan iki veya üç ya da en fazla dört kadını nikahlayabilirsiniz; ama eğer aralarında adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız bir eşle yetinin” mealindeki ayeti, “Madem ki adil olamazsınız o zaman tek eşle evlenin” şeklinde tefsir etmişler.



Selman-ı Farisi’nin soyundan geldiklerine inanan Dürziler, “Namaz bizden kaldırıldı” diyorlar. Onlara göre, Hendek Savaşı’nda Peygamberimize yardım eden Farisi ve onun soyundan gelenlere namaz farz olmaktan çıktı. Medine’nin etrafındaki hendekler Selman-ı Farisi’nin önerisi üzerine kazılmıştı.



Böyle inanmalarına rağmen Dürziler, tek secdeli bir namaz kılıyor. Erkekler secdede Kur’an-ı Kerim’den ezberledikleri sureleri okuyor. Kadınlar sadece Fatiha suresini okuyor; çünkü bunun dışında ezberledikleri bir sure yok. (‘Biz, İslam’ın bir koluyuz, Muhammed’in dinindeyiz. Başka bir dinden değiliz.’ diyen Ümmü Semir, Fatiha’yı baştan sona okuyarak, bu konudaki bilgisini gösterdi. Bu arada, Ümmü Semir’in Peygamberimizin adı anıldığında salavat getirdiğini de söylemek gerek.)



Dindar Dürziler hacca gidiyor ve ramazan ayını oruçla geçiriyor. ‘Dinin büyükleri’ olarak anılan erkekler Kurban Bayramı’ndan 10 gün önce de oruç tutuyor.



Dürzi olmayan bir kadın ya da erkekle evlenmek ‘nesli bozduğu’ gerekçesiyle yasak. Bundan kırk yıl önce, köyden bir delikanlı dışarıdan bir kızla evlendiği için boğazı kesilerek öldürülmüş. Yine aynı şekilde Şam’da Sünni bir Arap’a kaçan genç kız ağabeyleri tarafından öldürülmüş. (Ümmü Semir, “Artık böyle şeyler olmuyor. Dışarıdan biriyle evlenen gençler aileleriyle birlikte köyden kovuluyor” diyor.)



Zühd hayatı yaşayabilmek ve dinlerini koruyabilmek için dağlık bölgelere yerleşen Dürzilerin inançlarını binlerce yıldan bu yana yaşattığı düşünülürse başarılı oldukları söylenebilir.



YAŞAMAK İÇİN DAĞLIK BÖLGELERİ SEÇİYORLAR



Bugün, Lübnan, Suriye, İsrail ve Ürdün’de dağınık topluluklar halinde yaşayan Dürziler’in en yoğun yaşadığı bölge Lübnanın dağlık yöreleri. Avrupa, ABD ve hatta Avustralya’da da az sayıda Dürzi yaşadığı biliniyor. Suriye’deki azınlıkların yüzde 3’ü Dürzilerden oluşuyor. Dünya üzerindeki toplam Dürzi nüfusun ise yaklaşık 350 bin civarında olduğu sanılıyor. Günümüz İslam mezhepleri arasında Ehl–i sünnet mezhebi, İmamiyye Şiası, İsmailiyye, Vahhabilik, Nusayrilik, Yezidilik, Babilik, Bahailik ve Kadıyanilik ile birlikte anılan Dürziliğin fırka olarak İsmaililerin arasından çıktığı ve Nusayrilik ile benzerlik gösterdiği biliniyor. Dürziler; Allah’ın insan biçiminde zuhur ettiğine ve son tecellinin de Hakim Biemrillah şekliyle gerçekleştiğine; inancın örtülmesi ve gizlenmesinin farz olduğuna; tenasühe (ruh göçü) inanıyor. Dürzilerle yüzyıllardır aynı bölgelerde yaşayan ve aynı dili konuşan (Arapça) Nusayri Alevileri de tıpkı Dürziler gibi El Hikmet ül Şerife kitaplarına ve tenasühe inanıyor. Ancak Nusayriler tenasüh inancında Dürziler’den ayrılıyor. Onlara göre günahkâr kişilerin ruhları, diriliş dönüşümünü hayvan vücutlarında dünyaya gelerek tamamlar.



DÜRZİ RAYNA, TÜRKÇE ÖĞRENİYOR



Dürziler Şam’da da tıpkı Suveyda şehri ve köylerinde olduğu gibi ‘kapalı’ bir hayat sürdürdükleri için Müslüman Araplar ile dostane bir ilişki kurdukları söylenemez. Dımeşk Üniversitesi’nde şeriat okuyan Hüsniye, aynı üniversitede edebiyat doktorası yapan Dürzi Ranya ile dostluk kurduğu için arkadaşlarının eleştirisine hedef olmuş. Bir Dürzi köyüne gitmek de yine Müslüman Araplar için hoş karşılanabilecek bir eylem değil. Hüsniye eleştirilere aldırmıyor; hatta Ranya’nın sağlam karakteriyle diğer arkadaşlarından daha özel bir yerde durduğunu söylüyor. 29 yaşındaki Ranya da, Türk arkadaşlarıyla daha iyi anlaşabilmek ve günün birinde İstanbul’a gidebilmek için Türkiye Büyükelçiliği’nin Şam’da açtığı Türkçe dil kurslarına katılıyor. Hedefi, Türk edebiyatından Arapça’ya çeviriler yapmak... Edebiyat doktorası ve Türkçe dil kursundan arta kalan vakitlerinde tiyatro eğitimi de alan Ranya, köyün üniversiteyi bitiren ve doktoraya başlayan ilk genç kızı.

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
DİĞER HABERLER
İsrail basını Netanyahu'nun beynini kemiren endişeyi itiraf etti: Trump ve Erdoğan
Sağlıkta dönüm noktası oluşturacak istiklal manifestosu! Bilim adamları imzaladı