"İnsan yetiştirmek en büyük medeniyet projesidir"
Anadolu irfanında iyi insan tasavvurunu anlatan Eğitimci Yazar Ahmet Türkben, insan yetiştirmenin en büyük medeniyet projesi olduğunu vurguladı.

Eğitimci Yazar Ahmet Türkben'in Haber7 için kaleme aldığı, "İnsan Yetiştirmek, En Büyük Medeniyet Projesidir" başlıklı yazısı şöyle:
Bizim medeniyetimizin temelinde yatan iyilik anlayışı, daha adil ve erdemli bir dünyanın mümkün olabileceğine inanarak gelecek nesillere nasıl bir miras bırakacağımız sorusuna cevap aramakla şekillenmiştir. Bu bilinç, insanın yalnızca kendi hayatını değil, tüm insanlığın geleceğini gözeterek hareket etmesini gerektirir. İyi insanların aktif olduğu ve iyilik erdemiyle yoğrulan bir toplum; hak ve adaletin tesis edildiği, barış ve huzurun hâkim olduğu bir dünyayı inşa edebilir. Bu büyük dönüşümün temelinde şu soru vardır:
“Biz geleceğin dünyasına nasıl insanlar yetiştireceğiz ve çocuklarımıza nasıl bir dünya ve nasıl bir medeniyet bırakacağız?”
Medeniyetimizin yeniden inşası; örgütlü ve organize kötülük karşısında oluşturulacak şuurlu birlikteliklerle, ilim adamlarının bilgi ve hikmetiyle, sanatkârların zarafet ve estetik anlayışıyla, dava insanlarının azmi ve kararlılığıyla, milletimizin her ferdinin ve özellikle de Maarif Ordusunu temsil eden, gönlünü ve ömrünü eğitime adamış muallimlerin samimi gayreti ve katkısıyla mümkün olacaktır. Bizlere düşen, bu ideali yaşamak ve yaşatmak için gayret göstermektir; zira medeniyetler, ancak ilim, irfan, hikmet ve erdemle yoğrulmuş şuurlu, adanmış ve liyakatli insanların omuzlarında yükselir. Geçmişte olduğu gibi bugün de en çok ihtiyaç duyulan, işte bu insan profilidir.
ANADOLU İRFANINDA İYİ İNSAN TASAVVURU
Bu ahlaki temelin tarihî, kültürel ve ruhsal olarak bizdeki en derin karşılığı ise Anadolu irfanıdır; çünkü Anadolu irfanı; bilgiyle yoğrulmuş kalbin, tecrübeyle sınanmış aklın ve erdemle bütünleşmiş hayatın adıdır. Asırlardır hayatın içinden süzülerek gelen bu irfan, bize nasıl bir insan olmamız gerektiğini yalnızca öğütlerle değil, davranışa dönüşmüş hikmetle, yaşayan örneklerle, hâl diliyle gösteren bir bilgelik geleneğidir. Köklerini Kur’an ve Sünnet’ten, ilhamını tasavvufun derinliklerinden, Hoca Ahmed Yesevî’den, Mevlânâ’dan, Yunus Emre’den, Edebali’den alan bu irfan; kuru bilgiyle yetinmeyen, bilgiyi anlamla, inançla ve ahlâkla buluşturan bir hayat anlayışıdır. Anadolu’nun annesinde, dedesinde, esnafında, hocasında, köylüsünde, şehir insanında tezahür eden bu derinlik, bizlere hem insan kalmanın hem de insan yetiştirmenin en sahih yollarını sunar. Sözle değil, özle aktarılan; şekille değil, ruhla taşınan bir terbiyedir bu. İşte bu sebeple, medeniyetimizi yeniden inşa ederken sırtımızı dayayacağımız en sağlam kaynaklardan biri Anadolu irfanıdır.
Anadolu irfanında iyi insanı ifade eden “akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim” kavramları, insanlığı huzura ve mutluluğa ulaştıracak olan toplum tahayyülünün ve medeniyet tasavvurunun üç temel dayanağını oluşturur.
İnsan; ilim boyutunda faydalı bilginin öğrenilmesi ve öğretilmesi olarak ifade edilen talim/tedris yani öğretim yoluyla doğruyla yanlışı ayırt eder, hakikati bulur, sağduyu sahibi olur ve akl-ı selime ulaşır.
İrfan boyutunda terbiye yani eğitim yoluyla iyiyle kötüyü ayırt eder, yüksek insani vasıflara, temiz bir kalbe sahip olur ve kalb-i selime ulaşır.
Aklı bilgi ve hikmetle, kalbi de iyilik ve merhametle beslenen insan, tedip ve tehzip yoluyla güzelle çirkini ayırt eder, bütün çirkinliklerden uzak durarak yaptığı her işi ihsan kıvamında yapmaya gayret gösterir ve zevk-i selime ulaşır.
Felsefesini bu köklü kavramlara dayandıran ve eğitim modelinin üst amacını iyi insanlar yetiştirmek olarak belirleyen toplumlar, iyilik ideallerinin odağına eğitimi yerleştirmelidirler.
İYİ İNSAN OLMAK, ERDEMLİ OLMAKTIR
İyi insan; inancına, kültürüne ve medeniyetine bağlıdır. Rabbini tanır, kendini bilir, ailesini ve vatanını sever. Ülkesi, milleti, gönül coğrafyası ve bütün insanlık için çaba gösterir. Geleceğe daha huzurlu, daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için sahip olduğu bilgiyi ve hikmeti, insanlığın barışı ve huzuru için kullanır.
İyi insan; ahlakı yaşar, değerleri davranışlarına yansıtır. Hürmetle yaklaşır, merhametle davranır; büyüğe saygı duyar, küçüğü gözetir, anne babasının rızasını ve duasını alır, asla gönüllerini incitmez, komşuya rahatsızlık vermez, yetime sahip çıkar, düşkünü korur. İnsanlara makamına göre değil, şahsiyetine göre değer verir, mahlûkata bile incitmeden yaklaşır. Kalbi kibirden uzak, eli cömert, dili yumuşaktır. Zamanın gerektirdiği bilgi ve becerilerle donanımlıdır. Çevreye, tabiata, varlık alemine ve insan haklarına karşı duyarlıdır.
İyi insan; aklı, kalbi ve bedeniyle dengeli bir hayat sürer. Bilinçlidir, hakikati arar, üretir, paylaşır ve sorumluluk hissiyle hareket eder. Kim olursa olsun mazlumdan yana olur, ne olursa olsun zalim karşısında dimdik durur. Düşmanın tuzaklarının farkında, dostun hatalarının ise ıslah edilebilir olduğunun bilincindedir. Öfkeyle değil, basiretle bakar; önyargıyla değil, adaletle hükmeder. Olayların arka planını sorgular, hakikatin izini sürer. Kendi menfaatini değil, her zaman önce hakkı ve hayrı gözetir.
İYİ İNSAN OLMAK, İYİ MÜSLÜMAN OLMANIN DA ŞARTIDIR
İslam; yalnızca bir inanç sistemi değil, aynı zamanda ibadetle yoğrulmuş, ahlâkla şekillenmiş, adaletle kök salmış, merhamet ve doğrulukla kemal bulmuş bir hayat tarzıdır. Dolayısıyla iyi bir Müslüman olmak, sadece namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi farzları yerine getirmekle sınırlı değildir; aynı zamanda erdemli, güvenilir, şefkatli, adaletli ve faydalı bir insan olmakla mümkündür.
Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in o meşhur sözü bu hakikatin özüdür:
“İyi insan olmadan, iyi Müslüman olunmaz.”
Bu söz, bir medeniyet tasavvurunun, bir toplumsal iddianın da ifadesidir; çünkü İslam, ahlakın merkezde olduğu bir kulluk anlayışını salık verir. Peygamber Efendimizin: “Sizin en hayırlınız, ahlakı en güzel olanınızdır.” ve “Mümin, cana yakındır. İnsanlarla iyi geçinemeyen, kendisiyle de iyi geçinilmeyen kimsede hayır yoktur.” buyruğu, ahlakın ibadetin ruhu, insanî ilişkilerin de temeli olduğunu açıkça ortaya koyar.
Kur’an-ı Kerim’de de adalete, iyiliğe, doğruluğa, sabra, affediciliğe ve merhamete dair onlarca emir ve teşvik vardır; zira İslam’ın hedefi, sadece şeklî ibadetler değil, o ibadetlerin insanda inşa ettiği şahsiyettir. Namazın kötülükten alıkoyması, orucun sabır kazandırması ve takvaya ulaştırması, zekâtın cimrilikten arındırması, hac ibadetinin kardeşlik bilinci oluşturması bu gerçeğin yansımalarıdır.
İyi insan olmak; adaletli olmak, güven vermek, emanete riayet etmek, diliyle ve eliyle kimseye zarar vermemek, merhametli olmak, başkasının hakkını gözetmek, affedici olmak, yardımsever ve cömert olmaktır. Bunlar olmadan, ibadet fizikî tekrar olmaktan öteye geçemez. Güzel ahlâkı olmayan bir kalpte ibadet, ruhunu bulamaz; insanî faziletlerden yoksun bir hayat, kulluğun kemâline ulaştıramaz. Bu bağlamda iyi insan olmak, sadece toplumsal bir erdem değil, iyi bir kul olmanın da ayrılmaz şartıdır ki İslam, hayatın tüm alanlarında hakkı, ahlâkı ve güzelliği hâkim kılmayı hedefleyen bütüncül bir hakikat çağrısıdır.
SABAHATTİN ZAİM'İN GÜZEL İNSAN MODELİ
Hakiki bir değişim, ancak insanın iç dünyasında başlayabilir. İnsanın iç âlemi ıslah olmadan, dış dünyada nizam kurulamaz. Önce insan düzelir, ardından toplum da sistem de iyileşir.
Prof. Dr. Sabahattin Zaim Hocamızın dediği gibi:
“Önce güzel insan ol, daha sonra güzel insanlar yetiştir; böylece en kötü sistem de bu güzel insanlar sayesinde güzelleşecektir.”
Sabahattin Zaim’in güzel insan anlayışı iki temel özelliğe dayanır: İlki, kişinin hangi işi yaparsa yapsın işini en iyi şekilde yapmasıdır; çünkü mesleki yeterlilik, toplumun her alanında kaliteyi artırır. İkincisi ise ahlaki sağlamlıktır; zira ahlaksız bir kişinin bilgi ve yetkinliğinin artması, toplumu tehdit eder. Bu sebeple mesleki başarıdan önce ahlak aranmalıdır. Ayrıca Zaim’e göre güzel insanların yetişmesi, ancak onları koruyacak güzel müesseselerle mümkündür. Güzel insanlar güzel müesseseler kurar, bu müesseseler de yeni güzel insanlar yetiştirerek toplumu dönüştüren bir salih daire oluşturur; çünkü insan bulunduğu çevreden etkilenir ve güzel çevreler, iyi insan olmanın zeminidir.
Böylesi iyi insanları yetiştirebilmek için aklı, vicdanı, iradesi ve fiilleriyle insana bütüncül bakmak ve bütün eğitim uygulamalarını erdemli insan yetiştirmeye dayalı bir eğitim anlayışı üzerine bina etmek gerekir.
İşte bu sebeple erdemli insanı merkeze alan bir eğitim ve kalkınma anlayışı, yalnızca insanı değil, sistemleri de dönüştürme kudretine sahiptir.
MAARİFSİZ MİLLET YAŞAMAZ
Eğitimin temel gayesi; insanın öncelikle kendini bilmesine, yeteneklerinin farkında olmasına, varlık âlemini keşfetmesine, kendini yenilemesine ve sürekli geliştirmesine katkıda bulunmaktır. Ayrıca toplumu tanıyıp iyi ilişkiler içinde olmasını, hayata ve dünyaya bakış açısını derinleştirmesini sağlayarak her yönüyle iyi bir insan olmasına vesile olmaktır. Bu ideale de ancak maarif mefkûresine sahip olmakla ulaşılabilir.
Eğitim yerine kullanılan temel kavramlardan biri olan marifetin çoğulu olarak maarif; insanın kendini bilme ve tanıma sürecini, öğrenme ve öğretme heyecanını, öz benliğine ve kendisi dışındakine duyduğu saygıyı, toplumun faydasına kullandığı hüneri ve hakikat karşısında gösterdiği tevazuyu ifade eder. Maarif; bilgi, hüner, teknik ve sanatın insanlığın hayrına kullanılmasını temin eden, insanı doğruya ve hakikate ulaştıran yolun adıdır.
Maarif; sadece ferdi değil, toplumu da ihya eden; sadece aklı değil, kalbi de eğiten bu yönüyle bir milletin varoluş ve beka meselesidir. İşte bu sebeple, merhum hattat Necmeddin Okyay’ın serlevha niteliğindeki o veciz sözü, yalnızca bir uyarı değil, bir hakikatin altını çizen irfan yüklü bir çağrıdır:
“Maarifsiz millet yaşamaz.”
Hattat Necmeddin Okyay, "Maarifsiz millet yaşamaz"
MAARİFİN ZEMİNİ İLİM VE İRFAN, İKLİMİ DE GÜZEL AHLAKTIR
İlim, insanın son nefesine kadar süren hayatı anlama çabasından elde edilen hasıladır; akıl ve zekâ vasıtasıyla bir şeyin mahiyetini bilmektir. İrfan ise bilmekten ziyade olmaktır; kalp ve vicdan vasıtasıyla sezgi, tanıma ve yaşanmışlıkla ortaya çıkan derinleşmeyi ifade eden, kültürü de içerisinde barındıran erdemli davranışın bilgisidir. İlim, irfan ve amelin birleşmesiyle hikmete ulaşılır. Hikmet; her işi bir anlama ve amaca dayandırmayı gerektiren, eşyanın hakikatini idrak etmeyi sağlayan hem bilgi ve düşüncede hem de fiil ve davranışta mükemmelliğe ve güzel ahlaka ulaştıran bilgeliktir.
BİLGELİK KALP İLE BİLGİ AKIL İLE ELDE EDİLİR
Akıl, bilgiye ulaşmada önemli bir vasıtadır ve insana verilmiş en büyük nimettir. Kalp ise aklın düşünüp ürettiklerinin sağlamasının yapıldığı yerdir, doğruyu fısıldayan vicdandır. Akıl kalpsiz, kalp de akılsız çalışmaz; her insana kalbi olan bir akıl, aklı olan bir kalp gerekir. Akıl ve kalp, hakikate giden yolda birbirine bakan aynalar gibi etkileşim hâlindedir; bu etkileşim ilim ve irfanla beslendikçe insanın tutum ve davranışlarında nezaket ve zarafet görülür.
KİŞİ KENDİNİ BİLMEK GİBİ İRFAN OLMAZ
Türk dili ve medeniyetinin önemli temsilcilerinden biri olan Yunus Emre:
“Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.”
derken insanlığın barış ve huzuruna giden yolun birbirini tanımaktan ve sevmekten geçtiğini; insanın çevresini ve toplumu iyi tanıdığında karşılıklı anlayış, sevgi ve dayanışmanın artacağını ifade eder; ancak:
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır.”
mısralarıyla bundan daha öncelikli ve önemli olanın, insanın kendinin farkında olması ve kendini keşfetmesi olduğunu dile getirir. “Özünü bil, ilmin ile amel kıl.” diyen Hoca Ahmet Yesevi için de esas olan, bilmek ve daha da önemlisi olmaktır, kişinin öğrendiği bilgiyi davranışa dönüştürmesidir.
Kendini bilmeye ve keşfetmeye bir davet de mütefekkir Cemil Meriç’ten gelir: “İrfan kendini tanımakla başlar.” der ve kemale açılan kapının, amelle taçlanan ilmin ve insanı insan kılan bütün vasıfların irfan olduğunu anlatır.
SORU SORMAK, ÖĞRENMENİN YARISIDIR
Soru sorabilmeyi, öğrenmenin yarısı olarak gören sadece sorulana cevap veren değil aynı zamanda nitelikli soru sorabilen öğrenciler yetiştirmek ve onları soru sormaya teşvik eden yöntemleri uygulamak esastır.
“Ne, Nasıl ve Niçin?” soruları ile ilmin, irfanın ve hikmetin kapıları açılacaktır.
“Ne?” sorusu, ilmin kapısını aralar; bilginin konusu ve kapsamını belirler.
“Nasıl?” sorusu, irfanın izini sürer; bilginin yaşanabilirliğini, ahlâka ve hayata nasıl dönüştürüleceğini öğretir.
“Niçin?” sorusu ise, hikmete ulaşmanın anahtarıdır; hakikatin anlamına, amacına ve maksadına yönelir.
İşte bu ve benzer soruları sorabilen, sadece cevabı ezberlemeyi değil, anlamı arayan ve soruların peşine düşen fertler, hakiki öğrenmenin eşiğine varırlar. Eğitimde esas olan da her şeyi sorgulayan değil, sorularını dengeli biçimde sorabilen, öğrenmeyi içselleştiren, bilgiyle birlikte bilgelik arayan nesiller yetiştirmektir. Öğrenciler, hikmetli ve ölçülü olmayı esas alan bu yaklaşımla hayatı anlamlandırmanın yollarını öğrenecekler; özgüveni tevazu ile, özgürlüğü sorumluluk ile, başarı hırsını da paylaşım ve iyilikte yarış ile dengeleyeceklerdir. Teoriyle pratiğin harmanlandığı bu yaklaşım, hayat boyu sürecek öğrenme ve gelişme sürecinde yol gösterici niteliktedir.
ZAMANIN RUHUYLA GELECEĞİ TASARLAMAK
Eğitim, yetişkinlerin beslendiği çağdan ziyade çocukların kendi yaşadıkları ve yaşayacakları çağa göre yetiştirilmesi yoluyla geleceğe hazırlanma sürecidir. Hazreti Ali’nin ifadesiyle çocukları kendi yetiştiğimiz çağa göre değil, onların yaşayacakları çağa göre yetiştirmek gerekir. Çağımızda nanoteknoloji, yapay zekâ, nesnelerin interneti, robotik, biyomedikal, biyogenetik ve biyotaklit gibi birçok alanda endüstri anlayışının değiştiği gelişmeler yaşanmaktadır. Yaşanan bu gelişmeler karşısında toplumların bu değişime nasıl karşılık vereceği, muhtemel sorunlara ne tür çözümler bulacağı ve eğitime yansımalarının neler olacağı üzerinde pek çok araştırma yapılmaktadır. Bir diğer husus, teknolojinin insan hayatını kolaylaştıran bir araç olmaktan çıkartılıp hayatın gayesi hâline dönüştürülmesi, insan zihninin ürünü olan teknolojinin ve tüm dijital araçların insanla aynı ontolojik seviyeye çıkartılmasının pek çok sorunu beraberinde getireceği kaygısı sıkça konuşulmaktadır. Dijitalleşmenin hayatımızın tüm alanlarını kuşattığı bir çağda daha huzurlu ve daha güvenli bir dünya için eğitim açısından alınması gereken tedbirler vardır.
BİLGİYİ İNSANLIĞIN HİZMETİNE SUNABİLMEK
Öğrencilerin dijital çağın tüm birikimlerine sahip olmaları sağlanırken bu birikimin insani değerlerle sarmalanması çok önemlidir; zira aslolan bilmek değil, o bilgiyi insanlığın hizmetine sunabilmektir.
Bu yaklaşım, insanı koruduğu gibi bilginin kendisini de koruyacaktır. Bu anlayış çerçevesinde şekillenen eğitim yaklaşımı, öğrencilere sadece akademik başarıyı elde edecekleri bir eğitim ortamı sunmaz ve onların salt dijital okur-yazar olmalarını istemez; tüm bunların temeline insani ve ahlaki değerleri koyar. Bu anlayış, dijital araçların amaç olmadığına yönelik farkındalıkla öğrencilerin teknoloji karşısında edilgen ve nesne değil, etken ve özne olmalarını her şeyin üzerinde tutar. Bu sayede dijital dünya tarafından şekillenen değil o dünyayı şekillendirme idealine sahip öğrenciler yetiştirilir.
İNSANDAKİ CEVHERİ MÜCEVHERE DÖNÜŞTÜRMEK
“İnsanlar madenler gibidir.” hadisine göre her insanda farklı bir cevher vardır; eğitimin amacı, insandaki cevheri ortaya çıkarıp onu mücevher hâline getirmektir.
İnsan özü itibariyle iyiye meyilli, doğuştan kıymetli, özel bir varlıktır. Bu özel varlık, nitelikli bir eğitimle daha iyiye doğru gelişebilir; insanda var olan temel yeteneklerin dengeli ve bütüncül biçimde geliştirilmesi, bilgi ve becerilerini insanlığın hayrına sarf edecek donanımda yetiştirilmesi çok önemlidir. Bilmekten olmaya, olmaktan yapmaya ve yapmaktan paylaşmaya giden tekâmül sürecinde, insanlara geniş bir perspektif sunmayı temel hedef olarak belirlemek gerekir.
KİMLİĞİNİ KORUYARAK DÜNYAYA AÇILMAK
Kişiye özgü farklılıkları dikkate alan bir anlayışla, doğuştan istidat sahibi ve kendine özgü nitelikleri olan öğrencileri; içinde yetiştiği toplumun birikim ve zenginliğini özümseyen, düşünce ve sezgi bütünlüğüne önem veren, hakikat karşısında tevazu ile merakı birleştiren, çok yönlü bilgi, beceri ve yetkinlikle donanmış iyi insanlar olarak yetiştirmek temel amaç olmalıdır.
Bir medeniyet tasavvuruyla bakıldığında karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde kültürel etkileşim toplumlar açısından zenginlik kaynağı olarak görülmelidir. Küreselleşme dalgasına karşı yerel olanı korumak, güçlendirmek ve dünyaya tanıtmak asli görevler arasında kabul edilmeli, dünyadaki değişim ve ilerlemeleri de dikkate alarak toplumların kültürel, sosyal ve ekonomik yönden gelişimine önem verilmelidir. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi’nin pergel metaforunda ifade ettiği gibi, bir ayağı kendi topraklarında, dininde ve kültürel köklerinde sabitken diğer ayağı ile tüm dünyaya ve kültürlere ulaşan bir ufuk ve ideal öğrencilere kazandırılmalıdır.
YARINLARIN MİMARI, BUGÜN YETİŞEN İNSANDIR
İnsanı merkeze alan bir medeniyet tasavvuru, her şeyden önce iyi insanı yetiştirme idealine dayanır. Ahlakla anlam kazanmış bilgi, hikmetle yoğrulmuş düşünce ve merhametle şekillenmiş irade, sağlam bir toplumsal yapının temel harcıdır. Günümüz dünyasında teknolojik ilerleme ve dijital dönüşüm, insanı ihmal ettiğinde bir tehdit hâline gelir; oysa insanı önceleyen, onun kalbini ve aklını birlikte inşa eden bir eğitim anlayışı hem bugünü anlamlandırır hem de yarını ihya eder.
Bugün yetiştirilen insanlar, yarının dünyasını şekillendirecek olanlardır. Onlara hakikati, adaleti, merhameti ve hikmeti miras bırakmazsak kitaplar, binalar ve teknolojik gelişmeler medeniyetimizi ayakta tutmaya yetmez. Daha adil ve erdemli bir dünya ancak sağlam bir ahlaki temel, şuurlu bir bakış açısı ve güçlü bir iradeyle mümkün olabilir.
Geleceğin dünyasında söz sahibi olmak istiyorsak, bugünden sabırla ve inançla iyi, erdemli ve her açıdan nitelikli insanlar yetiştirmekten başka çıkar yolumuz yoktur; çünkü her bahar bir çiçekle ve her büyük değişim, kalbinde iman, iyilik ve merhamet taşıyan bir insanla başlar.
Üstat Nurettin Topçu’ya kulak verelim:
"Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir."
Daha adil ve erdemli bir dünya için: İyilikte ısrar
İnsanın ihyasından medeniyetin inşasına…