İnsanın ihyasından medeniyetin inşasına…

Mecelle’den “Def’-i mefâsid, celb-i menâfi’den evlâdır.” sözünü hatırlatan eğitimci yazar Ahmet Türkben bir neslin kendisinden sonrakilere bırakacağı ahlakî vasiyet olan medeniyet inşasını yazdı.

İnsanın ihyasından medeniyetin inşasına…
İnsanın ihyasından medeniyetin inşasına…
GİRİŞ 10.05.2025 10:46 GÜNCELLEME 10.05.2025 10:47
Bu Habere 4 Yorum Yapılmış

İşte Ahmet Türkben'in Haber7 için kaleme aldığı "İnsanın ihyasından medeniyetin inşasına…" başlıklı yazısı:

Medeniyet; taşlar ve binalarla değil, erdemli ve nitelikli insanlarla inşa edilir. O, bir düşüncenin ete kemiğe bürünmesi, bir ruhun toplumu şekillendirmesi, bir inancın hayat bulmasıdır. Medeniyet dediğimiz bu büyük yürüyüş; insanın iman, iyilik, erdem, adalet ve hikmetle kendini ıslah ve ihya etmesiyle başlar. Bir insan kendini değiştirdiğinde bu değişim topluma yansır ve toplum değişimin diriltici soluğuyla medeniyetleri inşa eder.

Eğitimci yazar Ahmet Türkben

MEDENİYETE YOLCULUK: ISLAH, İHYA,  İNŞA

Medeniyet yolculuğu, kendi içimize bakmakla başlar. Önce çürüyen dokuları temizlemek, sonra kaybedilen değerleri yeniden yeşertmek, nihayetinde ise bu dirilişi kurumsal bir yapıya dönüştürmek... Tıpkı bir çınar ağacı gibi. Köklerdeki çürükler temizlenmeden, yeni filizler yeşermez; yeşermeyen filizler ise koca bir çınara dönüşemez. Başka bir ifadeyle, medeniyetin inşası üç aşamalı bir sürecin sonucudur: Islah, ihya ve inşa.

Islah, bozulmuş olanı düzeltme sürecidir. Hem kişi hem de toplum düzleminde; ahlaki, fikrî ve amelî sapmaların fark edilmesiyle başlar. Hedefi, kötülükten arınmak ve özle yeniden bağ kurmaktır. Islah olmadan hakikatin ne olduğu tam olarak anlaşılamaz; çünkü insan, önce neyi kaybettiğini bilmeli ve onu aramalıdır.

Kelime anlamı itibarıyla ıslah; “düzeltmek, daha iyi hâle getirmek, fesadı gidermek” demektir. Islah, sadece ferdin kendi iç dünyasında değil; toplum yapısında, ilişkilerde, hatta sistemlerde de gerçekleşmesi gereken köklü bir dönüşümdür. Bu yönüyle ıslah, yüzeysel bir değişimi değil, derinlikli bir muhasebeyi ve samimi bir arınmayı ifade eder.

Fıkıh literatürümüzün temel kaynaklarından Mecelle’de geçen meşhur kaide bunu şöyle açıklar: “Def’-i mefâsid, celb-i menâfi’den evlâdır.” yani “Zararı ortadan kaldırmak, fayda elde etmekten daha önceliklidir.” Bu yaklaşım, önce kötülüğü giderme, ardından iyiliği tesis etme anlayışını merkeze alır. Çünkü temeli bozulmuş bir yapıya doğrudan iyilik bina edilemez; önce zeminin sağlamlaştırılması gerekir.

“Tek istediğim, gücümün yettiğince ıslah etmektir.” diyen peygamber çağrısı, her müminin imkânları ölçüsünde ıslah sorumluluğu taşıdığını hatırlatır. Bu söz, küçük gibi görünen kişisel çabaların aslında ne kadar değerli olduğunu ortaya koyar. Islahla arındırılan bu zemin, artık hayatın hakikatle yeniden buluşacağı bir ihya sürecine hazır hâle gelmiştir.

İhya, bu ıslah süreciyle temizlenen zemine ruh ve bilinç kazandırma aşamasıdır. Unutulan değerlerin yeniden canlandırılması, hakikatin gönülde ve hayatta karşılık bulmasıdır. İhya, kişinin iç dünyasında bir diriliş başlatır ve bu diriliş zamanla topluma yayılır.

"Kim bir insanı ihya eder (diriltir)se, bütün insanları ihya etmiş (diriltmiş) gibi olur."  ayet-i kerimesi, insana verilen değeri ve iyiliğin dönüştürücü gücünü ortaya koyar; çünkü bir insanın ihyası, aynı zamanda bir toplumun ıslahı ve bir medeniyetin inşası demektir.

Bir toplumun dirilişi de çöküşü de onun değerleriyle olan ilişkisine bağlıdır. "Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez."    emr-i ilahisi bu gerçeği açıkça beyan eder. Ahlaki ve manevi değerleri koruyan toplumlar, sahip oldukları nimetleri muhafaza eder; bu değerleri kaybettiklerinde ise yıkım kaçınılmaz olur. Bu sebeple, medeniyet yolculuğu, ıslahla başlar, ihya ile kökleşir ve inşa ile kurumsallaşır.

İnşa, ıslah ve ihya süreçleriyle oluşturulan sağlam temeller üzerine kurulan yapının adıdır. Islah ile kötülüklerden arınan, ihya ile değerlerle dirilen bir toplum; ancak bu iki aşamadan sonra kalıcı, sürdürülebilir ve nitelikli yapılar ortaya koyabilir. İnşa, yalnızca fiziksel yapılar, şehirler ya da mimari eserler kurmak değildir. Gerçek anlamda inşa, kişinin iç dünyasında başlayan ahlaki ve fikrî temellerin, toplum düzenine yansımasıdır. Hukuk, ekonomi, eğitim, sanat ve yönetim anlayışı dâhil tüm sosyal yapı ve kurumlar bu temel üzerinde yükselir.

İnşa, bir düzen kurma, bir hayat nizamı oluşturma çabasıdır. Bu nizamın merkezinde adalet, meşveret, emanet, ehliyet ve liyakat gibi kadim ilkeler yer alır. Eğer bu değerler inşa sürecinin omurgasını oluşturmazsa ortaya çıkan yapı kalıcı ve kapsayıcı olamaz.

Tarih boyunca köklü medeniyetlerin tamamı, bu üçlü sürecin sağlıklı işlemesiyle varlık kazanmıştır. İnsan ve irfan mektepleri; önce fertleri ahlakla donatmış (ıslah), sonra gönülleri ve zihinleri diriltmiş (ihya), ardından bu gönül medeniyetini kurumsallaştırarak şehirleriyle, ilim merkezleriyle, irfan mektepleriyle, vakıflarıyla, adalet teşkilatlarıyla bir toplum modeli inşa etmiştir. Bu bağlamda inşa; fikirle yoğrulmuş bir anlayışın, uygulamaya dökülen ilkelerin ve köklü bir medeniyet tasavvurunun, somut kurumlar ve sistemler aracılığıyla yaşanır hâle getirilmesidir. Eğitimden kültüre, hukuktan mimariye kadar insanı merkeze alan bir düzen kurmak, gerçek bir inşa faaliyetidir. Dolayısıyla inşa; sadece bugünü şekillendiren değil, geleceğe taşınan bir sorumluluktur. Eğer sağlam temeller üzerinde yükselirse bir medeniyet asırlarca ayakta kalabilir. Aksi hâlde, görünüşte güçlü olan yapılar bile içten çürümeye başlar ve ilk sarsıntıda yıkılır.

Islah, yozlaşmayı düzeltir; ihya, değerleri canlandırır; inşa ise dirilişin kalıcı hâle gelmesini temin eder. Bir milletin geleceği de işte bu üç kavramın hayata ne kadar geçirildiğiyle doğrudan ilgilidir.

GEÇMİŞTEN GELECEĞE YÜRÜMEK

İnsan, geçmişiyle var olur. Köklerini unutan bir toplum, tarihî hafızasını, kültürel mirasını ve manevi değerlerini kaybettiğinde sadece maddi anlamda değil, ruhen de bir çöküş yaşar. Maziye sırtını dönen toplumlar, zamanla kimliksizleşir ve başkalarının şekillendirdiği bir dünyada savrulmaya mahkûm olurlar. Oysa geçmişimiz, sadece hatırlanacak bir anı değil, bugünü inşa eden bir ilham kaynağıdır; çünkü her ağaç kendi köklerinde yükselir. Bu anlayışla, medeniyetimizin ruhunu yaşatmak ve geleceğe taşımak, ancak köklerimize bağlı kalmakla mümkündür. Nasıl ki kökü derinlere uzanan bir ağaç fırtınalara karşı dimdik durabiliyorsa, kendi değerlerinden beslenen bir toplum da zamanın, dijitalleşmenin, kültürel yozlaşmanın, ekonomik dalgalanmaların ve küresel krizlerin oluşturduğu meydan okumalara karşı ayakta kalabilir; ancak bu direnç sürekli bir ıslah ve ihya bilincini kuşanmakla mümkündür.

Bir medeniyetin yeniden inşası, onun özünü, değerlerini ve ruhunu kavramakla mümkündür. Geçmişin köklü mirasına dayanan ancak geleceğe yönelmeyi ifade eden “kökü mazide olan âtî” ifadesi, medeniyetimizin yalnızca nostaljiyle değil, geleceği inşa edecek bir bilince sahip olunması gerektiğini vurgular.

Bu yaklaşım etrafında yaşanan fikrî bir münazara, meseleyi veciz bir biçimde özetler. 

Ziya Gökalp, Yahya Kemal’e:

“Harabisin, harabati değilsin / Gözün mazidedir, âtî değilsin”
diye seslenir. Yahya Kemal ise bu eleştiriye köklü bir cevap verir:

“Ne harâbî, ne harâbâtîyim / Kökü mazide olan âtîyim.”

Yahya Kemal’in bu cevabı, geçmişi sadece hatırlamak değil; onu geleceğe taşıyan bir bilinçle kavramak gerektiğinin en zarif ifadesidir.

Mütefekkir Cemil Meriç’in: "İnsan kökleriyle insandır, köklerini kaybeden toplum ilk önce insan olma vasfını kaybeder. Mazideki kudretimiz hatıra olarak da yaşasa ayakta durmamızı mümkün kılmıştır." sözü, medeniyetin sürekliliği ve kimlik bilinci açısından mühim bir hakikati ifade eder.

Yahya Kemal'in 'köklü gelecek' vizyonu ile Cemil Meriç'in 'hafıza' vurgusu aslında aynı hakikatin iki yüzüdür. Medeniyet, geçmişin mum ışığında geleceği okuyabilme becerisidir.

Endülüs’ün kütüphaneleri önce âlimlerin zihninde, Selçuklu’nun kervansarayları yolcuların güveninde, Osmanlı’nın külliyeleri vakıf insanların gönüllerinde inşa edilmişti. Selimiye’nin kubbeleri önce ilimle yoğrulmuş bir akılda, ardından ihlasla çarpan bir kalpte şekillenmiş; medrese önce niyette, çarşı önce ahlakta, devlet önce adalette kurulmuştu. Mimari yükselmeden önce niyet, fikir, ahlak ve takva insanı yüceltmişti. Süleymaniye’yi büyük yapan, sütunlara nakşedilen aşk-ı ilahidir. Divriği’yi muhteşem kılan, her oymada tecelli eden sabır ve mana arayışı; Topkapı’yı saray yapan, adaletle yükselen kulesi; Dolmabahçe’yi ihtişamlı kılan, bir medeniyetin son nefesindeki vakarıdır. Kapadokya’yı bugüne taşıyan ise insanın toprakla yazdığı ortak bir hikâyedir.

Medeniyet inşası, bir neslin kendisinden sonrakilere bırakacağı ahlakî bir vasiyettir. Bugün elimizde tuttuğumuz fener, sadece kendi yolumuzu aydınlatmak için değil, arkadan gelenlere yol göstermek içindir.

Unutmayalım ki; Süleymaniye’yi, Kubbetü’s-Sahra’yı, El Hamra’yı inşa eden, taşların arasına sinen ruhtur. O ruhla birlikte medeniyet idrakini de yitirdiğimizde geriye sadece temaşa edilen ama mesajını okuyamadığımız ve ilham alamadığımız bir ihtişam kalır. Oysa her taş, bir kelam; her kemer, bir yakarıştır. Anlamını yitiren mimari, sessiz bir kitaba döner; gören gözler için bir hicran, idrak eden kalpler için bir miras, tefekkür eden akıl sahipleri için ise bir şahit ve bir emanettir.

Medeniyetimizi yalnızca geçmişin bir hatırası ya da iftihar vesilesi olarak değil, bugünü şekillendiren, istikametimizi belirleyen ve geleceğe yön veren bir bilinç olarak yaşatma duasıyla…    

 

KAYNAK: HABER7
Ramazan Yıldız Haber7.com - Haber Şefi
Haber 7 - Ramazan Yıldız

Editör Hakkında

1981 yılında Isparta'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Afyonkarahisar'da, lisansını İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde, yüksek lisansını Bahçeşehir Üniversitesi'nde tamamladı. Üniversitenin ardından bir süre özel sektörde araştırmacı, daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) farklı iştiraklerinde İngilizce öğretmeni, sosyolog ve idareci olarak çalıştı. İnternet haberciliğine ilk adımını 2015 yılında Türk Medya’da attı. 2020’de Haber7’de gece editörlüğüne başladı. Halen Haber7.com’da haber şefi olarak görev yapmaktadır.
YORUMLAR 4
  • Misafir 1 saat önce Şikayet Et
    "Def-i şer, celb-i nef'a racihtir."
    Cevapla
  • Abdullah 2 saat önce Şikayet Et
    Allah razı olsun Ahmet Hocam, kaleminize emeğinize sağlık.
    Cevapla
  • Gültepeli,BjK 2 saat önce Şikayet Et
    Türkiye'de dinii şeriatt cezaa kanunları gelmelii bakıınn cezaaa kanunlarıı diyorumm başka bir yere çekmeyin buu kanunlarr gelsee Türkiye öylee birr yolaa gelirr düzelir kii niye şimdiye kadar niye bu şeriat ceza kanunu uygulamadık diycen Türkiye
    Cevapla
  • Misafirsaliha 4 saat önce Şikayet Et
    Çökmüş durumda
    Cevapla
DİĞER HABERLER
Altına güvenen kazandı: İşte güncel getiri oranları!
Kış geri dönüyor! 10 derece birden düşecek! 23 il için son dakika uyarısı